LAİK AHLAK VAR MIDIR, VARSA NASIL DOĞMUŞTUR ve DİNSEL AHLAKTAN FARKLARI NELERDİR?

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

A- KURAMSAL ÇERÇEVE.

Evet, geleneksel ve tarihsel dinsel anlayışlardan farklı olan bir LAİK AHLAK ANLAYIŞI vardır. Fakat laik bir ahlak anlayışının oluşabilmesi için iki önemli gelişme ve değişimin ortaya çıkması gerekmiştir.

Birincisi Batı toplumlarında Aydınlanma felsefesine bağlı olarak dinsel otoriteden bağımsız eleştirel özgür aklın ve deneysel bilim anlayışının gündelik düşünme ve yaşama biçimine egemen olması ya da başka bir söyleyişe göre de toplumsa ZİHNİYETİN dogmatizmden kurtulup ÇAĞDAŞLAŞMASIDIR.

İkincisi de, bilimin ve teknolojinin değiştirici ve dönüştürücü etkilerine bağlı olarak
dinsel-tarımsal bir toplumsal yapıdan ve düşünme biçiminden giderek sıyrılıp
demokratik ve laik bir sanayi toplumuna kavuşmaktır.

Çünkü evrensel insan hakları, evrensel hukuk normları, pozitif ve negatif anlamda din ve vicdan özgürlüğü, laik devlet, laik toplum ve laik birey olmadan çağdaş ve demokratik bir devlet ve toplum kurma olanağı yoktur.

Bir tümce ile söylemek gerekirse:

Laik ahlak ancak ve ancak laik toplumsal yapı, laikliği ve demokratik toplumsal yapıyı biçimsel olarak değil, öz olarak benimsemiş ve özümsemiş devletlerin ürünüdür.

Mutlaka belirtilmesi gereken bir konu da şudur:
Çağdaş, laik toplumlar ve devletler; geçirdikleri zihinsel, ekonomik, teknolojik, sosyolojik ve kültürel değişim ve dönüşümler nedeniyle tek ırklı, tek dilli, tek inançlı, tek dinli tek mezhepli ve tek ideolojili değildir.

Tersine çağdaşlaşma, laikleşme ve demokratikleşme çok ırklı çok dilli, çok inançlı, çok dinli, çok mezhepli çok ideolojili… bir devlet ve toplum yapısı oluşturmuştur. Böylece toplumlar tekçi
(monist) bir toplumsal yapıdan, çoğunlukçu değil, çoğulcu (pluraliste) bir toplumsal yapıya kavuşmuşlardır.

B- DİN KAYNAKLI AHLAK ile LAİK AHLAK FARKLARI

1-Fesefi Temel:

Din kaynaklı ahlak anlayışı genel olarak inanılan bir Tanrı ya da ilahi otoritenin emredici buyruklarına dayanır. O ilahi buyruklara hiçbir eleştiri getirmeden kesin itaat edilmelidir. Çünkü Tanrı öyle buyurmuştur.

Halbuki laik ahlak eleştirel aklın ürünüdür. Felsefe olarak evrensel insan hakları, tüm insanların doğuştan eşit oldukları, pozitif ve negatif anlamda din ve vicdan özgürlüğü ve adalet… gibi akılcı gerekçelere dayanır.

2- İnançsal Temel.

Din kaynaklı ahlak o toplumca benimsenen dinin dogmatik inanç temelleri ve öğretilerinden biçimlenir. Halbuki laik ahlakın temelleri dinsel öğretiler değildir. Evrensel akılcı, insancıl, (hümanist) adalet ve her toplumda kabul görebilecek genelgeçer ahlak değerleri ve normlarıdır. Dinden değil toplumsal gerekler ve zorunluluklardan kaynaklanır.

3- Sosyolojik ve Kültürel Temel.

Genel olarak din kaynaklı ahlak, ortaya çıktığı ya da içine doğduğu toplumun o dönemdeki yaşam koşulları, töreleri, alışkanlıkları ve geleneklerinden oluşan kültür normları, kültür kodları ve kültür değerleri ile sıkı bir bağlantı ve düzenleme gösterir.
Halbuki laik ahlak, yerel bölgesel ve hatta ulusal değerler ve kültür normları yerine insan hakları temelli, tekçi değil, çok kültürlü, evrensel, hümanist sivil sosyal normları dikkate alır. Din, mezhep, ırk, dil cinsiyet vb. farklılıkları dikkate almaz.

4- Tarihsel Deneyim ve Birikim:

Genelde din kaynaklı ahlak, tarihsel olarak, hemen her toplumda geçmişte yaşanmış ve birikmiş olan o toplumdaki mevcut normlardan hareketle oluşur ve biçimlenir.

Halbuki laik ahlak kodları ise Aydınlanma çağında, eleştirel akıl ve deneysel bilimlerle yeniden biçimlenen yeni dünya görüşü ve bu dünya görüşüne kaynaklık eden çok kültürlü, demokratik, akılcı ve çağdaş değerler dizelgesine göre biçimlenir.

SONUÇ

Son sözler şu olmalıdır: Felsefi açıdan, günümüzün gelişmiş toplumlarında, çağdaş ve laik zihniyetle at başı giden, dinlerin ahlak öğretilerinden bağımsız, ya da din temelli olmayan laik bir ahlak anlayışı vardır.

Fakat bu durum dinsel ahlak normlarının tümüyle yerel, ulusal olduğu, evrensellikten uzak kaldığı anlamına gelmez. Din kaynaklı ahlak normlarının önemli bir bölümü de yine evrensel niteliktedir.

Bu nedenle laik ahlak, dinsel ahlakın rakibi değil, tamamlayıcısı ve geliştiricisidir.
Sosyolojik olarak, çoğulcu, çok dinli ve çok kültürlü ülkeler ve toplumlar için daha büyük önem taşır.

“PBDBY” fetreti

İbrahim Kaboğlu

“PBDBY” fetreti
  • ‘Çamur, çöp, çukur’ siyasetine indirgenen Türkiye Cumhuriyeti kamu tüzel kişiliği lağvedildi.

Bütün bu nedenlerle seçmenler, 31 Mart günü sandığa gidecek ve 1 Nisan sabahı Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme’ dönemine en geç 2028’de son vermek umuduyla uyanacak.

Fetret, en çok Osmanlı’da, Yıldırım’ın yenilmesiyle Çelebi Sultan Mehmed’in idareyi ele alışı arasında geçen on bir yıllık padişahsız dönem için kullanılır.

  • PBDBY ise, Türkiye Cumhuriyeti için fetret dönemi.

“İstanbul’daki fetret dönemine son vereceğiz” diyen ekokırım suç zanlılarından Kurum, ne demek istiyor?  Ankara için de benzer niteleme yapılıyor. Ben şöyle anlıyorum: Belediye başkanları, görevlerinden alındıktan sonra yerel seçimler yapılıncaya dek geçen ‘atanmış kayyım başkanlar’ dönemi, Fetret zamanı. (Görevden alınan Ankara BB’nin birçok kent suçu zanlısı olduğu ayrı bir yazı konusu).

Ne var ki, Kurum ve şürekâsının kastettiği dönem, İmamoğlu ve Yavaş’ın Belediye Başkanlığı yaptığı dönem. Kuşkusuz yanlış; ama kendileri açısından, “hukuka uygun olan her şey yanlış; doğru olan, tam tersine, Anayasa dışı da olsa, kamu yararına aykırı da olsa ‘talimatlara uygun’ davranmak.

Oysa, gerçekte

  • Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme’ (PBDBY),
    Türkiye Cumhuriyeti 
    açısından fetret dönemi. Neden ve nasıl?

Anayasa’nın ilk üç maddesinde tanımlanan ve nitelikleri sayılan T.C., bütün özel ve kamu tüzel kişilerinin üstünde, hepsini kucaklayan bir kamu tüzel kişiliğidir; daha doğrusu “tüzel kişiler tüzel kişisi”dir. Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk devleti olarak, bu tüzel kişilik gerekleri doğrultusunda yapılandırıldı

Bu yapıda her organın, makamın ve kişinin ‘görev + yetki + sorumluluğu’, Anayasa ve yasalar ile açıkça belirlenmiş bulunuyor. Görev, yetki ve sorumluluk üçlüsü, yalnızca hukuka değil, ahlaksal temellere de dayanır. Bunun tipik örneği, milletvekillerinin, bakanların ve Cumhurbaşkanı’nın içtiği Anayasa andıdır: … Anayasa’ya sadakattan ayrılmayacağıma, ”namusum ve şerefim üzerine and içerim”.

Görevi  ve yetkiyi Anayasa’ya uygun olarak tarafsızlıkla yerine getirmek ve kullanmak, haysiyet ölçütüdür. Daha doğrusu Anayasa andı, görevin gerekleri ile özdeşleşen bir haysiyet andı.

Anayasal gerçeklikle örtüşmeyen sözde ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi’nde şefe bağımlılık o denli katı ki, çekilme haklarını kullanamıyor bakanlar (PBDBY’nin içyüzü).
Buna karşılık, varlık nedeni siyasal çoğunluğu elde etmek olan siyasal partilerin önünü kesmek için bütün bakanların seçim sahasına sürülmesi, PBDBY’nin dışa dönük yüzü.
 

PBDBY’NİN İÇYÜZÜ ve DIŞA DÖNÜK YÜZÜ

Önce, ‘ne oldu?’ sorusu yanıtlanmalı kısaca. 2010’lu yıllardan yalnızca üç itiraf (ilk üçlü):

-“Ne istediler de vermedik?”: önceki on yıla ışık tuttu.

-“İstanbul’a ihanet ettik”: Önceki yirmi yıla ışık tuttu.

-“CB anayasa suçu işliyor”: AKP iktidarına ayna tuttu.

Bu üç beyan, T.C.’nin geçen 20 yılda nasıl yönetildiğinin itirafı.

7 Haziran 2015 seçimleri, göreceli de olsa serbest oy ve eşit yarış ortamında yapılan son seçim oldu; 1 Kasım 2015’ten başlayarak 6 kez kurulan sandıkta yarışma hiçbir zaman eşit olmadı.

Bu ortam ve koşullarda kotarılan 2017 kurgusu ise, parlamenter rejime ve  hükümete son verdi, siyasal sorumluluğu tasfiye etti ve T.C. niteliklerinin özünü zedeledi (ikinci üçlü).

Yürütme, tek başına CB’ye verilerek Bakanlar, siyaset dışına çıkarıldı.
Buna göre, siyaseti tek kişi yapacak; Bakanlar ise O’nun tercihlerini uygulamaya koyacak.

Ne var ki, siyasetten arındırılmış Bakanlar, uygulamada muhalefete karşı siyasal mevziler olarak kullanıldı. Devlet ve yönetim adına siyaset tekeli CB’de; Bakanlar müdür atama yetkisine bile sahip değil, sicil amiri hiç değil. Anayasal ve siyasal gerçeklikle örtüşmeyen sözde ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde şefe bağımlılık o denli katı ki, çekilme haklarını bile kullanamıyor Bakanlar (PBDBY’nin içyüzü).

Buna karşılık, varlık nedeni siyasal çoğunluğu elde etmek olan siyasal partilerin önünü kesmek için bütün Bakanların ve kamu gücünü kullananların seçim sahasına sürülmesi, PBDBY’nin dışa dönük yüzü. PBDBY;

-Devasa depremlerin 35. günü, seçimleri 35 gün öne aldı.

-12 gün sonra, bütün Bakanları milletvekili adayı yapacağını TV ekranlarından açıkladı.
(Yalnızca ikisi direnebildi: Oteller ve hastaneler zinciri, saraylar ve külliyeler zincirini bastırdı).

Hiçbiri, TBMM’de milletvekili andı içinceye dek görevini bırakmadı; Bakanlık nüfuzunu ve devlet olanaklarını sonuna dek kullandı.

Dezenformasyon, montaj sahte videolar ve ‘Devlet seferberliği’ eşliğinde yürütülen iki turlu seçimler, Altılı Masa’nın tek kişiye “altın tepside iktidar’ armağanı ile sonuçlandı.

Şimşek’ten Yerlikaya’ya Mehmet’ler Bakan olarak atanınca, PBDBY okumasını eksik yapanlar için teselli kaynağı, ‘hukuk ve liyakat’ umudu oldu.

Dahası, her iki Bakanın söylem ve eylemleri, seleflerine muhalefet açısından, sanki bir hükümet varmış ve seçimler sonucu bir başka parti hükümeti kurmuş gibi bir sanal algı da yarattı.

İcraat, bu yazının konusu değil; ama yalnızca iki saptama:
İlki, “kur korumalı mevduat” (KeKeMe) çifte faizi ve %50 faiz, NASS’ı çökertti. Buna Sisi ziyareti eklenince, ‘siyasal İslam’, iç ve dış olmak üzere çifte itici güç ile çözülme sürecine girdi. .

İkinci saptama: Çete operasyonları, selefinin T.C.’yi uluslararası çeteler için nasıl “çeteler serbest bölgesi” durumuna getirdiğini teşhir etti.

Halef ve selefler, yerel seçimlerde el ele kol kola: kime karşı?
İmamoğlu, Yavaş, Tugay, Karalar, Bozbey, Ünlüce, Böcek vd.

Ankara’da bürokrat, taşrada “politikacı” olan eski-yeni bakan, milletvekili  vs. halkasında kimler var? İmamlar ve subaylar, memurlar ve öğrenciler,,,,

Adalet Bakanından TBMM Başkan Vekiline İstanbul’dan Urfa’ya, Artvin’den Muğla’ya, adeta kaçak! “Devlet yığınağı” yapıyorlar, tıpkı saray ve örtülü ödenekler gibi.

Neden?
Yürütme+Yasama+Yargı ekseninde gerçekleştirdikleri Kişi+Parti+Devlet birleşmesini merkez+çevre füzyonu ile tamamlayarak iktidar tekeli kurmak için.

Ve Ankara bomboş: Hükümet kaldırılmıştır; CB, parti genel başkanlığı yapıyor, Bakanlar parti belediye başkan adaylarının arkasında…

İktidar tekelini elinde tutan kişinin kentlerdeki söyleminin yurttaşlarda yarattığı çağrışıma gelince;

-‘Para sayma’; 17-25 Aralık sürecinde  İmam-Hatipli bir Banka Genel Müdürünün ‘ayakkabı kutuları’,

-‘İstanbul’a telefon edin’; aynı dönem Başbakanı ve oğlu arasındaki ekranlara yansıyan telefon görüşmesi,

-‘Çöp/çamur/çukur’ ise; Artvin’den Muğla’ya, Hakkari’den Edirne’ye, Akbelen, Cerattepe, İliç, Kazdağları vd. ‘ekokırım’larını ve Akkuyu’daki Rusya egemenliğini (Üçüncü üçlü).

Üç üçlü sonucu;

– Anayasal ve siyasal bellek tahrip edildi,

-Doğal ve kültürel varlıklar yağmalandı, ülke talan edildi: Siyasal iktidarı ele geçiren grup, ülkenin tarihsel, kültürel ve doğal mirasını, yerli ve yabancı işbirlikçileri ile yağmaladı; toplumu, bir somun ekmeğe muhtaç kıldı. Şimdi bunu, “Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü” ekseninde yapmaya çalışıyor.

– ‘Çamur, çöp, çukur’ siyasetine indirgenen Türkiye Cumhuriyeti kamu tüzel kişiliği lağvedildi.

Bütün bu nedenlerle seçmenler, 31 Mart günü sandığa gidecek ve 1 Nisan sabahı ‘PBDBY fetret’ dönemine en geç 2028’de son vermek umuduyla uyanacak.

Böylece Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları, ülke (Türkiye), ulus (Türkiye ahalisi) ve Devleti (Türkiye Cumhuriyeti) için yeniden yola koyulacaklar.

Management of Work Related & Occupational Diseases Caused by Worksite Air

Dear Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School
All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff
General public and Media,

On 15th March 2024, we conducted a 3 hours lecture for Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School with a subject of

Management of Work Related & Occupational Diseases Caused by Worksite Air

Here is the 62 slides PDF file (3,9 MB) :
Management of Work Related & Occupational Diseases Caused by Ambient Air

Some important reminders for all..

In the context of managing work-related and occupational diseases caused by ambient air, here are 10 important issues that should be emphasized during the lecture:

1.Respiratory Diseases: Understanding and addressing respiratory conditions caused by workplace air pollution is essential.
2.These include pneumoconioses (such as silicosis and asbestosis), bronchopulmonary diseases related to specific dust exposures (e.g., cotton dust, hard-metal dust), and asthma triggered by work-related sensitizing agents or irritants.
3.Extrinsic Allergic Alveolitis: This condition results from inhaling organic dusts or microbially contaminated aerosols at work. Recognizing and preventing it are critical.
4.Chronic Obstructive Pulmonary Diseases (COPD): COPD can arise from various occupational exposures, including coal dust, wood dust, and dust from agricultural work. Implementing preventive measures is crucial to safeguard workers’ lung health.
5.Upper Airways Disorders: These disorders, caused by sensitizing agents or irritants inherent to work processes, impact the upper respiratory tract. Identifying risk factors and minimizing exposure are vital.
6.Scientifically Established Links: It’s essential to establish direct links between exposure to workplace risk factors and specific diseases. By doing so, we can take targeted preventive actions to protect workers’ health.

7.“All workers have the right to safe and healthy working conditions.
European Social Charter, 7th ed., updated: 1st January 2015, Part 1 /3
8.Occupational health practice encompasses the activities of all those who contribute to the protection and promotion of workers’ health-PP and to the improvement of working conditions and environment;
9.These terms should not be understood as merely the practice of occupational health professionals.
10.The institutionalized organizational arrangements to provide such services (i.e., the occupational health services which are part of the infrastructure to protect and promote workers’ health).

With respect and love. 23rd March 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Univ. Medical School, Dept. of Public Health
BSc in Political Sciences & Public Administration
LLM in Health Law
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     X : @profsaltik

Laiklik Meclisi’nden Laiklik İhlalleri Raporları

Selin Nakıpoğlu

Selin Nakıpoğlu

Güncel 23.03.2024, BİRGÜN

Ocak ayında Laiklik Meclisi’nin hazırladığı 2023 Yılı Laiklik İhlalleri Raporu’nu konu almış, ortaya arşivlik bir çalışma çıktığından bahsetmiştim. Rapordan birkaç örnek verdiğim yazımı

  • “Bizler laikliğe açıktan savaş açılmış, tarikat ve cemaatlere teslim edilen bu ülkede müsterih olmayanlarız.
  • “Alışacaksınız eski Türkiye yok!” mesajını verenlere ‘Alışmayacağız!’ diyenleriz.
  • İnsanlığın kazanımı olan laikliğe hız kesmeyen saldırılar varken hepimizin üzerinde  yaşamsal sorumluluk var.
  • Aklın dinsel düşünce karşısında özgürleşmesi çok büyük bir kazanım. Hele kadınlar için daha da önemli. Çünkü siyasal İslam politikalarının ana gündemi kadınlar.
  • Ya koyu karanlığı birlikte yırtacak ve şafağın aydınlığına kavuşacağız ya da nefessiz kalacağız.” paragrafı ile bitirmiştim.

Bu hafta köşemi Laiklik Meclisi’nin 2024 Ocak ve Şubat Laiklik İhlalleri Raporlarına ayırdım. Raporların tam metnine

https://laiklikmeclisi.org 

adresinden ulaşabilirsiniz. Raporların; ‘Memlekette neler oluyormuş?’ dedirtip, uyku kaçırmak gibi bir yan etkisi var, demedi demeyin…
∗∗∗
Mersin’de Hüseyin Polat Özel Eğitim Uygulama Okulu’nda müdür Uğurcan Göçer, kılık kıyafet yönetmeliğini gerekçe göstererek bir kadın öğretmene yüksek topuklu ayakkabı ve dizüstü etek giydiği için “uyarı” yazısı yazdı. (11 Ocak) Kuran’a Hizmet Vakfı’nı sorumlusu Ayhan Şengüler hakkında evli olduğu kadını cinsel saldırıya maruz bıraktığı suçlamasıyla hazırlanan iddianameden iki buçuk yıl sonra dava açıldığı öğrenildi. (12 Ocak) Kasım 2023’te cuma namazında Atatürk için dua edilmesine tepki göstererek ve “Allah kâfirleri, müşrikleri kahretsin. Bizleri bu kefirlerden beri etsin” diyen Ahmet Bostancı tahliye edildi. Bostancı’nın tahliyesinin ardından

  • Kartal’daki İstanbul Anadolu Adliyesi’nde “Yaşasın şeriat” sloganları atıldı. (16 Ocak)

Antalya’da Cumhuriyet Bayramı etkinliğinde yaptığı konuşma ile hedef gösterilen öğretmen Emine Karakaş’ın 12 Ocak’ta Milli Eğitim Müdürlüğü’nün söz konusu okula gönderdiği yazı ile iş akdinin sona erdirildiği ve maaşının kesilmesinin istendiği öğrenildi. Karakaş konuşmasında,

  • Cumhuriyetin bütün nimetlerinden faydalanıp onu yok etmeye çalışıyorlar.
  • Bir yanda yüz yıl önce anayasaya Cumhuriyet yazdırmak için ömrünü feda edenler, bir yanda bugün onu yok etmeye çalışan
  • Türkiye yüzyılı masalına herkesi inandırmaya çalışanlar

ifadelerini kullanmıştı. Karakaş, konuşması sosyal medyada paylaşılarak hedef gösterilmiş, Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı Karakaş hakkında “halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçlamasıyla soruşturma başlatmış, ardından da Karakaş gözaltına alınmıştı. (17 Ocak)

Laiklik Meclisi’nin Kasım 2023’te ÇEDES projesi kapsamında Tekirdağ ve Batman’da ilkokul öğrencilerine cami temizliği yaptırılmasına ilişkin yaptığı yakınmayla ilgili Batman Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından “İşlem Yapılmasına Yer Olmadığı” kararı verilmişti. Bu karara yapılan itiraz, Batman 1. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından da reddedildi. (19 Ocak)

Sosyal Doku Vakfı Başkanı Nurettin Yıldız, çocuk evliliklerinin Kuran’a uygun olduğunu savunarak,

“Evlilikle ilgili şeriatımız İslam’ın yaş haddi yoktur.
Buluğ çağından önce de bir çocuk evlenebilir” dedi. (25 Ocak)

Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın yönetiminde olduğu Türkiye Gençlik Vakfı’nda

  • 5, 6, 7 ve 8. sınıf öğrencilerinin tesettüre sokulduğu,
  • erkek çocuklara ise imam cübbesi giydirildiği ortaya çıktı. (28 Ocak) 

Yargıtay’ın terör örgütü olarak kabul ettiği Hizb’ut Tahrir polis koruması altında yürüdü. Ankara’da Mısır Büyükelçiliği önünde Gazze için bir araya gelen ve tevhit bayraklarıyla yürüyen grup, polis koruması altında hilafet çağrısı yaptı. (30 Ocak) AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gaziantep’teki Şehir Hastanesi açılışında Diyanet İşleri Başkanı Erbaş‘ı sahaya sürdü, hastanenin açılışı dua ile yapıldı. Hastane açılışından sonra cami açılışında konuşan Erdoğan,

  • “Her ne kadar birileri hala verilen hizmete şaşı bakıyor olsa da, camimizde bilhassa
    4-6 yaş arası çocuklarımıza yönelik imkanların sunulmasını ben çok kıymetli buluyorum.
  • Camilerimizin rollerine dar açıdan yaklaşmak yerine daha geniş açıdan bakmamız gerektiğini düşünüyorum.
  • Hanım kardeşlerimizin buralardan daha sık faydalanmasını sağlamalıyız.” dedi. (4 Şubat)

Mardin 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada namaza giden kâtip nedeniyle duruşma yarıda kaldı. Duruşmaya başka bir kâtibin gelmesiyle devam edildi. (13 Şubat) 

AFAD tarafından AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katılımıyla deprem felaketinde Adıyaman’da evlerini yitiren yurttaşlar için düzenlenen deprem konutu kurasında aralarında kuyumcu dükkanı sahibi de olan Menzil şeyhi Saki Elhüseyni de olan, milyonlarca liralık lüks araçlara binen ve bir çok şirket sahibi Menzil şeyhlerinin TAMAMINA ev çıktı. (14 Şubat)

“Şeriata hakaret ettiği” gerekçesiyle hakkında soruşturma başlatılan Av. Feyza Altun gözaltına alındı ve hakkında soruşturma başlatıldı. (19 Şubat)

TBMM’ye sunulan 8. Yargı Paketi’ne, yurttaşların kişisel verilerinin “dini vakıflara” verilebileceği maddesi eklendi. (23 Şubat)

Halil Çivi şiiri : ŞAŞMA GÖNÜL…

ŞİİR KÖŞESİ


Prof. Dr. Halil ÇİVİ

İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk Ozanı

 

…ŞAŞMA GÖNÜL

Haram alıp haram satma,
Adaletten şaşma gönül.
Kazancına zehir katma,
Adaletten şaşma gönül.
Xxx
Hakkı bilmek istiyorsan,
Adil olmak istiyorsan,
Dürüst kalmak istiyorsan,
Adaletten şaşma gönül.
Xxx
Calışırken, üretirken,
Paylaşırken, tüketirken,
İşlerini yürütürken,
Adaletten şaşma gönül.
Xxx
Elinin harama atma,
Sözlerine yalan katma,
Haram döşeklerde yatma,
Adaletten şaşma gönül.
Xxx
Kadın, erkek aynı candır,
Zenci, beyaz aynı tendir,
Her can eşittir, insandır,
Adaletten şaşma gönül.
Xxx
İster erkek, ister dişi,
Eğer kusurluysa kişi,
Yargılamak Hakkın işi,
Adaletten şaşma gönül.
Xxx
Düşürdüğün varsa kaldır
Döktüklerin varsa doldur,
Vicdan hakka giden yoldur,
Adaletten şaşma gönül.
Xxx
Eğri büğrü yola sapma,
İnsanı put yapıp tapma,
Zalim olma, zulüm yapma,
Adaletten şaşma gönül.
Xxx
Akılla donat özünü,
Bilimle söyle sözünü
Hukuka çevir yüzünü,
Adaletten şaşma gönül.
Xxx
Ahlak rotasından çıkma,
Doğruyu demekten bıkma,
Ayrılık tohumu ekme,
Adaletten şaşma gönül.
Xxx
Edeptir ahlakın bezi,
Edeptir inancın özü,
Edeptir ağartan yüzü,
Adaletten şaşma gönül.
Xxx
Bilgeler sözünü seçer,
Kinden, iftiradan kaçar,
Sevgi eker, barış biçer,
Adaletten şaşma gönül.
Xxx
Halil Çivi, can yaşarsa,
Özüne öfke düşerse,
Egon kükreyip şişerse,
Adaletten şaşma gönül.
Xxx


20 Mart 2024, Çiğli – İZMİR

21 Mart Dünya şiir günü

Dr. Serdar KOÇ
Şair

…Hangi ülkenin insanı şairleri yakar??!!

Dört güzel insan, dört şair Madımak’ta yaşam merdivenlerine oturmuş..

Yüzlerinde, gözlerinde bir insan sıcaklığı içinde tedirgin ve güleç yüzlerle..

Ölümlerinin yanı başlarındaki dinci yobazlar, katil sürüleri tarafından yakılacaklarının habersizliğinde…!

her şey geçer
aşk da
acı da geçer, ağla-
maklı bir şarkı
ayrılıkların
üzerinden

Behçet Aysan şiiri ölümlerden önce yazılan.
Asım Bezirci, Behçet Aysan‘a güleç yüzüyle bir şeyler anlatıyor.
Metin Altıok her zaman ki kendi sakinliğinde, tedirgin bir yüzle ve değerli fotoğrafçı dostum Uğur Kaynar…
Her şey geçmiyor, bize yapışıp kalan kareler.

SAĞLIKTA KAPİTÜLASYONLAR

Prof. Dr. Celal KARLIKAYA
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı
20 Mart 2024, Edirne

“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.”
Mustafa Kemal ATATÜRK

Egemenliğin bağsız – koşulsuz ulusun olduğuna, salt karşı çıkmış olmak için “Size ne oluyor? NAS var!” demeyi marifet bilen Din(i)Dar ve Kin(i)Dar kuşağın kıblesi neresidir?

Osmanlıyı yıkıma götüren kapitülasyonlar günümüzde var mı? Hangi alanlarda var, ekonomo-politik bilimcilerin konusudur ancak biz sağlıkta acı bir duruma örnek vererek, halkın sağlığı ve sağlamlığı için üzgünlüğümüzü / kırgınlığımızı sözcüklere dökmeyi deneyelim..

Egemenlik Ulusun değil ise, Şehir Hastanesi egemen, tanrı – insanın yeryüzündeki en önemli hakkı olan yaşama ve sağlık hakkının ölçüsünü o koyuyor – öyle mi?

Basamaklı sağlık hizmeti hiçbir aşamada çalışmadığı halde Şehir hastaneleri nedir? 4. Basamak hastane de bize mi söylemiyorlar?

Çok olay –vakıa– var ama en yakını, acısı / ansısı daha aklımızdan çıkmayanı anlatalım:
Alanımız olan Solunum Hastalıkları Tıbbı nedeniyle kendisi Yunanistan’da, kızı İstanbul’da yaşayan soydaşımız – vatandaşımız (sınır ötesi Türk -bkz. Atatürk’çe- soylumuz) en yakın sağlık pınarı olarak Edirne’deki (1.) Cumhuriyet’in Tıp Fakültesi’ne geliyor. Yaşı. Kızı, uluslararası müfettişlik yapan Eğitimci. Kızı buluyor bizi 4 ay önce, annemi size getireceğim.. Ama neden ben; ben bu pandemi döneminde en az 4 kez viral hastalık ve sağlık durumum nedeniyle özel hasta bakamıyorum; genç arkadaşlarımız var öğretim üyesi.. diyoruz. Ama ısrar ediyor. Tamam diyoruz; kalp, tansiyon, şeker vs. çok sorunları içinde ASTIM hastalığını tanılıyoruz. Uygun ilaç ve sağaltım (tedavi) önerileri ile uğurluyoruz köyüne – Yunanistan’a. Şimdi 4. ay denetimi (kontrolü) var. Kendisini çok daha iyi duyumsuyor (hissediyor); köyündeki eczaneye kendisi yürüyerek gidebiliyor artık. Bu kez ayırt ediyoruz ki astımı, eozinofilik astım denen bir tür. Bu tür astımın sağaltımında son on yıllarda geliştirilen  ve birkaç yıldır ülkemizde ruhsatlandırılmış “biyolojik” sınıftan ilaçlar var. Ancak Sağlık Bakanlığı -SGK- kanımca ana gerekçesi parasal olan nedenlerle sadece allerji uzmanlarına bu ilacı kullanabilme yetkisi tanımış. Üniversite hastanesinde göğüs hastalıkları profesörüyüz ama ne yazık ki birçok göğüs hastalıkları rutini olmuş tedavileri bu nedenlerle hastalarımıza, göğüs hastalıkları uzman hekimlerinden 3-5 kişilik heyet kursak bile yazamıyoruz!.

Neyse konumuza dönelim, Astımın bu biyolojik ilacını Tıp Fakültemizde birkaç yıl öncesine dek yazabiliyorduk. Çünkü Çocuk Allerjik Hastalıklar uzmanımız vardı. Erişkin tıbbı uzmanı olmasa bile, tıbbın yasaları gereği, bizim bilimsel – doğru tedavilerimizi O da doğru bularak Tıbbi Kurulun – Heyetin işlev görmesini sağlıyordu. Ancak bu profesör hocamız emeklilik yaş sınırı gelmeden “tükenmişlik duygusu” ile emekli oldu! O’nun yetiştirdiği doçent hocamız da çocuğunun için İstanbul’a gitti. Şimdi ne oldu?

  • Üniversite hastanesinde baktığımız hastaları 3. Basamaktan 2. Basamağa sevk ederek onları tedavisiz bırakmıyoruz (!)

Çünkü Edirne Devlet Hastanesinde erişkin allerjik hastalıklar uzmanımız var; halkın sağlığı için bir çaredir. Ancak tıp fakültesindeki göğüs hastalıkları hocaları bu ilacı yazamaz! 2. Basmakta allerji uzmanı yazabilir! Bu Basamaklama işi bakın burada çalışıyor (!) Eğitim hastanesinin  uzmanlık öğrencilerine (asistan hekimlere) de haksızlık değil mi? Modern bir sağaltımı (tedaviyi) göremiyor, öğrenemiyorlar. Çünkü, sınırlar ötesinden bile gelse (sağlık turizmi!), Yunanistan’dan ulaşan bu hastamıza, Tıp Fakültesindeki ilgili hocalardan 3-5 kişilik tıbbi kurul (heyet) bile kursak, bu ilacı yazamıyoruz! Edirne Devlet Hastanesindeki Allergolog meslektaşımız da veremiyor çünkü orası Eğitim Hastanesi değil. SUT (Sağlık Uygulama Tebliği) böyle buyuruyor.

Ne yapacağız? En yakın nerede yetkili hastane ve Allerji uzmanı? Tekirdağ diyorlar. Ama orada da Eğitim Hastanesi olarak salt Tıp Fakültesi var, orasıdır her halde diyoruz. Ancak, “Hayır, Şehir Hastanesinde..” diyorlar. Ama orası SUT’a göre yazamaz diye düşünüyoruz, ama hayret, “örtülü yöneticilerimiz” Trakya’da yalnızca bu hastaneye söz konusu asthma ilacını yazma yetkisi vermiş; kendi yazdığı mevzuata da uymamasına karşın!

Ne yapalım? diyoruz, hastamızla düşünüyoruz :

Hocam bu gün otel tutup Edirne’de kalırız, yarın Tekirdağ’a gideriz.. diyorlar.
Peki, arıyoruz Tekirdağ Şehir Hastanesi’ndeki -Tıp Fakültesi hocalarından daha yetkili ve etkili- meslektaşımızı. Çok iyi niyetli, ancak bir haftadan önce yeni hasta kabul etmesinin olanaksız olduğunu söylüyor. Hastamız 75 yaşında kadın, kızı. 60’a yakın. O denli uzun süre kalamayacaklarını söylüyorlar. Hastamıza çağcıl (modern) solunum tıbbının uygun gördüğü ilacı yazamadan Yunanistan’daki köyüne uğurluyoruz…
***
Sağlık hakkı, yaşam hakkı, mesleksel sorumluluklarımız, haklarımız hepsi insan hakları.. nerede arayalım bu Hakkı-Hukuku?

  • Cumhuriyet, bilhassa kimsesizlerin kimsesi” idi kurucusu Atatürk‘ün eşsiz tanımı ile..

Şu an, devlet tıp fakültesindeki hocalar bile kimsesiz!

Nedeni             : Şehir hastanesine verilen kapitülasyonlar!

Oysa biz halk (tebaa!) olarak bu deneyimi Osmanlı’da yaşadık: “Yabancı devletlere verilen Kapitülasyonlar devleti sömürgeleştirmişti”! Aynı “hata” (!) neden yineleniyor?
İstendik mi yoksa?

Mülkiye, Harbiye, Tıbbiye…
Halkın sağlığı ve sağlamlığı…

Devlet olma savındaki siyasal kuruluşların ‘en birinci’ görevi halkın sağlığı – sağlamlığı” idi Mustafa Kemal Paşa‘ya göre. Şimdi şehir hastanelerinin geliri – kazancı, müşterileştirilen halkın sağlığına emanet edilmiş. Bir de bütün Trakya’da Tekirdağ Şehir Hastanesineadını düzeltiniz- Trakya 4. Basamak Bölge Hastanesine (!) örneğin..

İşte, ne yazık ki ülkemiz tıp – sağlık ortamı (şehir hastaneleri büyük oranda bunun dışında) ne hastasını, ne çalışanını hoşnut (memnun) edebiliyor. Her yerde çarpıklıklar içinde yaşıyor ve yaşatılıyoruz. Oysa “Sağlıkta Dönüşüm” (Health Transformation!) küresel dayatmasını Haziran 2003’te başlatan AKP’li Sağlık Bakanı Recep Akdağ, “Müşteri memnuniyeti“ni tam da odağa koymuştu! (Milliyet, 27 Temmuz 2003).

Sağlık hizmetini doğuştan kazanan hak öznesi onurlu yurttaş, neo-liberal post-modernitede (!)  “müşteri” ye terfi ettirilmişti (!), “memnun edilecekti”!!

Bir de sağlık yöneticilerimiz var, her yerde varlar.. onlar görevi kötüye mi kullanıyor, göz ardı mı ediyor? Onlar da memur işte, emir kulu düşünceleri aklımızdan geçiyor?

Sonra Ata’mızdan gelen aydınlık düşünceler zihnimizi karabasanlardan arındırıyor:

  • “Hükümetlerin halkın eline geçmesi…. Efendiler, biz memur sınıfı yaratmak için çalışmayalım.
    Ve kesinlikle memur kadrosu içinde bulunanları bir yere koymak için kafa yormayalım.
    Yönetimi halka vermek için çalışalım.”
  • Halk Fırkası nazarında Halk mefhumu herhangi bir sınıfa münhasır değildir. Hiçbir imtiyaz iddiasında bulunmayan ve umumiyetle kanun nazarında mutlak musavatı kabul eden bütün fertler halktır. Halkçılar hiçbir ailenin, hiçbir sınıfın, hiçbir cemaatın, hiçbir ferdin imtiyazlarını kabul etmeyen ve kanunları vazetmekteki mutlak hürriyet ve istiklali tanıyan fertlerdir.”
  • “Biz her yurttaşın elini yurttaş olarak sıkarken, beraber çalışırken, onda saygı ile tanımaya değer vasıflar görür ve her vatandaşı müsavi (eşit) haklı, müsavi şerefli insan olarak tanır ve imtiyaz davasında bulunmayan yurttaşlar kitlesini halktan ve halkçı tanırız…
    Türkiye’de sınıf yoktur, cins(iyet) (ayrımı) yoktur” .
  • “Bu millet utanmak için yaratılmış bir millet değildir, mazisini iftiharla doldurmuş bir millettir. Fakat milletin yüzde sekseni okuma yazma bilmiyorsa bu hata bizde değildir. Türk’ün seciyesini anlamayarak kafasını birtakım zincirlerle saranlardadır. Artık mazinin hatalarını kökünden temizlemek zamanındayız. Hataları tashih edeceğiz (düzelteceğiz). Bu hataların tashih olunmasında bütün arkadaşların faaliyetini isterim.”

***
14 Mart Tıp Bayramının ardından, ki aslı emperyalizme -kapitülasyonlara başkaldırının da adıdır– halkın sağlığı ve sağlamlığını ilgilendiren her konuda milli mücadelenin çoban ateşleri yakılmaya devam edilecektir.

Atatürk devrim ve ilkeleri, bizlere her zaman doğru yolu göstermektedir.

ÖZETLE;

  • “HEKİMLER OLARAK, İNSANCIL YÖNETİM ALTINDA YAŞAMAK ve ÇALIŞMAK İSTENCİ ile
    YAŞASIN ATATÜRK CUMHURİYETİ”
    diyorum.. 

Kaynakça

Addiction & Burden on Family and Community

Dear Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School
All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff
General public and Media,

On 11th March 2024, we conducted a 1 hour lecture for Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School with the subject of

Addiction & Burden on Family and Community

Here is the 37 slides PDF file (3,6 MB) :
Addiction and Burden on Family and Community

Some important reminders for all..

Family Challenges: Addiction affects not only the individual but also their family members.
Families face emotional, financial, and social burdens due to a loved one’s addiction.
These challenges include:

1.Initial Shock: Families experience shock and confusion when they first encounter addiction.
2.Social Isolation and Stigma: Addiction can lead to social isolation and negative labeling.
3.Sequence of Disorders: Families deal with emotional decline, negative behaviors,
mental disturbances, physical health issues, and overall burden.
4.Internal Family Chaos: Relationships become unstable, and financial collapse may occur.
5.Self-Protection: Family members seek information, support, and coping mechanisms.

With respect and love. 22nd March 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Univ. Medical School, Dept. of Public Health
BSc in Political Sciences & Public Administration
LLM in Health Law
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik

Mustafa Aydınlı şiiri

ŞİİR KÖŞESİ…

 

Mustafa AYDINLI

Eğitimci Yazar
Halk Ozanı

 

İSTERİM

Yakalasak uygarlığın çağını
Güçlü kılsak demokrasi bağını
Artık sökmeliyiz kader ağını
Cehaleti yere çalmak isterim
***
Ülkemizi yükseltelim el ele
Çok önem verelim ulusal dile
Bilimde, kültürde, tapınçta bile
Türkçeyi egemen kılmak isterim
***
Eller gider iken yıldıza, Ay’a
Biz neden kalalım geride yaya?
Uygarlık adına sonsuz uzaya
İnsansız uydular salmak isterim
***
Çalışalım alın teri dökerek
Yobazların tepesine çökerek
Hurafeyi kafalardan sökerek
Bilim deryasına dalmak isterim
***
Çalışanlar sendikasız olur mu?
Tok olanlar acın halin bilir mi?
Çalışanın hakkı sözde kalır mı?
Hakkımı uygarca almak isterim
***
Çağdaşlığın deryasına dalalım
İcatlar yapalım, buluş bulalım
Mustafa Kemal’den ilham alalım
İlham kaynağımdan dolmak isterim
***
Aydınlı yarını bugünden kurar
Uygarlık koskoca ülkeyi sarar
Her bilgi gelecek kuşağa yarar
Kültürümle miras kalmak isterim


18 Mart (1915) – 28 Şubat (2021)

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Yazının başlığını görünce, “Aralarında yüz yılı aşkın zaman farkı olan iki olgu arasında nasıl bir bağlantı var?” diye sormuş olabilirsiniz.
Aşağıda açıklayacağımız gibi her iki olgu birbirleri ile bağlantılı.

18 Mart Nedir?

109 yıl önce dünyanın en güçlü donanmasının Türk topçusu ve deniz mayınları karşısında yenilerek Çanakkale Boğazından geçmesine izin verilmediği gündür.

Ancak kıyı topçu bataryalarımızı denizden susturamayan düşman, karadan susturmak amacıyla Gelibolu yarımadasını işgale yeltenmiş, yarımadada 9 ay süren kanlı çatışmalarda Mustafa Kemal’in çelik istenci ve Mehmetçiğin olağanüstü direnişi karşısında bunda da başarılı olmayarak çekilmiştir.

18 Mart (1915) salt deniz utkusunun değil, tümüyle Çanakkale utkusunun kutlandığı gündür. Anlamı:
Çanakkale utkusunun dünya tarihi açısından anlamı, o zamanki dünyanın en güçlü donanması ve ordusuna sahip emperyalizmin yarı sömürge durumunda ve yıkılmakta olan bir devletin ordusu karşısında ilk kez yenilmiş olmasıdır.

  • Çanakkale’de Türk ordusu, emperyalizmin yenilebileceğini ilk kez dünyaya göstermiştir.

Bu utkunun bizim için başlıca iki anlamı vardır:

Mustafa Kemal Çanakkale’de yetkin bir komutan olarak ün kazanmış ve tarih sahnesine çıkmıştır.

Aynı zamanda Kuvvayı Millye ruhunun – bilincinin başlangıcı Çanakkale’de oluşmuştur.

Bu nedenle Çanakkale, Kurtuluş / Bağımsızlık Savaşımızın önsözüdür.
Çanakkale ve ardılı (devamı) niteliğindeki Türk Kurtuluş Savaşı dünyanın % 85’ini sömüren emperyalizmin sömürgelerini yitirdiği sürecin başlangıcı ve örnek alınan olayıdır. Birbirinin süreği (devamı) niteliğindeki her iki savaş, sömürge altındaki öbür uluslara örnek ve esin kaynağı olarak sömürgeciliğin sonunun gelmesine yol açmıştır.

Cezayir’de Fransız sömürüsüne karşı bağımsızlık savaşı verenler, göğüs ceplerinde Atatürk’ün fotoğrafını taşıyorlardı.

Sakarya muharebesi kazanıldığında Hindistan’da İngiliz sömürgesine karşı geldikleri için hapse atılanlar, hapishanede kutlamaklar yapmışlardır.
Güney Amerika’da Amerikan emperyalizmi i ile savaşımın önderi Dr. Che Guavera’nın sırt çantasından “Nutuk(Fransızca baskısı) eksik olmamıştır.
Fidel CastroBiz devrimciliği Atatürk’ten öğrendik” demiştir.
Bu örnekler çoğaltılabilir…

Emperyalizm unutmaz!

Çinli strateji yazarı Sun TzuSavaş Sanatı” adlı kitabında “düşmanını tanımayan savaşı kazanamaz” demiştir. Emperyalizmi tanımak gerekir.

Emperyalizm hiçbir ülkeye “Seni sömürteceğim” diye girmez, kulağa hoş gelen gerekçelerle girer. Emperyalizm uzun erimli (vadeli) çalışır. Temel içgüdüsü, öbür ülkeleri ve halkları sömürerek kâr ve gücünü doymak bilmez bir hırsla en yüksek düzeye çıkarmaktır.
Bu amacı değişmez ancak sömüreceği ülkeye ve zamana göre kullandığı araçlar ve yöntemleri değişir.

Sömürdüğü ülkelerde işbirlikçiler bulur ve çıkarları için onları kullanır.
Emperyalizmin bir başka niteliği, uzun zaman geçse de yenilgilerini unutmaması ve intikam almasıdır.
Çanakkale ve Türk Kurtuluş Savaşı ile dünyada sömürgeciliğin sonunu getiren süreci başlatan Türk ordusu, aradan yüz yıl geçse bile, bu nedenle emperyalizmin hedefindedir.

28 Şubat..

Emperyalizmin şimdiki başat gücü ABD, tam da yukarıdaki nedenle, yüz yıl sonra Türk ordusundan intikam almak istemektedir. Bu kez kullandığı araç hukuk olmuştur. ABD güdümlü terör örgütünün ajanları savcı ve yargıç rolü ile TSK’nın komuta kadrosunu kendilerine uyumlu duruma getirmek amacıyla deneyimli, yetenekli Atatürk devrimcisi pek çok general/amiral ve subayı Ergenekon, Balyoz, 28 Şubat gibi kurmaca davalarla tutsak almışlardır. Yüz yıl önce yapamadıklarını, yüz yıl sonra başka yöntemlerle yapmak istemişlerdir.

İntikam çabaları kurmaca davalarla sınırlı kalmamış,15 Temmuz (2016) hain darbe girişimi fırsata çevrilerek, OHAL ilan edilerek çıkartılan OHAL – Yasa Gücünde Kararnameleriyle (OHAL KHK) TSK’nın komuta yapısı, sağlık sistemi, subay eğitim sistemi, yükselme sistemi, adalet sistemi, asker alma sisteminde köklü değişiklikler yapılarak Ordumuzun gücüne ve saygınlığına önemli darbeler vurulmuştur. Kurmaca davlarla bitirilemeyen hesaplaşma, OHAL KHK’leri ile sürdürülmüştür.

İşte, Atatürk Devriminin (ve çağdaşlığın) temeli olan Laikliğe, 1997 yılında anayasal bir zeminde (MGK toplantısında) sahip çıktıkları için 2021 yılında tutsak edilen 28 şubat davası sanığı(!) komutanların, yaşları ve sağlıkları elvermemesine karşın salıverilmemelerinin nedeni budur!

  • Emperyalizmin Çanakkale’de başlayan, Kurtuluş Savaşımız ile süren anti-emperyalist savaşımın intikamını TSK’dan almaktadır.

Amaç hapisteki komutanların kişiliğinde TSK’ın saygınlığına ve ordu-ulus bütünleşmesine darbe vurmaktır.
============================
Dostlar,

Yazı değerli ve uyarıcı.
Paranoya ürünü değil.
Yurtsever komutanımız E. Tuğg. Sn. Dumanlı’ya teşekkür ederiz.
Ayrıca Sn. Dumanlı, böylesi bir değerlendirme ve bağlantı yapabilmek için 2 ek şapkaya daha sahip : Bir Hukuk insanı ve Uluslararası İlişkiler alanında PhD (Doktora) sahibi..
***
Ancak..

Sayın Paşa ile yaşıt olarak 70+ yaş kıdemli bir T.C. yurttaşı olarak biz, 12 Mart 1971 gerici askeri darbesinden bu yana Türk siyasal yaşamını deneyimledik. Biz de Tıp kariyerimize ek olarak Hukuk ve Mülkiye eğitimleri aldık. Bu yazıda geçen “emperyalizm, anti-emperyalist savaşım, Kurtuluş – Bağımsızlık savaşı, emperyalist ABD, emperyalizm işbirlikçileri…” gibi betimlemeler (jargonlar), daha düne dek ülkemizde neredeyse suçtu ve “sol ağız, sol söylem” idi..

Görüştüğümüz pek çok yüksek rütbeli subay bu sözleri ağızlarına al(a)mazdı.
Biz “alanlar” ise “solcu” damgası yer, dışlanırdık en azından..

Örn. “Türkiye NATO’dan çıkmalı…” içerikli öneri ve eleştirilerimiz adeta duvara çarpıyordu.

Konuştuğumuz çok yıldızlı Komutanların ezberi –ve de asapları– bozuluyordu.

Çok bedel ödendi bu bağlamda..
Geriden geldi TSK Kurmayları bu süreçte.
12 Mart ve 12 Eylül’de “Kemalist – Devrimci” evlatlarını kendisi doğradı adeta…
Ve savunmasız kaldı. Oysa “Devrimcilik” “6 Ok” tan biri değil miydi!!??

Sn. Dumanlı Paşa’ya göre “ABD’nin süregelen ve “olgunlaştırılan” intikamının öncül adımları değil miydi o 2 gerici – faşist darbe? Kime karşı yapıldı? Mıntıka temizliği miydi?!

ABD Genelkurmay Bşk., ABD Başkanının (J. Carter) kulağına 12 Eylül 1980 günü neden

  • Our boys did it” dedi, diyebildi?????????!!!!!!!!!!

TSK’da ABD’nin “..boy..” ları mı en tepede komutanlardı??
Bu hadsizliğin kökeni neydi?
**
Uzatmayalım..

Taktik – strateji ustalığını kimselere bırakmayan –kimi– komutanlar, içine sürüklendiğimiz onur kırıcı ve yıkıcı tablodan sorumludur. Ülkenin sol-Kemalist namuslu aydınları – bilim insanları en önce kurban verildi emperyalizme ve TSK bile kendini koruyamaz duruma düştü.

Hem çok ciddi ulusal güvenlik boşlukları (zaafiyeti) oluştu hem de onbinlerce insanımız telef edildi! Geri getirilesi değil. Ulusun özgüveni zedelendi, ağır psikolojik travmalar aldı, yaşıyor..

Dileriz bu tablo, “ilgili herkese“, epey geç de olsa, çok ağır bir tarihsel ders olur Türkiye’de ve dünyada.. “Kavga” henüz bitmiş değil..
***
Öyle değil mi Sn. Dumanlı Paşam, TSK bu bağlamda çoooook geç kaldı ve çoook da ciddi hatalar yaptı değil mi? Bu çıplak gerçeklik yadsınabilir mi??

Haa, bir de “Homo homini lupus” gerçekliği var değil mi, TSK içinde de!!

Sevgi ve saygı ile. 22 Mart 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik