Etiket arşivi: Ergenekon ve Balyoz gibi davaların dijital terör unsuru uydurma delilleri

Yargıtay’dan adalete balyoz!


Yargıtay’dan adalete balyoz!

ertanurunga
ERTAN URUNGA
Emekli Askeri Yargıç

AYDINLIK, 01 Haziran 2014

17.12.2013’te yapılan ve 4 bakanla çocuklarının da adının karıştığı yolsuzluk operasyonu üzerine, AKP ile kendisine başından beri destek olan cemaatler arasındaki çıkar ilişkileri bozulup ipler kopunca, kamuoyunun esef ve şaşkınlıkla izlediği karşılıklı suçlamalar arasında kimi “sırların” da dallarından kapan sonbahar yaprakları gibi sokaklara döküldüğü görülmüştür.

Tam da bu sırada, Başbakan RTE’nin siyasal danışmanı olduğu bilinen Yalçın Akdoğan’ın, 24.12.2013 tarihli Star gazetesindeki köşesinde; ülkenin milli ordusuna, milli istihbaratına, milli bankasına kumpas yapıldığını yazdığı, bundan birkaç gün sonra da Başbakan’ın kumpas olayını doğrulayıcı açıklamalarda bulunduğu ibretle izlenmişti.
Ne var ki, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) mensuplarının yargılandığı Ergenekon ve
Balyoz gibi davaların, öteden beri planlanarak yapılan bir kumpasın sonucu olduğu gerek sanıklar ve vekilleri, gerekse duruşmaları izleyen tarafsız basın mensuplarınca da dile getiriliyordu zaten.

Öte yandan, yapılan kumpas ve tertipler nedeniyle kendilerini tutuklu değil tutsak sayan TSK’nin değerli mensupları ve aileleri ile onlara yapılan haksızlığı yüreğinde duyumsayan yurttaşların; yıllardan beri her cumartesi günü Vardiya Bizde Platformu çerçevesinde bir araya gelerek yaptıkları “Sessiz Çığlık” eylemi halen sürmektedir. Ayrıca kumpasın yetkili kişilerce de kabulünden sonra, Anayasa Mahkemesi önünde başlatılıp, kesintisiz olarak sürdürülen “Adalet Nöbeti” ile uğranılan mağduriyetlerin
bir an önce giderilmesi için seslerini kamuoyuna duyurmaya çalıştıklarını da
bilmeyen kalmamıştır.

İnsanlık sorunu

03.11.2002 tarihinden beri AKP ve cemaatler koalisyonunun sultası altında,
kinci ve gerici bir anlayışla yönetilmekte olan ülkemizde ortaya çıkan toplumsal kargaşanın, yine Soma’da meydana gelen ve yüzlerce insanımızın ölümü ile sonuçlanan “işçi kıyımı” yüzünden yaşanan onulmaz acıların sorumluluğunun da tümüyle siyasal iktidara ait bulunduğu yadsınamaz.

Yine bu iktidar tarafından daha önce polis ve yargı organları da kullanılarak yapılan kumpas ve tertipler sonucu yıllarca tutsak edilip inanılmaz ağırlıkta cezalara çarptırılan askerlerin durumu ise en yetkili kişilerin kumpas itirafından sonra, artık yargısal bir yanılgı olmaktan çıkıp halk arasındaki adalet duygusunu da yok eden bir insanlık sorunu haline gelmiştir.

Nitekim kumpas itirafının üzerinden yaklaşık altı ay geçmesine karşın; onun sahiplerinin tam bir sessizliğe gömülmesi ve yargı erkinin de iktidara bağımlı bir duruma getirilmesi haksızlığı daha da ağırlaştırırken, toplumsal tepkilerin de bir çığ gibi büyümesine
neden olmaktadır.

Hukuksal durum

Bu durum karşısında, sorunun ivedilikle çözümü için daha önce kimi hukuk çevrelerince de belirtildiği gibi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, 5271 sayılı CMK’nın 308. maddesinin kendisine tanıdığı itiraz hakkını kullanarak, dosyanın Yargıtay
Ceza Genel Kurulu
’na göndermesinden başka yasal bir yol olmadığını biliyoruz. Ancak Yargıtay C. Başsavcılığı, sanık vekillerince açıklanan hukuksal gerekçeleri yerinde ve haklı görmediği için bunlara katılmıyor olsa bile, yine de bu yola adalet için başvurması gerektiği, ülkenin önde gelen seçkin hukukçuları tarafından dile getirilmesine karşın; sanki adaleti sağlamak görevi değilmiş gibi,
bunu yapmaktan ısrarla kaçındığı dikkatlerden kaçmamıştır.

Nitekim Başsavcılığın, Kumpas itirafından sonra ortaya çıkan kuşkular nedeniyle
sanık vekillerince yapılan suç niteliğine ve sübuta (AS: kanıtlanma) ilişkin itirazların,
“…mahkemece kabul edilen diğer delillerin sıhhatini etkilemeyeceği,
delillerin bütünü karşısında, bu iddianın suçun sübutuna ve vasfına
bir etkisinin olmayacağı…”
gibi ciddiyetten uzak ve yüksek yargı organına yaraşmayan zorlama gerekçelerle reddine karar verildiğini 17.05.2014’te
içimiz sızlayarak basından öğrenince,
asıl balyozun yargı eliyle adalete vurulduğu da anlaşılmıştır.

Ceza yargılamasının amacı

Oysa ceza yargılamasının soncul amacının maddi gerçeği ortaya çıkararak
adaleti sağlamak
olduğuna, yargılama sırasında ortaya çıkan kuşkuların da sanıklar lehine yorumlanmasında yasal zorunluk bulunduğuna göre, Başsavcılığın kendisine tanınan hak ve yetkileri adaletin önünü tıkayacak ve aleyhe sonuç doğuracak biçimde kullanamayacağı izahtan varestedir (AS: açıklaması gerekmez).

Öte yandan, anılan yasa hükmünün açık sözünden de anlaşılacağı üzere;
Daire kararlarına karşı Yargıtay C. Başsavcılığına tanınan itiraz hakkının, eski yasadaki gibi yalnızca kararlardaki maddi hatalara karşı değil; usule ve esasa ilişkin hatalar için de mevcut olduğuna kuşku yoktur. Kaldı ki, Başsavcılığın itirazı ile bağlı olmayan
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun, bu yönlerden de resen (AS: kendiliğinden)
inceleme yapıp bir karar vereceği anılan maddenin gerekçesinde açıkça belirtilmiştir.

Kilitlenen adalet

Bu durum karşısında, Yargıtay C. Başsavcılığı savunmanın sübuta ilişkin itirazlarında, kendisine tanınan takdir hakkını kullanırken; bu takdirin kişiye, zamana ve duruma göre değişebileceğini ve esasen sanıklar lehine kuşkuların da ortaya çıktığını gözeterek, dosyanın adalet adına bir karar verilmesi için doğrudan Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na göndermesi gerekirken, ne yazık ki bu yapılmadığı için bir çözüm de sağlanamamış; adaletin bu aşamada kilitlendiği görülmüştür.

Sonuç

Bu gelişmelerden sonra, artık bütün gözler Anayasa Mahkemesinin vereceği karara çevrilmiştir. Bilindiği üzere, sanıkların hukuksal güvenliğinin ve adil yargılanma haklarının ihlal edilmesi nedeniyle, hak ve özgürlüklerin iç hukukumuzdaki son kalesi olan bu Mahkeme nezdinde daha önce yaptıkları bireysel başvuruları hakkında
henüz bir karar verilmemiştir. Bu yüzden de umutsuzluğa kapılmadan,
adalet arayışlarının kararlılıkla sürdürülmesi gerekir.

Çünkü adaletin gözleri kapalı olsa da kılıcı keskin, terazisi hassastır.
Zamanı geldiğinde çözemeyeceği bir düğüm, açamayacağı bir kilit yoktur.
Kaldı ki, zulmün ve haksızlığın, adalete galebe çaldığı da (AS: üstün geldiği)
tarihte daha görülmemiştir.

Sonuç olarak, sanıklar hakkında bilerek yapıldığı açık seçik ortaya çıkan
haksız uygulamalar yüzünden uğradıkları ağır hak ihlallerinin yüksek Mahkemece de saptanmasından sonra verilecek adil bir kararla, sorunun -her şeye karşın-
yine yargı eliyle çözüleceğine
; adaletin de er ya da geç yerini bulacağına inanıyoruz.

Çünkü onlar, lütuf ya da merhamet değil yalnızca adalet istiyorlar.

SİBER SALDIRI..

Em. Amiral Türker Ertürk

portresi_sade

SİBER SALDIRI

İran, 2012’nin son günleri başlayan, 6 gün süren ve geçtiğimiz Salı günü tamamlanan Velayet-91 adı altında geniş çaplı bir deniz tatbikatı icra etti. Tatbikat İran Körfezi, Hürmüz Boğazı, Umman ve Aden Körfez’leri ve yaklaşma suları olmak üzere yaklaşık 1 milyon km² gibi çok büyük bir alanda icra edildi.

Tatbikata firkateyn, muhrip, hücumbot, mayın gemisi gibi suüstü savaş gemileri, denizaltılar, deniz/hava unsurları, özel birlikler, savaş uçakları ve sahilden süüstü hedeflerine füze atan bataryalar katılmıştır. Tatbikat sırasında fiili silah atışları yapılmış ve bu kapsamda kısa ve orta menzilli füzeler başarı ile denenmiştir.

İran geçen yıl da 24 Aralık 2011-2 Ocak 2012 tarihleri arasında ve yaklaşık aynı sahalarda 10 gün süreli Velayet-90 tatbikatını yapmıştı. İran bilmektedir ki, ülkesine karşı yapılmak istenen askeri müdahale deniz ve hava harekatı ağırlıklı olacaktır.
Çünkü İran Irak değildir, bu ülkeye karşı kara harekatı yapmak çok uzak bir ihtimaldir.

İran bu nedenle hazırlıklarını ve bu maksada dönük tatbikat ve eğitimlerini denizde ve havada savaşacak ve ülkesini bu harekat alanlarında savunacak şekilde yapmaktadır.

İran’a karşı yapılacak muhtemel bir müdahalede ABD’nin yanında en azından İsrail, İngiltere, Fransa ve Körfez ülkeleri olacaktır. Bu duruma göre bölgede yapılacak
nispi kuvvet mukayesesinde İran genel olarak zayıf durumda olmasına rağmen, karşı tarafı müdahaleye başlama konusunda bugüne kadar caydıran güçlü tarafları şunlardır;

– İran’ın sahip olduğu füze kapasitesi

-Dünyada deniz yolu ile yapılan ham petrol trafiğinin % 40’ının geçtiği
Hürmüz Boğazı’nı kontrol ediyor olması ve kolayca trafiğe kapayabilecek olması,

Bölgeyi ataşe verme kabiliyeti var

-Envanterinde bulunan balistik füzeleri ile dünyada ham petrolün % 60’ını sağlayan bölgede petrolü çıkaran, rafine eden ve ihraç eden tüm tesislere uzun yıllar altından kalkılamayacak şekilde zarar verebilme şansına sahip olması,

İsrail’in küçük yüzölçümlü bir ülke olduğu göz önüne alınırsa, İran’ın balistik füzelerle bu ülkeyei kabul edilemez oranda tahrip edebilme imkanına sahip olması,

Şii hinterlandı nedeniyle çok geniş bir bölgeyi ateşe verebilecek kabiliyette olması,

Emperyalist bir saldırıda ülkesini koruyor ve var olma mücadelesi yapıyor olma
ahlaki haklılığının sağladığı motivasyondur.

İran son iki yıldır yaptığı tüm tatbikat ve eğitimlerde bu üstünlüklerini kuvvetlendirecek ve müdahalenin risklerini karşı tarafa ve dünya kamuoyuna anlatacak faaliyetler içinde olmuştur.

İran bu yıl ilk kez olarak Velayet-91 tatbikatı ile birlikte Siber Savaş tatbikatı yaptı. Çünkü İran son yıllarda ABD ve İsrail’in siber saldırılarına çokça sahne oldu.
Stuxnet
 ve Gauss virüs saldırıları en bilinenleridir. Bu virüs saldırılarında ana amaç, karşı tarafı hekleyerek bilgi toplamak ve sistemi çalışamaz kılmaktır.

İran bu saldırıları yaşadığından, asker ve sivillerden oluşan Siber Savaş Birlikleri kurmuştur. Bu birliklerin esas amacı İran’ın bankacılık, muhabere, telekomünikasyon, internet ve nükleer araştırma sistemlerini siber saldırılardan korumak ve
icra edilecek tatbikatlara siber savunma desteği vermektir.

Bu Siber Savaş Birlikleri’nin tabii ki taarruz görevleri de var. İlki 2011 ve diğeri 2012’de olmak üzere ABD’ye ait 2 casus uçağın heklenerek ve sistemine girilerek indirilmesi ve ele geçirilmesi bu birliklerin marifetidir.

Denizci kökenli

Siber esasen denizci kökenli Yunanca bir kelime olan ve dümenci anlamına gelen kybernetes’den türeyen İngilizce kelime olan cybernetics’ten dilimize girmiştir. Sibernetik yönetim bilimi demektir. Günümüzde kazandığı anlamı ile siber insanların bilgisayar yolu ile haberleştikleri gözle görüp elle tutamadıkları boşluğu anlatan
bir sözcüktür.

Siber savaş ise hedef ülkenin bilgi ve iletişim sistemleri üzerinde gerçekleştirilen organize saldırılar ile bu saldırılara karşı yapılacak savunmayı içermektedir.

Günümüzün dünyasında siber savaş her alanda ve her yerde devam etmektedir.
Türkiye, hemen hemen her konuda olduğu gibi, siber savaş konusunda da geç kalmıştır.

Ama hakkını teslim edelim, sanıyorum iliklerine kadar ABD tarafından güdülüyor olmasından kaynaklanıyor olmanın avantajı ile olsa gerek, F Tipi Cemaat, siber savaş konusunda ülkemizde bir öncüdür. Türkiye’de rejim değişikliğine yönelik olarak yapılan operasyonlarda F Tipi Siber Savaş Timleri, Cumhuriyetimizin kalelerine arka arkaya büyük saldırılar yapmıştır. Ergenekon ve Balyoz gibi davaların dijital terör unsuru uydurma delilleri devletin de içine sızmış bu timlerin siber saldırılarıdır.

F Tipi Siber Savaş Timlerinin en son saldırısı geçtiğimiz Çarşamba günü sosyal medyada gerçekleşti. Hedef çok açıktı, benim de yer aldığım Atatürk’te birleşen,
Türk Devrimlerine ve Cumhuriyetimizin değerlerine sahip çıkanların iletişim hatlarına, alternatif medya haline gelen sosyal paylaşım sitelerine virüs ile saldırarak halkın doğruları duymasına engel olmak ve halkı yanlış bir algıya götürecek
yalana mahkum etmek.

Son söz, mücadele azmim daha da arttı, saygılar sunarım.