Etiket arşivi: Prof. Birgül Ayman Güler

‘BÜTÜNŞEHİR’ yanlışında ısrar etmek

‘BÜTÜNŞEHİR’ yanlışında ısrar etmek 

Birgül Ayman Güler

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır.)

Türkiye’yi federasyon tipi devlete sürüklemek isteyenler, hiçbir zaman er meydanına çıkıp konuşmadılar. Kimisi verimlilik adına, kimisi planlama adına konuşmayı, kimisi de ‘çağdaş dünyada en iyiler’den dem vurmayı seçtiler.
Bu hedefi uygulamaya geçirmek isteyenler, en uzun adımlarını 12 Eylül 1980’den sonra attılar. Yalnızca “yerel yönetimleri güçlendirmek” lafazanlığıyla yetinmediler. Büyükşehir belediyeleri kurmaları birşey değildi. Ülkeyi sekiz bölge valiliğine ayıran bir kararname çıkarmayı bile başarmışlardı. Bölge valiliği kuran kararname yasalaşamadı; yürürlükten kaldırıldı.
***
1990’lı yıllarda öne atılan fikir, il özel idarelerini güçlendirmek oldu. Ama öyle sıradan bir güçlendiriş değil. Zaten yerel yönetim türlerinden biri olan özel idareleri, illerde valilerin yetkilerini de üstlenecek hale getirmek niyeti. Öyle ki, kısa bir süre içinde valiliklere gerek kalmasın; illerde valilikler ve kaymakamlıklar kaldırılsın; böylece iller merkezin taşra kuruluşu değil il halkının özyönetimleri olsun… İl özel idareleri böyle bir dönüşümden geçirilirse, merkezce atanan valilerin yerini, elbette ‘seçimli valilik’ alacaktı. Sonuçta, yalnızca Türkiye’nin değil Osmanlı Devleti’nin de üzerinde yükseldiği “il sistemi”, yerini “eyalet sistemi”ne bırakmış olacaktı. Olmadı; fikir atıldığı yerde kaldı.
***
2000’li yıllarda bölgeselleşme – federasyonlaşma baskısı, Avrupa Birliği serinliğiyle sürdü. Bölge kalkınma ajansları, belediyeleri Anayasa’ya aykırı olarak ‘idari ve mali özerk kuruluşlar’ diye tanımlayan belediye yasaları, belediyelerde etnik-dillerin kullanılması, merkeze ait görev ve yetkilerin belediyelere devredilmesi için “Kamu Yönetimi Temel Kanunu” adlı yasa hazırlıkları, aldı başını gitti. Temel Kanun düştü. İçindeki parçaların kimileri yürürlüğe girdi. Ama bu işin özü uygulamaya geçirilemedi. Yani, devletin merkeziyetçilik esasına göre kurulmasına son verilemedi. Yeni ilke, ademi merkeziyetçilik esas kılınamadı. Böylece eyaletleşme hedefi yine başka bir sonbahara kaldı.
***
2010’lu yıllarda eyaletçiler başka bir fırsat gördüler. Yapıyı, büyükşehir modeliyle değiştirmek fırsatını… Denemesini İstanbul ve Kocaeli’nde yapmışlardı. Büyükşehir belediyesinin sınırları, bu illerin sınırlarıyla aynı yapılmıştı. İki ilin alanında 3 idare olmuştu. Merkezi idarenin kendisi olarak valilik; ilin yerel yönetimi olarak il özel idaresi; yine ilin yerel yönetimi olarak büyükşehir belediyesi. Bir ilde üç idare çok fazla. Olan özel idareye oldu; tarihe karıştı.
***
2012’de yasayla, 2014’te seçimler (AS: yerel) sonunda, bu model yayıldı ve 30 ili kapladı. Bu tarihe kadar yalnızca ilin merkezindeki şehirde yetkili olan “Büyükşehir Belediyesi”, ilin tümünde yetkili oldu. Hukuken ayrı bir adları yok. Uygulamada bunlara “BüTünşehir Belediyesi” dedik. “İl-Belediyesi” de diyebilirsiniz.

  • Toplam 81 ilin 30’unda il özel idareleri kaldırıldı.

Belediyeler o kadar genişlediler ki, belediye olmaktan çıktılar. Öyle ya, belediye ‘şehir/kent’ büyükşehir de “metropolitan şehir/kent’ yönetimidir. Oysa bu değişiklik belediyeciliği “şehir” den aldı, “alan yönetimi” ya da “bölgesel yönetim” haline getirdi. Belediyelerin adı kaldı; özü ortadan kalktı.
***
Şimdi gazetelerde küçük haberler var.
Ülkenin tüm illerinde bu modele geçileceği yazılıyor. Bu doğruysa, olan şudur:

  • Büyükşehir belediyesi modeli kullanılarak, Türkiye, merkezi il idaresinden yerel il idaresine evrilecek.
  • Bunun son adımı, merkezi il idaresinin, valilik sisteminin ortadan kaldırılmasıdır; alan bölge yönetiminin “yerel”lere terk edilmesidir; yani devletin eyaletleştirilmesidir.
    ***
  • Türkiye’nin çıkarlarına köklü biçimde aykırı sinsi baskılara karşı duyarlı olmalı...

==========================================
Dostlar,

Sayın Prof. Birgül Ayman Güler, CHP İzmir milletvekilliği yaptıktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden erken emekli oldu. Uzmanlık alanı Kamu Yönetimi’dir.

5360 sayılı bu yasa, AKP = RTE yönetiminin ülkemize dönük en kapsamlı ve sakıncalı – zararlı girişimidir. Bu ciddi sorun sitemizde daha önce epey işlendi. Örn. aşağıdaki dosya…

BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ REFORMU VE KIRSAL ALANA ETKİSİ

Halen 750+ bin nüfuslu 30 il bu kapsamda.
Duyumlara göre AKP = RTE bu sınırı 400 bine çekerek Türkiye’yi hızla “eyaletleştirilme” yi tasarlamaktadır. En önemli, ağır, ciddi dönüşümlerden biri, Köy tüzelkişiliğinin kaldırılması ve mülkiyetindeki malların Büyükşehir belediyesine geçmesidir.

Daha açık söylemek gerekirse, kırsal kesimde Köylerde İhtiyar heyeti – Muhtarlık ile temsil edilen tüzelkişiliğin edindiği mera, otlak, yaylak, sulak alan, binalar vb. tüm taşınmaz ve varsa taşınırlara EL KONMASI ve mülkiyetinin kaldırılmasıdır.

Köy tüzelkişiliği kaldırıldığından, Köy halkının bu malların ortak malikleri olarak haklarını arama ehliyetleri de düşürülmüş oluyor.

Şubat 2005’te sayısı 500’ü aşan SSK hastaneleri ve tüm sağlık kuruluşlarına el konarak bedelsiz olarak Sağlık Bakanlığı’na devredilmesi gibi.. İşçilerin SSK primleri ile yaptırılan bu sağlık kurum ve kuruluşlarının ilgili yasada (5283 sayılı yasa, RG: 19.01.2005) bedelinin ödeneceği yazılı olsa da, bildiğimiz ölçüde böyle bir ödeme yapılmamış, işçilerin emeğine el konmuş, gasp edilmiştir.

Büyükşehire dönüştürülen illerde metropol merkezdeki büyükşehir belediyesine ek salt ilçe belediyeleri kalacak, 3. kademe küçük belediyeler kapatılacaktır. Buralar belde, mahalle olarak en yakın ilçe belediyesine bağlanacaktır. Dolayısıyla bu belediyelerin taşınır – taşınmaz malvarlıkları da bağlandıkları ilçe belediyesine aktarılacaktır.

Büyükşehir belediyeleri, il sınırı içindeki tüm tarla, arazi,  otlak, yaylak, mera gibi topraklara tasarruf yetkisi kazanacaktır.  Nitekim bu taşınmazlardan satışa çıkarılan meralar nedeniyle köylüler ile Büyükşehir belediyeleri karşı karşıya gelmişlerdir. İngiltere’deki “çitleme” (Fencing) faciasındaki gibi köylü mülksüzleştirilerek sanayi için ucuz kentsel emek gücüne dönüştürülmüş, endüstri kapitalizmine dönük üretime zorlanmışlardır.

Yurttaşların bu tabloyu ve asıl hedefi iyi görmeleri ve büyükşehir olma büyüsüne kapılmamaları beklenir. Bu çok tehlikeli siyaseti güden AKP engellenmeli; sağduyulu AKP’liler uyanmalıdır!

Sevgi ve saygı ile. 02 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

“Devletin Resmi Dili Türkçedir” demek yanıltıcıdır!

“Devletin Resmi Dili Türkçedir” demek yanıltıcıdır!

?????????????

Mahiye Morgül /19 Eylül 2016

Prof. Birgül Ayman Güler Anayasa madde 3’den “Devletin dili Türkçedir” ifadesinin  “Devletin resmi dili Türkçedir” şeklinde değiştirilmesi önerisine karşı bizi uyarıyor. Aşağıdaki bağlantıda bu yazısını okuyacaksınız.

“DİLİ TÜRKÇEDİR”: BU İFADEDE 3 SIFAT VAR

Sevgili Birgül Hanım çok önemli bir noktaya dikkati çekiyor.

Anayasamızın yapıldığı dönemde kullanılan bu kavramların hangi “milli ihtiyaçlara” cevap verdiğini gözden uzak tutmak isteyenler bugün “küreselleşmenin ihtiyacı” olan kavramları alavere dalavere önümüze getiriyorlar. Sinsice soktukları yeni kavramlarla algı sistemimizle oynuyorlar, böylece kendileri gibi düşünmemizi sağlıyorlar. Onların isteklerini kendi isteklerimizmiş gibi talep etmemizi böylelikle sağlıyorlar.

Devlet Dili kavramına tarihçi gözlüğümle de bakmak istiyorum.

İmparatorlukların bir devlet dili olurdu, bu dil en başta BİLİM DİLİ olarak bilimevlerinde kullanılırdı.  Bilim dili devlet dili ile aynı olunca buna uygarlık deniyordu, alfabeleri vardı. Devletin bilim, hitabet, yazışma ve sanat dili tekti. Yönetici sınıfın sanatsal eğlencesi de bu dille olurdu; saray edebiyatı ile halk edebiyatı ayrışması buydu.

Yönetici sınıf-zümre bir başka devletin emrine geçtiğinde devlet dili o zaman değişirdi. Örneğin, uzun yıllar Farsça olan Anadolu Selçuklu devlet dili, Yavuz Sultan’dan itibaren Arapça olmaya başladı, alfabesi aynı olduğu için geçiş pek yumuşak oldu, tepki görmedi, fark edilmedi. Ama kadim Anadolu Oğuz(lu)larının kullandığı (Milet Uygarlığının alfabesi, Kril alfabesi gibi)  LAT harflerine geçtiğimizde sorun edildi.

Devlet diliyle halk dili arasında belirginlik Osmanlı İmparatorluğunda sarayda Türk Sanat Musikisi çalgılarının, halk arasında ise Türk Halk Müziği çalgılarının kullanılmasını örnek veririm. Aynı ikili sanat kültürü İran’da da var.

Antik dönemde bilim dili olarak Farsça, Arapça, Yunanca, Latince var. Latince, Karadeniz çevresinden giden inanışı Şamani (Lat/Kibele) olan Etrüsklerin  bilim dilidir, İtalyanca değildir.

İmparatorluklarda halkın kullandığı yerel diller ve lehçeler doğal sürecinde yaşardı, halk kendi kültürünü onunla devam ettirirdi. Bizde, halkın diliyle devletin dilinin aynı dil olması ilk kez
Türkiye Cumhuriyet ile mümkün olabildi. Bu sonuç halkçılık ilkesiyle de örtüşen bir durumdur. Zaten tarihsel ve sosyolojik olarak ortadan kalkan bir zümrenin  devlet dili, “egemenlik milletindir” dediğimizde kendiliğinden düşer.

1860’larda Osmanlı’da İngiliz – Fransız egemenliğine karşı devlet dilini savunmak yerine halkın dilini savunmak bir tür safını-sınıfını belli etmek oldu. 1876 Anayasasına “Devletin dili Türkçedir” yazıldığında gayrimüslim tasallutuna karşı verilen mücadeleydi öne çıkan, bu ihtiyaçtan doğmuştu. Osmanlı Bankasında 1926’ya dek Türkçe konuşulmuyor, Türkler çalışamıyordu.

Mülkiye Mektebi‘nin kuruluş amacı da buydu; “Osmanlı bürokrasisini gayri Müslim tasallutundan kurtarmak için” Hüseyin Avni Paşa tarafından kuruldu. O Hüseyin Avni Paşa’dır ki 1876 Anayasasının 1. imzası O’na aittir ve o gece hunharca öldürülmüştür, ki O’nu İngilizler saf dışı etmeden Osmanlı’yı Sevr’e götüremeyeceklerini söylemişlerdir, Sırpları yendiği Karadağ savaşında İngiliz komutanı meydana sokmayarak o savaşı kendisi yönetip kazandığı için İngilizler O’ndan nefret ediyordu. Silivri yargılamaları sırasında “150 yıllık Ergenekon’un başı” diye O’nu tarif ettiklerini biliyorum. O’na hakaret eden Murat Bardakçı‘yla davalı oldum, 14 bin TL tazminat ödedim… (1876 Anayasasına “Devletin dili Türkçedir” maddesini koyan büyük devrimci Hüseyin Avni Paşa‘nın anısını korumak için yaptığım zorunlu harcamadır. )

Eğitim dilimiz Türkçe oluncaya kadar ne badirelerden geçtiğimizi maalesef halkımız bilmiyor.

Şimdi…. Küreselleşmenin devlet dili İngilizcedir, bilim dili de, postmodern sanat dili de, uluslararası iletişim ve hitabet dili de  İngilizce… Artık diliyle de bir Küresel imparatorluk oluşmakta. Bizim devlet dilimiz Türkçe onların önünde engel iken, yerel dillerin ve lehçelerin onlar için bir sakıncası yok, çünkü eğitim-bilim vb. devlet dili artık İngilizce olacak. Zorunlu İngilizce 8 yaşına indirildi bile, ancak onu bile bilim dili olarak öğretmiyorlar.

Küresel tekelci elitlerin egemenliğinde bir dünya sistemine doğru sürükleniyoruz ve önümüze “bunu kabullenin, altını imzalayın” dedikleri bir senet koydular. Yeni anayasa “Venedik Taciri”nin senedi gibi oldu. Üç ay içinde borcunu ödemezsen kalbinin üzerinden yüz dirhem et (öldürülmeyi kabul) alınmasına evet demek… İngiliz kraliyet ailesi o Venedik Dükalığının devamıdır. Biz Çanakkale dahil bütün Haçlı seferlerinde karşımızda hep onları görmüştük!

Son olarak; aşağıdaki cümlede eğer nokta yerine VE konulsaydı da olurdu. Birgül Hanımın dediği de budur.

“Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir”

Türkiye devletinin dili Türkçedir.

Birgül Hanım, farkı çok iyi yakaladı, “devletin resmi dili” söylemiyle aynı şey değildir. “Resmi dil” söylemi bana  maraba Kürt köylüsünün kaçamak cevaplarını hatırlattı. Devlet memuruna “resmi görüşüm şudur” der. Başbaşa kaldığınızda “özel görüşüm budur” der. Resmi görüş devletin söylemi demek oluyor. Devletin resmi söylemi der gibi, ikiyüzlüce, netlik ayarı olmayan bir ifade. Bulanık suda balık avlamayı pek sever emperyalistler. Zihinsel kaos (AS: karmaşa) yaratmakta pek mahirdirler. Şu sıralar cemaatçiler evlerde kadınlara KUANTUM seminerleri veriyorlar. Bilimsel sohbet görüntüsü vererek yapıyorlar, inanır mısınız?

“Evrende her şey tekildir” diye anlatacakları bir şey var. İnsanı yalnızlaştırma, her çocuk ayrı bireydir diyerek eğitimi getirdikleri bireysel öğrenmeyi okul dışına çekme işine aile içinde hazırlık yapıyorlar. Sorun Eğitim Piyasasına çekme sorunu. Salonlara çekip kafalarını işleyemediklerinin evlerine gidiyorlar. Oralarda kullandıkları parçalama kültürünün içinde “yerel yönetimler, yerel diller, sonra özerk cumhuriyetler…” vb. yeni malum kavramlarla kendileri gibi düşünmemizi hazırlıyorlar. Çok da yerli misyonerleri var.

Birgül Ayman Güler’e saygılarımla…

===========================================

Dostlar,

Sayın Mahiye Morgül öğretmenimizin bu nefis yazısına bir şey eklemeye gerek duymuyoruz..
Birikimine ve kişiliğine, yazı ustalığına saygılarımızla…

Sevgi ve saygı ile.
19 Eylül 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Dil Derneği Üyesi
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com