Etiket arşivi: Emevi yobazlığı

Türkiye’nin tarihsel dönemeci!

authorMERDAN YANARDAĞ

SİYASET 01.01.2023 BİRGÜN

Önce durumu somut olarak tespit edelim; Türkiye artık eski deyimle seçim “sath-ı mailine” girdi. Bu deyim, “eğik düzlem” anlamına gelir ve artık durdurulması ya da geri çevrilmesi mümkün olmayan bir süreci anlatmak için kullanılır. Dolayısıyla, bütün toplumu ve ülkeyi sarsacak bir olay (doğal afet vb.) veya ağır sonuçlar yaratacak bir siyasal gelişme (topyekûn savaş gibi) olmadığı sürece, 2023 seçimlerini engellemek/iptal etmek mümkün değildir.

Tarihsel ve siyasal bakımdan bütün iç ve dış iktidar dinamiklerini yitiren, sadece türdeş olmayan kimi toplum kesimlerinin ideolojik motivasyonlu (İslamcılık-muhafazakârlık) desteğine dayanan bir iktidar ile karşı karşıyayız. Sınıfsal bakımdan ise yeni gelişen bazı sermaye çevrelerinin çıkar ittifakını yöneten Erdoğan-AKP kliğinin, tek meşruiyet kaynağı seçimlerdir. Bu nedenle, siyasal İslamcı iktidarın bu seçimlerden kaçması, kendisinin tek meşruiyet kaynağını da imha etmesi anlamına gelecektir. Bu durumda ülkeyi yönetmesi imkânsızdır.

Bu seçimde ikilem basit, gerilim ise çok yüksek… Çünkü hem iktidar hem de muhalefet çevreleri bu seçimlere tarihsel bir anlam yüklüyor. Toplumun kaderinin yeniden belirleneceği, Cumhuriyetin ikinci yüzyılında nasıl bir yol izleneceğinin yeniden tayin edileceği bir seçime gidildiği görüşü ağırlık kazanıyor. Bu değerlendirmenin pek de yanlış olduğu söylenemez.

O halde duruma biraz daha yakından bakalım.

TARİHSEL HESAPLAŞMA

Toplum; Cumhuriyet ile en yüksek noktasına ulaştığı 200 yıllık aydınlanma ve modernleşme rotasını ya yeniden kuracak ya da Emevi yobazlığına teslim olarak kıytırık bir Ortadoğu ülkesi haline gelecektir. Diğer bir ifade (Başka bir anlatım) ile Türkiye ya modern dünyanın bir parçası olacak ya da İslam dünyasının hala aşamadığı ortaçağın karanlığına sürüklenecektir. İkilem basitçe budur. Giderek şiddetlenen ve bütün toplumu saran gerilimin kaynağı da aynı ikilemde yatmaktadır.

Türkiye, geçen yüz yılda yarım bıraktığı bir hesaplaşmayı tamamlamak zorundadır. Dinci gericilikle hesaplaşmasını bitirememiş, dinciliğin eleştirisini tamamlayamamış hiçbir toplumun gerçek anlamda modernleşmesi ve aydınlanması, -bu anlamda, burjuva karakterli bir demokratikleşmeyi gerçekleştirmesi bile- mümkün değildir.

İhanete uğrayan Cumhuriyet, iktidarına son verdiği güçlerle önce uzlaşmış sonra da teslim olmuştur. Cumhuriyeti cami avlusunda terk edenler, kaderlerini de cemaatin insafına bırakmıştır. Batının kendi değerlerine ihaneti ise, bu süreci tamamlayan bir işlev görmüştür. Bir ülkenin, gericilikle tarihsel hesaplaşma defterini kapatmadan, o yükle yoluna devam etmesi imkânsızdır. Dolayısıyla; eğer

  • Türkiye dinci gericiliği aşamaz ise,
    hibrit bir rejime ve topluma sürüklenerek en iyi olasılıkla Pakistanlaşacaktır.

HATA YAPMA LÜKSÜ YOK!

Bu nedenle, -eğer tarih ertelenmez ya da öne alınmazsa- önümüzdeki 6 ay içinde yapılacak cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri, yukarıda da altı çizildiği gibi, her hangi bir siyasal yarış olmanın çok ötesinde bir anlam kazandı. İslamcı faşizan iktidar, özellikle AKP liderliği bu durumun bilincinde görünüyor. O nedenle bütün gücüyle Cumhuriyetin tasfiyesini tamamlamaya, düşük yoğunluklu da olsa bir İslami rejim kurma hedefine ulaşmak için çalışıyor.

Bu amaçla, ne yasa ne hukuk tanıyor. Dahası, elinde tuttuğu devletin bütün olanaklarını kullanıyor.

Siyasal sahtekârlık, hile, baskı, adli ve polisiye güçleri kullanmak gibi her yöntemi meşru sayan bir tutum izliyor. Sonuç olarak önümüzde, siyasal ve toplumsal bakımından sert, çatışmalı ve ülkenin canını yakabilecek bir süreç bulunuyor.

  • Ancak, eğer gereği yapılır ve doğru bir siyasal mücadele hattı kurulabilirse,
    bütün rezervlerini tüketen, siyasal ve ideolojik bir iflas yaşayan İslamcı hareketin
    başarı şansı bulunmuyor
    .

Büyük bedeller ödense de, toplumun Arap-Selefi yobazlığına teslim olması imkânsız görünüyor. Ancak, bu ifadenin şartlı bir cümle olduğunu da unutmamak gerekiyor. Eğer gereği yapılırsa…

SİYASAL VE TARİHSEL ÖMÜR

Siyasal ömrünü tamamlayan Erdoğan-AKP iktidarı, tarihsel ömrünü uzatmaya çalışıyor. Ne yazık ki, bunu son 7 yıldır başardığı da ortada. İslamcı iktidar gücünü önemli ölçüde, devlet aygıtını elinde tutmaktan, muhalefetin dağınıklığı ve programsızlığından alıyordu. Muhalefetin ulusa önderlik etmek konusundaki kapasite eksikliği, İslamcı iktidarın en büyük güç kaynağını oluşturuyordu. Bu boşluğun belli ölçülerde doldurulduğu bir dönemden geçiyoruz. Fark budur.

Çıkış, seçimlere bir “devrim” anlamı yüklemeden, AKP-MHP bloku karşısında gerçek bir seçenek oluşturmaktan geçiyor. CHP öncülüğünde oluşturulan Millet İttifakı / Altılı Masa böyle bir seçeneği oluşturacak mümkün ve en büyük güç gibi görünüyor. Bu ittifak, tam olarak cumhuriyetçi, halkçı, aydınlanmacı, kamucu, laik ve yurtsever bir seçenek olmasa da kazanmaya en yakın seçenek olma özelliğini de taşıyor. HDP’nin merkezinde yer aldığı Emek ve Özgürlük İttifakı ile Sosyalist Güç Birliği de Altılı Masa ile hem eleştirel bir ilişki hem de koordineli bir tutum izlemelidir. Altılı Masa ya da Millet İttifakı’nın en önemli eksiği soldur. Dolayısıyla bu ittifakı bir sol eleştiri altında tutmak, hem gerekli hem de tarihsel bir görevdir.

Eğer, önümüzdeki seçimler toplumun kaderini yeniden belirleyecek bir öneme sahipse, hile yapılmasına, halkın iradesinin çalınmasına asla izin verilmemelidir. Bu olasılık yüksektir. Ama seçimlerde hile yapmak yasalar önünde hala suçtur. Bu unutulmamalıdır. Dolayısıyla bu olasılığa karşı, yani ülkeyi kaosa sürüklemeyi bile göze alan bir güçle, gerekirse aynı şekilde mücadele etmeye hazır olunmalıdır.

GERİCİ-FAŞİZAN BLOK YENİLEBİLİR!

Çok açık ki, Erdoğan ve kadrosu iktidarı kaybetmekten fena halde korkuyor. Bu nedenle kolay kolay pes etmeyecektir. Çünkü ağır bir hesap sorma dalgasıyla karşılaşma olasılığı çok yüksektir. Dolayısıyla, Erdoğan-AKP iktidarı, geleceğini güvenceye alacak bu seçimi kazanmak için ellerinden gelen her şeyi yapacaktır.

  • AKP’nin yolun sonuna geldiği, dirense bile bu sondan kaçamayacağı açıktır.

Erdoğan ve partisinin tarihsel ömrünü uzatacak tek şey; muhalefetin ahmakça hataları, toplumcu güçlerin tarihsel süreci doğru okuyamamaktan kaynaklanacak yanlış siyasetleri ve beceriksizlikleri olacaktır.

İslamo-faşist yükselişin sert bir kırılmaya uğratılmasının toplumsal, tarihsel ve siyasal koşullarının büyük ölçüde oluştuğunu söyleyebiliriz. Henüz kurulu düzenin sınırları dışına çıkmaya hazır olmasalar da, geniş toplum kesimlerinin tepkilerini seçim sandıklarına yansıtacakları öngörülebilir.

Yapılacak iş, seçim güvenliği için daha çok çalışmak,
sandıklara ve halkın iradesine etkili bir şekilde sahip çıkmaktır.

Özellikle seçim gecesi olası bir hile ya da sahtekârlık girişimine anında ve etkili bir şekilde karşı koymak, eğer sokaktan gelecek bir saldırı söz konusu olursa, sahada da yanıt vermeyi göze almaktır.

Direniş!

Direniş!

Merdan Yanardağ
ABC Gazetesi
, 25.11.18
Her şeyin kötüye gittiği duygusunun, karamsarlık ve umutsuzluğun toplumda yayılmaya başladığı bu dönemde, gerçekte tablo hiç de kötü değil. Çünkü Türkiye direniyor!
Devleti ele geçiren Erdoğan-AKP iktidarı, kamu gücünü elinde bulundurduğu, hukuku askıya aldığı, baskı aygıtlarını sorumsuzca kullandığı ve bütün rant dağıtım araçlarını kontrol ettiği halde, toplumun çok önemli bir kesimi teslim olmuyor.
Girdiği her seçimi şu ya da bu şekilde (hile yaparak, devlet olanaklarını kullanarak, rant dağıtarak vb.) kazanmasına rağmen, ülkenin % 50’si “hayır” demeye devam ediyor.

Umutlu olmak için bu direniş ve potansiyel yeterlidir. Toplumun %50’den fazlası her şeye karşın teslim olmuyor, geri çekilmiyor, direnmeye devam ediyor. Baskıya, hakarete, devlet olanaklarının dışında tutulmaya, her düzeydeki ahlaksızlığa, riyaya, iki yüzlülüğe karşı mücadeleyi sürdürüyor.

Açık ki, Erdoğan liderliğindeki AKP sadece iktidarı değil, devleti de ele geçirmiş durumda… AKP liderliği, devletin bütün baskı ve refah araçlarını kontrol ediyor. Daha önemlisi iktidarın izlediği siyaseti destekleyen küçümsenemeyecek bir toplumsal tabanı da var. Evet, tablo ilk bakışta kötü görünüyor. Durum, klasik faşist hareketlerin iktidarı ele geçirme ve toplumu teslim alma süreçlerine benziyor. Yani, devletin şiddet aygıtları (adliye, polis) yoluyla yukarıdan aşağıya doğru uygulanan çok yönlü ve hukuk dışı bir baskı dalgası, aşağıdan yukarıya ise toplumu kuşatma ve teslim alma hamlesi..

İKİ YÜZDE ELLİ ARASINDAKİ FARK!

Yukarıda özetlediğimiz ve ilk bakışta kahredici görünen güce karşın, başta kültürel ve ahlaki iktidar olmak üzere, ülke hala ve tam olarak AKP’nin hakimiyetinde değil. Öyle ki, bir önceki çağın değerler dünyasına, siyasal kültürüne, estetik anlayışına dayanan islamcı hareket, tam da bu nedenle yeni bir düzen kuramıyor. Çünkü, iktidarın tarihsel meşruiyeti de yok. İslamcı hareket, geri olanı, çürüyeni, insanlığın aştığı değerleri ve yozlaşmış bir hayat anlayışını temsil ediyor… Görgüsüz, bilgisiz, rüküş ve ‘demode’ bir hareket olmanın ötesine geçemiyor.

Elbette şöyle düşünülebilir; toplumun % 50’si direniyor, ama diğer % 50 de islami bir rejimi zorluyor. İlk bakışta durum böyle… Ama, siyasal ve toplumsal tabloya daha yakından bakıldığında gerçek durumun çok farklı olduğu görünüyor. Birincisi; iktidarın yanında görünen % 50 -ki gerçek rakam daha aşağıdadır- içinde de cumhuriyet aydınlanmasından payını alan geniş bir kesim bulunuyor. Örneğin artık bu ülkede hiç kimse kadınların seçme ve seçilme hakkını elinden alamaz. İkincisi; direnenler toplumun en ileri kesimleridir. Bu ülkenin üreten, katma değer yaratan, bu toplumun kültürünü oluşturan, vergisini veren, devletini ayakta tutan, eğitimli, kentli kesimleri ve bu anlamda en gelişkin unsurlarıdır.

Toplumun şizoid bir yarılma yaşadığı, ulusun ruhunun parçalandığı bir tarihsel dönemeçte böyle bir farklılığın oluşması çok doğaldır.

ÇÖKEN HİPOTEZ

İslamcı hareket ve muhafazakar entelijansiyanın iddia ve eylemleri siyasal bir tarih hipotezine dayanıyordu. İşte o hipotez, yaşam tarafından yanlışlanarak çöktü. Bu çöküş gözden kaçırıldı. Bu hipotezi şöyle özetleyebiliriz:  Osmanlı’dan itibaren aydınlanma ve modernleşme girişimleri devletle milleti birbirine yabancılaştırdı. Devlet bir avuç Batıcı seçkinin eline geçti. Bu nedenle, özellikle Cumhuriyetle birlikte, devlet ve millet arasındaki bütün bağlar koptu. Devlet milletin değerlerine yabancılaştı. O aşamadan sonra devletle (Cumhuriyet diye okuyun) millet arasında bir kavga yaşandı. Biz, devletle milleti barıştıracağız. Bunun tek yolu da devleti milletin değerleri ile uzlaştırmak, onu milletin değerleri temelinde yeniden yapılandırmaktır. Milletin değerleri ise İslam’dır.

Gerici tarih ve siyaset hipotezi özetle böyledir.

Öncelikle sorulması gereken soru şudur: Hangi İslam? İslam’ın hangi yorumuna göre devleti yeniden yapılandıracaksınız? Dünyada böyle girişimlerin tamamı felaketle sonuçlandı. İslamcı hareket ve muhafazakar entelijansiya bu büyük yanılgıya dayalı hipotezi sürekli tekrarlayarak kendi camialarında genel kabule dönüştürmüştü. Bu yanılgının belli başlı boyutlarını şöyle özetleyebiliriz:

Birincisi; İslamcılar kendi dar ideolojik önyargılarını ve görüşlerini “milletin değerleri ve talepleri” sanıyorlardı. Bu nedenle topluma İslam’ın dar bir ideolojik yorumunu, Selefi ilkelliğini din diye dayatıyorlardı. İşte toplumun geniş bir bölümü buna itiraz etti.

İkincisi; İslamcı hareket ve muhafazakar entelijansiya 200 yılı aşan bir oyluma sahip Osmanlı- Türk aydınlanması ve Cumhuriyetin birikimini hafife almışlardı. Oysa Türkiye’nin aydınlanma ve modernleşme birikimi sanılandan daha büyük ve güçlüydü.

Üçüncüsü ise; devletle (Cumhuriyetle) milletin İslami değerlerler ve talepler üzerinden kavga halinde olduğu teziydi. En büyük yanlış da bu yaklaşımdı. Çünkü, Türkiye’de halkının büyük bölümünün Cumhuriyetin kazanımlarını içselleştirdiği kezlerce ortaya çıkmıştı. Cumhuriyetin toplumsal temeli sanılandan daha büyüktü. Anadolu ve Rumeli Müslümanlığı ile Emevi yobazlığı arasında derin bir doku uyuşmazlığı vardı ve bu uyumsuzluk hiçbir zaman giderilemeyecekti.

Devlet bir avuç Batıcı seçkinin değil, 1970’lere kadar Cumhuriyetçi kuşakların yönetimindeydi. AKP iktidarının bütün çabalarına karşın, 16 yıldır ona ve Cemaatlere teslim olmayan geniş halk kesimleri, 2007’deki dev cumhuriyet mitingleri, ulusal bayram ve günlerde sokaklara çıkan kitleler ve milyonlarca yurttaşın eylemli olarak katıldığı Gezi direnişi bunun en önemli kanıtıydı.

ÇIKIŞ YOLU

Sonuç olarak;

  • Türkiye, totaliter bir rejim inşa etmeye yönelen siyasal islamcı iktidarın yarattığı kuşatıcı baskı ile, bu girişime karşı koyan toplumsal direniş odaklarının yarattığı gerilim ikliminde salınıyor. Toplum, tarihsel yönünün yeniden belirleyeceği bir yol ayrımında duruyor. Bütün uzlaşma zeminlerinin imha edildiği bu süreçte, sert bir çatışma ve kırılmanın yaşanması ise kaçınılmaz görünüyor.

Önemli olan şudur: Türkiye gericiliği ne yapmak istediğini biliyor, hedefleri belli… Çünkü, İslamcılar, çok uzun süredir hazırladıkları programını yaşama geçirmeye çalışıyor. Buna karşılık, ülkenin ilerici, cumhuriyetçi, sol ve laiklikten yana kesimleri, büyük bir güç olmalarına karşın, bu saldırıyı karşılayacak bir program ve liderlikten henüz yoksun görünüyor.

  • Toplumsal direniş cephesi dağınık ve öndersiz. Asıl sorun budur.

Yukarıda da ifade edildiği gibi, toplumun % 50’sini aşan kesimlerinin iktidara karşı direnişi, bu gerici ve faşizan kuşatmayı kırmak için yeterince büyük bir toplumsal gücün olduğunu ortaya koyuyor.

  • İhtiyacımız olan şey ilerici, kamucu, halkçı ve cumhuriyetçi bir cephe oluşturmaktır.

Net bir programa ve siyasal hedefe sahip, önderlik boşluğunu dolduracak bir cephe.. Bütün dünyada siyasal İslamcılığın iflas ettiği bir tarihsel kesitte, ülkemizdeki a-tipik duruma son vermek zor değildir. Ancak, unutmamak gerekli ki, hiçbir toplumsal/siyasal değişim kendiliğinden olmayacaktır.