Dostlar,
“AB emperyalist bir tasarımdır”.. diye yıllardır yazıyor ve konuşuyoruz.
Başta Prof. Erol Manisalı olmak üzere ne çok emek verildi bu tema için..
ATO Başkanı Sinan Aygün de çok çaba gösterdi.
Biz “Türkiye Gümrük Birliği ile anatılıyor..” söyşemini kullandık.
“Kanayan bir organizma er ya da geç mutlaka ölür!” diyerek çırpındık.
Günümüzde gelinen yer artık teknik deyişle “sürdürülemez” bir noktadır.
Halk deyişiyle artık mızrak çuvala sığmamaktadır.
Fatura hem ekonomik hem de siyasal olarak çok ağırlıklıdır.
DP – Menderes döneminde Kuyuya atılan bu taşı (1959) hangi akıllılar çıkarabilecektir. Ülke tam bir çıkmaza sokulmuş, ekonomik olarak bititilmiş ve geleceği ipotek edilirken siyasal bağısızlığını da büyük ölçüde yitirmiş, yarı sömürge olmanın ötesine geçmiştir. Hem de AB üyeliği
sözde Atatürkçülüğün bir muradı olarak çarpıtılarak takdim edilmiştir.
Sorun ivedidir ama AKP’nin de işi değildir..
Van Atatürk lisesinden devre arkadaşımız sevgili Mustafa Sönmez’in de baelirttiği gibi;
“…Çok yüksek dış kaynak gereksinimi ve dış borcu var, sanayisi gerilemiş, ihracat gücü yok, daha çok inşaata odaklı, burnunun ucunu göremeyen bir ekonomisi var. Bunun da ötesine geçebilecek bir iktidarı yok AKP’nin çünkü rejim tesis etme, diktatörlük tesis etme niyeti ön plandadır. Bir ekonomik güç olma vizyonu da yok. Hem ekonomik hem de siyasi olarak tükeniş halindedir (AKP).”
Haydi bakalım Türkiye kapitalizmi.. Umurunuzda mı acaba?
Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 22.8.13
Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
================================================
AB sevdasının faturası: 221 milyar dolar
Türkiye’nin 1996’da üye olduğu Gümrük Birliği’nin bugüne dek ülkemize verdiği zarar, 221 milyarı doları aşmış durumda.
AKP döneminde fatura daha da kabardı. Salt son 5 yılda ülkemizin Avrupa Birliği’yle ticarette karşılaştığı açık, 100 milyar dolardan fazla. Bunun değişeceğine ilişkin hiçbir belirti yok.
İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası (İSMMMO), Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) tam üyelik sürecinde Eylül ayında yarım yüzyılı geride bırakmaya yaklaştığını (A. Saltık : 1963 Ankara Antlaşması), üye ülkelerle Türkiye arasındaki Gümrük Birliği sonrası gerçekleşen dış ticaret açığının toplamda 221 milyar doları geçtiğini bildirdi.
İSMMMO’nun
“Türkiye-AB: Bitmeyen Senfonide 50 Yıl”
adlı raporuna göre, AB yolunda en heyecan verici gelişme olarak görülen Gümrük Birliği ile dış ticarette verilen açık son beş yılda 100 milyar dolara yaklaştı, toplamda ise 221 milyar doları
aştı.
Avrupa Birliği üyeliği, Türkiye kapitalizminin yarım asırlık hedefi.
12 Eylül darbesi sonrasında tüm iktidarların paylaştığı neoliberal politikalar, 1996’da Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne girmesiyle sonuçlandı. Türkiye’de sol, uzun yıllar boyunca “Onlar ortak biz pazar” diyerek
bu politikaya karşı çıkmıştı.
Bugünden geriye bakıldığında, solun itirazının ne denli haklı olduğunu gösteren
bir tablo karşımıza çıkıyor.
İSMMMO’nun raporuna göre Türkiye, Gümrük Birliği’nin imzalandığı (A. Saltık : İmza 1995, yürürlük 1.1.1996) 1996 yılını izleyen dönemde AB’ye dışsatımda (ihracatta) patlama bekledi, ancak açıklanan verilerde tam tersi bir görüntü ortaya çıktı.
Türkiye, AB ülkeleri arasındaki ticari ilişkide sürekli eksi denge verdi.
Dış ticaretteki negatif denge, son beş yılda hızla arttı. 1996-2009 arasında yıllık ortalama 10 milyar $ düzeyinde açık verilirken, 2010’da bu açık 19,5 milyar $, 2011’de 28,8 milyar $, 2012’de 28,2 milyar $ oldu. Son beş yılın toplam açığı 100 milyar dolara yaklaşırken 2013’ün ilk 5 aylık döneminde açık 12 milyar doları buldu.
1996’dan 2013’ün Mayıs sonuna dek verilen açık ise
.
Ticarette
paylar düşüyor
Rapora göre; Türkiye ile AB arasındaki ticari ilişkilerin çarpıcı bir göstergesi de
hem dışalımda (ithalatta) hem de dışsatımda (ihracatta), AB ülkelerinin payının göreceli olarak azalması. Türkiye, Gümrük Birliği Anlaşması’nı imzalarken AB ile ticaretin artacağı ve taraflar arasındaki ekonomik ve ticari ilişkilerin en üst düzeye çıkacağı varsayılıyordu. Oysa veriler karşılıklı bağımlılığın giderek azaldığını da ortaya koydu.
Rapora göre, Gümrük Birliği Anlaşması’nın imzalandığı 1996’da Türkiye’nin toplam ithalatı içinde AB ülkelerinin payı yaklaşık % 56 düzeyindeydi. 2012’ye gelindiğinde, bu oran % 37’ye düştü. Aynı şekilde, Türkiye’nin dışsatımı (ihracatı) içinde de AB’nin payı düşüş gösterdi. Rapora göre, Türkiye her 100 dolarlık dışsatımının (ihracatının) 54 dolarını AB ülkelerine gerçekleştirirken, bu oran 2012’ye gelindiğinde % 38,8’e dek düştü.
Gümrük Birliği ihanetinin öyküsü
Avrupa Birliği, bugüne dek kendi üyeleri dışında 4 ülkeyle Gümrük Birliği anlaşması imzaladı:
1. Andorra,
2. Monako,
3. San Marino ve
4. Türkiye.
Türkiye dışındaki üç ülkenin çok küçük ekonomiye ve nüfusa sahip olmaları, anlamlı bir üyelik dışı Gümrük Birliği anlaşmasının yalnızca Türkiye ile yapılmış olduğunu gösteriyor. Türkiye dışındaki hiçbir AB adayı ülkenin böyle bir anlaşmaya yanaşmamasının nedeni, tek taraflı olarak AB’nin gümrük politikalarına tabi olunması ve bu nedenle ticaret hacminde büyük açık oluşması.
Türkiye’nin 1959’da başlayan AB üyelik sürecinin
başından beri gündemde olan Gümrük Birliği’nin üyelikten önce başlatılması, Tansu Çiller başbakanlığındaki DYP-SHP hükümetinin kararıyla gerçekleşti. Dönemin hükümeti, Gümrük Birliği’nin ardından tam üyelik sürecinin yakınlaşacağı mesajı vererek kamuoyunda beklenti oluşturmuştu. Sonuçta kamuoyunda “Gümrük Birliği Kararı” olarak bilinen ve 6 Mart 1995 tarihinde kabul edilen Ortaklık Konseyi Kararı’nın altına, DYP-SHP koalisyon hükümeti imza attı.
Asıl maliyet bundan sonra
Türkiye’nin AB ile yaptığı Gümrük Birliği anlaşmasının maliyetinin önümüzdeki dönemde giderek artması bekleniyor. Özellikle AB ile ABD arasında görüşmeleri sürdürülen Serbest Ticaret Anlaşması’nın yaşama geçmesi durumunda, Türkiye’nin ticaret açığında büyük bir artış olacak.
ABD ve AB arasında görüşmeleri sürdürülen Serbest Ticaret Anlaşması’nın imzalanması durumunda, bunun tarafların ticaret hacimlerine yaklaşık 100 milyar avro düzeyinde artış sağlaması bekleniyor.
Ancak Türkiye’nin AB ile yaptığı Gümrük Birliği Anlaşması hükümleri gereği, AB’nin serbest ticaret anlaşması yaptığı ülkeler Türkiye’ye gümrüksüz ürün satma hakkı kazanırken, Türkiye aynı haktan
yararlanamıyor.
AKP’nin
çaresiz adımları AKP hükümeti, şimdiye kadar, zaten kırılgan olan ekonomiyi uçuruma sürükleyebilecek bu durum karşısında başarısız girişimlerde bulundu. AB-ABD görüşmelerinde Türkiye’nin de
yer almasını isteyen hükümet, bu konuda her iki taraftan da olumsuz yanıt aldı. Başbakan Erdoğan, Mayıs ayındaki ABD gezisinde Başkan Barack Obama ile yaptığı görüşmede bu konuyu gündeme getirdi ve eli boş döndü.
Erdoğan’ın 100’e yakın işadamıyla yaptığı ziyarette, görüşmelere Türkiye’nin de dahil edilmesi veya bu olmazsa, ABD ile Türkiye arasında serbest ticaret anlaşması yapılması gibi öneriler sunulmuş, ancak bu öneriler Obama tarafından reddedildi. Bunun yerine alınan tek karar,
iki ülke arasında konuyla ilgili çalışacak ortak bir komite kurulması oldu.
Çağlayan’dan
içten itiraflar
Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın konuyla ilgili önceden yaptığı açıklamalarda ise sürecin Türkiye’ye maliyetiyle ilgili önemli itiraflar bulunuyor. Türkiye’nin bu anlaşma dışında kalmaması için gerekli çabayı gösterdiğini belirten Çağlayan, şu ifadeleri kullanmıştı:
“AB de bu çabalarımız karşısında her türlü ikiyüzlülüğü göstermeye devam ediyor. Tekrar ediyorum, AB ikiyüzlüdür
.
AB, Türkiye’ye karşı içten değildir, AB’nin başkentinde özellikle bunları söylüyorum.
Türkiye, 18 yıldır Gümrük Birliği çerçevesinde,
AB’ye tam üyelik müzakeresini 50 yıldır sürdüren bir ülke.”
AB-ABD görüşmelerine koşut (paralel) olarak Türkiye ile de görüşmelerine başlatılmasını umduklarını belirten Çağlayan, açıklamasında ayrıca şu verileri sunmuş ve mevcut durumun sürdürülemez olduğunu itiraf
etmişti:
“Türkiye serbest ticaret anlaşmasının dışında kalırsa, bizim Amerika ile zaten olumsuz olan ticaret hacmimiz daha olumsuza gidebilir. Biz Amerika’ya 1 satıyoruz, 3 alıyoruz. 5,6 milyar $ ihracatımız var karşılığında 14,1 milyar $ ithalat yapıyoruz. Tabii bu sürdürülebilir değil. 50 yıllık müttefikliğe yakışan bir olay, bir sonuç değil. Böyle bir şeyde Amerikan malları Avrupa üzerinden gümrüksüz girecek, benim ülkemin ürünü Amerika’ya giderken engelle karşılaşacak. Avrupalıların yapmış olduğu vurdumduymazlığı umut ediyorum ki ABD yapmayacaktır, samimi olacaktır. Umarız ki Amerika, Avrupa’nın yaptığı bu hatayı
yapmaz.”
‘Türkiye şaşaalı görüntüsüne rağmen aslında kof bir ülke’
Ekonomist Mustafa Sönmez, AB’yle ekonomik ilişkileri soL’a değerlendirdi:
AKP’nin bunu sürdürmekten başka çaresi yok. Ancak blöf yaparlar.
İstanbul Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirler Odası’nın raporuna göre, Gümrük Birliği’nin 1996’dan bugüne ülkemize faturası 221 milyar doları aşmış durumda. Ne anlama geliyor Gümrük Birliği ülkemiz için?
Niye içindeyiz bu birliğin?
AB’nin kamu birliği olan ülkeleri kendi dışındaki ülkelere nasıl bir birlik ilişkisine sahiplerse, Türkiye de aynı formatı kabul ediyor.
AB ülkeleri Asya’dan özellikle giyim, dayanıklı tüketim malları ithal ediyorlar. Dolayısıyla bu ürünleri ithal etmekte gümrük uygulamıyorlar, malları oradan almak istiyorlar. Bu malların AB’de üretilmesi kârlı olmaktan çıktığı için Asya’da üretilen ve “sizden alırız” dediği ürünler. Türkiye bu ürünlerin kendi pazarına girişini de kabullenmiş oluyor.
Kendisine ciddi bir rakip yaratıyor.
Gümrük Birliği’nden dolayı Türkiye’nin kaygısı var
Türkiye için o zaman da yanlıştı, bugün de. Asya ülkelerinin ürünlerine karşı bir tedbir alamıyoruz, kendi ipliğimizi kumaşımızı bile koruyamıyoruz, bundan dolayı Türkiye zarara giriyor.
Gümrük Birliği, Avrupa’nın kendisi için geliştirdiği gümrüğe
Türkiye’nin hesapsız şekilde onay vermesidir. Yıkıcı etkisinden
kendisini koruyamamasıdır.
Gümrük Birliği baştan beri eleştiriliyordu ama her gelen iktidar sahip çıktı.
Avrupa bunu tam üyeliğe geçişi gibi takdim etti. Türkiye de pazarlık konusu yapamadı. Üyeliği, adaylığa giden yolda bir istasyon gibi gördü ve sonucu Türkiye’ye ağır oldu. Türkiye Asya ülkelerinin yıkıcı rekabetine engel olamıyor. Sanayi kapısını kapatmak zorunda kaldı, insanlar işsiz
kaldı.
AKP ise son dönemde Avrupa Birliği’ne karşı kimi eleştirel çıkışlarda bulunsa da bunlar daha ziyade günlük konuşmalarda dile getirilen değerlendirmelerden ibaret. Uygulamada ise ülkemize zararlı olan ilişki tümüyle korunuyor.
Gümrük Birliği, tam üyelik beklentisiyle kabul edildi. AKP de buna dokunmadı. AKP iktidar olduktan sonra yeni bir uluslararası ilişkiler politikası kurmadı, 2001 krizinde başlatılan programı sürdürdü. Dış kaynakları Avrupa’dan buluyorsunuz, ihracatınızı % 50-60 Avrupa’ya yapıyorsunuz… AKP bunu değiştirebilecek niyette ve kapasitede değildir. Bunu sürdürmekten başka yapacağı bir şey yok. Ancak blöf yaparlar.
Bu gelişmeleri ele aldığımızda, sizin öngörünüz ve değerlendirmeniz nedir?
Türkiye bu ilişkileri içinde Avrupa’yla ne yeni bir müzakereye oturabiliyor ne de yeni bir anlaşma sunabilecek durumdadır. Avrupa’ya muhtaç bir ülkenin bunu yapabilmesi için ayaklarının üzerinde durabilmesi, müzakere gücüne sahip olması gerekir.
Türkiye son 10 yılda Avrupa’yla hem dış kaynak kullanma
hem de dış pazarda mutlak bir bağımlılık ilişkisi geliştirdi.
350 milyar dolar dış borcu olan ülkenin kalkıp da AB’ye “bu birlikte olmak istemiyorum” deme gücü yok.
Kendini de mecbur bırakıyor çünkü dış yatırımcılar sizi belli bir kulübün içinde, belirli bir çıtada görmedikleri takdirde serseri mayına benzetirler. Dış kaynağın girmemesi halinde ekonomi çarkı da dönmüyor,
AKP dış yatırımcılara “bizim bir yol haritamız var” diyebilmek için bu kulüpten ayrılmıyor.
Bağımsız olmanız ve gücünüzün olması gerekiyor. Güya bölgesel güç, sıfır sorun, Ortadoğu’da oyuncu havasına girdiler ama boylarının ölçüsünü aldılar. Böyle bir şey yok. Avrupa’ya karşın yapabileceği bir şey yok, pazarlık gücüne sahip olmak için bağımsız güç olmak gerekiyor. Daha kendi kaynaklarını kullanan bir ülke olması gerekiyor.
Türkiye, şaşaalı görüntüsüne rağmen kof bir ülkedir.
Çok yüksek dış kaynak gereksinimi ve dış borcu var, sanayisi gerilemiş, ihracat gücü yok, daha çok inşaata odaklı, burnunun ucunu göremeyen bir ekonomisi var.
Bunun da ötesine geçebilecek bir iktidarı yok AKP’nin çünkü rejim tesis etme, diktatörlük tesis etme niyeti ön plandadır. Bir ekonomik güç olma vizyonu da yok. Hem ekonomik hem de siyasi olarak tükeniş halindedir.
(http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/ab-sevdasinin-faturasi-221-milyar-dolar-haberi-78236, 21.8.2013)