Etiket arşivi: ERTAN URUNGA

BASKIN SEÇİM DARBESİ 

BASKIN SEÇİM DARBESİ 

Konuk yazar : Ertan URUNGA
Emekli Askeri Yargıç
e.urunga@yahoo.com.tr 26.04.2018

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Türkiye’nin başına 16 yıldan beri at sineği gibi musallat olan ve başından beri erken seçimlerle ülkeyi yönetmeyi alışkanlık haline getiren AKP iktidarı, geçen hafta yine bir Erken Seçim kararı almıştır. Ancak bu kez 15.07.2016 tarihinde yaşanan sözde darbe girişiminden Beş gün sonra ilan edilen ve halen süregelen OHAL koşullarında ve her şeyin yolunda gittiğinin söylendiği bir zamanda, hem de erken seçim istemenin vatana ihanet olduğunu söyleyenler tarafından Erken Seçim Kararı Alınması, halk arasında yeni bir tertip olduğuna ilişkin haklı kuşkuların ve Baskın Seçim tartışmalarının ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Kaldı ki geçen yıl 16 Nisan’da yapılan Halkoylaması ile kabul edilen Anayasanın geçici 21/A maddesi uyarınca 03.11.2019 tarihinde yapılması gereken bu Seçimin, yine kendilerinin yaptığı Anayasa’ya göre Altı Ay içinde çıkarılması gereken uyum yasalarının çıkarılmasına ve TBMM kararının beklenmesine “Kervan yolda düzülür” anlayışıyla gerek görülmemiş olacak ki yaklaşık iki ay sonraki 24.06.2018 tarihine çekilmesine ivecenlikle karar verilmiştir.

Muhalefetten Beklenen

Ancak bu kararın alınmasındaki usulsüzlükten tutun da seçme ve seçilme hakkının güven ve düzen içinde kullanılması için sorgulanması gereken bir dizi sorundan ayrı olarak, geçen yıl yapılan Halkoylamasında YSK’nun geçersiz oyların sayılması dair Kararından yakınıcı ve hatta davacı olan Muhalefet partilerinin; bu seçime de öncelikle karşı çıkıp yasal zemine çekilmesi için ortak tepki koymaları beklenirken, tam aksine her şey normalmiş gibi “Hodri Meydan, Biz de Varız, Biz Kazanacağız” şeklindeki hamasi söylemlerle meşrulaştırıldığı görülmüştür.

Seçimlere Odaklanmak

Bu durumda seçim süreci eğik ve kaygan bir düzlemde resmen başlamış bulunduğundan, artık hukuka aykırılık nedenlerini ve muhalefetin zaaflarını tartışmaya açmanın daha çok zaman yitirmekten başka bir işe yaramayacağını gözeterek, bu konulara hiç girmeden bütün gücümüzle seçim yarışına odaklanmamız gerekir. Burada bir haksızlık yapmamak için şunu da belirtelim ki; altyapısı oluşturulmadan ve muhalefete yeterli zaman tanınmadan topluma dayatılan Erken Seçim Kararına karşı, haklı gerekçelerle derhal tepki gösterip muhalefet görevini yerine getiren tek parti, TBMM’de gurubu bulunmayan Vatan Partisi olmuştur.

Bütün bunlar bir yana, 24.06.2018 tarihinde yapılacak seçimlerde Cumhurbaşkanlığı seçimi de yapılacağı için Türkiye ilk kez devlet içindeki Erklerin (Yasama, Yürütme, Yargı) tek bir kişide, yaygın deyişle TEK ADAM’da toplandığı ve dünyada eşi benzeri olmayan kerameti kendinden menkul “Cumhurbaşkanlığı Sistemi” adı altında Rejim değişikliği de yaşama geçecektir. Bu durumda;

– insan hak ve özgürlüklerinin en büyük güvencesi olan Kuvvetler Ayrılığı ilkesine dayalı demokratik Parlamenter düzene
– ve bütün işlemlerinde hukukun üstünlüğünü gözetmekle kendisini yükümlü sayan
Hukuk devletine de veda
edilmiş olacaktır.

Egemenlik Hakkına Sahip Çıkmak

Çünkü bu sistemle birlikte Türk ulusu, tarihi boyunca şehitler vererek canı ve kanı pahasına elde edip kayıtsız koşulsuz kendisine ait bulunan ve yüce önder ATATÜRK’ün,

  • “Eşitliğin de Özgürlüğün de Adaletin de dayanağı Ulusal Egemenliktir”

diye tanımlayıp, TBMM’ni kurduktan sonra da;

  • “Bütün cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet,
    hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır, o da Ulusal Egemenliktir.
    Yalnız bir makam vardır, o da Türk ulusunun kalbi ve vicdanıdır. ”

diyerek önemini bütün dünyaya duyurduğu Egemenlik Hakkı’nın, anılan tarihte yapılacak erken seçim darbesiyle elimizden alınıp tek bir kişinin hegemonyasına verilerek, Osmanlı artığı köhnemiş kulluk ve esaret düzenine dönülmek istendiğini, ancak ırmağı tersine akıtmaya kimsenin gücü yetmeyeceği için heveslerinin de kursaklarında kalacağını anlatarak sözü daha fazla uzatmaya gerek var mı, bilmiyorum.

Ancak şunu biliyor ve inanıyorum ki; Atatürk’ün izinde tarihsel zaferlere ulaşan yüce Türk ulusu, dün erken bir seçimle iktidara gelip başımıza konan Akbabaları; yarın yine erken bir seçimle iktidardan indirip başımızdan atarak, çıktıkları kafese tıkmasını da bilecektir elbet!
============================================
Dostlar,

24 HAZİRAN 2018 BASKIN – TUZAK SEÇİMİNİN
HUKUKA UYAR YANI VAR MI??

E. Askeri Yargıç dostumuz Sn. Ertan Urunga‘nın ağırbaşlı ama anlayana ders dolu özlü yazısı yukarıda. Biz de bu içeriği paylaşarak site okurlarımıza sunuyoruz.
Teşekkür ederiz katkınız için Sn. Urunga.
*****
Bu seçimler herhangi bir seçim değil :

– Ülkemizin yönetim sistemi köktenci biçimde değiştiriliyor..
EGEMENLİĞİN BAĞSIZ KOŞULSUZ SAHİBİ TÜRK ULUSU, tuzak bir seçimle bu vazgeçilmez – devredilemez – paylaşılamaz hakkından yoksun bırakılmak isteniyor.
RTE, günümüze dek yaptıklarına ek, Ulus egemenliğini bütünüyle gasp etmeyi planlıyor.
– Tüm oyun 2 aya sıkıştırılıyor; hukuk güvenliği – hukuksal öngörülebilirlik ayaklar altında.
– 1,5 yıl sonra zamanında yapılsaydı oy kullanabilecek – aday olabilecek yaklaşık 1,5 milyon gencin seçme – seçilme hakkı ellerinden alınıyor..
– 16 ay erken seçimi savunmak için halkı korkutacak üstü kapalı ifadelerle algı yönetimi yapılıyor.
– Belki de en fecisi – kabul edilemez olanı; OHAL altında seçime sürükleniyoruz!
RTE Cumhurbaşkanı gibi davranmıyor, AKP’nin militan genel başkanı gibi herkese – her yere laf yetiştiriyor.. Azarlıyor, hakaret ediyor, aşağılıyor, tehdit ediyor, gözdağı veriyor, yargıya talimat veriyor, suçlu ilan ediyor, hatta yurt dışına kovuyor, alay ederek “biletini de alalım..” diyor! Her gün birkaç yerde bıktırırcasına konuşuyor.. Artık yineleme yapıyor; yeni birşey yok!
– Sporda bile taraf tutarak toplumu ayrıştırıyor..
FETÖ’nün AKP içindeki kökleri halkla dalga geçercesine aydınlatılmıyor..
– Hep bağırıyor, çağırıyor, hamaset yapıyor; özellikle ekonomide gerçekleri söylemiyor..
– Hemen her olayda – durumda din ve dince kutsal duygu ve değerleri istismar ediyor..
– Basın bastırılmış ve sahibinin sesi kılınmış neredeyse % 80-90’ları aşan oranda..
****
Saymakla bitmez…
Gerçekte özgür – demokratik – hukuka uygun – adil.. seçim koşullarının hiçbiri yok ortada!
Kendisi eleştirildiğinde hemen “Cumhurbaşkanına hakaret kılıcı” çekiliyor. Olacak şey değil! CB kalkanıyla önüne gelene en ağır hakaretleri – aşağılamayı – dışlamayı yap; yanıt verilince de çifte standart..  Kendi meşrebinden soralım :

  • Bunun dinde yeri var mı??

Muhalefet belki de tüm bunları tartışmanın yerindesizliğini, kısır döngüyü dikkate alarak AKP = RTE‘nin restini gördü.. Siyaset pokeri oynanmaya başladı. Ne var ki; ülkenin – ulusun geleceği üzerinde birilerinin kumar oynayabileceği bir değer asla olamaz; o kutsal ve dokunulmaz olmak gerekir!

Halkımız, kanı ve canı ile Yüce ATATÜRK‘ün eşsiz önderliği ile elde ettiği egemenlik hakkını TEK ADAMA asla devretmemelidir, etmeyecektir!

Sevgi ve saygı ile. 29 Nisan 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı – AÜTF Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

“Mühürsüz oy pusulalarının tamamında ‘Evet’ çıktı” üzerine bir yorum

“Mühürsüz oy pusulalarının tamamında
‘Evet’ çıktı” üzerine bir yorum

Ertan URUNGA  
Emekli Yargıç Albay

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Sayın SALTIK,

Öncelikle belirteyim ki, YSK Başkanı olan kişinin mühürsüz zarfların ve oy pusulalarının geçerli sayılmasına ilişkin Basın Açıklamasının; sizin de belirttiğiniz gibi tutulacak bir yönü olmayıp tümüyle kendi ayıbının ve hukuksuzluğunun bir ilanı ve itirafıdır.

Hele bu gün yurt dışındaki mühürsüz zarf ve oy pusulalarının geçersiz sayıldığına ilişkin haberden sonra bu açıklama, tam bir hukuksal rezalet ve hatta skandala dönüşmüş; ünlü şairimiz Tevfik Fikret’in “Kanun diye, kanun diye kanun tepelendi” dizesini de anımsatmıştır bize.

Ancak benim asıl belirtmek istediğim konu ise bu gün CHP’nin yalnızca YSK’ya yaptığı başvuru ile kalmayıp, ayrıca seçimlerin genel yönetim ve denetimini yapmakla görevli ve yetkili kılınan, kararları aleyhine başka bir merciye başvurulamayan, ancak Anayasada yüksek yargı organları arasında yer almayan ve kendine özgü (sui generis) yetkilerle donatılmış yönetsel nitelikte bir kurum olan YSK’nın, yasaya ve hukuka mutlak aykırı olduğu için yok hükmünde (keenlemyekun) bulunan Kararının İptali için Danıştay nezdinde (AS: katında) işin ivediliği nedeniyle yürütmenin durdurulması istemiyle dava açmasının da sonraki durumlar için gerekli ve uygun olacağı kanısındayım.

Her ne kadar Anayasanın 79/2. maddesinin son cümlesinde, “Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz” denilmekte ise de bu Hükmün;

1- Anayasanın metninden sayılan Başlangıç bölümünün özellikle üçüncü fıkrasında yer alan egemenliği “.. millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun,
bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş
hukuk düzeni dışına çıkamayacağı
buyruğu,

2– Yine Anayasanın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi,

3– Keza Anayasanın 125/1. maddesinde belirtilen “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır” kuralı, birlikte değerlendirildiğinde; seçimleri yönetmek, denetlemek ve yolsuzluklara ilişkin şikâyet ve itirazları inleyip karara bağlamakla görevli bir Kurulun, yukarıda belirtilen evrensel nitelikteki bağlayıcı hukuk kurallarına karşın,

  • mevcut hukuk düzeni dışına çıkıp yöntem ve yasaya açıkça aykırı işlem ve kararlarının
    yargı denetimi dışında bırakılmasının bir hukuk devletinde asla kabul edilemeyeceği için,
    böyle bir davanın –amaçsal bir yorumla- açılıp görülmesine engel teşkil etmeyeceğini (AS: oluşturmayacağını) rahatlıkla söyleyebilirim. Yeter ki siyasetin, yargıdan elini çekip yargı bağımsızlığı sağlanabilsin. İşte o zaman, adalet de er ya da geç yerini bulunacaktır elbet!

Saygılarımla… (18.04.2017)
====================================
Dostlar,

Sayın E. Yargıç Albay Ertan Urunga‘ya teşekkür ediyoruz sitemize yazdığı için.. Bizim konuya ilişkin değerlendirmemize (18.4,17; YSK’nin MÜHÜRSÜZ OYLAR KARARININ DAYANILMAZ SAÇMALIĞI ÜSTÜNE!) yorum olarak eklediği metni olgunlaştırıp gönderdi ve çok kıdemli bir hukukçunun son derece önemli, özlü, yerinde bilgilendirme ve uyarısını paylaşmak istiyoruz.*

Herkes aklına güzelce koysun; AKP-RTE, Adalet Bakanlığı yapan Bekir Bozdağ, yandaşlar….

  • Yasa vb. yazılı mevzuat metinlerinin belli yorum teknikleri vardır. Bu metinlerin salt mekanik anlamı – sözü (lafzı) ile yetinilemez. Bu anlamlar çok net olsa da.. Anlamsal yoruma ek
    amaçsal yorum yöntemi de büyük önem taşır. Mevzuat metnini düzenleyen organ bu içerikle neyi amaçlamıştır, ona bakılır.
  • Ek olarak, ne denli katı normatif pozitivist de olsanız, bu mevzuat normlarının da araçsallaştırılması, YÜCE ADALET ÜLKÜSÜ’ne her somut olayda erişmek için düzenlendiklerini kabul etmek gerekir.
  • Giderek, hukukun evrensel kabul gören ilke, kural ve standartlarının üstünlüğü (jus cogens – grund norm) tartışma dışıdır. Her görece çetrefil olayda Ronald Dworkin’in “Herkül yargıcı” na gereksinim yoktur. Yargıç(lar), önlerine gelen her somut karar sorununda (decision problem) öncelikle ADİL KARARI üretmeli, ardından da bu özgül adil karara hukuksal norm dayanağı aramalıdırlar; arayınca mutlaka bulacaklardır. Ama ulusal, ama uluslararası, ama bir pozitif norm, ama bir evrensel hukuk ilkesi.. “Buyurucu” (emredici) açık normlar karşısında, bağlı yetki sorunu bile aşılabilir! Yeter ki en yüce erdem ADALET’e erişilsin..

Dolayısıyla AYM önüne götürülecek bireysel başvuru(lar)da Yüksek Mahkeme, en adil karar için elbette yetkin bir çaba gösterecektir, göstermelidir. OHAL KHK’leri ile ilgili verdiği yetkisizlik kararının ülkemizde ve hukuk dünyamızda yarattığı yıkım çok ürkünçtür. Bu bağlamda ikinci bir kritik hata hem Yüksek Mahkemeyi “yok – göstermelik” kertesine indirebileceği gibi, demokratik hukuk devletini özünden ve kökünden yaralayacak, yalnızca
16 Nisan Halkoylamasının değil rejimin meşruluğu tartışmaları engellenemeyecektir ki;
bu tablonun türevi tehlikeli gelişmeler tanımlanma gereksinimli değildir (izahtan varestedir).

Son bilgilerle CHP Danıştay’a başvuruyor.. YD (Yürütmeyi durdurma) istemli..
Dileriz ulusal düzlemde bu açık aykırılık düzelir, düzeltilir, gecikmez; YSK halkoylamasını yeniler ve AİHM’ne gitmek gerekmez. Danıştay kararı olumsuz olursa hemen AYM’ye gitmeli eş zamanlı olarak da AİHM’ne başvurulmalıdır.. İç hukuk yollarının umutsuzluğu, beklemenin yararsızlığı ve adil yargı hakkını ortadan kaldıracağı… gibi gerekçelerle. AİHM’in benzer davalarda “kabul” yönlü yerleşik içtihatları var..

Bir de Sn. Prof. Dr. D. Ali ERCAN‘dan pratik bir öneri var :

  • Benim bir uzlaşı/çözüm önerim var YSK na… 
    Mevcut durumda Evet Hayır oyları arasındaki fark 1,38 milyon olduğuna göre,
    a) Eğer bu mühürsüz pusulalarda Evet-Hayır farkı 1,35 milyondan daha az ise bırakalım gitsin, YSK’nin yakasını bırakalım.
    b) Bu zarflardaki Evet-Hayır Farkı 1,35 milyondan büyük ise Referandum İptal edilsin…
    Var mısın YSK bu teklife ?

Sevgi ve saygı ile. 21 Nisan 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

*”Yargıtay’dan adalete balyoz!”, Sn. Urunga’nın sitemizde 01.06.2014’te yer verdiğimiz bir başka önemli yazısıdır..

Yargıtay’dan adalete balyoz!


Yargıtay’dan adalete balyoz!

ertanurunga
ERTAN URUNGA
Emekli Askeri Yargıç

AYDINLIK, 01 Haziran 2014

17.12.2013’te yapılan ve 4 bakanla çocuklarının da adının karıştığı yolsuzluk operasyonu üzerine, AKP ile kendisine başından beri destek olan cemaatler arasındaki çıkar ilişkileri bozulup ipler kopunca, kamuoyunun esef ve şaşkınlıkla izlediği karşılıklı suçlamalar arasında kimi “sırların” da dallarından kapan sonbahar yaprakları gibi sokaklara döküldüğü görülmüştür.

Tam da bu sırada, Başbakan RTE’nin siyasal danışmanı olduğu bilinen Yalçın Akdoğan’ın, 24.12.2013 tarihli Star gazetesindeki köşesinde; ülkenin milli ordusuna, milli istihbaratına, milli bankasına kumpas yapıldığını yazdığı, bundan birkaç gün sonra da Başbakan’ın kumpas olayını doğrulayıcı açıklamalarda bulunduğu ibretle izlenmişti.
Ne var ki, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) mensuplarının yargılandığı Ergenekon ve
Balyoz gibi davaların, öteden beri planlanarak yapılan bir kumpasın sonucu olduğu gerek sanıklar ve vekilleri, gerekse duruşmaları izleyen tarafsız basın mensuplarınca da dile getiriliyordu zaten.

Öte yandan, yapılan kumpas ve tertipler nedeniyle kendilerini tutuklu değil tutsak sayan TSK’nin değerli mensupları ve aileleri ile onlara yapılan haksızlığı yüreğinde duyumsayan yurttaşların; yıllardan beri her cumartesi günü Vardiya Bizde Platformu çerçevesinde bir araya gelerek yaptıkları “Sessiz Çığlık” eylemi halen sürmektedir. Ayrıca kumpasın yetkili kişilerce de kabulünden sonra, Anayasa Mahkemesi önünde başlatılıp, kesintisiz olarak sürdürülen “Adalet Nöbeti” ile uğranılan mağduriyetlerin
bir an önce giderilmesi için seslerini kamuoyuna duyurmaya çalıştıklarını da
bilmeyen kalmamıştır.

İnsanlık sorunu

03.11.2002 tarihinden beri AKP ve cemaatler koalisyonunun sultası altında,
kinci ve gerici bir anlayışla yönetilmekte olan ülkemizde ortaya çıkan toplumsal kargaşanın, yine Soma’da meydana gelen ve yüzlerce insanımızın ölümü ile sonuçlanan “işçi kıyımı” yüzünden yaşanan onulmaz acıların sorumluluğunun da tümüyle siyasal iktidara ait bulunduğu yadsınamaz.

Yine bu iktidar tarafından daha önce polis ve yargı organları da kullanılarak yapılan kumpas ve tertipler sonucu yıllarca tutsak edilip inanılmaz ağırlıkta cezalara çarptırılan askerlerin durumu ise en yetkili kişilerin kumpas itirafından sonra, artık yargısal bir yanılgı olmaktan çıkıp halk arasındaki adalet duygusunu da yok eden bir insanlık sorunu haline gelmiştir.

Nitekim kumpas itirafının üzerinden yaklaşık altı ay geçmesine karşın; onun sahiplerinin tam bir sessizliğe gömülmesi ve yargı erkinin de iktidara bağımlı bir duruma getirilmesi haksızlığı daha da ağırlaştırırken, toplumsal tepkilerin de bir çığ gibi büyümesine
neden olmaktadır.

Hukuksal durum

Bu durum karşısında, sorunun ivedilikle çözümü için daha önce kimi hukuk çevrelerince de belirtildiği gibi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, 5271 sayılı CMK’nın 308. maddesinin kendisine tanıdığı itiraz hakkını kullanarak, dosyanın Yargıtay
Ceza Genel Kurulu
’na göndermesinden başka yasal bir yol olmadığını biliyoruz. Ancak Yargıtay C. Başsavcılığı, sanık vekillerince açıklanan hukuksal gerekçeleri yerinde ve haklı görmediği için bunlara katılmıyor olsa bile, yine de bu yola adalet için başvurması gerektiği, ülkenin önde gelen seçkin hukukçuları tarafından dile getirilmesine karşın; sanki adaleti sağlamak görevi değilmiş gibi,
bunu yapmaktan ısrarla kaçındığı dikkatlerden kaçmamıştır.

Nitekim Başsavcılığın, Kumpas itirafından sonra ortaya çıkan kuşkular nedeniyle
sanık vekillerince yapılan suç niteliğine ve sübuta (AS: kanıtlanma) ilişkin itirazların,
“…mahkemece kabul edilen diğer delillerin sıhhatini etkilemeyeceği,
delillerin bütünü karşısında, bu iddianın suçun sübutuna ve vasfına
bir etkisinin olmayacağı…”
gibi ciddiyetten uzak ve yüksek yargı organına yaraşmayan zorlama gerekçelerle reddine karar verildiğini 17.05.2014’te
içimiz sızlayarak basından öğrenince,
asıl balyozun yargı eliyle adalete vurulduğu da anlaşılmıştır.

Ceza yargılamasının amacı

Oysa ceza yargılamasının soncul amacının maddi gerçeği ortaya çıkararak
adaleti sağlamak
olduğuna, yargılama sırasında ortaya çıkan kuşkuların da sanıklar lehine yorumlanmasında yasal zorunluk bulunduğuna göre, Başsavcılığın kendisine tanınan hak ve yetkileri adaletin önünü tıkayacak ve aleyhe sonuç doğuracak biçimde kullanamayacağı izahtan varestedir (AS: açıklaması gerekmez).

Öte yandan, anılan yasa hükmünün açık sözünden de anlaşılacağı üzere;
Daire kararlarına karşı Yargıtay C. Başsavcılığına tanınan itiraz hakkının, eski yasadaki gibi yalnızca kararlardaki maddi hatalara karşı değil; usule ve esasa ilişkin hatalar için de mevcut olduğuna kuşku yoktur. Kaldı ki, Başsavcılığın itirazı ile bağlı olmayan
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun, bu yönlerden de resen (AS: kendiliğinden)
inceleme yapıp bir karar vereceği anılan maddenin gerekçesinde açıkça belirtilmiştir.

Kilitlenen adalet

Bu durum karşısında, Yargıtay C. Başsavcılığı savunmanın sübuta ilişkin itirazlarında, kendisine tanınan takdir hakkını kullanırken; bu takdirin kişiye, zamana ve duruma göre değişebileceğini ve esasen sanıklar lehine kuşkuların da ortaya çıktığını gözeterek, dosyanın adalet adına bir karar verilmesi için doğrudan Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na göndermesi gerekirken, ne yazık ki bu yapılmadığı için bir çözüm de sağlanamamış; adaletin bu aşamada kilitlendiği görülmüştür.

Sonuç

Bu gelişmelerden sonra, artık bütün gözler Anayasa Mahkemesinin vereceği karara çevrilmiştir. Bilindiği üzere, sanıkların hukuksal güvenliğinin ve adil yargılanma haklarının ihlal edilmesi nedeniyle, hak ve özgürlüklerin iç hukukumuzdaki son kalesi olan bu Mahkeme nezdinde daha önce yaptıkları bireysel başvuruları hakkında
henüz bir karar verilmemiştir. Bu yüzden de umutsuzluğa kapılmadan,
adalet arayışlarının kararlılıkla sürdürülmesi gerekir.

Çünkü adaletin gözleri kapalı olsa da kılıcı keskin, terazisi hassastır.
Zamanı geldiğinde çözemeyeceği bir düğüm, açamayacağı bir kilit yoktur.
Kaldı ki, zulmün ve haksızlığın, adalete galebe çaldığı da (AS: üstün geldiği)
tarihte daha görülmemiştir.

Sonuç olarak, sanıklar hakkında bilerek yapıldığı açık seçik ortaya çıkan
haksız uygulamalar yüzünden uğradıkları ağır hak ihlallerinin yüksek Mahkemece de saptanmasından sonra verilecek adil bir kararla, sorunun -her şeye karşın-
yine yargı eliyle çözüleceğine
; adaletin de er ya da geç yerini bulacağına inanıyoruz.

Çünkü onlar, lütuf ya da merhamet değil yalnızca adalet istiyorlar.