Etiket arşivi: insanlığa karşı suç

“YAŞAMA DÖNÜŞ” Operasyonu.. 19 Aralık 2000’de idi..

Dostlar,

Yakın tarihimiz ne çok yüz kızartıcı olayla dolu..

İnsanlığa karşı suç niteliğinde bunların bir bölümü..

Erken Cumhuriyet yıllarında bile bu tür utanç veren toplumsal olaylar
bu düzeyde yaşanmadı..

  • Emperyalizm ve karşıdevrimcilerin ilkel / bilinçli ama her 2 durumda da insanlık dışı işbirliği, ülkemiz insanına tarifsiz acılar yaşatıyor..

Türkiye bu ürkünç (vahim) gidişi durdurmak zorunda..

Çare : Tüm kurum ve kurallarıyla işleyen – işletilen bir demokrasi!

Halkımızı bu ereğe de ulaşacak.. Tarih daima aydınlanmanın kazandığının kanıtlarıyla dolu.. Ama er, ama geç.. Bu acı – yalın tarihsel gerçekliği görmekte ve yarar öyle çok ki..

Sevgi ve saygı ile.
19.12.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

====================================================

NEYLE YAKTIKLARI BİLE BELLİ DEĞİL

Bugün ölüm oruçlarını bitirmek ve tutukluları F tipi cezaevlerine sevk etmek için alay eder gibi “Hayata Dönüş” adı verilen operasyonla düzenlenen katliamın yıldönümü. Hiçbir sorumlu cezalandırılmazken mağdurların elbiselerini yakmadan vücutlarını yakan gazın ne olduğu bile hâlâ aydınlığa kavuşmadı.

19 Aralık 2000’de en büyük ve kanlı cezaevi operasyonu 32 yaşamı yok etti,
tek bir sorumlu bile ceza almadı

Yargıdan umut kesildi

Ölüm oruçlarını bitirmek ve tutukluları F tipi cezaevlerine sevk etmek amacıyla, 19 Aralık 2000’de düzenlenen, 30 tutuklu ve hükümlü ile 2 askerin ölümüyle sonuçlanan, aynı anda 20 cezaevinde gerçekleştirilen operasyonların 12. yıldönümü. Ölümlerin çoğu Bayrampaşa Cezaevi’nde yaşandı. C-1 koğuşunda diri diri yakılan kadınların görüntüleri hafızalara kazındı. Çatılar delinerek, koğuşlara sarkıtılan hortumlardan verilen ve mağdurların elbiselerini yakmadan vücutlarını yakan gazın ne olduğu ise hâlâ aydınlığa kavuşmadı. Türkiye’de bugüne dek yapılan yargılamalarda, tek bir sorumlu bile ceza almazken, AİHM Türkiye’yi “yaşam hakkı ihlali” nedeniyle mahkûm etti. Mağdurların ve hukukçuların, yıllardır gidip geldikleri mahkeme salonlarında, adalete olan inançları yok oldu.

‘Deliller en başta karartıldı’

Operasyon sırasında yüzü ve vücudu çok ağır bir şekilde yanan Hacer Arıkan’ın avukatı Gülizar Tuncer, “19 Aralık katliamının ardından açılan davalardan bir sonuç beklemiyoruz. Zaten en başından beri devlet operasyonun sorumlusu olarak mahpusları gördü. İlk davalar onlar aleyhine açılmıştı. Kolluk güçleri hakkında açılan davalarda ise operasyonu bizzat yöneten, uygulayan siyasi ve askeri sorumlular yok” diye konuştu.

Tuncer, 12 yıldır ne mahkemenin, ne de soruşturma savcısının, ölümlerden ve yaralamalardan bizzat sorumlu olan Jandarma Komando Özel Asayiş Birliği’ndeki (JÖAK) askerlerin isimlerini dahi tespit edemediğine dikkat çekti. Tuncer “Bu bile davalardan bir sonuç beklememiz için yeterli” dedi. Tuncer şöyle devam etti: “Deliller en başta karartıldı, yok edildi. Yakılarak öldürülen kadınlar üzerinde kullanılan kimyasalların beyaz fosfor olabileceği iddiası var. Vücutları eriten bu maddenin ne olduğu hâlâ tespit edilemedi.”

hayata dönüş operasyonu

3 dava 1 soruşturma

Operasyondan yıllar sonra yalnızca o dönemde zorunlu askerlik yapmakta olan 39 er hakkında “kasten öldürme”ve “öldürmeye teşebbüs” iddiasıyla Mayıs 2010’da dava açıldı. Yargılama sırasında, 9 Aralık 2000’de düzenlenen“Bayrampaşa Cezaevi Özel Müdahale Planı EH-3” başlıklı 15 Aralık 2000 tarihli belge, olaydan 11 yıl sonra açıklandı. Planda, tutuklular “karşı güç” olarak nitelendirilmişti. Mahkemede tanık olarak dinlenen dönemin İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Ferzan Çitici, operasyondan bir gün önce Jandarma Bölge Komutanlığı’na çağrıldığını belirterek, söyle konuştu: “Kriptolu telefonla görüşme yapıldı.” Çitici, “Bu operasyonun sorumlusu kimdir?”sorusuna da şu yanıtı verdi: “Hükümetin aldığı kararı Adalet ve İçişleri Bakanlığı ortaklaşa uyguladılar.” Davanın bir sonraki oturumu, 15 Mayıs 2013’te. Mahkeme, operasyonu yöneten komutanlar, GATA’da kasım ayında akciğer kanserinden ölen dönemin İstanbul Jandarma Bölge Komutanı emekli Tuğgeneral Engin Hoş, İstanbul İl Jandarma Alay Komutanı Halil İbrahim Tüysüz, Jandarma Özel Asayiş Komando Birlikleri (JÖAK) Komutanı Albay Burhan Ergin’in de aralarında bulduğu, operasyonu yöneten 8 askeri yetkiliyi tanık olarak dinlemeye karar verdi.

Yerinde sayan dava

Ümraniye Cezaevi’ndeki operasyona katılan 267 jandarma görevlisinin yargılandığı ve 8 yıldır süren dava da yerinde sayıyor. Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti, sanık askerlere ulaşmaya çalışıyor. Üsküdar 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde de Ümraniye Cezaevi’nde bulunan 399 tutuklu ile hükümlü, “cezaevi idaresine karşı isyan”suçundan yargılanıyor.

İsim yok dava da yok

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Bayrampaşa’daki operasyona ilişkin, “görev sınırını aşarak faili bilinmeyecek şekilde birden çok adam öldürmek, adam öldürmeye teşebbüs” suçlarından ayrı bir soruşturma yürütüyor. Şüphelileri “meçhul” olan soruşturma dosyası, 39 jandarma eri hakkında açılan davadan ayrıldı. Ayırma kararını veren Cumhuriyet Savcısı Ali İhsan Demirel, operasyonda, tutuklu ve hükümlülerin bulunduğu bölüme fiilen müdahale eden Ankara Jandarma Komando Özel Asayiş Komutanlığı’ndan, operasyonda görevli personel sayısının, görevinin ve isim listesinin gönderilmediğine dikkat çekti. Savcı, birçok kez yazışma yapıldığı halde bilgi alınamadığını söyledi.

‘Sanıkların tanık olması komedi’

Operasyonda Bayrampaşa Cezaevi’nde kurşunla bacağından yaralanan Dinçer Otluçimen, ölüm orucu eylemindeydi. AİHM’de Türkiye aleyhine açtığı davayı kazandı. Sağlığına kavuşmuş olsa da katliamın etkisinden kurtulabilmiş değil: “Yargısız infaza uğradığımızı düşünüyorum. İlk dakikalarından itibaren silah atışı başladı ve çatılardan, mazgallardan atış sürekli devam etti. Nereden silah atıldığını göremiyorduk. Arkadaşlarımız direkt hedef seçilerek öldürüldü. Ben de 15. koğuşta vuruldum. Mermi sağ bacağımdan girip, çıktı… Çoğumuz ölüm orucu eylemindeydik, güçsüzdük ve dört duvar arasındaydık. Silahla saldırıyı gerektirecek hiçbir gerekçe yoktu. İsteselerdi kimse ölmezdi ve yaralanmazdı.” Otluçimen, Türkiye’de katliamın gerçek sorumlularının yargılanmasını arzu ettiğini, süren davalara müdahil olduğunu da belirterek “Ama suçlular yaptıklarıyla kaldı. Yargılamada bir sonuç çıkacağını zannetmiyorum, prosedür yerine getiriliyor. Sanık olması gerekenlerin tanık olarak mahkemeye çağrılması bir komedi. Ne anlatacaklar ki? Türkiye’de adaletten, hukuktan söz edilmez ki bu yargılamalardan bir şey bekleyelim” diye konuştu.

‘Siyasi sorumlular nerede?’

Bayrampaşa’da tutuklu olan mağdurlardan Fazıl Ahmet Tamer de operasyona ilişkin yalnızca erlere dava açılmasının komik olduğunu söyleyerek “Erler bu zincirin son halkası. Emir veren, operasyona katılan askerler, bu işi planlayanlar, siyasi sorumluları nerede? Yargılama içinde yok” dedi. Katliamın gerçek sorumlularının cezalandırılacağına dair bir beklentisinin olmadığını belirten Tamer şöyle devam etti: “12 Eylül’de binlerce işkence vakası vardı. İşkencecilerin hiçbiri ceza almadı. Onlara da dokunulmayacak. 90 yıllık tarihe baktığınızda bir iki olay hariç, işkenceler, katliamlar her dönemde cezasız kalmış. Davalara gidip geliyoruz, bu önemli ama adaletin tecelli edeceğine dair umutsuzuz.”

Tanay: Katiller cezasız kaldı

Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şube Başkanı Taylan Tanay, “Operasyonun ardından geçen 11 yıla, katliamın vahşiliğinin yanında adaletsizlik de eklendi. Katiller cezasız kaldı. 39 er yargılanıyor. Ama yargılama sırasındaki işlemler, bu davaların adalet beklentisini karşılamaktan fersah fersah uzak olduğunu gösteriyor” dedi.Operasyonun tek başına hükümetin aldığı bir karar olmadığını Milli Güvenlik Kurulu’nda kararlaştırılan bir devlet operasyonu olduğunu belirten Tanay, şunları söyledi: “12 Eylül darbesi, 90’lı yıllarda faili meçhul cinayetler, kaybetmelerle süren bir zincirin halkası. Toplumsal tarihe damga vuran tüm bu suçları, karanlık noktaları yargı çözemedi. Hiçbirinin hesabı sorulmadı. 19 Aralık katliamının sorumlularının cezalandırılmasını beklemek de saflık olur. Bugün hapishanelerde hâlâ insanlar ölüyor. Operasyondan sonra 2 bine yakın insan öldü…”

  • 8 bin 385 asker müdahale etti!

Operasyon saat 05.00 sıralarında başladı. 3 bin 951 siyasi, 11 bin 276 adli tutuklu ve hükümlüye yönelik gerçekleştirildi. Müdahalede 8 bin 385 personel görev aldı. Operasyonda, o zamanın parasıyla 1.5 trilyon lira tutarında 20 bini aşkın envai çeşit bomba ve ağır harp silahları kullanıldı.

İskandinav ülkeleri sünneti tartışıyor..

Dostlar,

Erkek çocuklar İslam ve Musevi inancında sünnet edilmektedir.

Ehil olmayan ellerde sünnet çok ciddi komplikasyonlara neden olmaktadır.
Kimi kez cerrahi olarak düzeltim de çok zor olmakta ya da yeterli olamamaktadır.
Kimi doğumsal pipi (penis) anomalilerinde (örn. Hipospadias) sünnet yapılmaması, sünnette kesilip atılacak “prepusiyum” denilen parçanın rekonstrüktif cerrahide kullanılması gerekmektedir.

Öyleyse öncelikle vurgulayalım ki;

Sünnet ciddi bir tıbbi işlemdir ve mutlaka sağlık kuruluşlarında hekimlerce yapılmalıdır.

İkinci olarak sünnetin yaşı önemlidir :

2. yaşın bitimi ile 6. yaş bitimi arasındaki 4 yılda sünnet yapılmamalıdır.

Çünkü bu yaş dilimindeki oyun çocuğu (toddler) yapılan işlemin gerçek doğasını, niteliğini kavrayamamakta, “phallus” una (pipisine, penisine) dönük işlemle cezalandırıldığını, kastre edildiğini (kısırlaştırıldığını!) düşünebilmektedir. Bu tablo “kastrasyon (iğdiş edilme) kompleksi”  olarak bilinir ve giderimi çok zor olabilir.
Bu yaş çocuğu “fallik” dönemdedir, ilgisi “phallus” u (pipisi, penisi) üzerinde odaklanmıştır.

  • 2-6 yaş çocuğu Mastrübasyon bile yapmaktadır !

Bu dönemde (2-6 yaş arası) yapılacak sünnet, “Phallik dönem takıntısı” nedeni olabilecektir. Bütün bunlar, ileriye dönük ruh sağlığı açısından olumsuz birikimlerdir.
Bu tür çözümlenmemiş olaylar ve takıntılar bilinç altında birikerek nedeni açıklanamayan sıkıntı, gerginlik, davranış bozuklukları vb. nedeni olmaktadır.

Dolayısıyla ya 2. yaş bitmeden önce sünnet yapılmalıdır,
çocuk çok küçük olduğundan ne olup bittiğini algılamayacaktır.

Ya da 6. yaş bittikten sonra sünnet edilmelidir ki, ne olup bittiği kendisine anlatılabilecektir.

Phymosis” denilen bir durum sünneti erkene almayı gerektirebilir.
Bu sorunun doğmaması için bebek-çocuk yıkanırken her banyoda pipinin ucundaki “fazlalık” deri (prepusiyum) iyice geri çekilerek penis ucu (glans) tümüyle ortaya çıkarılmalı ve iyice temizlenmelidir. Bu temizlik yeterli yapıl(a)mazsa enfeksiyon yerleşmekte ve prepusiyum glansa yapışarak ağrılı – sancılı idrara neden olmaktadır. Dahası, penis ucundaki delikten yukarı doğru enfeksiyonun ilerlemesi riski de vardır. Aile fimozis ile başedemiyor ve sorun süregenleşiyor (kronikleşiyor) ise sünnetin öne alınması için tıbbi indikasyon doğabilir.

Belki de ideal olanı çocukların büyümesine bırakmak ve 18 yaş sonrası reşit olan küçüğün kendisinin kararı ile sünnet olup olmayacağının belirlenmesidir.

KADIN SÜNNETİ (FİRAVUN SÜNNETİ) !

Tarihsel kayıtlara göre Mısır kökenlidir, ve çok eskidir. O yüzden FİRAVUN SÜNNETİ” denmektedir.

Kabul edilir yanı yoktur!
İnsanlığa karşı ağır suçtur.
Dinsel bir dayanağı olmayıp, sapkın bir gelenek-töre ürünüdür.
Özellikle çok geri kalmış kimi İslam ülkelerinde kız çocuğunun cinsel duygularının köreltilmesi amacıyla bu arkaik uygulama hala yapılmaktadır.

Güya, kadının cinsel dürtüleri yok edilecek ve erkeği baştan çıkarması engellenecektir! Oysa cinsel organları ciddi biçimde tahrip edilen kadınla nasıl olağan – normal bir cinsel ilişki kurulabilecektir?

İkincisi cinsel açıdan çok kolay uyarılabilen (uyarılma eşiği düşük) olan erkektir.
Bu bağlamda “kadını rahatsız etmemesi” için erkeğin dürtü denetimi  ne alınması gerekmez mi? Öyleyse, örn. testislerinden 1’ini almaya (burmaya!) ne buyurulur?
Ya da başkaca yabanıl (vahşi, brütal) yöntemler keşfetmeye ?

Şakası bir yana; insanın normal fizyolojisine uygun bir toplumsal düzen kurmaktan başka bilimsel, akılcı yol yoktur.. Ataerkil (patriyarkal) ilkel baskıcılık (dominans) bırakılmalı kadın – erkek eşitliğine dayalı bir toplumsal işleyiş hedef olmalıdır. İnsanlar toplumsal yaşam içinde yeterince sosyalleşmeli, erdeme dayalı eğitimle de dürtülerini denetleyecek donanıma eriştirilmelidir.

Kadın sünneti” adı altında bilmem kaç bin yıllık ilkel Firavun uygulamasını günümüzde hala sürdürmek, geldiğimiz aşamada uygarlık adına utanç vericidir..

Yıllık uygulama DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) verilerine göre 80-130 milyon arasındadır.
Özellikle klitoris kesilmekte, o arada hoyrat ellerde büyük ve küçük dudaklar da ölçüsüz ve kalıcı zarar görebilmektedir. Kadının cinsel yaşamı ömür boyu zedelenmekte, hiç zevk alamamakta, dahası ağrılı ilişki kurabilmekte ve olağanüstü doğal estetiği yok edilmektedir.

Bu vahşi ve insanlığa karşı suç sayılması gereken eylemin en çok korkulan ve sık görülen 2 komplikasyonu kanama ve enfeksiyonlardır. Bu yüzden yitirilen kadın sünneti olguları hiç de az değildir. Enfeksiyonlar ise yukarıdan aşağı çıkarak kısırlık nedeni de olabilmektedir (assenden enfeksiyon).

Kadın sünneti insanlığın önemli halk sağlığı sorunlarından biridir ve küre genelinde bir seferberlikle kökünün kazınmasına çalışılmalıdır.

Sizlere, çok sayıda “erkek” sünneti yapmış bir hekim olarak temel düzeyde bilgiler sunduktan sonra, İsveç’ten gelen bir iletiyi paylaşmak istiyoruz :

– İskandinav ülkeleri sünneti tartışıyor

Bu bölümü bağlarken hoşgörünüzle yinelemek isteriz :

Sünnet ciddi bir tıbbi işlemdir ve mutlaka sağlık kuruluşlarında hekimlerce yapılmalıdır.

Sevgi ve saygı ile.
22.10.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===================================================

İskandinav ülkeleri sünneti tartışıyor

ALİ HAYDAR NERGİS 

alinergis@yahoo.se
MALMÖ / İSVEÇ
(21.10.12, Cumhuriyet)

Adamın başında takkesi vardı. Çember sakallıydı. Kocaman karnının üzerinden ayak bileklerine dek uzanan beyaz bir entari giymişti. Naylon terliklerinin içindeki ayakları çıplak; tırnakları uzun ve kirliydi. Gerçek adının Davut mu, David mi; Müslüman mı, yoksa Musevi mi olduğunu hiç sormadığım arkadaşım, iri kıyım o adamı göstererek sordu:

“Çevrende sünnet edilecek çocuk var mı?”

Şaşırdım; “Sünnet mi, ne sünneti!” diye sorarken gözlerim uzun entarili o adama takıldı. Bir sünnetçiden çok, semirmiş bir kasabı andırıyordu. Yanında taşıdığı el çantasında makası, usturası, sargı bezleri hazırdı. “Haydi!” dendiğinde, oracıkta yatırıp keserdi adamı. Birden çocukluk günlerime uzandı usum… Köy meydanında davul, zurna çalınıyordu. Dört amca çocuğu aynı anda sünnet edilecektik. Küçüktük, henüz ilkokula başlamamıştık. Korkuyorduk, ağlıyorduk. Tek avuntumuz, sünnetten sonra artık “erkek” sayılacaktık. Birden amca oğullarımdan biri fırladı, kavağa tırmandı. Yalvar, yakar indiremiyorlardı. Şeker, lokum önerileri fayda etmiyordu.

“Erkek olamazsın, kız çocukları gibi entari giydirirler sana” dediler, öyle indi…

Yabancılar “sünnet” olayını kavrayamıyor, dinle bağlantısını kuramıyor. İsveç başta olmak üzere, İskandinavya ülkelerinde, çocuklar yuvaya başlarken sağlık ekiplerince tepeden tırnağa sağlık denetiminden geçiriliyor. Erkek çocuklarda travmatik izler bırakan “hatalı sünnet” ler işte o zaman ortaya çıkıyor. Sağlık ekipleri, raporlar düzenleyerek durumu üst kuruluşlara ve okul yönetimlerine bildiriyor. Bazı durumlarda, “hatalı sünnet” olan çocuk yeni bir operasyon geçirmek zorunda kalıyor. İsveç’te her yıl ortalama 3 bin Müslüman ve Musevi kökenli çocuk sünnet ediliyor.

Mahkemeler, sağlık kuruluşları, yalnızca hatalı “erkek sünneti” ile değil, “kadın sünneti” ile de uğraşıyor. Özellikle, Mısır, Sudan, Somali, Etiyopya, Kenya gibi ülkelerden gelen bazı göçmen aileler, “geleneklerini” de birlikte getiriyor; gelişme çağındaki kız çocuklarını, cinsel duyarlıklarını yok etmek amacıyla sünnet ettiriyor. Bu uygulamanın suç sayılması ve ağır cezaları gerektirmesi nedeniyle, son yıllarda bu işlem, kız çocukları ülkelerine götürülerek gerçekleştiriliyor. İskandinav polisi ve sosyal kuruluşları, İskandinav ülkelerinde oturma iznine sahip kız çocuklarına, ülkelerinde sünnet edilme olasılığıyla karşılaşmaları halinde en yakın İsveç, Norveç, Danimarka ve Finlandiya büyükelçilik veya konsolosluklarına sığınmaları önerisinde bulunuyor.

  • UNICEF verilerine göre, dünyada her yıl yaklaşık 3 milyon kız çocuğu
    firavun sünneti yöntemiyle sünnet edilerek cinsel duyarlıkları köreltiliyor.

İskandinav ülkelerindeki çoğu doktor, “çocuğun bedenine dışarıdan zorla müdahale” olarak değerlendirdikleri için sünnet yapmıyor. Yüz binlerce Müslüman ve Musevi aile, erkek çocuklarını, yaz aylarında ülkelerine götürerek sünnet ettiriyor; ya da bulundukları ülkelerde, ellerinde çantalarla dolaşan yasadışı “merdiven altı” sünnetçilere teslim ediyorlar. “Hatalı sünnet” nedeniyle her yıl yüzlerce çocuk sakat kalıyor. Danimarka Ahlak Konseyi, 

15 yaşından küçük erkek çocukların sünnet edilmesinin yasaklanmasını istedi. Çocuk Konseyi Başkanı Charlotte Guldberg, “Erkek çocukların doğar doğmaz veya küçük yaşlarda sünnet edilmeleri kabul edilemez bir durumdur.” dedi. Ahlak Konseyi Başkanı Agger ise erkek çocukların sünnet olup olmayacaklarına kendileri karar verinceye dek beklenmesi çağrısı yaparak “Müslümanlar ve Musevilerin, sünnet geleneğini değiştirerek çağımıza uygun hale getirmelerini” istedi. Sünnet, yaz aylarında Danimarka parlamentosunda da tartışmaya açıldı. Kristlight Dagbladet gazetesi, muhalefet başta olmak üzere, parlamentoda grubu bulunan büyük partilerin, sünnetin yasaklanmasından yana olduklarını yazdı. Eleştirileri yanıtlayan Başbakan Helle Thorning Schmidt, “Bundan böyle sünnetlerin, sağlık müdürlüğünce denetleneceğini, sünnet sırasında doktor bulundurulmasının zorunlu hale getirileceğini” söyledi.

İsveç Tabipler Birliği de, “küçük yaştaki çocukların sünnet edilmelerinin yasaklanmasını” istedi. İsveç Çocuk Doktorları Derneği, Sosyal Sağlık Genel Müdürlüğü’ne gönderdiği mektupta, “sünnetin, çocuk haklarının ihlali anlamına geldiğini ve etik olmadığını” savundu. İsveç Cerrahlar Birliği Başkanı Gunnar Göthberg sünneti “çocuklara açık saldırı” şeklinde değerlendirdi. Sünnet konusu Norveç gündeminin de ön sıralarında yer alıyor. Norveç Çocuk Hakları denetçisi pedagog Anne Lindboe, sünnetin tıp etiğine aykırı olduğunu savunarak, “Müslüman ve Musevi ailelerin sünnet yerine sembolik bir dini tören yapmalarını” istedi. Finlandiya’da ise İngiltere’den getirilen bir haham, doğumunun 8. gününde Helsinki’deki Musevi bir ailenin çocuğunu sünnet ederken kanamayı durduramadı. Helsinki Mahkemesi, çocuğun anne ve babasıyla, hahamı hapis cezasına çarptırdı. Finlandiya’da halen yürürlükteki uygulamaya göre, okul çağındaki erkek çocuklar, kendi onayları olmadan sünnet edilemiyor.