Etiket arşivi: “Büyük Kürdistanı” kurmak

Dr. Noyan UMRUK : SANDIĞA GİDERKEN…


SANDIĞA GİDERKEN…

portresi 

Dr. Noyan UMRUK
AYDINLIK
, 10.8.2014

 
Yıllardır söyleniyor bu gidişat, gidişat değil diye…

Bir tuhaf adamın iki dudağının ucundaki iç, dış politikalarla ülkeyi getirdiği hale bakın…

Yüzlerce emekçi biçare serçeler gibi can vermekte…

Ülke, haydutlarla sarmaş dolaş olarak, diplomatlarını, vatandaşlarını onlara kaptıranların aymazlığı ile Ortadoğu bataklığına iyice saplanmış…

Acze düşürülmüş Cumhuriyet kurumları, güvenlik güçleri, yerlerde sürünen Albayrak bütün bunların üzerine tüy dikmekte…

Bir türlü doymak bilmeyen hazret ve şürekâsı ise köprü, hava alanı, kanal falan
korkunç rantlar peşinde…

Yolsuzluk ve çürümüşlük almış başını gitmişken, bunca pisliği alelacele oluşturdukları yargıya temizletme operasyonları…

Ve de “Yediğin hurmalar, bizi niye ırgalar…”, “Bizi asıl İsrail ve Kürdistan ırgalar…”  havasındaki küresel patronlar…

Temel sorun:

Aslında sorun pek o kadar da karmaşık değil. Sorun tek. O da hukukun da,
güvenliğin de, dış politikanın da, eğitimin de, gelir dağılımının da, temel hak ve özgürlüklerin de, dinin de, ahlakın da içine edenlere, transa geçilmiş gibi hala koştura koştura oy verilebilmesi… 1930-40’lar Almanyası’nın alaturkası…

Neden bu duruma düştük? 

Neden, Gazi’nin böbrek rahatsızlığı nedeni ile bulunduğu Karlsbad’da kendisini ziyarete gelen bir Türk hanıma daha 1918’lerde söylediklerinde ifadesini buluyor:

  • “…Yarın elime bir yetki geçerse sosyal devrimi hızla  uygularım.
    Çünkü ben, halkın ve ulemanın benim düzeyime gelmesini bekleyemem. Böyle bir davranışa ruhum isyan ediyor…
    Halkı bir an önce kendi düzeyime çıkarmaya çalışırım …”
    (1)

İşte bizce neden bu… Gazi’nin erken ve yorgun ölümü ile sosyal devrimin, aydınlanmanın yarım kalmış olması… Darbe darbe deniliyorsa, asıl darbe
Aydınlanma Devrimine vurulan hayâsız darbeler 

Cumhuriyet tarihimize şöyle bir bakalım:

II. Paylaşım Savaşı… Ortalığı kasıp kavuran Faşizm-Nazizm rüzgârları… Sınırlarımıza dayanmış Alman panzerleri… İstiklal Savaşını henüz kazanmış yoksul bir ülkeyi savunma endişeleriyle tüm kaynakların bu amaca yönlendirilmesi… Kafasında dolaşan dokuz tilkinin kuyruklarının birbirine değmediği söylenen diplomatik zekasıyla
“Ülkeyi savaşa sokmayan”, kendisine “Bizi aç bıraktın” diye bağıran halkına,
“Ama babasız bırakmadım” yanıtını veren Milli Şef İNÖNÜ dönemi…

Ülkeyi savaşa sokmama hünerini gösteren Milli Şefin, bu kez, zor yılların halk üzerindeki etkileri giderilmeden, savaş sonrası estirilen demokrasi rüzgârlarına kapılarak
“erken demokrasi yolculuğunu” başlatması… (AS: 1946 seçimleri ve DP)

1950 Seçimleri… Buram, buram popülizm kokan, demokrasi deneyiminden yoksun
bir iktidar ve Aydınlanmaya ilk büyük amansız darbe:

  • Aydınlanmanın meşalesi Köy Enstitülerinin kapatılması… (1954)

Ve döneminin en ileri Anayasalarından olan 1961 Anayasası ile siyasal, sosyal hak ve özgürlüklerinin ayırdına varmaya başlayan halkın, “Toprak işleyenin, su kullananın!” diyen rahmetli Ecevit’i, 12 Mart (AS: 1971) sürecinin “Sosyal gelişme, ekonomik gelişmeyi geçti.”, “Bu elbise (anayasa) bize bol geliyor.” teranelerine karşın
iktidara getirmesiyle ülkede milli eğitimde Üstündağ’lı, TRT’de  Cem’li yeni bir Aydınlanma rüzgarının esmeye başlaması…

Ve de iç ve dış mihrakların bu kısa süreli rüzgârı, bu kez de ülkeyi iç savaşa sürüklemekte olan sağ- sol kavgasının dramatik sonucu olan 12 Eylül 1980 darbesi ile kesmesi…

1980’lerden bu yana ise sistematik ve giderek artan biçimde Aydınlanmanın Homo Sapiens’ini (Düşünen, sorgulayan insan), Homo Economicus’a dönüştürme operasyonları… Toplumun yarım kalan Aydınlanma Devrimini yaşam biçimi olarak özümsememiş kesimlerine sosyal hiyerarşideki konumlarına göre ihale, haksız zenginleşme, servet transferi, iş, makam, siyasal ikbal sağlayarak; yoksul kesimlere ise iane dağıtarak ya da uydurma dinsel motiflerle aidiyet duygusu yaratıp toplumun
karpuz gibi önce ortadan ikiye, daha sonra da dilimlere bölünmesi…

Sonuç;

Bugün bizlere sandıkta sorulan soru şu:

a- Aydınlanma Devrimini yeniden canlandırıp, çağdaş uygarlık düzeyini aşma idealindeki onurlu bir ülkenin yurttaşları mı olmak istiyoruz?

b- Yoksa lümpen bir diktatörün yönetiminde her an iç savaşa gebe bir Ortadoğu ülkesi mi?   

Çıkmadık canda umut vardır…“B” şıkkının baskın çıkması durumunda ise günah bizden gider. O zaman zaten siyasal arenanın çok hareketli olacağı, kartların yeniden karılacağı, yitirenler kulüpleri ile dolu bir döneme gireceğiz. İşte asıl o zaman enerji ve sinerjiye (görevdeşlik) ihtiyacımız var…

(1) Hıfzı TOPUZ; Gazi ve Fikriye, Remzi Kitabevi, 2001, syf. 108

=============================

Dostlar,

Evet…
Ne yazık ki Dr. Umruk’un

…lümpen bir diktatörün yönetiminde her an iç savaşa gebe bir Ortadoğu ülkesi mi?

seçeneği baskın çıktı..

12. CB’nı / Yarı Başkanı seçti “soylu halkımız”…

Artık bundan sonrasına yoğunlaşma zamanı…

İşte asıl şimdi enerji ve sinerjiye (görevdeşlik) gereksinimimiz var..

Sevgi ve saygıyla.
11.8.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Rıfat Serdaroğlu; MİT : MİLLETİ İZLEME TEŞKİLATI


MİT : MİLLETİ İZLEME TEŞKİLATI

portresi3Rıfat Serdaroğlu

Türk Devletinin, Lâik Cumhuriyetin, Hukuk Devletinin, Atatürk İlke ve Devrimlerinin bekçisi olan
Türk Milli Ordusu
, Bademler ve onların

“Federe İslam Devleti” hedefi için ciddi bir tehlike idi.

Önce Türk Ordusu çökertilmeliydi!

Bunun için ABD Derin Devleti – CIA Tutsağı Cemaat ve AKP’li Bademler
bir araya geldiler ve bir plan üzerinde anlaştılar.

AKP Hükümeti ve Erdoğan, Cemaatin Amerika’da yetiştirilmiş elemanlarına
devletin en önemli koltuklarını ikram etti.

  • Cemaatin Polisleri, Cemaatin Savcılarıyla, Amerikalı uzmanların denetiminde çalışarak sahte dijital deliller, sahte belgeler ürettiler.

Bunlar tarafından bir yerlere bombalar-silahlar gömüldü ve imzasız ihbarlarla
bu silahlar, koyanlar tarafından bulundu ve suç Türk Subaylarının üzerine yıkıldı.

“Kasaptaki ete soğan doğramadığını” söyleyen zavallı paşalar ve koltuk meraklısı Tombalak paşalar, göz göre silah arkadaşlarını bademlere sattılar.

Türk Ordusunun Komuta Heyetinin yarıya yakını zindana atıldı.
Geri kalanlar ya sessizliğe büründüler, ya da Bademlerin emir eri oldular.

Sırada Polis Teşkilatı vardı.

Türk Ordusunun çökertilmesinde kullanılan Cemaat elemanları,
görevlerini yerine getirince bizzat Başbakan Erdoğan tarafından
“Paralel Devletin” elemanı olarak, “Başbakan’a böcek koymakla” suçlanmaya başlandı.

Bir gecede binlerce polis darmadağın edildi.
Tam bir kıyım yapıldı.

Kış günü Polis Sürgünü öyle bir hal aldı ki, kendi atadıkları İzmir İl Emniyet Müdürünü 31 gün sonra, yine kendileri görevden aldılar!

Türk Emniyet Teşkilatının yarıya yakını darmadağın edildi.
Geri kalanlar ya sessizliğe büründüler, ya da Bademlerin özel koruması oldular.

Yargının başı kel mi?

Kendi mesleksel bilgileri, becerileri, dürüstlüklerinde eksiklik olduğu için kendi güçleriyle bir yerlere gelemeyen kimi çapsız Yargı mensupları, Cemaatin ve Bademlerin adamı olmayı utanmadan kabul ettiler.

Badem-Cemaat işbirliği, bu kişilere, hiçbir namuslu ve erdemli Yargı mensubuna yaptıramayacakları işleri yaptırdılar.

Bu iki güç, bazı kişileri tetikçi olarak kullanıp, insanların yaşamlarını kararttı,
özgürlüklerini ellerinden aldı.

Bademlerin bunlarla işleri bitince, üstüne üstlük Bademlerin hırsızlıkları-yolsuzlukları ortaya çıkmaya başlayınca, bunlar da tu-kaka ilan edilip, kış günü Adalet Bakanı
Bekir Bozdağ’ın emrine girmekte bir sakınca görmeyen HSYK tarafından
darmadağın edildiler.

Sıra kendi elemanlarını darmadağın eden HSYK’nın dağıtılmasına gelmişti.
Bademler işi öylesine azıttılar ki, çaycıdan, temizlikçiye dek herkesi görevlerinden alacak yasayı, kokmayan Gül’e gönderdiler.

Türk Yargı Mensuplarının yarıya yakını darmadağın edildi.
Geri kalanlar ya sessizliğe büründüler, ya da Bademlerin özel elemanı oldular.

Darmadağın edilecek, çökertilecek neresi kalmıştı?

MİT! Eski adıyla Milli İstihbarat Teşkilatı.

Geçmişinde ülkemize çok sayıda şerefli hizmetlerde bulunan kurum, aslen Ağrı’lı olan ve Van’da akrabaları bulunan, Amerikan eğitimli, Kürtçe bilen (!) emekli Başçavuş
Hakan Fidan’a 2009 yılında “Paket Servis, yerinde teslim” formülüyle teslim edildi.

Fidan, PKK’ nın üst düzey yöneticileriyle Oslo’da yapılan görüşmeler kamuoyuna yansıyınca, Cumhuriyet Savcılarının takibinden Büyük Abileri, Gül ve Erdoğan’a sığınarak kurtuldu.
Erdoğan bir gecede yeni bir yasa çıkartarak Fidan’ı “şimdilik” korumasına aldı.

Şimdiki MİT Yasası ise, MİT’e demokratik dünyada hiçbir devlette olmayan “Denetimsizlik ve Yasal Dokunulmazlık” vermeyi amaçlıyor.

Eğer bu yasa böyle çıkarsa,
Türkiye’de hiç kimsenin yasal güvenliği kalmayacaktır.

Oslo’da PKK ile “Silahlı PKK güçlerinin, Diyarbakır’da ve bölgede Polis yapılması”
konusunda anlaşan Fidan’ın önünde, artık Türk Milletinden başka bir engel kalmadığı anlaşılıyor.PKK’nın bölgede özel kıyafetli, silahlı “Asayiş Güçleri” oluşturması
ve T.C. Devleti’nin tüm yöneticilerin trene bakar gibi bunları seyretmesinin
başka bir açıklaması olabilir mi?

Türk Milli İstihbarat Teşkilatı’nın, Bademlerin Kürtçü-Bölücü politikalarına karşı çıkan yönetim kademesinin yarıya yakını dağıtıldı.

Geri kalanlar ya sessizliğe büründüler ya da Badem Özel İstihbarat Kuruluşu’nun elemanları olmayı içlerine sindirdiler.

Tüm bu tahribatların, yıkımların tesadüfen olduğunu sananlar ya haindirler
ya da salaktırlar.

Hepsi bir büyük oyunun parçasıdır.

Gitmek istedikleri hedef, Kürtçülerin şimdilik özerk olacakları ”
Federe İslam Devletidir”
Sonra 4 parçadan oluşan yapıyı birleştirip, ikinci İsrail olacak

“Büyük Kürdistanı” kurmak çocuk oyuncağı olacaktır.

Başbakan Erdoğan’ın bu sıralar ağzına Öcalan’ı ve Esed’i almaması, dikkatleri sürekli olarak kendi kurdurduğu “Paralel Devlete” çekmesi, BDP’nin yolsuzluk ve hırsızlık olaylarında bile Bademleri desteklemesinin esas nedeni budur.

Başarabilecekler mi?
Elbette ki hayır.
Türk Milleti’nin direncini asla kıramayacaklar ve hepsi ama hepsi, mevkileri
ne olursa olsun, mutlaka gerçek Bağımsız Türk Yargısına hesap verecekler
ve cezalarını çekeceklerdir.

Şu an dahi panik halindedirler.
İçlerindeki sözü dinlenen, eli kalem tutan düşünce insanlarının bunlardan teker-teker kaçtıklarını ibretle görmekteyiz.

Maaşlı elemanları olarak ellerinde
Nagehan Alçı – Abdülkadir Selvi – Akif Beki – Rasim Ozan Kütahyalı kaldı.

Tıpkı Bekri Mustafa’nın imam olması gibi, Bademleri savunmak bu dörtlüye kaldıysa, bırakın hayal kurmaya ve istihbaratçılık oynamaya devam etsinler.

Sonları yakındır…