Etiket arşivi: 2547 sayılı YÖK Yasası’

Üniversitelerin perişanlığı

Üniversitelerin perişanlığı

Bir yığın özerkliğe aykırı yök uygulamaları vardır. Öğretim üye ve yardımcılarına, üniversite severlere son sözüm şudur: Gelin, 1981’den sonraki yıllarda verdiğimiz ve bir ölçüde geriletmeyi başardığımız ‘tümüyle ve resmen bağımsız özerk üniversite’ için yeniden o şanlı savaşımı başlatalım.

Prof. Dr. Tahir HATİPOĞLU
Cumhuriyet
, 23.02.2019

Üniversite çağdaş dünyada, “Üniversiteler devletten tümüyle ve resmen ayrı kurum” olarak tanımlanır. Türkiye Cumhuriyeti üniversiteleri bu ana tanımın neresindedir? Gelinen vahim sonuç şudur :

1800’lü yıllarda birkaç kez denemeden sonra, günümüzdeki üniversite, kesintisiz şekliyle “Darül-fünun” adıyla 1900 yılında açılmıştır. Buna göre üniversite tarihimiz yeni sayılır. Haliyle, devletten tümüyle ayrı, özerk kurum olarak kurulmamıştır. 1919’da; ‘nizamname- tüzük’ ile devletten koparılmaya çalışılmış; yöneticilerin seçimle geleceği yarı özerk yapıya kavuşturulmuştur. Bu tüzükle Rektör (o günkü adıyla Emin) seçilen iki adaydan biri padişah, 1923’ten sonra da cumhurbaşkanı tarafından atanmıştır. Devlete bağlılık çok aza inmiştir.
Üniversite 1933’te, ‘üniversite’ adıyla yeniden kurulmuştur. Buna ‘Atatürk’ün Üniversite Reformu(AS: Hazırlayan, M. Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’tir.) diyoruz. Üniversite 1900’deki konumuna inmiş, tümüyle ve resmen devlete bağlanmıştır. Amaç, üniversiteyi özekliğe hazırlamaktır. Nitekim, hemen özerklik getiren yasa hazırlıkları başlamış, Maarif Şûraları’nda tartışıldıktan sonra, 1946’da bugün efsane yasa dediğimiz 4936 sayılı “Üniversiteler Kanunu” çıkarılmıştır. Yasayı çıkaran Bakan H. Ali Yücel, TBMM’de yasayı sunarken, “Ana prensip üniversitelerin özerk olmasıdır, üniversitelerin otonomisidir” diyor. Bu ilk yasayla üniversite yukarıdaki çağdaş tanıma uygun olarak ‘tümüyle ve resmen’ devletten ayrı kurum olmuştur.
1946 üniversitesi, özerk yapısıyla siyasete ve devlet karışmalarına karşı direnmiştir. En büyük direnişini 1948 yılında Pertev Naili Boratav ve arkadaşlarının üniversiteden (DTCF Olayı) atılmaları istemine karşı göstermiştir. O günkü siyasal iktidar üniversiteye istediğini yaptırtamayınca, kadrolarını kaldırıp açığa alarak, yasa yoluyla üniversiteden uzaklaştırabilmiştir. Buna benzer direnişler sonra da olmuştur. Özerk yapı 1960 ve 1973 yasalarında güçlendirilmiştir.

Yökversite dönemi
Üniversitenin ‘tümüyle ve resmen’ devlete bağlı kurum olması 1981 tarihli 2547 sayılı YÖK yasasıyla gerçekleşmiş; bununla üniversite tümüyle ve resmen devlet (!) üniversitesi olmuştur. Bu da 12 Eylül 1980 Darbesi’nin ürünüdür. Yasa, faşist Pinoşe tarafından çıkarılan Şili YÖK yasasından on ay sonra çıkmış ve benzeridir. Şilili teorik fizikçi Texas Üniversitesi’nden Claudio Teitleboium yasa için şöyle diyor:

“Şurası açıktır ki yasa, devlet için risk saydığı bir kuruma son vermeye çalışmaktadır… Üniversite yasası Şili yaşamını kalbinden vurmuştur”*

Türkiye YÖK’ü de aynıdır. O gün bugün üniversite devlet için risk sayılmakta, devleti ele geçirenlerce terbiye edilmektedir. Ve halkın yaşamı kalbinden vurulmuştur. Başlangıçta Şili’de olduğu gibi binlerce öğretim elemanı farklı yöntemlerle doğranmıştır. Doğrananlara ‘1402’likler’ denmiştir.

Halk arasında söylenen “beterin beteri var” sözü vardır. 2007’den bu yana üniversiteler “beterin beterini” yaşıyorlar. YÖK çıktığında yök muhalifleri olarak dile getirdiğimiz tüm kötülükler son yıllarda çok ağır şekilde yaşanıyor. Özellikle YÖK başkanının cumhurbaşkanı tarafından atanmasının sakıncalı olduğuna ilişkin görüşlerimizin doğruluğunu görüyoruz. Neredeyse Doğramacı devri aranıyor. 1981’de başlayan ‘yökversite’ dönemi, 2007’den sonra ‘akversite’ olmuştur.

  • Artık Türkiye’de 1900-1981 üniversitesinden iz yoktur.

Akversite dönemi
Cumhurbaşkanı Sezer’in görevden ayrılması ile başlayan hızlı çöküş, tehlikeli biçimde devam ediyor.

  • Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni rejimin başına geçmesi, Yekta Saraç’ın yök başkanı olmasıyla çöküş dur durak bilmiyor.
  • Üniversite, “tümüyle ve resmen” devletin tek yetkilisi Erdoğan’a bağlanmıştır.

    Bu duruma gelmede üniversitelerde görevli hocaların günahı çoktur. Yazılı ve görsel basında hemen her gün profesör sanlı öğretim üyelerinin utanılacak saçmalıklarını yaşıyoruz. Üniversitenin hocaları ise susup seyrediyor. Emekli bir öğretim üyesi olarak utanıyorum.
    YÖK Reisi Saraç, kendini Saray’ın bitişiğindeki insan gibi görüyor; saraylılarla açılışlara, kapanışlara, temel törenlerine gidiyor. Ayıptır söylemesi ama bu duruş ‘mütemmim cüz’ gibi oluyor. Bu da ağırıma gidiyor. Üniversite gibi özgün ve saygın bir kurumun başı, böyle yer ve kişilerden uzak durmalıdır. Üniversitelerin en üst kurulu Saray’ın şubesi görüntüsünü vermemelidir. Gelişmiş ve demokratik ülkelerin hangisinde böyle bir durum vardır?
    İş o hale gelmiştir ki, adam sırf rektör olmak için AKP’den aday ya da bir tarikat üyesi olmak gibi son derece yanlışa sapıyor. Sayın Erdoğan da bunları atamada sakınca görmüyor. Bu yolla rektör olanlar da kendilerini, Cumhurbaşkanının üniversitedeki uzantısı gibi görüyorlar. Kanımca, Cumhurbaşkanı, üniversitenin tümüyle ve resmen devletten ayrı kurum olması gerektiğini bilmiyor. O, öbür kurumlarla karıştırıyor olabilir. Kendisine doğrusu anlatılmalıdır.

Sonuç
Bir yığın özerkliğe aykırı YÖK uygulamaları vardır. Örneğin son olarak MEB, ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’ projesini sonlandırıyor, aynı gün YÖK reisi “Türkiye’ye mütenasip değil” deyip projeyi kaldırıyor. Ağır söz yazmak istemiyorum ama, böyle bir davranış (mütenasip demek de ne oluyor?) üniversite olmanın neresinde vardır?

Öğretim üye ve yardımcılarına, üniversite severlere son sözüm şudur     :

  • Gelin, 1981’den sonraki yıllarda verdiğimiz ve bir ölçüde geriletmeyi başardığımız ‘tümüyle ve resmen bağımsız özerk üniversite’ için yeniden o şanlı savaşımı başlatalım.
  • Bağlı ve perişan üniversite istemiyoruz. 
    * Tahir Hatipoğlu – Doğranan Üniversite, Selvi Yayınları, 1994

Fakültede profesör olarak 2 yılı doldurmadan hastanelere yönetici oldular

 

Dostlar,

AKP gözü kara kadrolaşmasını sürdürüyor..

10+ yıldır ülkenin her köşesine “mürit”lerini yerleştirdiler..

TÜBİTAK ve TÜBA gibi ulusal bilim akademilerine bile siyaset soktular..

Yüzümüz kızardı.. Dünyada hiçbir uygar ülkede ulusal bilim akademilerine siyaset üye seçmez, atamaz.. Burnunu da sokmaz bu akademilere.. Bu tablo utanç vericidir ve TÜBA yönetiminin geçtiğimiz yıl bu yüzden istifa ettiği akıldan çıkarılmamalıdır..

AKP bir yandan hekimlere zorunlu hizmet yasasını yürürlükte tutuyor, bir yandan da taşra tabela tıp fakültelerinde “kolay profesörlük” ikram edilen kimi yandaşlarını
Batı’da, büyük tıp merkezlerinde sorumlu tepe yönetici konumuna atıyor..

2547 sayılı YÖK Yasası’nın maddelerini de çiğneyerek (md. 29 ve 25b/1)..
Yasayı arkadan dolanarak.. Örn. Erzincan tıp fak. nin profesör fazlası mı vardır ki, orada gereksinim yok mudur ki yeni prof. olan muhterem zat “görevlendirme” ile
Batı’ya atanır ??

“görevlendirme” yasayı dolanmak için.. Hem kendi üniversitelerinde özlük hakları korunuyor hem de görevlendirme ile ücret alıyorlar..

Her şeyden geçtik : Bu davranış Müslümanlık ile bağdaşıyor mu?
Haydi bizi kandırdınız, Tanrı’yı nasıl kandıracaksınız??

Korkarız Allah bile sizi ıslah etmekten vazgeçmiş görünüyor..
Encamınız hayır ola.. diyelim gene de..

Yeni Sağlık Bakanı da evelallah öncülünü (selefini) aratmayacak bir halef (ardıl) olduğunu hızla, sayın başbakanlarına kanıtlama heyecan ve telaşesindeler..
Pazar ola sayın Dr. Müezzinoğlu, pazar ola..

Sevgi ve saygı ile.
18.2.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

======================================

Fakültede profesör olarak 2 yılı doldurmadan hastanelere yönetici oldular

Kamuya kıyak atama

© Yasaya göre; profesörlük unvanını alıp ataması yapılanlar, 2 yıl fiili hizmet sürelerini doldurmadan profesörlük unvanını üniversite dışında kullanamıyor. Ancak bu kural, çeşitli üniversitelerden 11 “şanslı” ad için delindi.

Sağlık Bakanlığı’nın Kamu Hastane Birlikleri’nin kurulmasının ardından kamu hastanelerine profesör unvanıyla atanan 11 kişinin, atama için gerekli olan tıp fakültesinde 2 yıllık hizmet süresini doldurmadığı ortaya çıktı.

Bu çerçevede Erzincan Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Prof. Dr. Nurullah Zengin
Ankara Numune Hastanesi’ne, Prof. Dr. Mustafa Ertek, Ankara Abdurrahman Yurtaslan Onkoloji Hastanesi’ne yönetici oldu. Aynı üniversiteden Prof. Dr. Murat Alper, Yıldırım Beyazıt Dışkapı Hastanesi’nin yeni başhekimi olurken, Prof. Dr. Sedat Altun da İstanbul Yedikule Göğüs Cerrahisi ve Göğüs Hastalıkları Hastanesi’ne başhekim olarak atandı. Prof. Dr. Ramazan Çetinkaya da Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne yönetici oldu.

Ayrıca; Karabük Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Öner Odabaşı Türkiye Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne başhekim, Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Osman Kürşat Arıkan Adana Numune Hastanesi’ne başhekim, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Ali Rıza Odabaş İstanbul Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne başhekim, Namık Kemal Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ali Metin Esen İstanbul Güney İl Sekreterliği Tıbbi Hizmetler Başkanı ve Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nden Prof. Dr. Fazlı Erdoğan Erzurum İl Genel Sekreteri olarak atanan isimlerden.

‘Suiistimal ediliyor’

Türk Tabipleri Birliği Genel Sekreteri Dr. Bayazıt İlhan, profesör unvanıyla atananların maaşlarının 18 bin TL’ye dayandığını belirterek, Kadroları taşra üniversitelerinde olan bu insanlar, kamuda üst düzey göreve getirilip, çok yüksek
maaş alıyor. Erzincan
da profesör olduysan, oraya hizmet etmek zorundasın.
Unvan böyle suiistimal edilemez.” dedi. (Cumhuriyet, 18.2.13)