Etiket arşivi: Ömer Çelik

AKP VE DEMOKRASİ

AKP VE DEMOKRASİ


Prof. Dr. Coşkun Özdemir


Sayın Ömer Çelik,

TV programını tıpkı Erdoğan gibi, kesip saatlerce konuşuyorsunuz; 2 Nisan akşamı sizi dinlerken bu yazıya başladım.

Muhaliflere asla bu hakkı tanımıyorsunuz. Çünkü siz de reisiniz gibi demokrasiye inanmıyorsunuz. “Hakimiyet Allah yolu ile bize aittir” diyorsunuz.
Reis açıkça söylüyor. Demokrasi tramvaydır ben istediğim yerde biner, istediğim yerde inerim diyor.
Bence siz de böyle dürüst davranıp, “egemenlik bizimdir” demelisiniz.

Binlerce insan haksız hukuksuz hapis yatıyor. İşsizlik 4 milyona çıkmış. Devlet üniversitelerini yıkıyorsunuz.
Yargı bağımsızlığını yok ettiniz; Orduyu Fetöcülerle suç işbirliği içinde darmadağın ettiniz.

Erdoğan’ın saraya davet edip, hastalığında ziyaret ettiği fesli sözde tarihçi ”keşke Anadolu savaşını Yunan kazansaydı” diyor.
Reisin hiçbir itirazı yok Sizin bu konuda bir diyeceğiniz var mı ? Söylemiyorsunuz?

Bu tarihçiye katılıyor musunuz 10 Kasımlarda millet Anıtkabir’e değil kenefe mi gitsin? Siz nereye girmeyi tercih ediyorsunuz 10 Kasımlarda.
Siz halkın hangi kesiminden oy aldığınızı merak etmez misiniz? Sizi temin ederim Türkiye’nin beyninden % 5 oy almıyorsunuz.

Türkiye yurtseverleri 3 büyük şehri kaybettiğiniz için sevinç gözyaşları döktü.
Seçmen profili nedir sizin için bir önemi var mı? Neden en çok eğitim yoksunu insanlardan oy alıyorsunuz?

Şu yandaşlarınıza bakın; Urfalıyım ben, Urfa AKP milletvekili bize oy verirseniz öteki dünyada size sorgu sual yok diyor.
Bu nasıl bir aymazlık nasıl bir cehalet ve istismardır. Bunlara ve benzerlerine, bu utanmazlığa bir diyeceğiniz yok mu?

Demokrasi eşitlik bağımsız yargı, aydınlanma, çağdaşlık akıl bilim istediğiniz şeyler değil.
Ben 90 yaşında bir yurtseverim. Akranlarımla sizden nasıl kurtulabiliriz diye düşünüyoruz.

Bizi tarifsiz mutsuz ettiniz.

Öğrencilerim “hocam maşallah çok iyisiniz’ diyorlar.
”AKP ve Erdoğan gidinceye kadar dayanıp yaşayacağım” diyorum.
O öğrenciler “hocam çok yaşayacaksın” diyorlar.

Ömer Çelik ben görürüm ya da görmem bu milletin sizden kurtulması lazım.
Bu gecikirse tahribat maddi manevi çok büyük olacak.

Ömer Çelik, Türkiye’yi çok iyi anlatan yazarlar var.

Okuyun onları Allah aşkına!
Sınırlarınızı aşın düşünerek yaşayın..Gerçeklere ulaşmaya çalışın..Bir uyanış gerçekleştirin. 

Prof. Dr. OĞUZ OYAN : LAİKLİK Mİ LAİKLİKLER Mİ?

LAİKLİK Mİ LAİKLİKLER Mİ?


Prof. Dr. OĞUZ OYAN

10 Mayıs 2016

Meclis başkanının, laiklik kavramını içermeyen, hatta dine göre tanımlanan bir “dini anayasa” tarif etmesi, toplumun laikliği içselleştirmiş kesimlerini ayağa kaldırdı. İktidar kanadından taktiksel geri adımlar gecikmedi. AKP sözcüsü Ömer Çelik, “biz militan laiklik yani dayatmacı anlayışın karşısındayız; laikliği bir toplumsal hakemlik kurumu olarak görüyoruz; bizim anayasa metnimizde laikliğin olmayacağı gibi herhangi bir yorum ya da değerlendirme söz konusu değildir; dini anayasa veya din dışı anayasa diye bir kavram olmaz” (Cumhuriyet, 27.04.2016) açıklamasını yaptı ve böylece, “din dışı anayasa olmaz” diyerek asıl niyeti de teyit etmiş oldu. Meclis başkanına daha doğrudan bir destek, aralarında Türgev ve Ensar vakıflarının da olduğu 150 iktidar yanlısı kuruluşun oluşturduğu Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı’ndan “Bizim toplumumuzda laiklik ilkesine ihtiyaç olmamıştır. Laiklik Avrupa’da kilise hegemonyasına karşı ortaya çıkmış bir kavramdır” sözleriyle geldi.

“Militan laiklik” pasını alan liberaller de “özgürlükçü laiklik” üzerinden tartışmaya girdiler ve “hesaplaşmayı” bitiremedikleri “kemalist resmi ideoloji” saplantılarından hareket ederek iktidara dolaylı destek atmış oldular. (Bu yaklaşımın iyi bir eleştirisini Yrd. Doç. Cangül Örnek 8 Mayıs 2016 tarihli BirGün Pazar Eki’nde yaptı).

***
Şimdi bu makale sınırları içinde konuya ana çizgileriyle yaklaşmaya çalışalım :

Birincisi, her ülkede din-devlet ilişkileri kuşkusuz özgül tarihsel koşullara göre şekillenir; ama bu, her ülkeye özgü ayrı bir laiklik kavramı olacağı anlamına gelmez. Öyle olsaydı, her ülkeye özgü ayrı bir kapitalizm tanımı/ kavramı icat etmemiz gerekirdi!

Laikliği, geniş ve dar kavramları bakımından kabaca iki düzlemde ele alabiliriz. Geniş kavrayışa göre, vicdan özgürlüğünün tamamen serbest olduğu, devletin toplumun belirli bir dini/mezhepsel grubunu temsil etmediği, inançlar (ve inançsızlıklar) arasında ayırım yapmama ilkesine bağlı kaldığı, devletin yansızlığının vurgulandığı bir laiklik anlayışı söz konusudur. Dar kavrayışa göre ise, inanç/vicdan özgürlüğü yanında, devlet ile dinin (dinlerin/mezheplerin) birbirinden radikal ayrılığının sağlanması esastır. (Guy Haarscher, La Laïcité, PUF, 2005).

Bize göre, din ile devletin birbirinden ayrılması sağlanmadan (dar kavram), laiklik ilkesinin kalıcı bir kazanıma dönüşmesi sorunlu olacaktır. Kuşkusuz burada en önemli alan, eğitimin dinin tahakkümünden kurtarılmasıdır.

“Özgürlükçü laiklik” diye bir kavram ise tamamen uydurmadır. Anlaşıldığı kadarıyla liberallerce burada kastedilmek istenen şey, devletin mutlak yansızlığı temelinde “din özgürlüğü” kavramıdır. Geniş laiklik kavrayışına yakın durmakla birlikte, burada, egemen olan dinin veya mezhebin siyaseti kendisine tâbi kılacağı tehlikeli bir sürece giriş (yani laiklik öncesine dönüş) söz konusu olabilecektir.

İkinci saptama şudur:

İster geniş (daha yaygın olanı budur), ister dar (Fransa örneği gibi) kavramlardan, isterse ikisinin toplamından/bireşiminden yola çıkılsın, gelişmiş sanayi toplumlarında tarihsel yönelişler genelde birbirine yakınsamaktadır. Başka deyişle, ister uzlaşmacı isterse radikal bir yol izlesin, anayasal bir ilkeye dönüşmüş olsun veya olmasın, Batı toplumlarında laiklik halka malolmuş durumdadır. Dolayısıyla bugünkü Türkiye gibi faşist temelli bir din devletinin provalarının yapıldığı bir ülkedeki duruma benzer tehditlere konu olmuş değildir. (Bununla birlikte, kapitalizmin sömürü ilişkilerinin önünde engel görüldüğü anda burjuva demokrasisinin ve onun temel taşı olan laikliğin yeniden tartışmaya açılmayacağının da bir garantisi yoktur. Ancak, cepheyi laiklik alanına genişletmek -yani din istismarı üzerinden sömürü ilişkilerini perdelemek- bugünkü koşullarda Batı burjuvazi için henüz yutamayacağı kadar büyük bir lokma olabilir. Türkiye burjuvazi ise 1980’lerde ve 2000’lerde bu tercihi yapmakta zorlanmamış gözüküyor).

Batı toplumlarında laiklik yönelişlerinin aynı noktaya doğru olmasının somut tarihsel mekanları olarak İtalya, İspanya ve Portekiz gibi dinin (katolikliğin) önemli rol oynadığı Güney Avrupa ülkeleri de örnek alınabilir. Bunlarda laikliğin gelişmesi gecikmeli olmakla birlikte, son 30 yıldaki hızı başdöndürücü olmuştur. Franco sonrası İspanya örneği özellikle önemlidir. Buna karşılık, laikliğin gelişmesini devrimci bir kuruluş sürecine borçlu olan Türkiye’de laiklik adımları çok erkenden atılmış olmasına karşın, daha sonra hakim sınıfların basınçları altında aşındırılmıştır. (Özgür Şen, Türkiye’de Laiklik ve Sol, Yazılama, 2014: 59-96). Son 30 yılda, 12 Eylül darbesi ve özellikle de AKP iktidarı altında bu süreç bir laiklik-karşıtlığına dönüştürülmüştür.

Üçüncü saptama :

Laiklik ile sekülerlik arasında temel farklar varmış gibi gereksiz veya sahte karışıklıklar yaratılmasıdır. Aynı şey, ABD ile Avrupa ülkeleri ve özellikle Fransa arasında temel bir karşıtlık olduğu varsayımı için de geçerlidir. Oysa, ABD’de laiklik kavramı -bu kavram bilinmeden- Fransa’dan bile önce uygulamaya geçirilmiş, Federal Devlet ile Kiliselerin ayrılması güvenceye alınmıştı. ABD’de devletin laik, toplumun dindar olduğu saptaması boşuna yapılmamıştır. İlginç olan, Birleşik Krallık’ta Anglikan kilisesi ile devlet ayrılığı sağlanmamıştır ama kiliselerin müdavimleri sürekli azalmaktadır; buna karşılık ABD’de kiliseler dolup taşmaktadır!

En radikal örnek olarak sunulan Fransa’da ise, Alsace ve Moselle bölgelerinde 1905 tarihli laiklik yasası uygulanmamaktadır! (Çünkü o tarihte bu bölgeler Alman egemenliğindeydi ve yeniden Fransa sınırları içine katıldığında toplumsal tepkilerden çekinildiği için bu statüleri daha sonra da korunmuştur). ABD’de Tanrı’ya ilişkin sembolik referanslar daha görünür olmakla birlikte, devlet ile dinin ayrılığı bakımından ABD Fransa’dan daha ilerde gözükmektedir.

Dördüncü saptama :

Tarihsel olarak dinin, bazen bağımsızlık mücadelelerinin ideolojik bütünleştiricisi olduğu durumların da ortaya çıkabilmesidir. Türkiye’nin kurtuluş savaşında bu rolün kısa bir tarih dilimi açısından geçerli olduğu biliniyor. Buna karşılık Yunanistan’ın Osmanlı’ya karşı bağımsızlık mücadelesinde Ortodoks Kilisesi çok uzun dönemde kalıcı bir rol oynamıştır. Bunun izleri halen Yunanistan’da görülmektedir; devletin şeklen laik olmadığı (ama laikliğin buna rağmen büyük ölçüde sindirilmiş olduğu) az sayıdaki Avrupa ülkesinden biridir. İrlanda da, İngiltere’ye karşı bağımsızlık mücadelesinde dini bir araç olarak kullanmıştır. Kuzey İrlanda sorunu da esasen din temelinde üretilmiştir.

Daha farklı örnekler verilmek istenirse, Afrika toplumlarında Hristiyanlığı bir kolonizasyon aracı olarak kullanan emperyalist ülkelere karşı bazı yörelerde İslamiyet bir ulusal kimlik geliştirme aracı olarak yer yer kullanılmıştır. Ancak bugün artık bu rolün geçerli olduğu söylenemez. IŞİD’in de böyle bir rol oynadığı ileri sürülemez. Bugün daha güçlü bir anti-emperyalist silahın, Afrika ülkelerinde bile, radikal bir laiklik savunusundan başka yerde aranmaması gerektiği açıktır.

Yazıyı bu konuda kendi yaşadığım bir örnekle kapatayım. 2006 Haziranında Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin (eski Zaire) başkenti Kinşasa’da düzenlenen “Uluslararası sosyal demokrasi kolokyumu”na CHP adına katıldım. Belçika’nın eski sömürgesi olan bu ülkede ilk kez düzenlendiği anlaşılan bu kolokyumda Belçika’dan üç katılımcı (biri din adamı), Nijer ve Senegal’den birer konuşmacı ve Türkiye’den ben vardım. Diğer tüm katılımcılar Kongoluydu ve çoğunlukla üniversite öğrencileriydi.  Bildirimi Türkiye’nin kurtuluş savaşı ve sonrasında CHP’nin oynadığı rol ve bu partinin dönüşümü üzerine kurgulamıştım. İki alana özel vurgu yapmıştım: Emperyalizme karşı bağımsızlık savaşının önemi ve bunun sadece silahla kazanılamayacağı, ekonomik kalkınma hamlesi yanında militan bir laikliğin de şart olduğunun altını çizmiştim. Sunuşumun öğrencilerin yoğun ilgisini çekmesi ile tezat oluşturan şey Belçikalıların olumsuz tepkileriydi. Bu tepki, akşam bizim büyükelçilikte verilen kokteylde Belçikalı papazın benim “militan laiklik” önerim üzerine yeniden sohbet açıp tepkilerini dile getirmesiyle sürdü.

Kıssadan hisse, Ömer Çelik‘in (ki meğer o da benim öğrencim olurmuş!) “militan laikliğe” karşı demeci vardı ya, bu konuda Belçikalı emperyalistlerle söz birliği ettiğini O’na birileri anımsatır mı acaba?

============================

Teşekkürler değerli Prof. Oğuz Oyan hocamıza..

Sevgi ve saygı ile.
10 Mayıs 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Allah bunların da belasını versin mi Hüseyin??

Allah bunların da belasını versin mi Hüseyin??

portresi2

 

Ahmet HAKAN
Hürriyet, 17.08.2015

 

HÜSEYİN Kocabıyık adlı AK Parti milletvekili şöyle buyurmuş:

“Şehitlerimizin vebali HDP’ye oy verenlerin üzerindedir. Allah onların belasını versin.” 
Peki Hüseyin… Soruyorum sana :

– Seçimden hemen önce HDP’nin önemli isimleriyle Dolmabahçe’de buluşan anlı şanlı
iktidar yetkilileri vardı ya… Allah onların da belasını versin mi Hüseyin?
(AS: Gizli tutulan Oslo görüşmeleri bir yana; 10 maddelik Dolmabahçe uzlaşması
AKP – HDP imzaladı! HDP’liler ha bire buna uyulsun.. yeter.. diyorlar!?)

– HDP’li milletvekillerinin İmralı ile Kandil arasında mekik dokumalarına olanak veren bir devlet aklı vardı daha düne kadar. Şehitlerimizin vebali bu devlet aklının da üzerinde midir Hüseyin?

Öcalan güzellemeleri falan yapıyorlardı iktidarın anlı şanlı isimleri…
Söyle bakalım Hüseyin, Allah onları ne yapsın?

PKK’nın şehirlere onbinlerce silah yığınağı yaptığı yazılıp çiziliyor sizin gazetelerde.
Bu yığınağın yapılmasına ses etmeyen ve göz yuman bir devletimiz var. Gariban çocuklarının şehit edilmesinde hiç mi vebali yok bu devletin Hüseyin? Bir deyiver hele.

– Daha düne kadar “Öcalan iyi, Kandil kötü, HDP eh işte” diye ahkâm kesiliyordu.
HDP’ye oy verenlerin Allah belasını verecekse… Bu ahkâmı kesenlere Allah ne yapacak Hüseyin?

“Çözüm süreci, çözülme sürecidir” diyen MHP’ye “Bunlar çözümsüzlük istiyor,
kandan besleniyor” diyordunuz. Şimdi siz de “HDP’ye oy verenler şöyledir, böyledir” diyerek MHP gibi oldunuz. Daha iki ay öncesine kadar MHP’ye uzattığınız dilleri Allah ne yapsın Hüseyin?

“Bu iş artık müzakere ile çözülecek” demiyor muydunuz? “HDP bu ülkenin legal partisidir” demiyor muydunuz? Sırrı Süreyya ile Meclis’te kahkaha atmıyor muydunuz? İmralı Heyeti
sizin sayenizde gitmiyor muydu İmralı’ya? Ne yani, siz temize çıktınız da HDP’ye oy verenler mi suçlu oldu Hüseyin?

“Silahlı mücadele bitti, silahlara veda, 35 yıllık sorun çözüldü” diye manşetler salladınız durdunuz. Milli iradenin % 13’ü de “Madem sorun çözüldü, madem silahlara veda edildi,
biz de oyumuzu HDP’ye verelim” dedi… Allah niye bu nedenle bu insanların belasını versin ki vicdansız Hüseyin?

– Şehitlerin hesabını HDP’ye oy veren milyonlardan sormak caizse Hüseyin…
Azıcığını da sizden sormak niye caiz olmuyor ki Hüseyin? Ha Hüseyin?

*****

BUNLAR SANDIKLA GİTMEZ DİYENLERE SESLENİYORUM

– İKİDE bir o şom ağzınızı açıp “Bunlar sandıkla gitmez birader” diyerek bilmiş bilmiş konuşmaktan vazgeçin.
– Siz böyle boş boş konuştukça… Ahali sandığa gitme iştahını, demokratik yollarla götürebilme azmini, zafer umudunu yitiriyor.
– Verilen oylar, bunları iktidardan tartışmasız bir şekilde alaşağı edecek ama bunlar gitmeyecek, öyle mi?
– Sen önce bunları iktidardan götürecek tartışmasız sandık başarısını ortaya koy…
Bak bakalım, isteseler de, istemeseler de tıpış tıpış nasıl da gidiyorlar.
– Ortada bir seçim başarın yok, tartışmasız bir şekilde yenmeyi becerememişsin,
sandıktan güm diye çıkmamışsın… Adamlardan gidecek gibi davranmalarını istiyorsun.
– Niye gidecek gibi davransınlar aslanım? Adamlar %40 küsur oy almışlar.
En yakın rakiplerine %15 fark atmışlar. Niye gidecek gibi davransınlar?
– Çalış, çabala. Milleti ikna et… Oylarını artır. Sandıkları patlat.
Bak bakalım ondan sonra gidiyorlar mı, gitmiyorlar mı?

Varsa gücün, indir bunların oylarını %25’e… Öyle bir giderler ki…
Arkalarında sadece bir toz bulutu bırakırlar. En başta en baş yalakaları terk eder bunları.

*****

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’IN MEYDANLARA ÇIKMASI
NEDEN ETKİLİ OLAMIYOR?

OLAMIYOR, çünkü… Artık bir hikâyesi kalmadı.
Olamıyor, çünkü… Ne istediğini açıkça söyleyemiyor.
Olamıyor, çünkü… Cumhurun başı olarak cumhurun sadece bir kısmının partisini övüyor.
Olamıyor, çünkü… Akıllara “Ne yani, Davutoğlu yeterli olamıyor mu” sorusunu getiriyor.
Olamıyor, çünkü… Ortada zerre kadar mağduriyeti söz konusu değil.
Olamıyor, çünkü… Yaptığıyla diğer partilere açıkça haksızlık yapmış oluyor.
Olamıyor, çünkü… Ahali, sonu belirsiz bir fiili durumdan ürküyor.
Olamıyor, çünkü… Ahali “Biz seni cumhurbaşkanı yaptık, niye yetinmiyorsun ki”
diye düşünmeden edemiyor.

*****
NE OLDU BİZİM BAROMETRE?

– SOKAKTA arkamdan “Barometrede durum ne” diye bağıranların şahsında merak eden
herkes için yazıyorum:
– Bizim barometre sizlere ömür. Vefat etti. Toprağın altına girdi.
– İşlevsiz bırakıldı, darmadağın edildi, hırpalandı, çekiştirildi, ters köşelere yatırıldı.
– 32 günlük büyük oyunun kurbanı oldu.
Ömer Çelik‘in umut vermesine, Haluk Koç’un tebessümüne aldandı.
Barometre yok artık.
Çünkü… %100 seçim var.
Ve bu konuda kimsenin en küçük bir kuşkusu bile yok.

*****

YENİ BİR TREND: YETİŞKİNLER İÇİN BOYAMA KİTABI

SON zamanlarda herkesin elinde bu kitaplardan var. Nakış işler gibi, kazak örer gibi,
dantel yapar gibi… Bu kitapları boyuyorlar. Bilhassa kadınlar. Ben yapanların yalancısıyım… Diyorlar ki: Bir tam sayfa boyama, bir kutu antidepresan etkisi yapıyor.

– Fakat vaktin olacak ağa… Zira bir tam sayfalık boyama işini en az 7 saatte bitirebiliyormuşsun.
– Yapanların en büyük şikâyeti renkli kalemlerin azlığından yana…
Diyorlar ki: “Renkli kalemlerdeki renk sayısı hayli sınırlı. Artsın istiyoruz.”
– Nereden mi bulacaksınız? DVD, CD ve kitap satan büyük mağazalarda…
Olay o kadar popüler olmuş ki…
Bu mağazalarda “Yetişkinler için boyama kitapları” başlıklı reyonlar oluşturulmuş.

======================================

Dostlar,

Ahmet Hakan’ın son yıllarda yazdığı en başarılı yazılardan biri..
Kendisini kutluyor ve paylaşıyoruz bu makalesini.

Gökten 3 elma düşmüş..
Biri bana, biri sana..
3. sü kime dersiniz??

İletinin asıl muhatabı CHP üstüne düşeni eksiksiz yapacak mı?
Özellikle son 7 Haziran 2015 seçiminde oy kullanmayanlar bu kez belirleyici olacak.
Onlar AKP’nin militan seçmenleri değil.. AKP’ye oy vereceklerin tamamı, ölüsüyle – dirisiyle (FG : Ölülere bile oy kullandıracaksınız.. buyurmuşlardı!) AKP’ye 18,8+ milyon oy
boca ettiler.

HDP ve MHP’den alınması düşünülen birkaç % puanlık oy,
HDP baraj altına inmezse AKP’yi kurtaramayacaktır.
Çünkü kendi tabanında, artık saklanamayan ciddi bir erozyon yaşanmaktadır.

Bu kez belirleyici olan, şu veya bu nedenle küsen, tembellik eden ama AKP’li olmayan,
büyük çoğunluğu CHP’li olan 9+ milyon seçmen kitlesidir. CHP, ne yapıp edip bu kitlenin
en az yarısının oyunu almalıdır. Doç. Ümit Kocasakal gibi, Uğur Dündar gibi,
Prof. Metin Feyzioğlu, Prof. Kemal Alemdaroğlu, 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ… gibi halka malolmuş yepyeni adayları da taban yoklaması ile milletvekili aday listesine alarak.
Soldaki “küçük” partilerle ittifakın bir yolunu mutlaka bularak.. üstüne basa basa vurgulayarak..

– MHP ile hatta uygun yerlerde HDP ile bile seçim işbirliğine girerek..

Seçim propagandalarında RTE – AKP’nin PKK ve IŞİD ile mücadeledeki takiyyesini,
7 Haziran sonuçlarını tanımayarak ülkeyi ateşe attığını, kan döktüğünü…
AKP bu kez de iktidar olursa ülkenin ve halkın başına neler geleceğini somut, tane tane, çırılçıplak anlatarak..

Her seçim bölgesinde (ilde) AKP’nin şansını en aza indirecek biçimde
bir akıllılıkla seçmen
oy kullanır ve katılım da %90-95 olursa,
bu AKP’nin (ve de RTE’nin) sonu olacaktır.. Haydi Türkiye!

Sevgi ve saygı ile.
19 Ağustos 2015, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com