Etiket arşivi: Andrew Wakefield

TARİH BOYUNCA AŞI KARŞITLIĞI

Dr. Ceyhun BALCI

Tarih, geçmişi bilmeyi sağladığı gibi bugünü anlamayı ve geleceği kurgulamayı sağlamada önemli vazgeçilmezimiz. Aşı karşıtlığının ya da kuşkuculuğun aşıyla yaşıt bir olgu olduğunu bildiğimizde tarihte yaşananların yanı sıra günümüze yansımalarının önemi de ortaya çıkmış olur.

Jenner’ın çiçek aşısı

Jenner’ın buluşuyla yaşamımıza giren aşının Batı dillerindeki karşılığı olan Vaccine, Latince sığır demek olan Vacca’dan köken almış. Binyıllar boyunca milyonlarca can alan çiçek virüsü ancak etkili bir aşıyla durdurulabildi. Bu yazıyı yazarken belleğim beni çiçek aşısı olduğum ilkokul yıllarıma götürdü. Çiçek aşısının izi sağ kolumda benimle birlikte var olmayı sürdürüyor. Seksenli yıllarda (AS: 1978’de) çiçek hastalığının kökü kurutulunca aşısı da aşılama izlencesinden çıkartıldı. Çiçek mikrobu günümüzde varlığını ancak laboratuvarlarda sürdürebiliyor.

İlk modern aşı olan Dr. Edward Jenner’ın çiçek aşısını yaptıracakları korkutmak için söylenenler :

“Bu aşıyı yaptırırsanız inekler gibi boynuzlarınız çıkacak. Kadınlarımız yakın gelecekte inek kılıklı erkeklerle aşk yaşamak zorunda kalacaklar.” (İlk çiçek aşısı inekte çiçek hastalığına yol açan virüsten üretildiği içindir inek benzetmesi) Çiçek hastalığı Jenner zamanında bile hastalandırdığı her 5 kişiden birini yaşamdan kopartmaktaydı. İnsanlık tarihi boyunca yaşanan çiçek salgınları sayısız insanı öldürmekle kalmadı. Tarihin yeniden yazılmasına bile yol açtı. Yalnızca Jenner’ın çiçek aşısının 530 milyon insanın yaşamını kurtardığı hesaplanmış.

Az önceki bölümcede bugün gülümsememize yol açmaktan öte anlam taşımayan (!) sözlere dinci çevrelerin aşılama yoluyla hastalığı önlemeyi Tanrı’nın işine karışmakla özdeş tutmalarını eklemekte yarar var.

Aşı-aşı karşıtlığı : Ayrılmaz ikili

Çiçek hastalığına karşı kitlesel aşılamayla birlikte kendisini gösteren aşı karşıtlığı/kuşkuculuğu hemen her dönemde varlığını korudu. Bu süreçte, adının önünde akademik unvanlar taşıyan hekimler, gazeteciler, entelektüeller ve elbette konuyla uzaktan yakından ilintisi olmayan, en küçük birikimi bulunmayan sayısız kişi azılı aşı karşıtı olarak kamuoyunu etkileyebildi.

Hemen vurgulamakta yarar var!

Aşı karşıtı topluluk kendi içinde son derece farklı eğilimleri barındırmaktadır. Liberaller, muhafazakârlar, dinciler ve kendisini sosyalist olarak tanımlayanlar başta olmak üzere akla gelebilecek her eğilimden insana rastlanabilir bu ortamda. Özellikle proletaryada, üst sınıfların aşı aracılığıyla kendileri üzerinde egemenlik kurmak isteyebilecekleri kuşkusunun baskın olduğunu eklemekte yarar var.

Bu ve benzeri eğilimlerle savaşım için “aşı zorunluluğu” koyan yasaların çıkartılması çözümden çok sorunun parçası oldu. İngiltere’de Leicester, aşı karşıtı cephenin başkentine dönüştü. İngiltere’de XIX. yüzyıl ortalarında aşılanmayı zorunlu kılan yasanın aşı karşıtı etkinlikleri kışkırtıcı ve özendirici bir sonuca yol açmış olması aşıyı zorunlu tutma konusunda iyi ve ayrıntılı düşünme gereğini fazlasıyla ortaya koymuştur.

Zorunlu aşıyla ilgili ülkemiz deneyimine de değinmekte yarar var.

Türkiye’de aşı

Bilimde üretken olmayan Osmanlı’nın bilimsel buluşların ürünü olan teknolojinin önde gelen alıcısı olduğu bilinir. Bu kapsamda çiçek aşısının uygulanması için 1885’te dünyada da bir ilk olan Çiçek Nizamnamesi çıkartılmıştır. Aşılanmayan kişiler askeri ve yatılı okullara alınmayarak aşılanmanın özendirilmesi amaçlanmıştır. İzleyen yıllarda bebeklerin aşılanması ve çocuklarını aşılatmayan ailelerin yaptırıma uğratılması yasaya (AS: Nizamname; Tüzük) eklenen diğer maddelerdir.

Osmanlı’daki yasaya (AS: Tüzüğe) 1915’te eklenen maddeyle her Osmanlı vatandaşının 6 aylıkken, 7 yaşında ve 19 yaş sonunda olmak üzere üç kez aşılanması zorunluluğu getirilmiştir.

Cumhuriyet’le birlikte önem kazanan toplumcu ve koruyucu sağlık anlayışı doğal olarak aşıyı da kapsamıştır. Türkiye, Cumhuriyet’le birlikte aşı müşterisi olmak yerine aşının üreticisi olma yoluna gitmiştir. Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü, kapatıldığı 2011 yılına dek hemen her aşıyı üretebilme yeteneğine sahip bir kurum olarak son derece verimli olmuştur. Osmanlıcı anlayışın Enstitüyü kapatmasıyla birlikte yeniden aşı alıcılığı dönemi başlamıştır. Günümüz salgın koşullarında bu müşteriliğin tavana vurduğu ortaya çıkan bağımlılıkla kendisini göstermiştir.

Aşı karşıtlığı aşılarla birlikte gelişip serpiliyor

Çiçek aşısını izleyerek yaygın kullanıma giren Difteri-Tetanus-Boğmaca üçlü aşısı da aşı karşıtlarını harekete geçirmiş. Özellikle nörolojik belirtilerden sorumlu tutulan bu üçlü aşıya yönelik karşıtlık kabarması 1974’te % 81 olan aşılanma oranlarını 1980’de % 31’e  düşürecek denli etkili olmuş. Sonuç mu? Yirmi birinci yüzyılda uzayın derinliklerine yolculuk yapmayı tasarlayan insanlık boğmaca salgınlarıyla baş etmek zorunda kalmış. 2021’de İngiltere’de 9300 boğmaca olgusu kayıtlara geçmiş.

Acıklı olaydan güç alan aşı karşıtlığı

Aşı tarihindeki acıklı olayların da aşı karşıtlığına katkıda bulunduğu unutulmamalı. Örneğin, XX. yüzyıl başında kullanıma sokulan Tüberküloz aşısı ilk üretildiğinde canlı bakterilerin aşıya karışması ölümlere yol açınca bu aşının yeniden kullanıma girmesi için 2. Dünya Savaşı’nın sonu beklenmiş. Aşı üretiminin değilse bile güvenliğinin emekleme aşamasında olduğu yıllarda BCG aşısının başına gelenin aşı yandaşlarını düş kırıklığına uğrattığı kuşkusuzdur. Ancak, ilerleyen yıllarda bu sorun aşılacak ve BCG aşısı dünyanın özellikle toplumcu tıp anlayışını benimseyen ülkelerinde vereme karşı önemli savunma gereci olacaktır.

Jonas Salk : Güneşin patenti mi var ki aşının olsun?

İkinci Dünya Savaşı sonrasında aşı konusundaki bir başka önemli adım çocuk felci aşısının kullanıma sokulması olmuştur. Bu ölümcül ve engelli bırakıcı hastalığın iki aşısından birini bulan Jonas Salk’ın insanlık tarihine bir diğer önemli katkısı “Güneşin patenti mi var da aşını olsun!” sözleriyle aşıdan kazanç sağlama fırsatını elinin tersiyle itmesi olmuştur. Aşı gibi önemli bir koruma gerecinin ticari nesneye dönüştürülmesine engel olan Salk bu davranışıyla aşı karşıtlığının önünü kesmeye de paha biçilmez katkıda bulunmuştur.

The Lancet, Wakefield ya da “fakefield” (Sahtebilim)

Gelelim aşı karşıtlığı/kuşkuculuğu yandaşlarına önemli fırsat sunan kilometre taşı niteliğindeki gelişmeye! Şimdilerde hemen herkesin adını duyduğu The Lancet dergisinde bundan 30 yıl kadar önce yer alan 12 olguluk çalışmayla Kızamıkçık-Kızamık-Kabakulak üçlü aşısının otizme yol açabildiği öne sürüldü. Yanlışlık anlaşılsa da, yazı geri çekilip yok sayılsa da, yazarın hekimlik yetkileri (AS: İngiltere’de) elinden alınsa da aşı karşıtlarının kullanımına altın tepside sunulan sahte bilim ürünü bugün de tepe tepe kullanılmaktadır.

Aşı karşıtlığı insanlık zaman çizgisinde ileriye giderken hızla yaygınlaştı. Modern tıp anlayışıyla ilintilendirilen endüstriyel tıp anlayışının akla, bilime ve vicdana sığmaz yanlışları da bu yaygınlaşmada etken oldu. Bugünlerde çok da tartışılmayan The Lancet’in aşı karşıtlığı cephesine yaşam öpücüğü sunan makalesine başkaca popüler bilim dergilerinden de destek geldi. Örneğin, New Scientist dergisi şifa kristalleri palavrasıyla elektronik ortamda bir siteye bağlananların hastalıklarından kurtulabilecekleri şarlatanlığına aracı olabildi.

Anayasa Mahkemesi’nin aşı kararı

Aşı karşıtlığının ülkemizdeki önemli kilometre taşının Anayasa Mahkemesi’nin 2015 yılında yeterli bilimsel görüş almadan vermiş olduğu bir kararla (AS: 2 karar) dikilmiş olduğunu üzülerek anımsıyoruz. Bu karara konu başvurunun bir hukukçuya ait olması da ironik bir durum olsa gerektir. Bu karara değin dişe dokunur bir niceliğe erişemeyen aşı reddi olgularında o tarihten bu yana gözle görülür bir artış olduğu gözlenmektedir. Son yıllarda sıçrama gösteren kızamık olguları bu durumun gündelik yaşama yansıması olarak algılanmalıdır. Bu kararı izleyen yıllarda artan aşı reddi sayılarından sonra tırmanan kızamık olgularının gözler önüne serdiği tablo çarpıcı olmanın ötesinde acıklıdır. Türkiye’de 2016 yılında yalnızca 9 kızamık olgusu görülmüşken, olgu sayılarının 2017’de 84’e, 2018’de 716’ya ve 2019’da ise 2905’e çıktığı görülmüş. Bu açık ve etkileyici tablonun günümüz aşı karşıtlarını ilgilendirmiyor oluşu düşündürücüdür.

Özellikle günümüz salgın koşullarında yargının da gelişime ve değişime açık olması gereğinin çok çarpıcı örneğidir. Bu yüksek yargı kararına karşın yürütmenin elinde aşılama konusunda biraz daha baskıcı ve zorlayıcı olmak için sayısız aygıt bulunduğunu da eklemeliyiz. Yeter ki kullanmak istesinler!

Aşı karşıtlığı/kuşkuculuğu olgusunun günümüzdeki durumuna değinmeyi bir başka yazıya bırakarak…

https://www.veryansintv.com/tarih-boyunca-asi-karsitligi

Aşı karşıtlarının iddiaları ve gerçekler

Aşı karşıtlarının iddiaları ve gerçekler

Türk Tabipleri Birliği (TTB) – Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu, Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK), aşı karşıtlarının iddialarını yönelik bir açıklama yayınladı.

Aşılar insanoğlunun sağlık alanındaki en değerli buluşudur. Hiçbir bilimsel ortamda aşıların gerekli olup olmadığının tartışıldığını duyamazsınız. Yapılması gereken, insanların aşı olmaması için değil, tam tersine, aşıların gelişmiş-gelişmemiş tüm ülkelere aynı miktarda ve kolaylıkla temin edilmesi, zengin-fakir herkese ücretsiz şekilde yapılması için mücadele etmektir. Aşılar bütün insanlık içindir.

Aşıların gereksiz olduğunu hatta zararlı olduğunu iddia eden, farklı gerekçeler öne sürerek aşılar konusunda toplumda kafa karışıklığı oluşmasına neden olan kişi ve kesimlere kısaca “aşı karşıtı” diyoruz. Aşı karşıtlığı ne yazık ki son yıllarda giderek daha çok taraftar toplamaktadır. Geleneksel olarak modernleşmeye-bilimsel ilerlemeye karşı olan kesimler dışında daha eğitimli, kentli, çağdaş yaşam süren ve teknolojik gelişmeleri destekleyen toplum kesimlerinde de aşılar ve aşılanma konusunda soru işaretleri oluşmaktadır. Sosyal medya ve öbür iletişim kaynaklarının yaygınlık kazanması aşı karşıtlarına daha geniş kitlelere ulaşarak iddialarını dillendirme ve yandaş kitlesini genişletme şansı vermektedir.

Kapitalist üretim biçiminin, düşünen-sorgulayan-araştıran “insan” yerine, sorgulamayan-inanan “tüketici” yetiştiren eğitim sisteminin insanları bilimsel düşünceden uzaklaştırarak metafizik ve akıl dışı düşüncelerin etkisine açık bırakıyor olması aşı karşıtlarının savlarının yayılmasını kolaylaştıran bir başka önemli etkendir. Aşı karşıtlarının komplo kuramlarını dillendirmedeki başarısı da kuşkusuz aşı karşıtlığının etkisini artırmaktadır.

2000’lerin başında İngiltere’de kızamık-kızamıkçık-kabakulak aşısının otizme neden olduğuna ilişkin yalan yayın yapan ve bu nedenle hekimlik diploması iptal edilen Andrew Wakefield, ABD’de aşı karşıtı hareketlerin etkinliklerinde yer alarak açık bir yalanı dillendirmeyi sürdürmekte, ne yazık ki hâlâ yandaş toplayabilmektedir.

Aşı karşıtlarının taktikleri     :

YALANIN BÜYÜĞÜNÜ SÖYLE

Aşı karşıtları toplumu ikna etmek için 2 önemli taktiğe başvurmaktadır.

Birincisi; doğru olmadığı açık olan bilgilerin büyük bir iddia ile doğruymuş gibi savunulmasıdır. Bilim insanları bunu çürütünce hemen başka bir iddiayı dile getirirler. Böylece kamuoyunu ve bilim insanlarını sürekli meşgul etmeye çalışırlar. Bunu yaparken bir önceki savlarının çürütülmüş olmasından hiç utanç duymadıkları gibi, o konunun önemsiz olduğu, asıl önemli olanın yeni sav olduğu yönünde bir algı yaratırlar. Bu böyle sürüp gider. Ülkemizden örnek verecek olursak, birkaç ay önce, adının önünde profesör unvanı olan bir doktorun grip aşısı içinde alüminyum bulunduğu için yaşlılarda Alzheimer hastalığına neden olduğu savı tam da böyle bir iddiadır. Üretilen hiçbir grip aşısının içinde alüminyum yoktur. Bu gerçeğin Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları (KLİMİK) Derneği tarafından kamuoyuna sunulmuş olmasına karşın, bu kişi ortaya yeni savlar atmayı ve insanları kandırmayı sürdürmektedir.

BİLİMSEL GERÇEKLERİ ÇARPIT

2. taktik çok daha ikna edici ve sinsidir. Açıkça yalan söylemek yerine bilimsel kimi gerçekleri çarpıtarak veya onlardan yanlış sonuçlar çıkartarak, bir anlamda bilimi kullanarak yalan söylemektir. Örnek vermek gerekirse, anne sütü bebeği infeksiyonlardan koruduğu için iki yaşını bitirene dek çocuklara aşı yaptırmak yerine anne sütü vermenin yeterli olacağını iddia ederler. Anne sütünün infeksiyonlardan koruduğu çok doğrudur. Hekimler anne sütünü bebeğin ilk aşısı olarak tanımlar. Ancak bu bilgi ne denli doğru ise buradan yola çıkarak dile getirilen “tek başına yeterlidir” savı o ölçüde yanlıştır.

Yine aşıların özel şirketlerce üretildiği ve bu şirketlerin aşı yan etkilerini gizlediği savı da benzer biçimde doğru bir bilgiden yanlış sonuç çıkartmaktır. Aşıları özel şirketlerin ürettiği, kâr etmeyi hedefledikleri doğru olmakla birlikte, aşı yan etkileri bağımsız bilimsel kuruluşlarca izlenmektedir.” (cumhuriyet.com.tr, 23.11.19)

Aşı karşıtlığının etkisini azaltabilmek, her fırsatta ve her ortamda bilimsel gerçekleri ortaya koymakla olanaklıdır. (http://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=cc313f06-0c65-11ea-b2cc-3f57f9d95314)

Türk Tabipleri Birliği
TTB – Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu
Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK)