Etiket arşivi: Osmanlıcılık

Neden laiklik mücadelesi?

GÜNCEL18.09.2022, BİRGÜN

Deyim uygunsa, bir “kader” seçimine doğru giden Türkiye, tarihsel bir kavşakta duruyor. Ülke, ya insanlığın ilerici birikimini içererek geleceğini yeniden kuracak ya da bir önceki çağın değerler dünyasına iade edilecek. Başka bir anlatımla, ya karşı devrim saldırısı yenilgiye uğratılacak ya da toplum İslam dünyasının uzayan Ortaçağı’na teslim olarak sonu belirsiz karanlık bir yola girecek. Önümüzdeki 2023 cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerinin tarihsel ve siyasal anlamı budur.

Bu çatışma ekseni kavranmadan, toplumsal güçler buna göre konumlanmadan Türkiye’de gerçek anlamda siyaset yapmak ve ülkenin kaderinde rol oynamak mümkün değildir. Bugün iki güç, iki çizgi arasında bir tarihsel hesaplaşma mücadelesi sürüyor. Bu çatışma ekseninin belirleyici ve anahtar kavramı laikliktir. Demokratikleşmenin de emek mücadelesinin de önkoşulu ve üzerinde yükseleceği zemin laikliktir. Hem de “özgürlükçü laiklik” gibi, bu kavramı sulandıran liberal öneklere itibar etmeyen bir laiklik mücadelesi olmalıdır.

Sol ve ilerici güçler bakımından geniş toplum kesimleriyle buluşmanın, kitleselleşmenin ve gerçek anlamda bir siyasal güç olmanın yolu da bu gerçeği kavramaktan, yani laiklik mücadelesinin önemini, tarihsel anlamını anlamaktan geçiyor. Çünkü bu mücadele, sosyalist solu, toplumsal muhalefet alanının en büyük gücü olan Cumhuriyetçilerle ya da Cumhuriyetçi solla buluşturacak tek yoldur. Sosyalizmi yeniden ayakları bu ülkeye basan bir ideolojik-siyasal güç yapacak anlayış da budur.

Neden laiklik mücadelesi?SOL Parti, ‘Devrimci Demokratik Cumhuriyet’ mitinglerinde laiklik vurgusu yapmıştı. (Fotoğraf: BirGün)
***
Laiklik için amasız, fakatsız ve sulandırılmamış bir mücadeleyi esas almayan sol, sosyalist, devrimci, halkçı, demokratik hiçbir hareketin etkili olma, ciddiye alınacak bir güç haline gelme şansı yoktur. Çünkü günümüzde sınıfsal mücadele eksenini laiklik, yani emekçilerin aklının ve vicdanının özgürleştirilmesi için verilen kavga oluşturmaktadır. Diğer bir ifadeyle (başka bir anlatımla), bugün sınıf mücadelesi, ideolojik-kültürel bir dolayım üzerinden yürümektedir. İslamcı hareketin 20 yıldır bu alanda etkinlik kurarak mevzi kazandığı unutulmamalıdır.

Özellikle CHP yönetiminin, “aman bizi din düşmanı sanmasınlar” yaklaşımı ve Cumhuriyet’in değerlerini ve kazanımlarını savunmak konusundaki tereddüdünün (çekincesinin) bedeli ağır oldu. Osmanlıcılık karşısında, Cumhuriyet sahipsiz kaldı. Daha önemlisi, “vesayet rejimini yıkmak” için İslamcılarla siyasal ittifak oluşturan liberallerin ve Kürt hareketinin laiklik mücadelesini önemsizleştiren tutumunun, dinci-faşizan bir totaliter rejim kurulmasına büyük katkısı oldu. Liberallerin, “dinsel kısıtlama ya da yasakları bile birer demokratik hak” olarak görme tutumunu da bu bahiste unutmamak gerekli.

Dolayısıyla, ideolojik mücadele alanı ihmal edilir, laiklik kavgası ortada bırakılırsa, geniş anlamda kapitalizme, daha somut ve politik bir alan tanımıyla İslamcı-faşizan iktidara karşı mücadelenin gerçek anlamda yürütülmesi mümkün değildir. Olacak şey basit bir iktidar/hükümet değişikliğinden ibaret kalacaktır. Eğitimden kültüre, üniversitelerden hukuk düzenine kadar bütün gerici ve anti-demokratik düzenleme ve kurumsallaşmanın yerinde kalacağı bir iktidar değişikliğinin orta ve uzun vadede hiçbir anlamı olmayacaktır.
***
Sanılanın aksine, laiklik, bir orta sınıf fantezisi ya da Kemalist bir saplantı değil, bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinin, emek ve sosyalizm kavgasının da üzerinde yükseleceği bir zemin, dahası olmazsa olmaz bir ön koşuldur. Laiklik, çağımızda burjuvazinin terk ettiği bir değer ve özgürlük alanıdır. Sermayenin iktidarını sürdürmek için bir önceki çağın ideolojisine iltica ederek sokakta bıraktığı bir ilkedir. Laiklik öncelikle halk için, emekçiler için gereklidir.

Bu konuda gerici ve liberal ideolojik hegemonyanın bir ölçüde devam ettiği açık. Bu hegemonya kırılmadan ve sol kendi tarihsel referanslarına dönmeden kıytırık bir güç olma düzeyini hiçbir zaman aşamayacak, ülkeden ve toplumdan iyice kopacaktır. Bu liberal zihin kirlenmesinin maliyeti, sola ve toplumcu güçlere, tahmin edilenden çok daha ağır oldu. Bu nedenle sol ve sosyalist hareket önüne, ardına hiçbir kayıt düşmeden sert ve karalı bir laiklikten yana olduğunu ilan etmelidir.

Laiklik mücadelesinin önemini bu tarihsel kavşakta vurgulamamın nedeni açık; AKP iktidarının yenilgiye uğratılması için kurulacak fiili ya da resmi geniş cephenin hatırına, “ama şemdi zamanı değil” diyerek, laikliğin savunulması ve yeniden kurulması görevinin savsaklanma tehlikesi büyük. Bir restorasyon iktidarının en güçlü seçenek olduğu bir siyasal süreçte, bu tutum, gerici-faşizan iktidarın elde ettiği bütün kazanımların korunması anlamına gelecektir. Dolayısıyla, bu tutumun bedeli ağır olacak, neredeyse ülke bütünüyle kaybedilecektir.
***
Marx, 1845’te “Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi” makalesinde, “Almanya’da dinin eleştirisi tamamlanmıştır” diyor ve “Dinin eleştirisinin tamamlanması, bütün eleştirilerin başlangıcıdır” diye devam ediyor. Yani Marx, kapitalizmin eleştirisini, kendi teorik sistemini kurabilmenin ön koşulunu bile dinin eleştirisinin tamamlanmasına bağlıyor. Dinin eleştirisi tamamlanmadan kapitalizmin eleştirisine geçilemeyeceğini söylüyor.

Dinin eleştirisinin tamamlanması, Almanya’nın ya da Almanların dinsiz olması anlamına gelmiyor. Sadece dinin kamusal alandan (devletten, siyasetten, eğitimden, gündelik ve toplumsal hayattan, bilim kurumlarından) çekilmesi ve özel alanda bırakılması ve orada özgürleştirilmesi demek oluyor. Bu laiklikten başka şey değildir. Sosyalist ideoloji ve siyaset de Batı demokrasileri de bu eleştirinin tamamlanmasının, yani dinin özel alana çekilmesinin üzerine kuruluyor. Bu gerçeği; liberallerin, işçici (uvriyerist) solun, “mazluma dini sorulmaz” şeklindeki muhteşem bir ifadeden “Laiklik önemsizdir” sonucunu çıkaran saf sosyalistin, ekonomizme savrulan kaba sosyalistlerin ve liberal solun aklından hiç çıkarmaması gerekiyor.

Sonuç olarak;

  • Laiklik yeniden kazanılamadan demokrasi, özgürlük ve eşitlik mücadelesi kazanılamaz.

Laiklik mücadelesi, bütün diğer siyasal ve toplumsal kavga ve talep alanlarını kesen ortak eksendir. Amasız, fakatsız ve ön kayıtsız bir laiklik mücadelesi, solu yeniden büyük güç yapacaktır. Söylemeye gerek yok ama yine de belirtelim; elbette burada kastedilen şey, diğer ekonomik ve demokratik mücadele alanlarını terk edip, siyasal ve entelektüel faaliyeti adeta dar bir teolojik alana hapsetmek değildir.

Milliyetçilik… Ulusalcılık Tartışmaları…


Dr. Alev COŞKUN

portresi

Milliyetçilik… Ulusalcılık Tartışmaları…

  • Türkiye’de uluslaşma kolay olmadı. Cumhuriyetin temel amacı, çağdaş bir toplum, çağdaş bir devlet yaratmaktı. Tanrı egemenliğine dayanan bir monarşiden, halk egemenliğine dayanan Cumhuriyete geçildi.

Dr. Alev COŞKUN

TBMM’de “milliyetçilik” ve “ulusalcılık” kavramları geçen hafta gündemin ön sıralarına taşındı.

Bu tartışma “milliyet”, “milliyetçilik”, “ulus devlet”, “ulusalcılık” kavramları üzerinde yoğunlaşıyor. Kısaca irdeleyelim.

Avrupa’da 16. yüzyıldan sonra feodal sistem çözülmeye, onun yerine kapitalist üretim biçimi yerleşmeye başladı. Emekçiyi sömüren vahşi kapitalist sistem, 18. yüzyılda güçlendi ve emperyalizme dayanan sömürgeleşme de başladı. Öte yandan da Fransız ihtilalinin etkisiyle ulus devletler ortaya çıkıyordu.

Ulus devlet siyasal olarak örgütlenmiş belli bir toprak üzerinde bir arada yaşayan dil, tarih, kültürel özellikler ve ekonomik yönden ortak yaşam içinde bulunan insan topluluklarıdır.

Irkçılık, milliyetçilik ile eşdeğerde değildir. Irkçılık, kendi ırkını öteki ırklardan üstün sayar ve bu temel düşünceden bir siyasal ideoloji oluşturur. Bir ırkın ötekilerden üstün olduğunu öne süren kör ırkçılık insanlık dışı bir ideolojidir.

Bu girişten sonra yapılan konuşmalara acaba olumlu yönleriyle bakabilir miyiz? Her ikisi de şoven-ırkçı bir yönelim içinde değildirler. CHP milletvekili Birgül A. Güler“Irk milliyetçiliğini bana ilericilik diye yutturamazsınız” diyordu. Bu da doğrudur. İster Kürt, ister Türk, herhangi bir milliyetçilik ilericilik olamaz. Güler, ayrıca “Sözlerim çarpıtıldı, Türk ile Kürt insanı, kültürel anlamda eşittir” dedi.

BDP milletvekili Sırrı Sakık’ın Meclis kürsüsünden “Kafkaslar’dan, Boşnaklardan gelenler siz bu ülkenin sahipleri değilsiniz… dağdan gelip bağcıyı kovma hakkına sahip değilsiniz” sözleri daha “vahimdir”.

Sakık, karşısındakini ırkçılıkla suçlarken kendisi ırkçılık yapıyordu. Ama neyse ki, sözlerinin yanlış anlaşıldığını söyledi.

Aslında, Türk milleti ya da Türk ulusu kavramı bir dayatma olarak ortaya çıkmadı. “Türk” yüzyıllardan beri Anadolu’da yaşayan çeşitli topluluklara verilen ortak addır.

Üç akım                                 :

Osmanlı son yüzyılda gerileme dönemine girince, özellikle II. Meşrutiyet döneminde devleti kurtarmak için

Osmanlıcılık,

İslamcılık ve

Türkçülük akımları ortaya çıktı.

Osmanlıcılık, Osmanlı devletinin yaşamını sürdürmesini, imparatorluk sınırları içinde yaşayan ve “millet” adı verilen toplulukların din, dil ve soyları ne olursa olsun Osmanlılık” kavramı içinde kaynaşmasını öngörüyordu. Osmanlı devleti içindeki Türk, Rum, Yahudi, Ermeni, Kürt, Arap, Arnavut, Gürcü her soydan “millet” toplulukları eriyerek Osmanlı olacaktı. Ancak bu akım tutmadı.

Bunun üzerine İslamcılık akımına ağırlık verildi. İslamcılık düşüncesine göre devlet işlerinin kötüye gitmesinin nedeni din kurallarının bütünüyle uygulanmamasıdır. Bu nedenle “ümmet” denilen “İslam milleti” düşüncesine “İslam ittihadı”, yani İslama bağlı olanların birleşmesi siyasetine öncelik verildi. Ama bu da tutmadı.

Bir başka akım da Pan-Türkizm” akımıdır ki bütün Türk topluluklarını birleştirmeyi amaçlıyor ve “Turancılığa” kadar gidiyordu. Bu da gerçekçi değildi ve tutmadı.
Ama, Osmanlı devletinde milliyetçilik akımları gelişti. Rumeli’de Yunanlılar ve Bulgarlar ayrıldılar. Milliyetçilik en son Türklere geldi.

Kimlik sorunu

Durumu anlatmak için, Abdülhamit zamanında Avrupa’da bulunan bir Jön Türk’ün anılarında geçen bir öyküden söz edelim. Birkaç arkadaşıyla Paris’te bir kütüphaneye dadanmış. Oraya bakan memur bunları ilgiyle izlermiş. Bir gün sormuş:

– Siz nesiniz?
Bizimkiler bakışmışlar, hepsi birden:
– Müslümanız.
Fransız:
– Bu sizin dininiz. Milliyetiniz ne?
Bizimkiler cevap vermişler:
– Biz Osmanlıyız, demişler.
Adam gene tatmin olmamış:
– Bu, sizin tabiiyetiniz. Fakat milliyetiniz nedir?
– Bakın demiş, şuradakini görüyor musunuz? Ona sordum; “Ermeniyim” dedi.
Bir de şurada oturan var; o da Rum olduğunu söyledi.

Jön Türk bu öyküyü anlattıktan sonra: İşte o zaman Türk olduğum aklıma geldi, diyor.
Bu gelişmenin tarihimizde en az 150 yıllık bir altyapısı vardır. Bu tarihsel arka planı bilmeden “ahkâm kesmek” doğru olmaz.

Atatürk “Pan-İslamizm”e ve “Pan-Türkizm”e de karşıydı.

Atatürk, tarihsel gerçeklere ve kültürel gelişmeye dayandı. 1930’larda kendisinin yazdığı “Medeni Bilgiler” kitabı bu konulara açıklık getirmiştir.

Türkiye halkı

Atatürk, Cumhuriyetin kuruluşunda Türklere bir üstünlük tanımamıştır. Örneğin “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk soyuna Türk milleti denir” demedi. Onun yerine “Türkiye halkı” deyimini kullandı. Konuya bugünleri görür gibi açıklık getirmiştir. 

  • Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir…

Bugünkü millet siyasi ve içtimai toplumumuz içinde Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır…. Bu millet efradı da (bireyleri de) umum Türk camiası (topluluğu) için aynı müşterek maziye (geçmişe), tarihe, ahlaka, hukuka sahip bulunuyorlar. ” (Medeni Bilgiler, TTK, s. 351)

Atatürk’ün düşündüğü Türk ulusu ortak geçmiş, ortak tarih, ortak ahlaka dayanmaktadır. Anadolu’da yaşayan Kürtler, Çerkezler, Lazlar, Boşnaklar, Gürcüler, Rumelililer aynı ortak geçmişe ve tarihe sahip çıkıyorlar.

Çok ilginçtir ki epeyce eleştiri alan Sakık’ın sözleri derinlemesine irdelenirse, bu ortak temalar görünür. Sakık kızgınlıkla ne diyor:

“Çanakkale’ye bakın, orada yalnızca sizin atalarınız savaşmadı. Sonradan bu ülkeyi kendisine vatan edenler, Kafkaslar’dan, Boşnaklardan gelenler, siz bu ülkenin sahipleri değilsiniz…”

Sakık, Kafkaslar’dan Rumeli’den gelenlere çatarken Çanakkale ortak malımızdır, orada Kürtler de savaştı, Milli Mücadele’de de Kürtler savaştı, bunlar ortak değerlerimizdir, diyor. Sakık, isteyerek ya da istemeden iç benliğindeki hepimizin ortak değerlerini ortaya koyuyor.

Böyle konuşunca da ünlü sosyal bilimci Ernest Renan’ın millet ve ulus tanımına destek veriyor. Renan diyor ki:

  • “Geçmişte kalan ortak şan, şeref ve acılar mirası ve gelecek için gerçekleştirilecek bir program.” İşte ulusu yapan ortak ögeler.

Sakık’ın Çanakkale Savaşı’na sahip çıkması, ortak geçmişi benimsediğinin tartışmasız kanıtıdır.

Bugün dünyanın hiçbir yerinde homojen bir ulus devlet yoktur. Avrupa’da yoktur.
Hele Amerika… 72 çeşit millet bir olmuş daha önce tarihte olmayan bir ulusu “Amerikan ulusunu” ve “Amerikan devletini” yaratmıştır. Sorduğunuz zaman Ben Amerikanım” diyor. Oysa kökenine bakın. Ya İtalyan, ya İskoç, ya İngiliz ya da Alman…
Ama, “ben Amerikanım”, diyor.

İnsan topluluğunu ulus ya da millet yapan salt din, dil, ırk unsurları değildir. Örneğin din, dil, ırk ve kültür açısından oldukça homojen olan Araplar, tek bir ulus devlet içinde birleşemiyorlar. Bugün Türkiye’de yaşayan hiçbir ırk “saf”, değildir. Ne Türkler, ne Kürtler ne de diğer unsurlar… Bin yıldır Anadolu’da bütün ırklar ve soylar kaynaşmıştır.
Dil, din, ırk ve kültür birlikleri önemlidir. Ancak yetmez; ortak geçmiş, ortak acılar, ortak kıvançlar o insanları bir arada tutan en önemli unsurlardır. Bu nedenle; 30 yıldır terör var, ama Güneydoğu’daki Kürt vatandaşlarımız 700 yıllık ortak paydalar nedeniyle Türkiye’den ayrılmak istemiyorlar.

Birkaç söz de ulusalcılık için…

Bugünün küreselleşme akımı karşısında, süper güçlere karşı kendi ulusunun milli çıkarlarını savunma, ulusalcılıktır. Ulusalcılık, kesin olarak şovenizmle karıştırılmamalıdır.

Türkiye’de uluslaşma kolay olmadı…

Cumhuriyetin temel amacı, çağdaş bir toplum, çağdaş bir devlet yaratmaktı.
Tanrı egemenliğine dayanan bir monarşiden, halk egemenliğine dayanan Cumhuriyete geçildi. Atatürk karmaşık bir etnik yapıdan, kendine güvenen çağdaş bir toplum,
çağdaş bir ulus yapısına geçişi sağladı.

Türkiye Cumhuriyeti, Anadolu ve Trakya toprakları üzerinde kederde, kıvançta,
sevinçte dayanışma içinde olan insanların ortak devletinin adıdır.

İşte bu oluşum bugün Ortadoğu’da en çağdaş, en ileri bir devlet ve toplum yapısına sahiptir.