Etiket arşivi: Kimyasal Silahların Yasaklanması Sözleşmesi

Yeni Yıla Girerken Dış Politika


Yeni Yıla Girerken Dış Politika

Portresi_gulumseyen

 

Onur Öymen

 

 

Bu yıl Türkiye’nin dış politikasında ağırlığı hissedilen sorunların başında Suriye ve Mısır’daki gelişmeler geldi. AKP İktidarının Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat’ı
açıkça boy hedefi haline getirmesi, O’nun meşruiyetini yitirdiğini ilan etmesi,
hatta O’nun yerine geçebilecek bir lider adayı olarak Şara’yı göstermesi
Suriye’nin iç politikasına açık bir müdahalenin örneklerini oluşturdu.

Bundan daha da vahim olmak üzere Suriye’de Esat yönetimini devirmek için
silahlı mücadelede bulunan gruplara destek olundu. Bu gruplardan bazıları
Türkiye’de toplantılar düzenlediler, hatta karargahlarının Türkiye’de olduğunu
ilan ettiler. Silahlı gruplar arasında El Kaide bağlantılı terör gruplarının da bulunması, durumu Türkiye açısından daha sıkıntılı bir hale getirdi. Yabancı basın,
bu grupların silahlarını Türkiye üzerinden sağladıklarını bildirdi.

Özgür Suriye Ordusu’nu destekleyen ve ona “öldürücü olmayan” askeri malzeme yardımı yapan ABD, bu malzemenin terör örgütlerinden bazılarının çatı kuruluşu olan İslami Cephe’nin eline geçmesi ve Özgür Suriye Ordusu’nun Suriye’nin kuzeyindeki ikmal merkezinin de bu örgüt tarafından işgal edilmesi üzerine
askeri malzeme yardımını askıya aldı.

Suriye Hükümetinin muhaliflere karşı kimyasal silah kullandığı yolundaki iddialar üzerine ABD’nin askeri müdahalesi gündeme geldi. ABD’liler sınırlı bir müdahalede bulunabilecekleri izlenimi yarattılar. Başbakan Erdoğan ise topyekün bir
askeri müdahalede bulunulması ve Esat’ın devrilmesine dek bu müdahalenin sürdürülmesini savundu. Rusya’nın diplomatik girişimi üzerine Suriye’nin
Kimyasal Silahların Yasaklanması Sözleşmesi’ne katılmayı ve elindeki kimyasal silahları uluslararası denetim altında imha etmeyi kabul etmesi,
askeri müdahale seçeneğini ortadan kaldırdı ve Esat yönetiminin de katılımıyla Cenevre’de Ocak 2014’te siyasal çözüm için görüşmeler yapılmasının kararlaştırılmasını sağladı.

Böylece, askeri müdahaleyi savunan AKP politikası da gündemden düşmüş oldu.
Yıl içinde PKK yanlısı PYD‘nin Suriye’nin Kuzeyinde Türk sınırına yakın bir bölgeyi denetim altına alması ve orada özerk bir yönetim kurma yoluna gitmesi,
bölgedeki dengeleri Türkiye’nin güvenlik çıkarlarına büsbütün zarar verecek biçimde değiştirdi. PYD’nin Esat yönetimiyle silahlı mücadeleyi kabul etmemesi ve
El Nusra örgütüyle çatışmaya girmesi durumu, Türk hükümetinin izlediği politikalar açısından büsbütün vahim hale getirdi.

50 vatandaşımızın ölümüne yol açan Reyhanlı terör saldırısından sonra cereyan eden sınır bölgesindeki çatışmalar sonucunda Türkiye’nin sınıra yakın bölgelerinde kimi vatandaşlarımız öldü veya yaralandı.

Mısır’da yaşanan gelişmeler de Türkiye açısından olumsuz sonuçlar doğurdu. Müslüman Kardeşler Örgütünün lideri Mursi’nin Cumhurbaşkanlığında izlediği politikalara karşı meydanlara dökülen milyonlarca Mısırlının protesto eylemleri üzerine Silahlı Kuvvetler Hükümete el koydu. Mursi tutuklandı, Müslüman Kardeşler örgütü yasaklandı ve birkaç gün önce de terör örgütü olarak ilan edildi.
Başta Suudi Arabistan ve Kuveyt olmak üzere pek çok Arap ülkesi yeni yönetimi tanıdı ve yönetimin Lideri General Sisi’ye destek verdi. Geçici askeri yönetime en büyük tepki AKP iktidarından geldi. 2011 yılında Hüsnü Mubarek’ten sonra iş başına gelen
General Tantavi’nin yönetimindeki askeri hükümetle en yakın ilişkiyi kuran,
hatta o hükümetle stratejik işbirliği ve ekonomik yardım anlaşmaları imzalayan
Erdoğan Hükümeti, Sisi yönetimine karşı başka hiçbir ülkenin göstermediği sertlikte tepki gösterdi. İki askeri hükümet arasındaki en önemli fark, Tantavi’nin yönetiminin önceden yasaklanmış olan Müslüman Kardeşler örgütünü serbest bırakması ve seçimlere katılmasına izin vermesi, Sisi hükümetinin ise aynı örgütü yasaklamasıydı.

AKP iktidarı, şimdi gösterdiği tepkinin her tür darbeye karşı gösterdiği tepki olduğunu söyledi. Oysa Tantavi’nin hükümeti de seçimle iş başına gelen demokratik bir hükümet değildi. Erdoğan’ın dozu gittikçe şiddetlenen tepkilerinin sonucunda Mısır Hükümeti Türkiye’yle diplomatik ilişkilerinin düzeyini düşürdü ve Büyükelçimizi istenmeyen kişi ilan etti.

Türk hükümeti ayrıca, Mısır’daki darbeden İsrail’in sorumlu olduğunu iddia ederek
hem İsrail’le ilişkilerimizi büsbütün bozdu hem de ABD ile ilişkilerde gerginlik yarattı. Amerikan Hükümetinin sözcüsü, şimdiye dek duymadığımız sözlerle Türkiye’yi eleştirdi.

Irak’la da ilişkilerimiz gerginlik döneminden geçiyor. Bunun başlıca nedeni Irak’ın Birleşmiş Milletler kararına aykırı olarak topraklarında PKK örgütünü barındırmasından çok Sünni ve Şii gruplar arasında dengeli davranmadığı iddiası. Kuzey Irak Yerel Yönetimiyle, Merkezi Hükümetin onayı olmadan petrol anlaşması yapılması da
ilişkileri büsbütün gerginleştirdi.

İran’la ilişkilerimiz de Kürecik bölgesine yerleştirilen Füze savunma radarları dolayısıyla bozuldu. İran, İsrail’le olası bir çatışma durumunda Türkiye’nin bu radarları İsrail’in korunması için kullandırılacağı düşüncesiyle tepki gösterdi ve İran’lı yetkililer
Türkiye’ye ağır suçlamalarda bulundular.

Ermenistan’la yapılan gizli görüşmeler sonucunda imzalanan iki protokol da Azerbaycan’ın haklı tepkisi sonucunda onaylanmadı. Üstelik Ermenistan
Anayasa Mahkemesi, bu protokolleri Türkiye’nin kamuoyuna yorumladığından
çok daha farklı biçimde yorumlayan bir karar kabul etti. Mahkemenin katı yorumu Türkiye’nin bu protokollerde hiçbir şey elde edemeyeceğini, Ermenistan’ın kazançlı çıkacağını gösterdi. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun son Erivan ziyaretinde
yumuşak iletiler vermesi Türkiye’nin bu durumu da sineye çekebileceği izlenimini uyandırdı.

Avrupa Birliği ile ilişkiler sorunlu olmayı sürdürüyor. Türkiye tam üyelik müzakerelerine başlama anlaşmasını 3 Ekim 2005’te Hırvatistan’la aynı gün imzalamıştı. Hırvatistan bütün süreçleri tamamlayarak 2013 yılının Temmuz ayında AB’ye tam üye oldu. Türkiye ise daha sürecin yarısına gelemedi. Üç yıldan beri fiilen askıya alınan müzakerelerde tek bir başlığın açılacağı haberi halka büyük bir başarı gibi anlatıldı. Aynı şekilde, öbür bütün aday ülkelerin görüşmelere başladıktan kısa bir süre sonra elde ettikleri vatandaşlarına vizesiz seyahat hakkı sağlama başarısını Türkiye hala sağlayamadı. Geri dönüş anlaşmasını imzalama karşılığından bu hakkın 3,5 yıl sonra, yani büyük bir gecikmeye elde edilebileceğinin ilanı halka bir başarı gibi takdim edildi.

Türkiye’de insan hakları ihlalleri, kimi davaların yürütülmüş biçimi ve
basına yapılan baskılar, son olarak da yolsuzluk savlarını engelleme girişimleri Avrupa’da kuvvetle eleştirildi.

Özetle; 2013 yılı dış politika alanında başarısız bir yıl oldu.
Türkiye’nin aynı politikaları sürdürmesi durumunda 2014 yılının da
başarılı bir yıl olacağını ümit etmek olanaklı değildir.

Suriye’ye ilgili son gelişmelerin akla getirdiği sorular


Suriye’ye ilgili son gelişmeler
in akla getirdiği sorular

Onur_Oymen_portresi_ofiste

Onur ÖYMEN

Suriye’nin elindeki kimyasal silahları Birleşmiş Milletlere teslim etmesi halinde ABD’nin askeri müdahaleden vazgeçebileceği anlaşılıyor. Başkan Obama’nın ve Dışişleri Bakanı Kerry‘nin demeçleri ABD’nin
geri adım atmaya niyetli olduğunu gösteriyor.

Avrupa ülkeleri de şimdi bu çözümü destekler yönde açıklamalar yapıyorlar.
Suriye Dışişleri Bakanı Muallim, Rusya’nın bu yoldaki önerisini kabul ettiklerini ve Kimyasal Silahların Yasaklanması Sözleşmesi’ne katılmaya da hazır olduklarını söyledi. Beklenmedik bir gelişme olmazsa pek çok insanın yaşamına mal olacak bir ABD füze saldırısının engellenebilmesi önemli bir gelişme olacaktır.

Esasen İngiliz Avam Kamarası gibi ABD Kongresi’nin önemli bir bölümünün de Obama’ya destek vermeye arzulu olmadığı biliniyordu. Birkaç gün öncesine dek
kısa süreli bir askeri müdahalenin bile yeterli olmadığını, Esad’ın tasfiyesine dek
bu operasyonun sürdürülmesi gerektiğini söyleyen Türk Hükümeti, şimdi kendini
zor bir duruma düşürmüş olmadı mı? BM karar verirse biz de müdahaleyi destekleriz diyenler de sıkıntıya düşmedi mi?

Varılan bu noktada akla gelen bazı sorular şunlar:

– Suriye’nin kimyasal silahlara sahip olduğu öteden beri bilinmesine karşın
Kimyasal Silahlar Sözleşmesine katılması için uluslararası toplum şimdiye dek
niçin etkili bir girişim yapmamıştır?

– Birleşmiş Milletler Suriye İnsan Hakları Komisyonu üyesi Carla del Ponte,
bu yılın Mayıs ayında Suriye’li muhaliflerin elinde de kimyasal silahlar bulunduğuna ilişkin güçlü kuşkular olduğunu söylemişti. Haziran ayında da Adana ve Mersin’de yakalanan bazı El Nusra örgütü mensuplarının evlerinde yapılan aramada Sarin gazına rastlandığı basında yer almıştı. Şimdi uluslarası toplum, karşıtların (muhaliflerin) elinde olduğu söylenen bu kimyasal silahların etkisiz kılınması için ne yapacaktır?

– Kimyasal silahlarla ilgili son uzlaşma (mutabakat), Suriye konusunun siyasal çözüme kavuşturulmasının yolunu açabilecek ve Cenevre görüşmelerinin başlamasını kolaylaştırabilecektir. Bu durumda Suriye’deki terör gruplarına destek veren ülkeler
bu desteklerini sürdürecekler midir? Türkiye bu konudaki politikasını gözden geçirecek midir? Suriye’ye diyalog kanallarını kapatan Türkiye, bu görüşmelerde etkili rol oynayabilecek midir?

– Suriye’nin Kuzeyinde devlet içinde bir devlet olmaya yönelen, bu amaçla, Kuzey Irak’ta olduğu gibi bölgesel bir yönetim kurmaya çalışan PYD‘ye karşı uluslararası toplumun ve Türkiye’nin tavrı ne olacaktır? PKK’yla müzakere yolunu seçen Türkiye‘nin
PKK’nın uzantısı konumundaki PYD‘ye karşı kararlı bir tutum sergilemesi
olanaklı olabilir mi? Suriye konusunda izlediği yanlış politikalarla ağırlığını büyük ölçüde yitiren Türkiye’nin bugünkü koşullarda Cenevre görüşmelerine etkili olması
beklenebilir mi?

– Bütün bu konuların kapsamlı biçimde tartışılacağı yer TBMM değil midir?
İlgili bütün ülkeler parlamentolarında Suriye konusunda görüşmeler yapıp
kararlar alırken, o ülkedeki gelişmelerden en çok etkilenecek durumda olan Türkiye’yede Meclisin hala toplantıya çağırılmamış olmasını anlamak mümkün müdür?

Saygılar, sevgiler

Onur Öymen

Dünya Barış Günü Düşünceleri

Dünya Barış Günü Düşünceleri

Onur_Oymen_portresi_ofiste

Onur ÖYMEN

Dünya barış gününü içtenlikle kutluyor, bölgemizde ve dünyadaki silahlı çatışmaların sona ermesini bütün insanların barış, huzur ve güvenlik içinde yaşamalarını diliyorum.

Ne yazık ki, dünyanın gerçekleri bu konuda fazla iyimser olmaya olanak vermiyor. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra dünyanın çeşitli bölgelerindeki çatışmalarda 18 milyondan çok insan yaşamını kaybetti. Bu çatışmaların önemli bir bölümü Orta Doğu’da yaşandı ve yaşanıyor. Dünya Barış Gününün bu yılki yıldönümünde Suriye’ye yönelik bir askeri operasyon niyeti ABD Başkanı Obama tarafından açıklandı. Bence her kezinde askeri seçenekleri düşünmek yerine bölgeye gerçek bir demokrasi getirilebilseydi belki şimdi yaşanan dramlar hiç yaşanmayacaktı.

Çünkü barışla demokrasi arasında yakın bir ilişki var.

Şimdiye kadar demokrasiyle yönetilen ülkeler arasında hiç savaş çıkmadı.

O nedenle Ora Doğu’ya barış getirmenin en etkili yollarından biri bölgeye gerçek bir demokrasi getirilmesine katkıda bulunmaktır.

Türkiye’nin böyle bir katkı sağlayabilmesi için hem demokrasi hem de güvenlik alanlarında eksiklerini gidermesi gerek. Oysa demokrasi alanındaki eksiklerimizin
yanı sıra dünya barış endeksinde de 162 ülke arasında 134. sırada geliyoruz.
Yani 133 ülkenin vatandaşları bizden daha huzurlu ve güvenli bir ortamda yaşıyor.
Bunun başlıca nedeni, 40,000’e yakın vatandaşımızın yaşamına mal olan terörist eylemlerdir. Bu eylemlerin sona erdirilip Türk vatandaşlarının barış ve güvenliğe kavuşturulmasının sağlanamamasının başlıca nedenlerinden biri de kimi Batı ülkelerinin Türkiye’nin terörün Kuzey İrak’taki kaynaklarını bertaraf etmesine engel olmalarıdır. Şimdi aynı ülkeler bütün Orta Doğu’yu daha büyük çatışmalara sürükleyebilecek bir müdahalenin hazırlığı içindedirler.

Yaşadığı acı deneyimlerden sonra Türiye’nin böyle bir müdahaleye katılmaya gönüllü olması bence ülkemizin güvenlik çıkarları açısından ciddi sakıncalar doğurabilir.
Masum insanların öldürülmesinden sorumlu tuttuklarını cezalandırmak için füze saldırısına hazırlananlar, bu saldırıların sonucunda da çok sayıda masum insanın yaşamını yitireceğini düşünmelidirler.

Onların Birleşmiş Milletleri devre dışı bırakarak, uzmanların raporunu bile beklemeden girişecekleri anlaşılan bu operasyona destek olanlar da bunun sorumluluğuna ortak olacaklardır. Bölgedeki kimyasal silahların ortadan kaldırılmasının yolu bu değildir.
Eğer gerçekten amaç kimyasal silahların bir daha kullanılmasına engel olmaksa,
bunun çaresi bölgenin bu silahlardan tümüyle arındırılmasıdır.
Kimyasal Silahların Yasaklanması Sözleşmesi bu olanağı vermektedir. Devletlerin bu konudaki tavırları gerçek niyetlerini de ortaya çıkartacaktır.

Onur Öymen

Suriye’de kimyasal silah kullanıldığı iddiası üzerinde düşünceler

Suriye’de kimyasal silah kullanıldığı iddiası üzerinde düşünceler

onur_oymen

Onur ÖYMEN

Suriye’deki silahlı muhalefet grupları Esad yönetiiminin 21 Ağustos günü Şam’ın bazı bölgelerine yönelik saldırılarında kimyasal silah kullandıldığını iddia ettiler.

Onlar bu saldırıda 500 ile 1300 kişinin öldürüldüğünü ileri sürüyorlar.

Suriye yönetimi bu iddiayı yalanladı.

Rusya ve İran da Suriye’nin ifadelerini destekleyecek doğrultuda açıklamalarda bulundu.

Hiç kuşkusuz eğer Suriye’de kimyasal silahlar kullanıldıysa bunun şiddetle kınanması ve başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası toplumun buna karşı en etkili önlemi alması gereklidir.

Bu son olayda yüzlerce kişinin ölümüne neden olanlar saptanmalı ve en ağır biçimde cezalandırılmalıdır.

Uluslararası Kimyasal Silahların Yasaklanması Sözleşmesini şimdiye dek 189 ülke imzalayıp onaylamıştır.

Bu yılın Ocak ayına dek dünyadaki bütün kimyasal silah stoklarının % 78’i imha edilmiştir. Suriye, sözleşmeyi imzalamayan beş ülkeden biridir. Diğerleri Angola, Mısır, Kuzey Kore ve Güney Sudandır.

İsrail ve Mynmar bu sözleşmeyi imzalamış ama henüz onaylamamıştır.

Suriye hükümetinin sözcüsü geçen yıl yaptığı bir açıklamada ülkesinin kimyasal silahları silahlı ayaklanmacılara karşı değil, dışarıdan askeri müdahaleye kalkışacak ülkelere karşı kullanacağını söylemişti.

Amerika Suriye’nin kimyasal silah kullanmasının “kırmızı çizgilerini” oluşturduğunu, böyle bir durumda askeri müdahalede bulunabileceğini açıklamış, ancak daha sonra “sistematik kullanımı halinde” diyerek tutumunu bir ölçüde yumuşatmıştı. ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Dempsey birkaç gün önce Amerika’nın Suriye’ye askeri müdahalede bulunmasına taraftar olmadığını Kongre üyelerine gönderdiği bir raporda belirtmişti. Fransa ise bu kez kimyasal silah kullanıldığı kanıtlanırsa askeri müdahaleye başvurulabileceğini söylemiştir.

Öbür yandan Suriye’li karşıt grupların elinde de kimyasal silah bulunduğu iddiası bir süreden beri dile getirilmektedir.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları yetkililerinden İsviçreli Carla del Ponte, muhaliflerin elinde bu silahlardan bulunduğuna ilişkin elinde bilgiler olduğunu açıklamıştı. Rusya’nın da aynı yönde beyanları var.
2 Haziran 2013 tarihli Türk basınında, Suriye sınırına yakın bir ilimizde göz altına alınan Suriye’li muhaliflerin kaldıkları evde Sarin gazı bulunduğu yazılmıştı.

Suriye’de kimyasal silah kullanıldığını iddialarını araştırmak üzere Birleşmiş Milletler bu son olaydan iki gün önce Şam’a 10 kişilik bir uzman grubu yollamıştı. BM’in Saddam Hüseyin zamanında Irak’la ilgili benzeri iddiaları araştırmkla görevli ekibinin başkanı Rolf Ekeus, Suriye muhalefetinin iddialarıyla ilgili olarak kuşkularının bulunduğunu, bir BM heyetinin Şam’da bulunduğu sırada Suriye Hükümetinin bu silahları kullanmış olabileceğini sanmadığını söylemiştir. BBC’nin güvenlik uzmanı Frank Gardner de aynı gerekçeyle kuşkuları olduğunu belirmiştir. BM Güvenlik Konseyi dile getirilen bu ciddi iddiaların araştırılması gerektiği yolunda bir açıklama yapmıştır.

En büyük tepki Türk Hükümetinden gelmiştir.

İddialar çok ciddidir ve mutlaka araştırılması gerekir. BM uzmanlarının Suriye’de olması böyle bir araştırmanın hızla yapılmasına olanak verecektir. Ancak böyle bir araştırma yapılmadan ve bu silahlar kullanıldıysa kimin tarafından kullanıldığı belirlenmeden kesin bir hükme varmak ve eyleme geçmek bence isabetli değildir.

Ayrıca,

    uluslararası toplum

, Kimyasal Silahların Yasaklanması Sözleşmesini imzalamayan veya onaylamayan, mevcut stoklarını henüz imha etmeyen bütün ülkelere karşı da güçlü bir tepki göstermelidir.

Kimyasal silahlar gibi kitle imha silahlarını kullanmak bir insanlık suçudur.

O nedenle bu silahları ellerinde bulunduranlara karşı sessiz kalan ülkler de bu konuda büyük sorumluluk altındadır. Türkiye eğer dış politikada aktif olmak istiyorsa, üçü bizim bölgemizde olan bu ülkelere karşı
bu yolda güçlü bir çağrıda bulunmalıdır.

Saygılar, sevgiler.
22.8.13

Onur Öymen