Etiket arşivi: ahmet saltık

SON 60 YILDA NERDEN NEREYE GELDİK ??

SON 60 YILDA NERDEN NEREYE GELDİK ??

15 Şubat 1949 :
İlkokullarda isteğe bağlı olarak din dersleri okutulmaya başlanması öneriliyor.

1 Mart 1950 :
CHP hükümeti, Tekke ve Türbelerin Kapatılması’na Dair 677 sayılı yasayı yürürlükten kaldırıyor. Türk büyüklerine ait olanlar ve sanatsal değer taşıyanlar Milli Eğitim Bakanlığı’nca(!)
halka açıldı. Açılan türbe sayısı ilk aşamada 19 idi.

12 Nisan 1950 :
Mareşal Fevzi Çakmak için düzenlenen cenaze töreninde gericiler dini siyasete alet ederek
gövde gösterisi yapıyor.

29 Mayıs 1950 :
Başbakan Menderes, sâdece “Millete mal olmuş inkılâplarımızı saklı tutacağız” diyerek
irticaya ilk işareti veriyor.

16 Haziran 1950 :
Ezanın Arapça okunması yasağı kaldırılıyor.

5 Temmuz 1950 : Radyoda dini program yayınlama yasağı kaldırılıyor.

21 Ekim 1950 :
Milli Eğitim Bakanlığı, okullarda din derslerinin zorunlu olmasına karar veriyor.

3 Aralık 1950 :
Arap harfleriyle tedrisat yapmak için gizli ya da aleni dershane açanlar hakkında 23 Eylül 1931 günlü, 12073 sayılı kararnamedeki yasaklama kaldırılıyor. Böylece Kuran kursu ve imam hatip okullarına yeşil ışık yakılıyor.

1953:
Köy Enstitüleri, İlk öğretmen Okulları’na dönüştürüldü.

1954 :
Yasa değişikliği ile ”siyasi yayın ya da beyanlarda bulunmak, öğretim üyeliğinden çıkarılmaya neden olan bir suç” sayılmaya başladı.

1954 :
25 yılını dolduran öğretim üyelerinin emekliye ayrılmasını sağlayan yasa ile öğretim görevlilerini bakanlık emrine alan ya da görevden uzaklaştırmayı sağlayan yasa çıkarıldı.

1955 :
Başbakan Menderes, DP Meclis grubunda arkadaşlarına şöyle sesleniyor :
”Siz öyle güçlüsünüz ki, şu anda isterseniz Anayasa’yı bile değiştirebilir,
hilafeti bile getirebilirsiniz.”

İstanbul’da 6-7 Eylül olayları yaşanıyor, Rum yurttaşlar ağır biçimde taciz ediliyor..
(MİT’in düzenlediği ortaya çıktı..)

1956 :
Menderes, Konya’da halka hitap ederken ”ortaokullara din dersleri konulacağını” açıklıyor.

13 Eylül 1956 :
Ortaokul ders programlarına seçmeli din dersleri konuyor.
Başbakan Menderes,

1957 :
Ödemiş’te halka yaptığı konuşmasını bir kasaba imamı gibi bitiriyor :
“Allah, münafıkların şerrinden hepimizi korusun.” Genel seçimler yaklaşınca hızını alamıyor ve seçmene şu vaatlerde bulunuyor :
“İstanbul’u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camii’ni de ikinci bir Kâbe yapacağız.”

14 Şubat 1957 :
Başbakan Menderes, Ankara’da Kocatepe Camii’nin yapımı için Cami Yaptırma Derneği’ne 100.000 TL bağış yapıyor.

19 Mayıs 1957 :
Kayseri’de halka yaptığı açıklama Menderes, “DP’nin iktidarda olduğu yedi yıl içinde
yeni 15.000 cami inşa edildiğini ve başta Süleymaniye olmak üzere 86 caminin onarıldığını, Süleymaniye’nin 500’üncü yıl dönümünü kutlamak için Müslümanların İstanbul’a
davet edileceğini” söylüyor.

1957 – 1958 : Liselere seçmeli din dersi kondu.

1959 :
Din dersleri öğretmeni yetiştirmek için Yüksek İslam Enstitüsü açıldı.
26 Haziran 1965 :
Milli Eğitim bakanı Cihat Bilgehan, “İmam hatip okullarını bitirenlerin,
ilkokul öğretmeni olabileceklerinin” müjdesini veriyor.

15 Nisan 1966 :
Atatürk büst ve heykellerine karşı gericilerin saldırıları sürüyor.

31 Mayıs 1966 :
Demirel, Kayseri’de halka yaptığı konuşma hedef saptırarak şunları söylüyor :
“Bugün Türkiye’de gericiliğin yaşamasına uygun koşullar artık bulunmamaktadır.”

17 Mayıs 1967 :
İmam hatip okullarını bitirenlere üniversitelere girme hakkı tanınıyor.
20 Ağustos 1967 :
İzmir’de İslam Enstitüsünün temelleri, Başbakan Süleyman Demirel tarafından atılıyor.
Aralık 1967: Mecliste iftar yemekleri verilmeye başlanıyor.

21 Şubat 1968 :
Milli Eğitim Bakanı İlhami Ertem, “Hükümetimizin amacı her ilde bir imam hatip okulu açmaktır” diyor.

16 Şubat 1969 :
Mehmet Şevki Eygi adlı emperyalizm fedaisi, ABD’nin 6. Filosu’nu protesto eden yurtsever gençler üzerine “ABD bizim Kâbemiz, cihada hazır olun” sloganları ile dincileri saldırtıp o günün
tarihlere “Kanlı Pazar” olarak geçmesini sağlamıştır.
Ve iki şehit: Duran Erdoğan, Ali Turgut Aytaç..

1 Ekim 1969 :
Seçimlere bir gün kala Adalet Partisi’nin ‘Kıratlı Kuran’ dağıttığı haberleri basına yansıyor.

26 Ocak 1974 :
Milli Selamet Partisi genel seçimlerden 48 milletvekili ile çıkıyor.

1974 – 1977 :
Din kültürü ve ahlak dersi zorunlu kılındı.

1975-1976 :
Bir yıl içinde 70 imam hatip okulu açılıyor.

1976 – 1977 : Bir yıl içinde 77 imam hatip okulu daha açılıyor.

1977 – 1978 :
Açılan bu imam hatipler yetmemiş olacak ki bir yıl içinde 86 tane daha açılıyor. Bu üç yıl boyunca Başbakanlık koltuğunda Süleyman Demirel oturuyor. Kahramanmaraş’ta 21-25 Aralık 1978 tarihleri arasında meydana gelen olaylarda resmi açıklamalara göre 111 kişi yaşamını yitirmiş, yüzlerce kişi de yaralanmıştı…. Sol parti ve dernek binaları ateşe verilmiş, Müslümanlar cihada çağrılarak duvarlara “Allah için savaşa, Müslüman Türkiye” sloganları yazılmıştı. Buna karşın Süleyman Demirel, şunları söylemişti :
“Bana sağcılar, milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz”

12 Haziran 1979 :
MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan şunları söylüyor :
“Hafta tatili Cuma günü olmalı. Nikâhı müftüler kıymalı. Mekteplere Kuran dersi koymalı.
Bu milletin mektep kitapları niye Allah adıyla başlamıyor?”

4 Temmuz 1980 :
Çorum Katliamı gerçekleştiriliyor. 58 kişi katledilirken Başbakan Demirel “Çorum’u bırakın
Fatsa’ya bakın!” diyerek “solun kalesi” diye anılan Fatsa’yı hedef gösteriyordu.

22 Temmuz 1980 : Kemal Türkler’in öldürülmesi.

7 Eylül 1980 :
MSP’nin Konya’da düzenlediği mitingde yobazlar tarafından şu sloganlar atılıyordu :
“Dinsiz devlet yıkılacak elbet… Şeriat gelecek… Laiklik dinsizliktir,…
Anayasa Kuran,… Ya şeriat ya ölüm,… Cihada hazırız”

12 Eylül 1980 :
Amerika’nın fedailiğine soyunan, Amerikalıların “bizim çocuklar” dedikleri Generaller tarafından darbe yapılarak tüm siyasi parti ve dernekler kapatıldı. Demokrasi güçlerine karşı topyekûn bir seferberlik başlatıldı. Dizginlerini koparan zor, zulüm ve işkence doruğa çıktı. Ülkenin aydınlanmacı birikimi üzerinden silindir gibi geçildi. Ulusal birlik yerin dinsel birliği öne süren, ulus yerine ümmet anlayışını ön plana çıkaran, günlük konuşmalarını bile dinsel motiflerle süsleyen gerici 12 Eylül’ün darbesinin mimarı Kenan Evren, 10 Ağustos 1981 tarihinde Çanakkale’de yaptığı konuşmada “Muhterem din adamlarının elini öpeceğiz” diyordu.

“Gerçekte,” der Machiavelli, “hiçbir ülkede olağandışı bir yasacı yoktur ki, Tanrı’ya başvurmuş olmasın; yoksa koyduğu yasaları kimse kabul etmezdi. Gerçekte bilge kişinin bildiği birçok yararlı bilgi vardır. Fakat aynı bilgilerde, başkalarını inandıracak ölçüde açık birtakım nedenler yoktur.”

Darbe rejimi, 2842 sayılı yasayı 16.6.1983 tarihinde yürürlüğe koyarak bu yasanın 10. Maddesiyle İmam Hatip Lisesi mezunlarının yükseköğretim kurumlarına girmelerini sağladı. Bununla da yetinmeyerek, 1983 yılında 1739 sayılı yasanın 31. Maddesinde yaptığı değişiklikle, cami imamı olarak yetişenlerin okullarda öğretmen olmalarına yasal dayanak hazırlandı.

12 Eylül’de gerçekleştirilen Amerikancı darbeden sonra İsmet İnönü’nün oğlu veto edilerek seçimlere katılması engellenirken Nakşibendî tarikatının üyesi olan Turgut Özal’ın Çankaya’ya kadar tırmanması sağlandı. Nitekim Özal’ın, “12 Eylül olmasaydı iktidara gelemezdik” biçimindeki açıklaması 14.8.1987 tarihinde basına yansıdı.

Mart 1987 :
Demirel, Öğretim Birliği Yasası’nın bir devrim yasası olduğunu ve değiştirilmesinin olanaksız olduğunu göz ardı ederek şunları söylemiştir:

“Siyasetin emrinde din değil, başka hakların kullanılmasına yaptığı gibi, siyaset dine hizmet edecek. Bunda yadırganacak bir şey yok.…Tevhidi Tedrisat Kanunu bir semavi kitap değildir.
Şayet Kuran kursları ve din eğitimi bu kanuna ters düşüyorsa, yanlış olan din eğitimi değildir. Tevhidi Tedrisat Kanunu’dur.…Laiklik çiğneniyor diye yapılan tartışmalar, bir yerde din ve
vicdan hürriyetinin kullanılmasını baskı altına almaktır.”

1989 :
TCK’nin Türkiye’de din devleti kurulmasını suç sayan 163. maddesi kaldırıldı.
Bu maddenin kaldırılmasına karşı çıkan aydınlar birer birer öldürülmeye başlandı.

28 Aralık 1989 : Üniversitelerde türban serbest bırakıldı.

31 Ocak 1990 : Prof. Dr. Muammer Aksoy’un öldürülmesi.

7 Mart 1990 : Çetin Emeç’in öldürülmesi.

4 Eylül 1990 : Turan Dursun’un öldürülmesi.

6 Ekim 1990 : Prof. Dr. Bahriye Üçok’un öldürülmesi.

24 Ocak 1993 : Uğur Mumcu, “İmam-Subay” başlıklı yazısından iki gün sonra bir suikasta kurban gitti.

2 Temmuz 1993 :
Sivas’ta her yıl geleneksel olarak düzenlenen Pir sultan Abdal Kültür Etkinlikleri’nin 3. gününde, dinciler ortalığı kana buladı. Ülkemizin yetiştirdiği en değerli aydın, düşünür, bilim adamı, sanatçı ve edebiyatçılardan 37 kişi diri diri yakıldı. Çoğu çevre illerden gelerek Madımak Oteli’ni ateşe verenlerin attığı ortak sloganları şunlardı :

“Zafer İslam’ın, Cumhuriyet Sivas’ta Kuruldu, Sivas’ta Yıkılacak!..
Şeriat Gelecek Zulüm Bitecek, Kahrolsun laiklik”

27 Mart 1994 :
Yerel seçimlerle RP’nin yükseliş ivmesi devam etti. 22 ildeki belediyelerin, Ankara ve İstanbul’daki Anakent Belediyeleri’nin tüm olanakları RP’nin eline geçti. Bunlar, iktidar yolunda önemli kilometre taşları olacaktı. Erbakan, “Refah iktidara gelecek. Sorun ne? Geçiş dönemi
sert mi olacak, yumuşak mı? Kanlı mı olacak? Kansız mı? 60 milyon buna karar verecek”diyordu. Erbakan, 5 Nisan 1994 tarihli kararlarını ilan ederken “son sosyalist devleti de yıktık”
sözleriyle Kemalizm’in sosyal devlet alanında sağladığı cılız da olsa kazanımları kastediyordu.

10 Kasım 1994 :
Anıtkabir’de Atatürk’e çirkin bir saldırı yapıldı. Saldırgan, “Taşlara, kemiklere secde etmeyin. Taşlar sizi kurtaramaz. Kuran’a davet ediyorum.” diye slogan attı.

11 Ocak 1995 : Onat Kutların öldürülmesi.

9 Ocak 1996 : Metin Göztepe’nin öldürülmesi.

1997 :
Refah Partili Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, “Laiklere şeriat enjekte edilecek”diyordu.

1997:
Şevket Yılmaz, “Allah’ın size soracağı soru şöyle : Küfür düzeninde İslam Devleti olsun diye niye çalışmadın?” Hasan Hüseyin Ceylan, “Bu vatan bizimdir, rejim bizim değildir kardeşlerim.
Rejim ve Kemalizm başkalarınındır. Türkiye yıkılacak beyler!” Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe, “Bu törenlere için kan ağlayarak katılıyorum. Bu düzen değişmeli. Bekledik, biraz daha bekleyeceğiz. Gün ola harman ola. Müslümanlar içlerindeki hırsı, kini eksik etmesin.”
Şanlıurfa Belediye Başkanı Çelik,”Ben kan dökülmesini istiyorum. Demokrasi böyle gelecek,
fıstık gibi olacak.” diyorlardı.

Ve Nihayet Şubat 1997… Özal’ın halefi olan Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakanlık Konutunda verdiği iftar yemeğine Türkiye’nin en ünlü din baronlarını davet ederek, toplumsal gerilimi tırmandırdı. Laikliliğin tanımı bile değiştirilerek, “laiklik, din özgürlüğüdür”; “din ise birleştirici ve lâzımdır” denilmeye başlandı.

21 Ekim 1999 : Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalının öldürülmesi.

18 Aralık 2002 : Dr. Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesi.

Son 10 yıl mı?
AKP damgalı..
3 Kasım 2002 seçimleri, 14 Kasım 2002, AKP hükümeti görevde..

Eğitim yoluyla şeriat özlemcisi kafalar yetiştirildi. Bu zihniyetteki bireyler, cesaret ettikleri takdirde çarşafı, Arap alfabesini, dört kadın ile evlenmeyi de, bir yandan uluslararası yeşil sermaye gücü, öte yandan da din istismarı yoluyla bunu topluma kabul ettirip uygulayacaklarına, artık hiç kuşku kalmadı.

Şimdi ise Sevr kapımızın eşiğinden sırıtıyor!

Ülkenin Başbakanı BOP eşbaşkanı..
Türkçesi : Ülkeyi bölme planında ABD Başkanı ile birlikte çalışıyor..

Gece çook karanlık; şafak da çok yakın!
Diyalektik böyle..

Sevgi ve saygı ile.
3.8.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Türkiye AÇLIK verileri… Hunger data from Turkey..

Mayıs 2008 verileri ülkemizde ile 53 milyon kişi, her 3 kişiden 2’si “yoksul”dur! Nisan 2009’da 4 kişilik ailenin AÇLIK sınırı 841 TL’dir. Türkiye, gelir dağılımı adaletsizliğinde dünyada en kötü ilk birkaç ülke içindedir. Bu tablo düzeltilmeden “gıda hijyeni” ni hedeflemek boşunadır. Dolayısıyla besin / gıda hjyeni ve güvenliği salt teknik bir politika alanı olmayıp, bütüncül sosyo-ekonomik sorunların türevidir.
==============
Bir zamanlar bir Ankara Ticaret Odası vardı..Başında efsane bir başkan,
Sinan Aygün.. Aygün sık sık ülkenin yakıcı sorunları hakkında bilimsel raporlar hazırlatır, yayımlardı. TÜİK vb. kurumlar arkadan gelirdi.. Bu rapordan sonra
TÜİK 2008 Yoksulluk Raporu yayımladı, ertesi yıl da 2009 Raporunu. 1 yılda
1,2 milyondan daha çok insan yoksul havuzuna katıldı.. Nüfus artışından 300 bin fazlasıyla.. Türkiye, AKP ile ileri demokrasiye, “nur”lu ufuklara tırmanıyordu..
Kim ne yaparsa yapsın, gerçek balçıkla sıvanamaz..
İnsan aklı sonsuza dek tutsak alınamaz..
Postmodern proleterya Küreselleşme = Yeni emperyalizmi tarihe gömecek..
.. kimler acaba onlar ??
Sevgi ve saygı ile. 3.8.12
Dr. Ahmet Saltık, www.ahmetsaltik.net

Ağlanacak halimize zil takıp oynuyoruz..

Üstad Levent Kırca.. ülke sana çook borçlu.. 10 parmağında 10 hüner.. İnanılmaz yetenekli bir tiyatro sanatçısı.. Adeta tiyatro ile soluk alıp veriyor.. Köşe yazısı yazıyor.. Aydın hareketlerine öncülük yapıyor.. Bravo Levent Kırca..
Levent Kırca gibi yaratıcı beyinler üreten bir toplumun sırtı yere gelmez.
OLACAK O KADAR oyunlarını izlemeye gidelim, insanları götürelim..
Ulusal Kanal’a çoook teşekkür ederiz bu tarihe mizahi tanıklıkları ekrana taşıyarak ölümsüzleştirdiği için..
AYDINLANMA KAZANACAK..
Sevgi ve saygı ile. 3.8.12, Ahmet Saltık, www.ahmetsaltik.net

Ağlanacak halimize zil takıp oynuyoruz

LEVENT KIRCA

Büyüklük makamla, parayla, pulla olmaz. Büyüklük hoşgörüdür. Büyüklük; vatan sevmek, insan sevmek ve dinimizin de buyurduğu gibi, canlıya işkence etmemektir. Hele öğretmenlerimize işkence, en büyük günahtır. En büyük halkımız, başka büyük yok. Yoksa tuvalette de var; küçük, büyük Yeni bir oyuna başladım, ismi “AZINLIK”. Yer yer çok komik, yer yer çok sert.. Yerse. Henüz sekiz oyun oynadım. Benim için adeta sekiz oyunluk bir bebek, oyunum. Pek çok şeyi dile getirdiğim ve bunları cesaretle söyleyebildiğim için hoşuna gidiyor insanların. Bir bakıma insanların içindekini, söyleyemediklerini söylüyorum. Turnedeyim ve ilgiden anladığım kadarıyla uzun sürecek turne.
Tek başıma oynuyorum ama masal ya da fıkralardan oluşmuyor oyun. Allah’ına kadar gerçekleri söylüyorum korkmadan. TV’de susturulduk, programımız yayından kaldırıldı, inandıklarımı bildiklerimi şimdi tiyatroda söylüyorum.

Ekip, tekniğiyle birlikte 12 kişi. Sahnede ise 3 oyuncu arkadaşım var. İyi oyuncular bunlar.
Ama onları konuşturmuyorum. Ha bire kostüm değiştirip, değişik kostümleriyle bol bol antre yapıyorlar. Onların yerine de ben konuşuyorum. İlginç bir durum çıkıyor ortaya. Hem oyun statik olmaktan kurtuluyor, hem de bir hareket kazanıyor. Daha sekiz oyunda duymuş seyirci duyacağını. İstek telefonlarının ardı arkası kesilmiyor.

“-Bizim şehrimizde / kasabamızda da oynar mısınız?”

-Oynarız.

Salondaki seyirci oyunun nabzı. Türkiye’nin bugünkü durumuna yürekleri yanıyor, hem de ne yanmak. Gelen reaksiyonlardan anlıyorum bunu. Hep birlikte ağlıyoruz, gülüyoruz memleketin haline. Gerçekleri dillendirdiğim ve de iyi bir oyun çıkarttığım için mutluyum.

Neden devlet büyüğü

Hükümetin üst düzey yöneticilerine neden “Devlet Büyüğü” denir? Bu büyüklük nereden gelir?
Büyük denilen bu insanlar gerçekten büyük müdür? Bunlar büyüklüklerini, sorumluluklarını
müdrik midir?

“Büyük” sözü çok iddialı bir söz. Fiziksel büyüklüğün dışında, büyüklük: Olmuşluk; ermişlik;
erdem sahipliği; hoşgörülü olmak; kültür sahibi olup da bu kültürle ona buna caka satmamak; bağışlayıcı olmak; dostları unutmamak; küçüğü-büyüğü kollamak; sevgili ve saygılı olmak;
paraya pula değer vermemek ve insana değer vermek. Bu niteliklerin hangisi devlet büyüklerinde var? Bana bir kelime öğretenin kulu kölesi olurum demiş peygamberimiz. Peygamberimiz öyle demiş ama
en kutsal varlıklarımız öğretmenlerimiz, yan yana gelmiş 4’lerden oluşan molla yetiştirme sistemine karşı yürüdükleri için coplandılar, gaz sıkıldı yüzlerine, panzerlerden boyalı su fışkırtıldı, sürüm sürüm süründürdüler İzmir asfaltlarında öğretmenlerimizi. Devlet Büyüğümüz Başbakan’ın vicdanı sızlamadı. Gerçek büyüklerimiz öğretmenlerimize uygulanan bu şiddet karşısında,
“Polis görevini yaptı” dedi Başbakan.

Anamız ağladı, analarımız tabut başlarında saçlarını yoldu yitirdikleri evlatları için.
Altmış yıldır ben de bu ülkede yaşıyorum. Hiç bu kadar “Ana” ağlamamıştı. Gerçek büyüklerimiz analarımızı, cennetin ayaklarının altında olan analarımızı, Devlet Büyüğümüz Başbakan
“Askerlik yan gelip yatma yeri değildir..” diyerek bir kez daha ağlatmadı mı? Paralılar paraları ödeyip şehitlik mertebesinden tüyerken; ölen fukara gençler, gerçek büyüklerimiz değil mi?
Bu düzeni kurgulayan, milletin anasını ağlatan, Devlet Büyüğümüz Başbakan değil mi?
Okumuş, kendini yetiştirmiş, kitap kurdu olmuş insanlar az mı büyük? Mürekkep yalamışlık;
okuyarak dirsek çürütmüşlük az birşey mi? Bilgisiyle bilgilendiren, kitleleri aydınlatan
bu insanlar için dememiş mi peygamberimiz, “kulunuz köleniz olurum” diye?
Peki Devlet Büyüğümüz Başbakanımız ne buyurmuşlar;

“Ben okumadım, okuyanların halini görüyorsunuz. Ben okumadığım halde Başbakan oldum,
büyüdüm büyüdüm Devlet Büyüğü oldum. Sadece Devlet Büyüğü olmadım, ekonomik olarak da
dostlarımla beraber büyüdüm. Okumasanız da olur..” demedi mi buyruğunda?

Büyüklük makamla, parayla, pulla olmaz. Büyüklük hoşgörüdür. Büyüklük; vatan sevmek, insan sevmek ve dinimizin de buyurduğu gibi, canlıya işkence etmemektir. Hele öğretmenlerimize işkence,
en büyük günahtır. En büyük halkımız, başka büyük yok. Yoksa tuvalette de var; küçük, büyük. Fiyatları da farklı farklı. Ben gerçek büyükleri; fındık ile fıstık ile, badem ile beslerim.

Oyuna çıkarken

Sahneye girmeden dua ederim; gelmişime geçmişime ve de ustalarıma. Duam bitmeden de antremi yapmam. Bitince bismillah derim ve başlarım oyunuma. Ben bu duaları Türkçe okuyorum. Türkçe okuduğum için yerine ulaşmıyor mu yoksa? Şimdi beni de kuşkuya düşürdüler; her şeyi bilen yüce Rabbimizin
Türkçe bilmemesi mümkün mü? Diyanet işleri başkanımıza soruyorum, ben Türkçe duaları
boşuna mı okuyorum?

Şehit olmak isteyenlere müjde

Hükümetimiz de, artık bazı iş ve meslek kollarındaki kişilerin şehit olabileceklerinin müjdesini verdi. Artık hükümet şehit olabilecekler için bir liste hazırlıyor. Parayı bastırıp askerden kaçtığınız için üzülmeyin. Size bu fırsat, bu imkân hükümetiniz tarafından sağlanacak.
Ben Müslüman bir ailenin çocuğuyum. Annem ramazanlarda eve hoca çağırıp hatim indirirken,
hocayı Kuran-ı Kerim’den takip ederdi. Hoca yanlış yaptı mı düzeltirdi onu. Herhangi bir satırı atladı mı uyarırdı. Ben de iyi bir Müslüman olduğuma inanıyorum ve Allah’ın her dilden ibadeti kabul ettiğine de inanıyorum. Ayrıca dinin kimsenin tekelinde olmadığına da inanıyorum.
Bugüne kadar kimseye eziyet etmedim. Polisle halkı karşı karşıya getirenler, insanların elinden özgürlüklerini alanlar, yetim hakkı yiyenler, insanlara eziyet edip ah alanlar ve anamızı ağlatanlar düşünsün.

Olaylar doruk noktasında

Oyunum “Azınlık”a turnede, halk ve gençler koşa koşa geliyor. Valiler, kaymakamlar, açıkçası
“Mülk-i Erkan” gelmiyor. Belki de gelemiyor. Belki de orada gözükmek istemiyor.

Biga Üniversitesi’nde konuşmacıydım iki gün önce. Salon hınca hınç doluydu.
Bir tek profesör vardı, diğer konuklar öğrencilerden oluşuyordu. Çoğu kızımızın da
başı örtülüydü üstelik. Ama okul yönetiminden bir kişi dahi yoktu. Zira okul ele geçirilmişti.
Beni dinleyen o profesörün de defterini dürmüşler. Savaşta düşmeyen Çanakkale ve Biga,
özellikle Biga, bu kez düşmüştü
.
Televizyonlarda durum

Durumu müdrik bazı gazetelerin dışında bu yazdıklarım çıkmıyor, çıkamıyor. Devletin televizyonları ve diğer yandaş kanallarda millet, şakkıdı şukkudu oynuyor. Pop müzik yıldızlarımız, starlarımız, megalarımız gaflet uykusunda. Şık giysileriyle kendilerinden küçük ya da büyük sevgililerini kucaklayıp “Drink” yapıyor. Pembe lüks otomobillerinde toz pembe yaşıyorlar. Gençlerimiz de
onlara alkış tutuyor ve “Yetenek Sizsiniz Türkiye” yarışmasını izliyor. Bir köpek yarışmanın birincisi olmuş. Bir karikatür gördüm geçen. Bu birinci gelen köpek de şaşmış bu işe,
şöyle diyor: “Yakında bunlar beni milletvekili de seçerler”.

Eskiden ağlanacak halimize gülerdik, şimdi zil takıp oynuyoruz.

(AYDINLIK ve İLK KURŞUN, 5 Nisan 2012)

====================================================

Sevgili Levent Kırca,
(Ve de saygıdeğer izleyicilerimiz..)

Bağışlayın geciktiğim için siteme almada..
Ama hala güncel ve tokat gibi değil mi, hatta “jilet” gibi..

Eline, yüreğine sağlık üstad Kırca..
Üretim dolu uzun bir yaşam diliyorum..

Sevgi ve saygı ile.
2.8.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Atatürk dönemine ve ilkelerine dönmekten başka çaremiz yok

ATATÜRK :
“Beni inkâr edeceksiniz. Hatta bühtanla yad edeceksiniz.
Hint’e, Yemen’e ve Mısır’a giden fikirlerim, orada filizlenerek gelip sizi boğacaktır.
“Benim ölümlü bedenim elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti
sonsuza dek yaşayacaktır ve Türk Ulusu, güvenlik ve mutluluğunu temel alacak
ilkelerle, uygarlık yolunda tereddütsüz yürümeye devam edecektir.“

Atatürk dönemine ve ilkelerine dönmekten başka çaremiz yok

Ekranlara bakıyorum da iki yaşlı adam ve birçok kalabalık, bir de sözcüler, yorumcular…

Konu 12 Eylül.

Biz o yılları yaşamış bir kuşağız. Ben Eğitim Enstitüsü ve sonra üniversitesinde öğretmendim. Bir arkadaşımız, kürsüde ders anlatırken kürsünün altına konmuş bombayla öldü. Etrafında ders dinleyen çocuklar yaralandı.

Bir arkadaşımız, evinin önünde makineli tüfekle tarandı. Kapılarımızda ders anlatırken subaylar beklerdi. Giriş çıkış asker denetimindeydi.

Birçok yazar, politikacı, bilim adamı arkadaşımız öldürüldü. Sabah evden çıkarken herkes birbiriyle helalleşirdi.

Bütün bunların hesabını bu iki yaşlı adam mı verecek şimdi?
Yoksa AKP’nin meşrulaştırmaya çalıştığı kindarlık, “rövanşist” hareketler
daha bir meşruluk mu kazanacak. Askerin kolu kanadı kırıldıktan sonra
şimdi onun iç tüzüğünü değiştiriyorlar. Ülkenin zor durumunda imdadına koşamayacak.

***

2 B arazilerinin satışını, yağmalanışını takip edebiliyor musunuz? Bor madenlerinin nasıl deve yapılacağını? Tayyip Bey’in Harbiye konuşmasından çıkarılan sonuca bakıyor musunuz? Yeni açılımlar yolda…

Yeni Anayasa için neden o kadar acele ettiklerini anlıyor musunuz? Bu meseleden
bütün Batılılar, Haçlılar el çekmekte iken neden bizim Libyalı vahşilerden sonra Suriyeli muhaliflere el verdiğimize akıl erdirebiliyor musunuz? Bilmem kaç yüz milyar dolar borcu olan, içi fakir, dışı gösterişli Türkiye’nin, bu katillere nasıl dolarlar yağdırdığını biliyor musunuz? Hem komşu ülkeler hem Haçlılar nezdinde itibarımızın
ne hallere geldiğine dikkat ediyor musunuz?

Diyeceğim şu ki bu sarmalın dışına çıkmanın başka çaresi yok. 1938’de berhava edilmeye çalışılan ama bu yıllara kadar tam berhava edilemeyen Atatürk’ün dâhice devlet yönetimine dönmekten başka çaremiz yok.

Elimizi kolumuzu bağlayan ittifakların, anlaşmaların, sözleşmelerin, “stratejik ortaklıklar” ın zincirinden kurtulmadıkça 12 Eylül müdahalesini sadece iki yaşlı adama bağlar ve onun üzerinden yanlış hesaplar yapmaya kalkışırız.

İki tarafa da silah veren güçler kimlerdi; bugün Alevi, Sünni diye hem Türkiye’yi
hem Suriye’yi karıştıran karanlık eller kimlerdi? Bunları araştırdıktan sonra o iki yaşlı adama sıra gelir, onları da konuşturursunuz. O saf, temiz çocukların hepsini “vatanı siz kurtaracaksınız” diye kışkırtan ve bunun için zihinlerini bileyen kimlerdi? Öteki tarafı düşman gösteren kimlerdi ve bunu neden yapıyorlardı?

Atatürk döneminin bağımsızlık ruhu yine canlanıyor.
Artık o yıllara dönülemez demeyin, dönülüyor. İçine düştüğümüz iğrenç karanlığın
karşı tarafında aydınlık yürüyüşler var… Bir yanda hızlı bir bilinçleniş,
bir yanda aldırışsızlık ve halkın gözünü boyamak için dinî bir takım reformlar yapmaya kalkışmalar…

Bunları gerçekten; dinî bütün, haramdan kaçan, vatan sevgisi dolu, çalışkan ve
bilinçli insanlar yapsaydı, kimsede itiraz edecek hal kalmazdı. Ama bir yanda
deveyi havuduyla götürmek varken, inandırıcı olamıyor.

Kurtuluş Savaşı’nda da böyle olmuştu. Atatürk’ün vilayetlere çektiği telgrafları unutmayın. Yürüyüşler, mitingler öyle başlamıştı bilinçlenme de hatta.
Onun zamanındaki temiz İslam âlimleri gibi, şimdi de konuşmaya başlayan
âlimlerimiz ortaya çıktı.

Biraz zor olacak ama başaracağız.
(Yeniçağ, 6 Nisan 2012)

=====================================================

Teşekkürler Afet Ilgaz,

Arşvimde bekletiyordum bu yazınızı webe koymak üzere..
Malum gündem öyle hızlı ki..
Biraz geride kaldı. Fakat bu gün bakınca tazeliğini koruduğunuz ayrımsadım.

İzleyicilerimizle paylaşalım..

Atatürk’ün yolu eskir mi hiç?

Akla ve bilime dayalı, insan haklarına ve barışa, ulus egemenliğine dayalı…
ve SÜREKLİ DEVRİMCİ düşünce sistemi ESKİR Mİ?

“Eskir..” diyenler gerçekte Büyük Atatürk’ün savunduğu ilkelere karşı olanlardır.
Bu denli net..

Sevgi ve saygı ile.
3.8.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Soner Yalçın : Kimse Var mı Orada ??

http://www.ilk-kursun.com/2011/02/oda-tv-ile-dayanisma-gunudur/#more-62306
Soner Yalçın’a destek veriyorum.
AKP, birer birer tüm aydınlık ve muhalif odakları susturmak hatta yok etmek kararında.
Bu davranışı doğrudan HALKI İSYANA TEŞVİK tir..
Suçtur.. Demokrasi muhalefetsiz olur mu?
Bu çırılçıplak faşizmdir ve dünyada örneği görülmemiş biçimde koyu ve utanç vericidir.
Halkımız bu kuşatmayı da yarmasını bilecek ve sorumlularından hukuksal hesabını mutlaka soracaktır.
Bu akıldışı yola bir son verilmelidir.
AKP içinde, zerre kadar vicdanı olan herkesi, kendilerini gözden geçirmeye,
AKP’yi uyarmaya ve terk etmeye çağırıyorum.
Prof. Dr. Ahmet SALTIK
14.2.11, Ankara
====================================
1,5 yıl önce İLK KURŞUN Gazetes’inin çağrısına yukarıdaki yanıtı vermiştik.
Utancımız ve acımız içimize sığmayarak bir kez daha bu sözlerimizi yineliyoruz.
2 Ağutos 2012, Ankara
Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

AKŞAM YAZARI KÖŞESİNİ SONER YALÇIN’A BIRAKTI

Yaklaşık 2 yıldır Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan gazeteci Soner Yalçın,
bir meslektaşının köşesinden seslendi: “Kimse var mı orada?..” 30.07.2012

Akşam yazarı Serdar Akinan, köşesini bugün Oda TV davasının tutuklu sanıklarından
gazeteci Soner Yalçın’a bıraktı. İşte Yalçın’ın yazısı:

‘Kimse var mı orada?..’

Günde 17 saat su verilmeyen, 24 saat aydınlanma lambalarının açık olduğu ve
her anımın 2 kamerayla izlendiği cezaevindeki koğuşumda bazen kendimi bu sözü söylerken yakalıyorum:

‘Kimse var mı orada ?’

Yaklaşık 2 yıldır İstanbul’daki Silivri Cezaevi’nde tutukluyum.
Daha mahkeme ne kadar sürecek bilmiyorum.
Fakat ben şimdiden, unutuluşa mahkum edildim. Suçum büyük çünkü; düşünmek,
gezmek, gazetecilik yapmak.

Adım, Soner Yalçın. 47 yaşındayım ve 25 yıldır gazetecilik yapıyorum.
Türkiye’nin önde gelen bazı gazete ve TV merkezlerinde yöneticilik yaptım.
Son olarak Türkiye’nin önde gelen gazetesi Hürriyet’in yazarıydım. 12 kitap yazdım. Bunların hemen hepsi, 100-200 bin satarak beni ülkemin bestseller yazarı yaptı. Ayrıca odatv.com adlı haber sitesinin sahibiyim.

25 yıllık gazetecilik yaşamımda, Türkiye’deki faili meçhul cinayetleri,
devlet içindeki illegal örgütleri, çeteleri, mafyayı ve dinci cemaatleri
kaleme aldım.

Tarih çalışmaları yaptım.

Yazdıklarım nedeniyle ölüm tehditleri aldım; aylarca saklanmak zorunda kaldım
ama yine de korka korka hakikatleri yazdım.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye Millet Meclisi Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu, devlet mafya ilişkilerini araştıran mahkemelerde tanıklık yaptım.

Gazetecilik kuruluşları dışında hiçbir derneğe, vakfa, siyasal partiye ve örgüte
üye değilim.

Ülkemde sadece mesleki kimliğimle tanınırım, siyasal kimliğimle değil.
Ve buna rağmen, 5 yıldır süren yargılama sonucu hala ortaya çıkarılamamış
‘Ergenekon’ adı verilen gizli bir örgütün üyesi olduğum iddiasıyla hapisteyim.

Peki delil olarak ne gösteriyorlar?

Sahibi olduğum odatv.com bilgisayarında devlet güvenliğini ilgilendiren
Word dosyalarının bulunması!

Bunlar bize ait değil, virüsle bilgisayarımıza gönderildi. Bunu Türkiye’nin
üç seçkin üniversitesi ile bir ABD bilişim ve siber suçlar şirketinden aldığımız bilirkişi raporlarıyla ispat ettik. (Bu virüsü, polis içindeki dinci bir
cemaat mensuplarının yaptığından şüphe ediyoruz.)

134 sayfalık iddianame aslında neyin yargılama konusu olduğunu ispat ediyor:
İddianamede, 361 ‘haber’, 280 ‘kitap-yazı’, 53 ‘köşeyazısı’, 26 ‘röportaj’
ve 5 ‘makale’ sözcüğü geçmektedir!

İddianamede, silah yok, bomba yok, cinayet yok, eylem yok.

Mahkemede hakimler bana sadece, ‘o haberi neden yaptınız’ veya ‘o röportajı niye yayımladınız’ sorusunu yöneltti!

İşte suçum bu: Soru sormak, gerçeği aramak, hakikati yazmak.
Yani, mesleğimi yapmak…

Türkiye’deki meslektaşlarım şeytani bir entrikayla hapse atıldığımı biliyor.
Fakat büyük çoğunluğu, cezaevine gönderilmemek, işsiz kalmamak için korkup gerçeği yazamıyorlar. Bu sebeple ben de size bu mektubu yazıyorum.

Benim ülkemde düşünce hala kötülüğün simgesi olarak görülüyor. Düşünsel değerlere tutkuyla bağlı zihinlere sadece düşmanlık ediliyor; sahte delillerle hapse atılıyor.

Bu mektubu size yazdım; çünkü siz benim ‘suç’ ortağımsınız. Nasıl mı:

Aydınlanmayı, özgür düşünceyi, akılcılığı sizden öğrendik biz Erasmus, Descartes, Montesquieu, Voltaire, Rousseau, David Home, Kant, Marks, Weber, Sartre,
Camus değil misiniz siz?

Siz düşünce için canını veren Brunu değil misiniz? Siz Dreyfus’un yanında duran
Emile Zola değil misiniz? ‘Siz yanlış yaşam doğru yaşanmaz’ diyen Adorno
değil misiniz ?

Sevgili dostlar, evet siz benim ‘suç’ ortağımsınız!

Sizi harekete geçmeye çağırıyorum. Yalnız olmadığımı gösterin.
Sessizliğe mahkum edilişime son verin.
Sesim olun, kalemim olun.
Yıkın yalanlarla örtülü şu zindanın dört duvarını.

Yoksa…

Bu yine; toprağa, çiçeğe, ağaca ve en dayanılmazı 12 yaşındaki oğlumun kokusuna hasret; insani niteliklerimi kaybetmem için yoğun tecrit uygulanan cezaevindeki koğuşumda kendimle konuşmaya devam edeceğim:

‘Kimse var mı orada?..’

========================================================================

http://www.ilk-kursun.com/2011/02/oda-tv-ile-dayanisma-gunudur/#more-62306

Soner Yalçın’a destek veriyorum.

AKP, birer birer tüm aydınlık ve muhalif odakları susturmak hatta yok etmek kararında.
Bu davranışı doğrudan HALKI İSYANA TEŞVİK tir..
Suçtur.. Demokrasi muhalefetsiz olur mu?
Bu çırılçıplak faşizmdir ve dünyada örneği görülmemiş biçimde koyu ve utanç vericidir.
Halkımız bu kuşatmayı da yarmasını bilecek ve sorumlularından hukuksal hesabını mutlaka soracaktır.
Bu akıldışı yola bir son verilmelidir.
AKP içinde, zerre kadar vicdanı olan herkesi, kendilerini gözden geçirmeye,
AKP’yi uyarmaya ve terk etmeye çağırıyorum.

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
14.2.11, Ankara

Yukarıdaki sözlerimi yineliyorum : 3 Ağustos 2012

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Atıklar, yaşama ciddi tehdit.. / Wastes, severe threat for life

Lütfen daha az atık üretelim, atıkları geri kazanım için ayrıştıralım.. Cam, metal, kağıdı öbür atıklardan ayrı toplayalım.. Doğa’nın yedekleri çoktan bitti. Ahmet Saltık, 1.8.12.

Atiklar_yasama_ciddi_tehdits

Sular kirli,

Hava kirli,

Toprak kirli,

Yiyecekler kirli,

İlişkiler kirli,

Soayal ahlak kirli..

Ve kapitalizm vahşi..

Doğa geri teper ve intikamını alır..

Bize sunduğu yaşam hakkını elimizden böyle geri alır..

Derhal SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM biçimine geçmeliyiz..

İlk adım, HER AİLEYE 1 ÇOCUK!

Çevreye en üst düzeyde saygı, en üst düzeyde tasarruflu yaşam!

Sevgi ve saygı ile.
1.8.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

ALLAH’IN ÇOCUKLARI..

Em. Amiral Sayın Ertürk Türker’in müthiş bir yazısı,, mutlaka okumalısınız..
Sayın Genelkurmay Başkanı!
Biliyorum ateş altındasın.
Çıkar kafanı siperden, fırla ve koş, silah arkadaşlarının yardımına git.
Gördün Başbakan kendi adamına nasıl sahip çıktı.
Gerekirse şehit olursun, bil ki yerini alabilecek yetenekte komutanlarımız mevcut.
Sadece ettiğin askerlik yeminine sadık kal.
Korkma!
Tam 38 yıl önce bugün Kıbrıs Barış Harekatına katılarak Girne’den Anadolu’ya
yol bağlayan Mehmetçik gibi cesur ol.

E. Amiral Türker Ertürk

ALLAH’IN ÇOCUKLARI

İLK KURŞUN, 31 Temmuz 2012

Suriye Ulusal Konseyi Başkanı Abdülbasit Şeyda ya da daha doğru bir ifade ile Suriyeli teröristlerin lideri, daha çok silah ve para istiyor daha çok terör yapabilmek için. Aylık finansman gereksinimlerinin 145 milyon $ olduğunu, halbuki şu ana dek ayda 15 milyon $ aldıklarını belirtiyor ve ekliyor “ağır silahlara ihtiyacımız var.” Teröristlerin lideri Şeyda özetle “ne kadar ekmek, o kadar köfte” demek istiyor.

Reuters’ın haberine göre Adana’da gizli bir operasyon merkezi kurulduğunu, buradan Suriye’deki muhalif harekatın sevk ve idare edildiğini ve bu merkezde Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’dan askerlerin, uzmanların, istihbaratçıların 24 saat üzerinden vardiyalı olarak çalıştığını öğreniyoruz. Doha (Katar’ın başkenti) kaynaklı haberlere göre Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar Adana’daki harekat merkezinde muhaliflerin ihtiyaçlarını koordine ediyor, gereksinim duyulan silahları tedarik ediyor ve Suriye’ye intikal ettiriyor. Bu merkez kısaca kim, nerede, ne zaman, ne yapacak ona karar veriyor.

Operasyon merkezinin Adana’da kurulmuş olmasının nedeni sanırım ABD Adana Konsolosu ve İncirlik Üssü ile daha kolay eşgüdüm kurulabilmesi içindir.

Silahlar Rus malı

Suriyeli Muhaliflere gönderilen silahlar Rus malı olup bunlar karaborsadan (black market) temin edilmektedir. Silahların Rus malı olmasının en önemli nedeni muhaliflerin bu silahları tanıyor olmalarıdır. Batı üretimi silahların verilmesi durumunda ilave eğitim süresine ihtiyaç duyulacaktır.

Yine Körfez kaynaklı haberlere göre, uçağımızın düşürülmesi ve 2 şehit vermemizden sonra Türkiye’nin Suriyeli muhaliflere olan yardımı daha istekli ve canı gönülden olmaya başlamış. Desenize, uçağımızın düşürülmesine neden olan tuzak savaşa neden olamadıysa da teröre verdiğimiz desteğin şevkini artırmış.

Sevgili okurlar,

Suriye’ye müdahale Kuzey Irak’a müdahaleye benzemez. Bir anda kendimizi uzun soluklu bir çatışmanın ve bataklığın içinde buluruz. Beşar Esad’ın, Batı destekli terör nedeniyle başı beladadır. Bu terör yuvalarını yok edebilmek için Suriye’nin belli bölgelerinde kuvvet konsantrasyonu veya sıklet merkezi tesis etmeye ihtiyacı vardır. Bunu yapabilmek için de daha az tehdit olduğunu değerlendirdiği belli bölgelerde de kuvvet tasarrufu yapması gerekir.
Suriye bu nedenle kuzeyden, Türkiye sınırında bulunan Kürt bölgelerinden askeri birliklerini çekmiştir. Temizlik işi bittiğinde bu bölgelere yeniden dönecektir. Esad ayrıca bu hamleyle Türkiye’ye tehdidin büyüklüğünü hissettirmeye çalışmakta ve işbirliğine zorlamak istemektedir.

PKK, Suriye’deki kolu PYD vasıtası ile durumu istismar etmeye ve etkinliğini bu bölgede geliştirmeye çalışmaktadır. Kuzey Irak Kürt Yönetimi Lideri Mesut Barzani’nin de bu bölgeye yönelik hesapları vardır. Bölgedeki
bu güç boşluğu uzarsa ülkemizin güvenliği çok ciddi olarak
zarar görür.

Kendi mezarını kazmak olur

Bu zararı engellemenin yolu Suriye’nin kuzeyini işgal edip burada tampon bölge kurmak hiç değildir. Bu hataların en büyüğü olan kendi mezarını kazmak olur. Yapılması gereken Türkiye’deki PKK terörünün de kaynağı olan Kuzey Irak’ı kontrol altına almaktır. Bunun için Irak’ın bütünlüğünü sağlamaya çalışan Maliki ile işbirliği şarttır.

Irak Başbakanı Maliki, Barzani’nin Suriye’deki bu durumu fırsat bilerek batıya doğru genişlemek istediğini ve bölgede ABD tarafından kotarılmaya çalışılan kukla Kürt Devleti çalışmalarını bilmektedir. Maliki bu nedenle geçen hafta Kuzey Irak’a Suriye sınırını denetim altına almak için asker göndermiştir. Irak’ın sınır güvenliği merkezi hükümetin sorumluluğu altında olmasına karşın Barzani bu duruma engel olmak istemektedir. Şu anda Maliki ile Barzani arasındaki ilişkiler gergin olup her an çatışmaya doğru tırmanabilir.

Kuzey Suriye’de meydana gelen bu fiili durumla ilgili olarak Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun yakınmaya hakları yoktur.
Bu durumun nedeni kendileridir.

Bölgede bölünme, kontrol edilebilir kaos ve kukla Kürt Devleti’ni isteyenler ABD, İsrail ve ABD’nin güdümündeki Batı’dır. İstemeyenler İran, Irak, Suriye, Rusya ve Çin’dir. ABD’nin bu amaçlarına ulaşabilmek için dolaylı ve dolaysız olarak kullandığı araçlardan bazıları ise Suudi Arabistan, Katar, Arap Birliği, PKK, PYD, PJAK, Özgür Suriye Ordusu ve Suriye Ulusal Konseyi’dir. Kimle kimin işbirliği yaptığına bakarak, kimin ne yapmak istediğini sanırım anlayabilirsiniz.

 Bana sorarsanız AKP bölücüdür ve başımıza gelen tüm felaketlerden
o ve sessiz kalanlar sorumludur.

Fakat Amerikalı eski asker, edebiyatçı, politika eleştirmeni, Columbia ve Kadir Has Üniversiteleri’nde ders vermiş akademisyen James Ryan bana katılmıyor, Türkiye’deki bu durumdan Allah’ın çocuklarını sorumlu tutuyor.

Ryan’a göre Allah’ın çocukları; ikiyüzlü, çifte standart uzmanı, demokrat gözükmeye çalışan, sıfır sorun diye işe başlayan ama komşusu kalmayan, Müslüman kardeşlerine karşı kirli ve sinsi işler çeviren, Libya ve Suriye’ye ait politika değişiklikleri için avanta alan, ABD’nin uluslararası gangsteri (yasadışı işler yapan çete üyesi) olan CIA yaratıklarıdır.

Saygılar sunarım.
=============================================

Yüreğinize ve kaleminize sağlık Amiral Türker..

Dr. Ahmet Saltık
31.7.12, Ankara
www.ahmetsaltik.net

Baz istasyonları ve sağlık üzerindeki olası etkileri / GSM Base stations and potential effects on human health

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI :
ESAS NO : 2012/4-147
KARARNO : 2012/327
.. “Dava konusu tesisin cep telefonlarının kullanımı için zorunlu olduğu ve bu tesisin geniş bir kitleyi ilgilendirmesi nedeniyle kamuya hizmet vermeyi amaçladığı tartışmasız ise de insan yaşamında tehlike yaratma ihtimalinin bulunması halinde insan yaşamına, sağlığına üstünlük tanınması gerekir. Başka bir deyişle; ‘Yaşama Hakkı’ en kutsal ve birincil hak olup tehdit altında olma şüphesi dahi diğer Anayasal haklardan önce gözetilmesi gereğini doğurur. Aksi halde yaşam hakkının tehlikede olduğu bir yerde diğer tüm temel hak ve hürriyetlerin hiçbir değeri kalmayacaktır.” (Dr. Ahmet Saltık, 31.7.12, www.ahmetsaltik.net)

Cumhuriyet Bilim Teknik 27.07.2012

İlginç SORULAR

Baz istasyonları ve sağlık üzerindeki olası etkileri

SORU 1: Baz istasyonu nedir?

YANIT 1: Kaynak: Ankara Tabip Odası ve TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası “Cep Telefonları ve Baz İstasyonları Merak Edilen Sorular ve Yanıtları” başlıklı rapor
Baz istasyonları, cep telefonu kullananların ses ve görüntü dalgalarını almalarını sağlayan düşük güçlü radyo istasyonları olarak düşünülebilir. Hücre bölgelerinin her birinde bir veya daha çok baz istasyonu bulunmaktadır. Hücresel terimi, kurulan
baz istasyonlarının hücre olarak tanımlanan bölgelere ayrılması nedeniyledir. Telefon kullanıcısı bir hücreden öbürüne yer değiştirdiğinde, hücresel çağrılar da baz istasyonundan baz istasyonuna aktarılmaktadır. Antenin güç düzeyine bağlı olarak baz istasyonları, makrosel, mikrosel ve pikosel olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Makroseller baz istasyon ağında ana yapıyı oluşturmaktadır. Genellikle 35 km. mesafeyle bağlantı kurabilmektedir. Mikroseller ana ağın etkinliğinin artırılması amacıyla kullanılmaktadır. Sınırları genellikle birkaç yüz metredir. Pikoseller ise genellikle binanın içine yerleştirilen birkaç wat güçte baz istasyonlarıdır.

SORU 2: Radyo frekans radyasyon nedir, kaynakları nedir?

YANIT 2: Radyo frekans ve mikrodalga (RF/MW) radyasyon, elektromanyetik alan yelpazesinde 300 KHz ile 300 GHz arasındaki frekans bandına karşılık gelmektedir.
Radyo frekans radyasyon kaynakları arasında radyo televizyon vericileri, elektronik haberleşme araçları, uydular ve uydu istasyonları, radarlar, tıpta kullanılan bazı cihazlar, mikrodalga fırınlar, endüstriyel ısıtıcı makineler, taşınabilir radyolar,
baz istasyonları ve cep telefonları bulunmaktadır.

SORU 3: Cep telefonları ve baz istasyonlarından yayılan Radyo Frekans ve Mikro Dalga (RF/MW) radyasyonunun biyolojik etkileri nedir?

YANIT 3: Radyo frekans radyasyon etkilenimlerine bağlı olumsuz fizyolojik etkiler “elektriksel ve/veya manyetik” alanlarla ilişkilidir. Ancak etkilenim altında kalan bireydeki örselenmeler bazı özgül organ ya da vücut bölümlerinin yüksek yerel ısınmaya yol açabilecek yeterince büyük miktarda enerji soğurmasına da (absorbe etmesi) bağlıdır. Cep telefonu sinyallerinin düşük dozda bile hem canlı hayvanlarda hem de hücre kültürlerinde DNA zedelenmesine yol açtığını gösteren araştırmalarla birlikte, bir etkisi olmadığını gösteren çalışmalar da bulunmaktadır.

Cep telefonunun yaydığı radyasyonun kanser oluşturma mekanizması henüz kanıtlanmamış olsa da, pek çok bilim insanının değerlendirmesinden geçmiş ABD dahil en az 7 ülkede yapılan çalışma sonuçlarına göre cep telefonundan yayılan radyasyonun DNA kırıklarına yol açabileceği gösterilmiştir.
========================================

Raporun tümüne www.ato.org.tr adresinden erişebilirsiniz. Hazırlanmasında Ankara Tabip Odası Halk Sağlığı Komisyonu Üyesi olarak naçizane bizim de katkılarımzın olduğu raporu size birkaç gün önce sitemizde tanıtmıştık. Şimdi de bir özetine Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik ekinin yer verdiğini görüyoruz..

Bu gün sitemizde baz istasyonları hk.Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun kararına da yer verdik..

İyi okumalar.. 31.7.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
www

Başbakan RT Erdoğan hayal dünyasında.. önce kendini kandırıyor..

Başbakan RT Erdoğan hayal dünyasında.. Realiteden kopmuş durumda.. Çok tehlikeli bir durum.. Suriye’de uçağını düşüren ülkeye, bunu bile bile ziyarete gidiyor ve sorunu açıkça dile getirmiyor.. Şakası, esprisi bile olamayacak bir öneri götürebiliyor.. Bizi Şanghay 5’lisine üye alın.. diyor.. Halbuki bu örgüt epeydir (2001’de Özbekistan’ın katılımı ile) 6 üyeli.. Putin, Obama’dan geri kalmayarak, “office boy” çağırır gibi 2 eliyle T.C. Dışişleri Bakanını yanına çağırıyor.. Üstelik Prof. olan Davutoğlu adeta egzersizli, hızla intikal ediyor Putin’in yanına.. Tüm bunlar hayra alamet değil.. Türkiye bu ağır tabloya daha fazla tahammül edemez. Ülke bu denli çaresiz değil.. Ahmet Saltık, 31.7.12

Bravo Melike Demirağ! Silivri’de “Arkadaş” Şarkısı..

Bravo Melike Demirağ.. Ergenekon tutsakları ile insanca bir dayanışma sergilediği için.. Onlara, “yapabileceği” bir eylemle -şarkı söyleyerek- destek olduğu için.. Balbay, Özkan, Perinçek, Ersöz, Başbuğ vd. nin gençliklerinin “hit” parçası ile, çok anlamlı iletisi “ARKADAŞ” ile içtenlikle katkı verdiği için.. Enstrümansız, duru sesiyle ortalama 5 yıldır tutuklu yargılanan dostlarımıza (Sözde Ergenekon davası
12 Haziran 2007’de başlatılmıştı!) moral kaynağı olduğu için.. Biz de “Sağol Melike ARKADAŞ!” diyoruz.. Dayanın arkadaşlar, şafak patladı patlayacak.. 6. yılına girdi dava. Daha ne denli uzatacaklar? Duruşma sayısı 210ları aştı. Uzatmalar oynanıyor. Beden ve ruh sağlığınızı korumaya çaba gösterin. “Dışarıda” daha yapacak çok işimiz var.. AYDINLANMA Devrimini tamamlayacağız, günümüzün zalimleri yarasaları da aydınlatacağız.. AYDINLANMA kazanacak.
Ahmet Saltık, 31 Temmuz 2012, www.ahmetsaltik.net

Silivri’de Melike Demirağ’dan “Arkadaş” şarkısı

Ergenekon duruşmasını Silivri’de izleyen Melike Demirağ, sanıklarla ‘Arkadaş’ sarkısını söyledi. Şarkının ardından Mustafa Balbay, “Sizden bu şarkıyı dinlemek her şeye değerdi.” dedi. Tuncay Özkan ise “Bu şarkı için bir 4 yıl daha yatabiliriz.” diye espri yaptı.

Cumhuriyet Haber Portalı / AA, 30.7.12

Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, CHP milletvekilleri
Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal ile emekli Tuğgeneral Veli Küçük’ün de aralarında bulunduğu 65’i tutuklu 273 sanıklı Ergenekon davasının 211’inci duruşması başladı.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nce Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi’nde oluşturulan salonda görülen duruşmaya, CHP İzmir Milletvekilli Cumhuriyet gazetesi yazarı Mustafa Balbay, emekli Tuğgeneral Veli Küçük, eski Özel Harekat Dairesi Başkanvekili İbrahim Şahin ile gazeteci Tuncay Özkan’ın da aralarında bulunduğu
43 tutuklu sanık katıldı.

Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, CHP Milletvekili Prof. Dr. Mehmet Haberal, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, emekli Tuğgeneral Levent Ersöz ve Sedat Peker’in de aralarında bulunduğu 22 tutuklu sanık ise duruşmaya gelmedi.

Duruşmaya, 27 Temmuz Cuma günü tanık olarak ifadesi alınan Turgut Büyükdağ’ın soruları cevaplamasıyla devam ediliyor. Duruşma salonunda Demirağ’dan ”Arkadaş” şarkısı

Bu arada, CHP İstanbul Milletvekili Haluk Eyidoğan ile tiyatro oyuncusu Füsun Erbulak ve sanatçı Melike Demirağ da duruşmayı izleyenler arasında bulunuyor.

Duruşma başlamadan önce sanıklardan Mustafa Balbay’a seslenen Melike Demirağ, “Mustafa Bey bir şarkı söylemek istiyorum.” dedi.

“Bu şarkı için bir 4 yıl daha yatabiliriz.”

Balbay’ın çevresindekileri susturmasından sonra Demirağ, “Arkadaş” şarkısını söyledi. Demirağ’ın şarkıyı söylediği sırada bazı sanıkların mırıldanarak eşlik ettiği görüldü.
Şarkı bittiğinde salonda bulunanlar alkışlarken Mustafa Balbay da, ”Sizden bu şarkıyı dinlemek her şeye değerdi.” dedi. Tuncay Özkan ise “Bu şarkı için bir 4 yıl daha yatabiliriz.” diye espri yaptı.

Duruşmayı izlemeye gelenlere, davanın gidişatına ilişkin görüşlerini anlatan Balbay,

“Hukuku, kuralların dışına çıkmadan hep beraber arayacağız. Ben umudumu yitirmedim. Yargılamayı işkence haline getirdiler. Biz buna karşı çıkıyoruz.” dedi.

“Uzun tutukluluk olayı çok insafsız bir şey.”

Duruşmaya verilen öğle arasında Silivri Ceza İnfaz Yerleşkesi’nden ayrılırken basın mensuplarının sorularını cevaplayan sanatçı Melike Demirağ, bazen insanın beyninde
bir şeyler olduğunu ama bir türlü harekete geçemediğini söyledi.

İnsanın özgürlüğünün elinden gitmesinin ne demek olduğunu bildiğini, dört duvar arasında olması bile 11 yıl ülkesinden ayrı yaşamak zorunda kaldığını anlatan Demirağ, 12 Eylül döneminin geçtiğini düşündüklerini ama kalıntılarının hiçbir şekilde geçmediğini söyledi. Mahkemeye ilk defa geldiğini vurgulayan Demirağ şöyle konuştu:

“Mahkeme üzerine bir şey söylemek istemiyorum ama Mustafa Bey’in, Tuncay Bey’in bakışlarındaki o mutluluk o sevgi, bir dostu, bir arkadaşı görmenin verdiği güç ve bakışları beni çok mutlu etti. ‘Eli kanlılar için mi gidiyorsun?’, ‘Onlar için yazı yazanlar için mi?’ diye. Halbuki ben, çok uzun tutukluluk dönemlerinde insanların ailelerinden kendilerinden dünyadan koptuklarını ve uzun tutukluluk olayının çok insafsız bir şey olduğunu vurgulamak ve destek vermek için burada bulunuyorum. Görüş benim için hiç önemli değil şu anda. Yıllardır burada tutuklu bulunan ama hüküm giymemiş insanların hangi görüşten olursa olsun tabii ki şiddete başvurmamış olanlarından bahsediyorum.
Onların bu kadar uzun süre burada olmaları, benim ve bütün kamuoyunun vicdanını yaralıyor.”

Bir anne olarak, bir insan olarak, bir sanatçı olarak insani bir destek vermek için geldiğini kaydeden Demirağ, tutuksuz yargılanmanın doğru olduğunu düşündüğünü vurguladı.
Demirağ, “Elbette ki herkes tutuklanmalı, bugün genelkurmay başkanı tutuklanmalı, bugüne kadar askerler tutuklanamamıştı. Askerlerin tutuklanmasına hiç karşı değilim çünkü bu ülkenin çok ciddi bir geçmişi var. Elbette ki yapılan bir sürü şeyin yargılanması gerektiğine inanıyorum. İnanıyorum ama gerçek hükmü vermeden evvel yani kaçmayacak delileri yok etmeyecek insanların tutuklu yargılanmalarını da doğru bulmuyorum. Burada olmamın nedeni insanların yargılanmalarına karşı değilim, tutuklu yargılanmalarına karşıyım.” diye konuştu.

Demirağ, “Arkadaş şarkısını tüm sanıklar için mi Mustafa Balbay için mi söylediniz?” şeklindeki soruya da şöyle yanıt verdi:

“ (Arkadaş) şarkısını eli kalem tutmuş, kalemleriyle bir şeyler söylemeye çalışmış insanlar için söyledim. Onun dışında zaten bütün davaya vakıf değilim ama içerde olan hiçbir tanesi hükümlü değil şu anda. Yani herkes şu anda daha hüküm giymemiş, herkes masum. Ben birebir birilerine değil, bu şarkının, gördüğüm kadarıyla hepimiz bir insan kardeşiz. Dolayısıyla (Arkadaş) şarkısı insanları birleştiren bir şarkıdır. Dolayısıyla oradaki insanlara bir ümit olsun, bir güzel bir duygu olsun, geçmişten bir arkadaşlarının şarkılarını duysunlar diye söyledim. Hep de söylemeye devam edeceğim.”

“Arkadaş şarkısı darbe mağdurlarının sahip çıktığı şarkıydı. Burada da darbe teşebbüsünden yargılanan kişiler var.” şeklindeki hatırlatma üzerine de Demirağ şöyle konuştu:

“Darbe yargılaması yapılıyor ama darbeciler dediğiniz insanlar hüküm giymediler. Yani henüz şu anda bitmiş bir şey yok. Tabii ki darbecilere şarkı söylemeyeceğim. Ben darbecilere karşı söyledim şarkımı yıllarca yurt dışında. 12 Eylül askeri rejimine karşı başımız dik şarkılarımızı söyledik. Benim için hüküm giymemiş herkes masum. İçerdeki şarkımı sadece umut bekleyen, adaleti bekleyen insanlar için söyledim.”

Uzun tutukluluk yaşanan başka bir davayı takip edip etmediği sorulan Demirağ,
daha önce başka bir davaya gitmediğini söyledi. Uzun zamandır bu günü planladığını, gerçekleştirdiğini ve huzur bulduğunu söyleyen Melike Demirağ,

“Tabii ki işlenmiş bir suç varsa, suçlarının ispatı varsa insanlar tutuklanabilir, yargılanabilir ama şu anda esas hedef tutuksuz yargılanmaktır. İnsani duruş da bunu gerektiriyor. Ben de bir sanatçı, bir arkadaş, bir anne olarak kamu vicdanını temsilen buradayım.” diye konuştu.

Duruşmada düzeni bozanların saptanmasınz karar verildi

Ergenekon’ davasında 27 Temmuz Cuma günkü duruşmada düzeni bozanların saptanarak haklarında suç duyurusunda bulunulmasına karar verildi. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nce Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi’ndeki salonda yapılan duruşmada, Turgut Büyükdağ’ın soruları cevaplamasının ardından gizli tanık “İlkadım”ın dinlenilmesine geçildi.

Gizli tanık “İlkadım”, köy korucusu olarak çalıştığı dönemde bir takım olaylara
şahit olduğunu kaydederek, 1993-1994 yılları arasında Cengiz Sonay ve bazı kişilerle birlikte Habur’a gittiklerini, sınırdan iki kişinin geçtiğini, bunların ellerinde çantalar olduğunu kaydetti. Bu kişilere ateş açtıklarını, çatışma çıktığını, iki kişinin ölmesi üzerine yanlarındaki çantalara baktıklarında dolar dolu olduğunu gördüklerini belirten “İlkadım”, kendisinin telsiz anonsuyla üstlerine haber verdiğini, yanında bulunan diğer kişilerin bundan rahatsız olduklarını anlattı.

“İlkadım”, jandarma komutanlığına götürülen paraya ilişkin tutanak tutulmadığını,
paranın bir şekilde yok edildiğini savundu. Davanın sanıklarından Levent Ersöz’ün yasa dışı pek çok uygulamasının olduğunu savunan “İlkadım”, Cemal Temizöz’ün de her evden bir kişiyi aldığını, 15-20 gün sorguladıktan sonra bu kişileri ortadan kaldırdığını söyledi.

“İlkadım”ın ifadesi sırasında zaman zaman rahatsızlandığını belirtmesi üzerine, duruşmaya kısa aralar verildi.

Daha sonra mahkeme heyeti başkanı Hasan Hüseyin Özese tarafından hazırlık aşamasındaki ifadesi okunan ”İlkadım”, bu ifadelerinin doğru olduğunu, ekleyecek
bir şeyi bulunmadığını bildirdi.
Gizli tanık “İlkadım”ın ifadesinin alınmasına ara verildiğini belirten Başkan Özese,
tutuklu sanıklardan emekli Albay Dursun Çiçek’in, 27 Temmuz 2012 tarihinde duruşmaya çıkan mahkeme heyeti başkanı Hüsnü Çalmuk ile üye hakimler Ercan Fırat ve Nihat Topal’ı reddettiğine ilişkin mahkemeye dilekçe verdiğini bildirdi.

Başkan Özese, Çiçek’in mahkemeye bugün sunduğu dilekçesinde, tarafsız ve bağımsız yargılama yapılana kadar duruşmalara katılmayacağını bildirdiğini de kaydetti.
Verilen aranın ardından mahkeme heyeti, Çiçek’in reddi hakim talebinin soyut içerikli olduğu ve bir hakimin tarafsızlığını kuşkuya düşürecek nitelikte bulunmadığı gerekçesiyle reddini kararlaştırdı.

27 Temmuz Cuma günkü duruşma düzenini bozan kişilerin tespit edilerek haklarında
suç duyurusunda bulunulmasına karar veren mahkeme heyeti, duruşmayı yarına bıraktı.

==================================================
29 Ekim 2003’te, Ankara DTCF Farabi salonunda CUMHURİYET KARŞITLARI panelindeyiz..
Sağımızda Prof. Dr. Alpaslan Işıklı ve Doç. Dr. Çağrı Erhan, solumuzda ise rahmetli Prof. Dr. Türkan Saylan ve sevgili Mustafa Balbay.. 2 tıbbiyeli, 2 mülkiyeli ve 1 de gazeteci..

Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer.. miş..