Disability & loss of labor

Dear Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School
All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff
General public and Media,

On 27th February 2024, we conducted a 1 hour lecture for Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School with a subject of “Disability & loss of labor

  • A disability doesn’t have to impact everything.

Here is the 35 slides PDF file (2,4 MB) : Disability & loss of labor

Some important reminders for all..

  1. Over 1 billion people live with some form of disability.
  2. About 15% of the world’s population live with a disability. This includes about 93 million children and 720 million adults with significant difficulties in functioning.
  3. The numbers of people with disability are increasing substantially.
  4. People with disability have worse living conditions.
  5. Disabling barriers can be overcome.
  6. Governments can                        :
    – Include disability in their health agenda;
    – Invest in specific programmes for people with disability;
    – Adopt a national strategy and plan of action;
    – Improve staff education, training and recruitment;
    – Provide adequate funding; increase public awareness and understanding on disability; and
  7. People with disability often do not receive needed healthcare..
  8. Ensure the involvement of people with disability in implementing policies and programmes.

With respect and love. 21st March 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Univ. Medical School, Dept. of Public Health
BSc in Political Sciences & Public Administration
LLM in Health Law
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik

PAZAR’LIK : OYUNUN MÜZAKERESİ  

Ahmet GÖKSAN - Milli İrade Gazetesi - Eskişehir Haberleri
Ahmet GÖKSAN
 

ahmetgoksan45@gmail.com

“Kıbrıs tarihini bilmeyen, Kıbrıs Rumu’nun taşıdığı ruh halinden habersiz, Türk şeref ve haysiyetini koruma savaşında bugüne kadar dökülen kanların maksat ve gayesini idrak edemeyecek kadar gaflet ve dalalet içinde olanların, Ada’da huzuru ve güveni sağlayan kahraman Türk Ordusunun çekilmesi talebinde bulunmaları kadar yersiz ve bayağı hareket olamaz!”… Dr. Fazıl KÜÇÜK, 1978

Avrupa’nın önünde Haziran ayı içinde yapılacak olan Avrupa Parlamentosu seçiminin sonucu AB’nin de geleceğinde önemli ve belirleyici olacaktır. Nedeni ise üye ülkelerde yaşanmakta olan ırkçı partilerin oylarındaki artış olarak kimi ülkelerde ise 1. parti konumuna ulaşmalarıdır.

Son olarak Portekiz’de yapılan seçim sonucu bunun göstergesidir. Buna göre Merkez Sağda yer alan Sosyal Demokrat Parti ve Demokratların oluşturduğu blok ile Hıristiyan Demokratlar, Sosyalistlerin oluşturduğu bloku kıl payı ile de olsa seçimin yeneni olarak başarılı olmuşlardır.

Aşırı sağın yükseliyor olması, Küreselcilerin Ulus Devletler çöktü yaklaşımlarının da sonunu getiriyor. Unutulmamalıdır ki, Ulus Devletler hiçbir zaman çöküp dağılmaz kısa süre sonra da eski güçlerine ulaşırlar. Avrupa’da olduğu gibi iki paylaşım savaşı geçirmiş olan Kara Avrupası’nın yeniden kurulmaya çalışıldığının da işaretlerini veriyor. Bu durumda 20. yüzyılda yaşanan iki dünya paylaşım savaşı noktasına gelinmemesi umulmalıdır.

Kara Avrupası’nın önümüzdeki Haziran ayında yapılacak olan Avrupa Parlamentosu seçimi belirleyici olacaktır. Sağcı Blokun tehdit olarak algılanması Kara Avrupası’nın önündeki engellerden yalnızca bir tanesidir.

05 Kasım 2024’te ABD’de yapılacak ve şimdilerde, çok yaş almış iki kişinin yarışması Avrupa için de önümüzdeki dönem için belirleyici olacaktır. J. Biden’ın kazanması şu anda Avrupa’da dikkati çekecek olumsuzlukların yaşanmasına fırsat vermeyecektir. Buna karşın Kongre’yi 2020 yılında basan D. Trump taraftarları aşırı sağ blokun güçlenmesi için zemin oluşturacaktır. Kara Avrupası’nın Güneydoğu kanadının da ayrıca değerlendirilmesi gerekiyor. NATO çerçevesinde iki komşu olan Türkiye ve Yunanistan’a yapılan dengesiz silah “yardımlarının” (!?) gözden geçirilmesini gerekli kılıyor.

BM Genel Yazmanının kişisel özel temsilcisi olarak görevlendirilen Maria Angela Holguin Cuellar’ın, görüşme (müzakere) sürecinin başlatılabilmesi için yoğun çaba içinde olması “bir umut olabilir mi?” diye sormadan geçmemek gerekiyor. Ada’da bir dizi görüşmelerde bulunduktan sonra, Londra üzerinden NewYork’ta görüşmelerin ardından, aynı yoldan Kıbrıs’a döndü. Londra’da İngiltere yetkilileri ile buluşmasında, müzakere sürecinin ötesinde, çözüm önerilerinin tartışıldığı belirtiliyor.

İngiltere’nin eski mal sahibi (2. Abdülhamit 1878’de sözde kiralamıştı!?) olduğu Ada’da bulunacak çözüm süreçlerinde hep belirleyici olduğu biliniyor.

Adı geçen ülke, Kıbrıs’ta bulunan iki askeri üssünün (Agratur ve Dikelya) geleceğinin güvence altına alınması istiyor. Buna koşut olarak, Ada’da yaşayan iki ayrı ulusun temsilcileri arasında ayırım yapması nedeniyle, çözüme ulaşma olanaklı olamamaktadır.

İçinden geçmekte olduğumuz bu dönem de, yıllardır oynanmaya devam edilen oyunun ötesinde bir anlam içermemektedir.

Sınır geçişlerinin her iki halk arasındaki karşılıklı güvenin sağlanmadığı gerçeğinin bilinmesi gerekiyor mu ne!…

SEVGİ ile kalınız.
15 Mart 2024 – Ankara

Faşizm ve ötesi

Bütün yurttaşların vergileriyle yerel seçim kampanyasını Cumhurbaşkanı sıfatıyla yürüten AKP Genel Başkanı, ‘tek parti faşizmi’ ithamı ile tarihsel ve günceli birleştiriyor: Cumhuriyet’in kurucuları ve CHP’liler.

Vuruş; Cumhuriyet devrim ve kazanımlarına ve bunları sahiplenip savunanlara.

Faşist dediği Parti, Cumhuriyet’in ilk çeyreğinde çok partili siyasal yaşama geçişi sağladı (1946) ve 1950’de siyasal münavebe gerçekleşti.

Son çeyreğinde iktidara geldiği zaman, AKP Başkanına, Anayasa değişikliğiyle Başbakan olma yolunu yine CHP açtı.

Uygulamaları kendi bekası için olan AKP, 2015’te çoğunluğu kaybedince, koalisyon hükümetine engel oldu ve Anayasa’ya açıkça aykırı bir kararla seçimleri yineledi. 2023’te ise, sahte resmi montaj videolar eşliğinde seçim kampanyası yürüttü.

Özet: CHP, çok partili siyasal yaşama geçişle Türkiye’ye demokrasiyi getirdi. AKP ise, çok partili düzende “tek parti hâkimiyeti” ile yetinmedi;  kişi+parti+devlet (k+p+d) füzyonu (birleşmesi) için Anayasa’yı askıya aldı. Sıra, merkez-yerel ilişkisine geldi: yatay+ dikey füzyon.

GÖNDERİLEN ADAYLAR

Cumhur İttifakı ikilisi, 5 yıl arayla iki aday gönderdi İstanbul’a belediye başkanlığı için.

2019: TBMM Başkanlığından çekilmemek için direnen BY, seçimlere bir ay kala çekilmek zorunda kaldı; ama TBMM, TV son dakikaya dek propagandasını yaptı.

2024: Geçen yıl milletvekili adaylığı için gönderilen ve bakanlıktan çekilmeyen MK, Devlet olanaklarını ve nüfuzunu seçim için kullandı. Bu kez, TBMM’de Çevre Komisyonu başkanı iken belediye başkanlığı için İstanbul’a gönderildi.

Görevdeki Bakanlar destek yarışına çıktı. Arkasında k+p+d yığınağı yapılan Kurum, İliç’teki 9 emekçi katliamı ve ekokırım için ‘ÇED ile ne ilgisi var?’ dese de, Kanal İstanbul’u yadsıyamıyor. Dahası, İmamoğlu ile TV’ye bile çıkamıyor… Anayasa yerine talimatı ile bakanlık yaptığı kişi gelince cesaretlenebilecek mi?

Beş yıl önce BY, hiç değilse TV’ye çıkma cesareti göstermişti.

Bu tür ikincil farklara karşın, iki aday arasında geçmişe ve geleceğe ilişkin benzerlikler daha belirgin.

Şöyle ki; T.C. Hükümeti’nin ilgasında rol alan kişi, dünya tarihinin en büyük toplu hukuk katliam belgesi OHAL KHK ek çizelgelerine Başbakan olarak imza attı.

MK ise, 2018-2023 arasında başta ÇED gelmek üzere Bakanlık görev ve yetki alanındaki çevresel risk yaratan tasarruflarla  -İliç’in ötesinde- ekokırım suçlarına imza attı.

2019’da BY seçimi yitirince, “hiçbir şey yokken YSK’ye hiç görülmemiş bir işlem”le aynı zarfa konulmuş olan 4 pusuladan birini geçersiz saydırdılar. Yetmedi; ahlak dışı bir girişimde bulundular: KHK ek çizelgelerine adlarını yazarak gece yarılarında sokağa attıkları ve sayıları 14 bini aşkın İstanbul seçmeni için “oy kullanamaz’’ dediler. Böylece hukuku açıkça ihlal etmekle yetinmeyenler, ahlak dışı bir davranışa da yöneldiler; sırf oy için, iktidar için ve İstanbul’u yandaşlara yağmalatmak için.

MK’ye gelince                          :

  • Kanal İstanbul’un Anayasa’ya, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere ve bölünmez bütünlüğüne aykırı olduğu açık;
  • ama konuşamıyor, yine oy için.

TOTALİTARİZME HAYIR!

Ne oldu beş yıl önce? Hukuku ve ahlakı sıfırlayanlara İstanbul seçmeni, “hayırrrr!!!” dedi.
Aday döndü Ankara’ya, ama Meclis’e pek uğramadı.

31 Mart sonrası, MK de haliyle Meclis’e dönecek ve büyük bir olasılıkla Çevre Komisyonu Başkanlığı’nı sürdürecek. Ama İstanbullu seçmenin gözü kulağı O’nun üstünde olacak;

  • Türkiye ekosistemi için daha tehlikeli tasarruflara ön ayak olmasın diye.

Çok partili düzeni kapatmak isteyen parti ve partilerin izlediği yol ve kurmayı amaçladıkları yönetim ve toplum tarzı ne?

Yok, ettikleri

-‘Hükümet,
– siyasal sorumluluk,
– denge-denetim düzeneği’

üçlüsüne üç yokluk hali daha eklemek için:

  • Eşit yurttaşlık ve özgür birey,  özerk toplum ve dünyevi hukuk.

‘Kanal + korku + kumpas’ üçlüsü eşliğinde
şoven ve mezhep füzyonuna dayanan totalitarizm, diktatörlük ve faşizm ötesi bir hedef.
=====================================
Yazarın Son Yazıları

 31 Mart: Özgürlük için oy
 31 Mart: Demokrasi için oy
 “Tahammülsüzlük” kaynağı tahammül!
 31 Mart: Hukuk için oy…
 Ders konusu: Siyanür liçi… (Kurum’un çevre karnesi-2)

NOISE POLLUTION and HEALTH

Dear Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School
All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff
General public and Media,

On 15th March 2024, we conducted a 1 hour lecture for Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School with a subject of “NOISE POLLUTION and HEALTH

  • “Listening is the most dangerous thing of all,
    listening means knowing, finding out about something and knowing what’s going on,
    our ears don’t have lids that …

Here is the 37 slides PDF file (2,7 MB) : Noise Pollution and Health

Some important reminders for all..

  • Noise Pollution: A Silent Threat to Health
  1. Hearing Damage : Noise pollution drives hearing loss, tinnitus, and hypersensitivity
    to sound. Protect your ears and advocate for noise reduction.
  2. Cardiovascular Risks : Noise can exacerbate cardiovascular diseases.
    It’s not just about what you see on an ECG; consider the noise around your patients.
  3. Sleep Disturbances :  Noise disrupts sleep patterns, affecting overall health.
    Prioritize quiet environments for healing.
  4. Stress and Mental Health : Chronic noise exposure leads to stress, cognitive impairments, and memory deficits. Recognize noise as a mental health factor.
  5. Childhood Development : Chronic noise exposure leads to stress, cognitive impairments, and memory deficits. Recognize noise as a mental health factor.
  6. Low Birth Weight: : Noise during pregnancy correlates with low birth weight. Educate expectant mothers about noise exposure.
  • The Next Public Health Epidemic : City Noise Pollution!

With respect and love. 21st March 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Univ. Medical School, Dept. of Public Health
BSc in Political Sciences & Public Administration
LLM in Health Law
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     X : @profsaltik

Kurtuluş Savaşında Yunan Ordusu Neden Yenildi? Alınacak Dersler

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

Kurtuluş savaşımızda emperyalist devletlerin her türlü desteği vererek üzerimize gönderdiği işgalci Yunan ordusunun büyük bölümü kesin bir yenilgiye uğratılarak imha ve tutsak edilmiş kalanları yurdumuzdan kaçmıştır.

Savaş tarihi çalışmalarında genellikle Kurtuluş-Bağımsızlık Savaşımız bizim açımızdan incelenmekte, Kuvayı Milliye direnişi ile başlayan ve düzenli TBMM ordusu ile sürdürülerek utkuya (zafere) ulaştıran muharebeler ele alınmaktadır. Olaya bir de karşı yan açısından bakmak, Yunan ordusunun neden yenildiğini incelemek, alınacak dersler bakımından yararlı olacaktır.

  1. Emperyalist Devletlerin Oyuncağı Oldular

Çanakkale’de ve Kutülamare’de küçümsediği Osmanlı ordusu karşısında beklemediği yenilgiye uğrayan ve büyük savaştan yorgun çıkan İngiltere, bir kez daha yenilgi riski almak istememiş, Anadolu’yu işgal görevini Yunanistan’a vermiştir. Yunanistan’ın “Büyük Yunanistan” (Megalo İdea) hayali peşinde koşan o zamanki Başbakanı Venizelos da İngiltere’nin her istediğini yapmaya hazırdır. Bu nedenlerle Yunan ordusu 15 Mayıs 1919’da İngiltere’nin desteği ile İzmir’e çıkarak Anadolu’yu işgale başlamıştır

Yunan ordusu başlangıçta, ordusuz kalmış bir ulusun kendiliğinden ordulaşarak oluşturduğu Kuvayı Milliye karşısında Bursa-Uşak hattına kadar ilerlemiştir. Buradan Eskişehir-Afyon hattına ilerleme çabası İnönü mevzilerinde yeni kurulmuş olan düzenli TBMM ordusu tarafından iki kez durdurulmuştur (Ocak ve Mart 1921).

Yunan ordusu İnönü’de iki kez yenilgiye uğradıktan sonra İngiltere Yunanistan’a desteğini azaltmış, Sakarya yenilgisinden (Eylül 1921) sonra tümden kesmiş, Başbakan Gunaris’in destek istemlerini karşılamayarak Büyük Taarruz karşısında ağır yenilgisine (30 Ağustos 1922) seyirci kalmıştır. İngiltere’nin Yunanistan’a desteğini kesmesinin nedeni, gittikçe güçlenen Türk ulusal direnişi karşısında Yunan ordusunun başarılı olamayacağını öngörmesidir.

Bundun çıkarılacak ders: “Emperyalizme güvenilmez, kendi gücün yoksa başkasına güvenerek savaşa girme” dir.

  1. Hedef-Güç Dengesini Gözetmediler
  • Stratejinin temel kuralı güce göre hedef seçmek veya hedefe göre güç oluşturmaktır.

Tarihte bu dengeyi gözetmeyen Napolyon’dan Hitler’e dek pek çok komutanın yenilgileri görülmüştür. Strateji ustası Atatürk, Kurtuluş-Bağımsızlık savaşımızın (İstiklal Harbi) hedefini gücüne uygun olarak Misakı Milli ile sınırlamış ve elde etmiştir.

Yunanistan’ın ve İngiltere’nin siyasal hedefi Türk ulusal direnişini kırmak ve İstanbul’u işgal ederek Padişah’a kabul ettirdikleri Sevr Andlaşmasını ulusalcılara da kabul ettirmektir. Bu siyasal hedefi gerçekleştirecek olan askeri hedef ise, ulusal direnişin ve kurulmakta olan yeni devletin merkezi olan Ankara’dır.

Oysa Yunan ordusunun başlangıçtaki gücü Ankara’yı ele geçirmeye yeterli değildir. Yunan ordusu 15 Mayıs 1919’da İzmir’e 100 000 kişilik bir güçle çıkmış, sonraki bir yıl Milne hattı denilen Ayvalık-Akhisar-Salihli-Aydın hattında beklemiştir. Ordu Anadolu içlerine ilerledikçe cephesi genişlemekte, uzayan ikmal yollarının güvenliği için güç ayırmak zorunda kalmakta ve 1921 başından sonra TBMM ordusunun gittikçe artan direnci ile karşılaşmaktadır. Doğuya doğru ilerledikçe güç gereksinimi artmaktadır. Bu nedenle İnönü mevzilerinde iki kez yenildikten sonra seferberliğini tamamlayarak Anadolu ordusunun gücünü 200 000’e çıkartmak zorunda kalmış, o güç de Sakarya’da tüketilerek (Eylül 1921) Ankara’ya ulaşmaya yetmemiştir.

Yapması gereken doğru hareket, ileride güç ihtiyacının artacağı düşünülerek başlangıçta askeri hedefe uygun bir güçle işgali başlatmak olmalı idi.

  1. Orduya Siyaset Girmiştir
  • Yunan ordusunun yenilgisine neden olan en önemli etken, Orduya siyasetin girmesidir.

Meşruti (Anayasalı) monarşi ile yönetilen ülkede, Almanya yanlısı Kral Konstantin ile İngiltere yanlısı Başbakan Venizelos arasındaki siyasal çekişme Ordu’ya da yansımıştır. Venizelos 1917’de Krala karşı bir darbe yapınca Konstantin yurt dışına kaçmış, bu dönemde Venizelos 2300 karacı, 3000 jandarma ve 880 denizci subayı “Konstantinci” oldukları gerekçesi ile ordudan atmıştır. Konstan’in yerine tahta çıkan oğlu Aleksander ölünce 1920’de yapılan seçimi kralcı Ahali Partisi kazanmış ve sürgündeki Kral Konstantin üç yıl sonra ülkesine dönmüştür.

Konstantin’in dönünce yaptığı ilk iş, Venizelos’un ordudan attığı “Konstantinci” subayları rütbelerinin üzerinde görev vererek yeniden orduya almak olmuştur. Bu da orduda Venizelos’çu subaylarla Kostantin’ci subaylar arasında düşmanlık yaratmıştır. Bu düşmanlık erbaş ve erlere dek uzanmış, Ordunun temel nitelikleri olan birlik ruhu ve disiplin bozulmuştur.(Benzer gelişme bizde Balkan savaşında ittihatçılar ve itilafçılar arasında yaşanmış, Balkan bozgununa neden olmuştur).

Kral Konstantin Venizelos tarafından ordudan atılan ve üç yıl emeklilik yaşamı yaşayan kendisine bağlı subayları yenide orduya alırken, yeteneklerine bakmaksızın salt kendisine bağlı oldukları için önemli görevlere getirmiştir. Bunlar arasında İnönü’de (iki kez) ve Sakarya’da yenilen General Populas ve Büyük Taarruzda bozguna uğrayan General Hacianesti de bunmaktadır.

Alınacak Dersler:

  • Orduya siyaset sokulmamalıdır.
  • General ve subayların atama ve yükseltilmelerinde iktidara bağlılık değil, mesleksel yeterlilik temel alınmalıdır.
  1. Komuta Kadrosu Yetersizdir

Yunan ordusunun Anadolu’daki yenilgisinin başlıca nedeni, yukarıda anlatıldığı gibi komuta kadrosunun yeteneklerine bakılmaksızın salt “kralcı” oldukları için atanmaları ve savaş deneyimine sahip olmamalarıdır.

Buna karşılık, Mustafa Kemal başta olmak üzere, Türk ordusunun komutanları askeri ortaokuldan başlayan askeri lise, harp okulu ve harp akademisi ile süren çok iyi bir askeri eğitimden geçmiş ve Balkan savaşında, Libya’da 1. Dünya Paylaşım Savaşının çeşitli cephelerinde savaş deneyimi kazanmışlardır.

Kurtuluş savaşında bizim en önemli “kuvvet çarpanımız” Yunanistan’ının tersine komutanların üstün mesleksel nitelikleridir. Komutanların niteliklerindeki fark sonucu belirleyici olmuştur.

Kesin sonuçlu muharebe olan Büyük Taarruz ve Başkomutan Meydan Muharebesini Başkomutan Mustafa Kemal en ileri hatlardan yönetirken, Yunan Başkomutanı ve “kralcı” olduğu için bu göreve getirilen Hacianesti 300 km geride İzmir’de Kordon’da demirli lüks bir yattan yönetmiştir. Sonuç Türk ordusunun utkusu (zaferi), Yunan ordusunun ağır yenilgisidir.

Alınacak Ders:

Subay eğitiminin niteliği Ordunun başarısında en önemli etkendir. Subaylar askeri okullarda (liseden başlayarak) iyi eğitim almalı ve mesleksel yeterliliğe göre atanmalıdır..

Başkomutan Atatürk’ün savaş deneyimlerine dayanarak söylediği gibi, “Bir ordunun kudreti zabitan (subaylar) ve kumanda heyetinin değeri ile ölçülür.

  1. Askerler arasında güdülenme (motivasyon) farkı vardır :

Yunan ordusunun askerleri (erden ordu komutanına dek) emperyalist bir amaçla yabancı toprakları işgal ederken, Türk ordusunun askerleri kendi yurtlarında bir ölüm – kalım savaşı vermişlerdir. Bu da her iki ordunun savaşma azim ve istencini, dolayısı ile savaşın sonucunu belirlemiştir.

  1. Düşmanı küçümsediler

İngiltere’nin ve Yunanistan’ın başka bir yanılgısı, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmakta olduğunu, büyük savaştan ağır bir yenilgi ile çıktığını, askeri ve ekonomik gücünün zayıf olduğunu düşünerek Türkiye’yi ve Türk ordusunu kolayca yeneceklerini sanmalarıdır.       Devletin çökmekte olduğu ve ordunun Mondros’ta teslim edildiği gerçektir. Ancak Yunanlar ve İngilizler Atatürk gibi büyük bir önderin bu zorluklara karşın utku (zafer) kazanabileceğini düşünememişlerdir.

Alınacak ders: Düşmanını küçümseme!

Sonuç :

Kurtuluş savaşımızda Yunan ordusunun kesin bir yenilgiye uğramasında yukarıda belirtilen hataları etkili olmakla birlikte, sonucu belirleyen asıl etken başta Atatürk olmak üzere Türk ordusunun komutanlarının yetkinliği, Mehmetçiğin ve Türk ulusunun olağanüstü özverileridir.

Yunan tarihine “küçük Asya felaketi” olarak geçen Anadolu serüveni (macerası) bugünkü Türkiye açısından da alınacak derslerle doludur.

Özetle              :

  1. Orduya siyaset sokulmamalıdır. iktidarın kendi ordusunu oluşturma çabalarına son verilmelidir. TSK AKP’nin değil, devletin ordusudur.
  2. General ve subayların yükseltilmesinde ve askeri okullara öğrenci alımında siyasal iktidara yakınlık değil mesleksel nitelikler temel olmalıdır. Bu nedenle Yüksek Askeri Şura (YAŞ) asker ağırlıklı olmalıdır.
  3. Subay eğitiminin niteliği yükseltilmeli, 15 Temmuz hain darbe girişinden hemen sonra (31 Temmuzda) çıkartılan kanun hükmünde kararnamenin (KHK) subay eğitim sistemini değiştiren hükümleri iptal edilmeli, bu kapsamda;
  • Askeri liseler açılmalı,
  • Harp okulları Kuvvetlerinin kuruluşuna geri verilmeli,
  • Harp akademileri 2016 öncesindeki konuma döndürülmelidir.

Milli egemenliğin sınırları

Prof. Dr. Doğan SOYASLAN | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLMProf. Dr. Doğan Soyaslan

20 Mart 2024, Cumhuriyet

Anayasa değişikliklerine ilişkin haberler yine basında yer almaya başladı. Bazı hukukçular, siyasi meşruiyetinin gereği olarak TBMM’nin anayasanın bütün hükümlerini değiştirebileceğini ileri sürmektedirler. Halka ait iktidarı kullanan Meclis’in yetkisi sınırsız değildir. Ulusal iradeler toplumsal ilerlemeler için kendi kendilerini sınırlamış ve vazgeçilmez temel değerlerle bağlamışlardır. Bu değerler kendi tarihlerinde yaşanan siyasi olayların sonucu toplumlarca oluşturulmuş ve anayasal hüküm haline getirilmiştir.

Örneğin Fransa 1792 yılında I. cumhuriyeti, takiben imparatorluk ve restorasyonu, temmuz monarşisini, 1848 yılında II. cumhuriyeti, 1852 yılında II. imparatorluğu, 1870 yılında III., 1945 yılında IV., 1958 yılında V. cumhuriyetleri kurmuştur. Fransız Anayasası’nın 89/4, 5. maddesinde cumhuriyetin şekli ve ülke birlik bütünlüğünün değiştirilemeyeceği kabul edilmiştir. Yine 1947 tarihli İtalyan Anayasası da 139. maddesinde cumhuriyetin şeklinin değiştirilemeyeceğini içermektedir.

Anayasalar yalnızca anayasa kitapçığının içerdiği metinden ibaret değildir. Ülkelerin özgürlükçü kamu hukuku birikimini de içerir. Örneğin, 1789 tarihli “İnsan ve Yurttaş Hakları Deklarasyonu Fransız Anayasa Hukuku” içindedir. Nitekim Fransız Anayasa Konseyi (Mahkemesi) “Ermenilere karşı soykırım yapılmamıştır” ifadesini suç sayan kanunu 1789 tarihli deklarasyonun 19. maddesinde ifadesini bulan düşünceyi açıklama özgürlüğüne aykırı sayarak iptal etmiştir. Ayrıca anayasa hükümleri, başlangıç hükümleri ışığında yorumlanır.

Batı’da anayasal haklar, özgürlüklerinin bilincine varmış insanların iktidarlara karşı mücadeleleri sonucu elde edilmiştir. Bunun da temelinde teknolojik buluşların üretim ilişkilerini değiştirmesi ve buna bağlı olarak doğan ve yayılan düşünceler vardır.

Cumhuriyete geçişin tarihi

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 4. maddesine göre de
– cumhuriyetin şekli,
– özgürlükçü siyasi düzen,
– laiklik,
– hukuka bağlı devlet ilkeleri ve
– ülkenin birlik ve bütünlüğüne ilişkin hükümler değiştirilemez.

Türk anayasasına göre değiştirilemeyecek hükümler bunlardan ibaret değildir. Anayasanın 174. maddesinde düzenlenmiş bulunan, Cumhuriyetin çağdaş gelişmiş ülkeler düzeyine daha çabuk ulaşmasını sağlayan (Eğitimde birlik, tekke ve zaviyelerin kapatılması, Latin alfabesinin kabulü gibi) Devrim Kanunları da değiştirilemeyecektir. Hatta bu hükümler anayasanın diğer hükümlerinin de üzerindedir. Çünkü anayasaya aykırılıkları ileri sürülemez.

  • Ayrıca T.C. Anayasası da başlangıç hükümlerinde ifade edilen özgürlükçü demokrasi, hukuka bağlı devlet, Atatürk ilkeleri doğrultusunda yorumlanacaktır.

Değiştirilemeyecek ilkelerin arkasında, ulusal var oluş savaşı vererek bir ortaçağ imparatorluğundan Cumhuriyete geçişin tarihi yatar.

  • Söz konusu ilkeler asli kurucu iktidarlar (kurucu meclis) tarafından bile değiştirilemez.
  • Çünkü akla, insan özgürlüğüne ve laikliğe dayanan cumhuriyetler, insanlığın geldiği son aşamadır.

Cumhuriyet insanın kendi geleceğini, kaderini belirlemesi, aklını başkalarına emanet etmemesi, sorumluluk üstlenmesi, kendini idare edenleri belirlemesi, gereğinde onları iktidardan uzaklaştırmasıdır.

Demokrasilerde iktidarın sahibi halk, cumhurbaşkanlarının görev sürelerini genel olarak bir ya da iki devre ile sınırlamıştır. ABD, Fransa ve Almanya iki dönem, İtalya bir dönem seçilme hakkı tanımıştır. Bunun nedeni siyasi yarışta başkalarının da seçilme, hizmet etme, kamu hizmetlerinden yararlanma haklarını korumak, siyasi rekabeti sağlamak, suiistimalleri ve tek kişi yönetimine dayalı otoriter rejimlere kayışları engellemektir.

Hukuka bağlılığın güvencesi

Cumhuriyet hukuka bağlılığı da gerektirir.
Anayasalar, hukuk düzeninin temel ilkelerini belirler.
Hukuk insanların önünü aydınlatan ışıktır.
Hukuka bağlılığın güvencesi devlet iktidarının yasama, yürütme ve yargı arasında bölünmesidir. İnsanların geleceği öngörerek emin adımlarla ilerlemesini sağlar.

Cumhuriyetler insan aklının ve vicdanının özgürlüğü üzerine kurulmuşlardır.
Dogmalarla bağlı değildirler, laiktirler.
Laiklik insan vicdanının ve aklının hiçbir kalıplaşmış düşünceyle bağlı olmamasıdır.
Vicdan özgürlüğü içinde insanların ve toplumun ihtiyaçları için gerekli kuralların insan aklı tarafından konulmasıdır.

Özgürlük, insan zihninin iç yapıdan veya dışarıdan bir baskıya maruz kalmadan,
bir emre veya kutsal kurala bağlı olmaksızın, aslında sebep-sonuç ilişkisi içinde olan verileri değerlendirmesidir.

Laiklik ve özgürlük bir bütünün parçalarıdır.

  • Hukuk içinde özgürlük ve laiklik toplumsal ilerlemenin temelidir.

Bir toplumun anayasal bir hukuk düzeninde yaşaması için soyut kuralların yazılması yetmez. Kurallar kadar önemli olan, kuralların dürüst yorumlanması ve uygulanmasıdır da.

Her ne kadar T.C. Anayasası’nın 4. ve 174. maddeleri değiştirilemeyecek hükümler koysa da, aslında

  • 20 yıldan beri anayasaya uyulmamış,
  • anayasa hükümleri kâğıt üzerinde kalmış,
  • anayasanın içi büyük ölçüde boşaltılmıştır
  • ve süreç devam etmektedir.

Bunun nedeni Türk toplumuna özgürlüklerin devlet tarafından bağışlanmış olması, insanların özgürlüklerinin bilincinde olmayışı ve asırlar içinde oluşmuş mutlak itaatçi kültürdür.

Parlamentolar meşruiyetlerini özgürlükçü oluşlarından, toplumu ilerletici hukuk düzeni kurmalarından alırlar. Bu nedenle

  • Parlamentolar anayasanın değiştirilemeyecek hükümlerini değiştiremez,
  • özgürlükçü rejimin özüne dokunamazlar.
  • Aksi halde meşruiyetlerini kaybederler. 

HALİL ÇİVİ şiiri : ADALET GEREK!

ŞİİR KÖŞESİ


Prof. Dr. Halil ÇİVİ

İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

 

… ADALET GEREK

Özgür birey, özgür toplum olmaya,
Akıl, bilim, hukuk, adalet gerek.
Cehaleti temelinden silmeye,
Akıl, bilim, hukuk, adalet gerek.
Xxx
Bıkıp usanmadan çalışmak için,
Çağdaş tekniklerle buluşmak için,
Çok üretip adil bölüşmek için,
Akıl, bilim hukuk, adalet gerek.
Xxx
Karanlıktan aydınlığa çıkmaya,
Kör inancın kalesini yıkmaya,
Zihinlere özgürlüğü ekmeye,
Akıl, bilim, hukuk, adalet gerek.
Xxx
İrfanı, vicdanı özgür kılmaya,
Ahlaka, erdeme bağlı kalmaya,
Kadını, erkeği eşit bilmeye,
Akıl, bilim, hukuk, adalet gerek.
Xxx
Çağdaş eğitimi diri tutmaya,
Hurafeyi kitaplardan atmaya,
Uygarlığın ışığında gitmeye,
Akıl, bilim, hukuk, adalet gerek.
Xxx
İşsizliği, yoksulluğu silmeye,
Adil devlet, mutlu toplum olmaya,
Bütün yurttaşları eşit bilmeye,
Akıl, bilim, hukuk, adalet gerek.
Xxx
Doğaya, çevreye saygı duymaya,
Anayasal buyruklara uymaya,
Laikliği üstün erdem saymaya,
Akıl, bilim, hukuk, adalet gerek.
Xxx
Vatan, ulus, bayrak hür olsun diye,
Birlik, dirlik, barış gür olsun diye,
Din, mezhep… ayırmak ar olsun diye,
Akıl, bilim, hukuk, adalet gerek.
Xxx
Atatürk’ün rotasından gitmeye,
Aklı ve bilimi rehber etmeye,
Dinbazlığı din dışına atmaya,
Akıl, bilim, hukuk, adalet gerek.
Xxx
Halil Çivi; hakça düzen kurmaya,
Siyaseti halka hizmet görmeye,
Yolsuzluğun tezgahını kırmaya,
Akıl, bilim, hukuk, adalet gerek.

Prof. Dr. Halil Çivi, Ciğli / İZMİR

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 20 Mart 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

  • Başta Ulu Önder
    Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
    olmak üzere Çanakkale şehit ve gazilerimizi saygıyla selamlayarak anıyorum.


ALÇAKGÖNÜLLÜ

Murat Kurum, “AK Parti’de Cumhurbaşkanımız kim en iyi işi yapacaksa onu oraya getirmeye gayret gösterir. Bakın örneği benim.” dedi.

Bu ne alçak gönüllülük!..

ÖDÜL

RTE’nin kitaplarını dağıtan AKP’li iş insanı Veysel Demirci, aldığı milyarlık ihalelerden sonra DSİ’nin Mersin Pamukluk Barajı içme suyu izale hattı ihalesini 3 milyar lira bedelle aldı.

Biat et, rahat et…

SAHİP

Mal bildirimi sorulan AKP ABB adayı Turgut Altınok, ”Mal mülk bizim değil, Allah’ın” dedi.

Vergi kaçağı çıkarsa suçlu belli…

EMANETÇİ

Allah’ın malının emanetçisi olan Altınok’un kısmen açıkladığı mal varlığı bile dudak uçuklatıyor.

Allah, emanetçi kul bulmakta sıkıntı çekmiş…

ŞAİR

Vatandaşa sadelik, alçak gönüllülük nutukları atan DİB Erbaş’ın kızı, BMW arabasının anahtarlığı için şiir yazıp sosyal medyada paylaştı.

Din, iman; garibanı oyalamaya, göz boyamaya…

ŞAKA

HÜDA PAR milletvekili Ramanlı’nın kadınlarla ilgili nüktesi  şöyle :

  • “Biz demokrat insanlarız kadının hangi renk çarşaf giyeceğine karışmayız”

Ameleye şaka yap demişler, arkadaşının kafasına beton dökmüş…

DEM

Başta RTE, AKP’liler “DEM’leniyorlar” diye CHP’ye laf atadursun, AKP Bala Belediye Başkan adayı “Görüştük, bize verecekler” diye işbirliğini açıkladı.

Kör gözüne çomak…

KURTARICI

Devlet Bahçeli, son seçimi olduğunu söyleyen RTE’ye,

  • “Ayrılamazsın, Türk milletini yalnız bırakamazsın. Cumhur İttifakı olarak yanındayız.
    Yeni yüzyılın kurtarıcı lideri olarak sizi görmek istiyoruz.”

Neyi kurtarmış anlamadım.

Biz “nasıl kurtulacağız?” derdindeyken…

KAPAMA

Katıldıkları yarışmada derece alan İmam Hatipli kız öğrenciler, Derince Kaymakamını ziyaret etti. İlçe Milli Eğitimin Müdürlüğü haber paylaşımında öğrencilerin yüzlerini kapattı.

Kızların yüzü yerine kendilerininkini kapatsalar…

YÜZÜNE

RTE, ”Yanlışımız olursa yüzümüze söyleyin” dedi.
Çıraklık mağdurları slogan atınca karga tulumba oldu.

Gazze ticaretini eleştirenler tutuklandı.

Adam söz gelişi öyle demiş. Yüzüne söylenir mi!…

Systematic Approach to Enviromental Health

Dear Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School
All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff
General public and Media,

On 15th March 2024, we conducted a 3 hours lecture for Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School with a subject of “Systematic Approach to Enviromental Health

Here is the 51 slides PDF file (6 MB) :
Systematic Approach to Enviromental Health

Some important reminders for all..
10 key points that should be emphasized in a systematic approach to environmental health

1.Risk Assessment : Begin by assessing the risks associated with environmental factors. Identify potential hazards and evaluate their impact on human health.
2.Exposure Pathways : Understand how humans come into contact with environmental agents. Consider air, water, soil, and food as pathways for exposure.
3.Chemical Exposure : Investigate chronic low-dose chemical exposures. These can have adverse health effects, especially when widespread or affecting vulnerable populations.
4.Epidemiological Studies : Rely on systematic reviews and meta-analyses (SRMAs) to examine associations between chemical exposures and health outcomes. Ensure clear study questions and sound methods for reevealing causal relationships.
5.Data Extraction : Properly extract relevant data from studies.
Pay attention to exposure heterogeneity and other biases.
6. Policy Implications : Integrate policy implications into SRMAs (Systematic Reviews & Meta Analysis). Consider how findings impact public health decision-making.
7.
Population Size : Many studies involve large populations. Understand the implications of findings at this scale.
8. Positive Associations : Note that associations are often positive and statistically significant. Investigate potential causality.
9. Guidelines : Develop and adopt EH-specific SRMA (Systematic Reviews & Meta Analysis) guidelines. These will strengthen tools for decision-makers.
10. Translation to Practice : Translate up-to-date scientific research into accessible evidence for risk assessment, policy formulation, and individual health behaviors.

  • Remember that a systematic approach ensures rigorous evaluation and
    informed decision-making in environmental health.

With respect and love. 20th March 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Univ. Medical School, Dept. of Public Health
BSc in Political Sciences & Public Administration
LLM in Health Law
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     X : @profsaltik

Cumhuriyete Giden Yol: Başarının Sırları

Prof. Dr. Hikmet ÖZDEMİRProf. Dr. Hikmet ÖZDEMİR
https://vergialgi.com/cumhuriyete-giden-yol-basarinin-sirlari 

Bu tebliğin başlığında geçen “sır” sözcüğüne Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde verilen açıklamalardan ikisi sunacağım çerçeve ile ilişkilidir. Bunlardan ilki (AtatürkNutuk adlı eserinde vurgulamıştır); “varlığı veya bazı yönleri açığa vurulmak istenmeyen, gizli kalan, gizli tutulan şey” anlamındadır. Benim burada açıklayacağım “sır” ise “bir işin, bir şeyin dikkat, yetenek, deneyim sezgi yardımıyla kavranabilen en zor, en ince yanı” olarak açıklanmıştır. Sözcüğün bu anlamına kişiye (lidere) özgü iş veya eylem; bir diğer söyleyişle “ustalık sanatı” demek mümkün.

2019 başında Cumhuriyetimizin Kurucu Lideri’nin “Savaşta ve Barışta Kemal Atatürk” adıyla yayımladığım biyografisini tamamladığımda özellikle karar alma süreçlerinde O’nun ve çevresindekilerin tutum ve davranışlarını uzun süre düşündüm. “O’nu yol arkadaşlarından farklı kılan nedir?” “Neden herkes O’na itaat etmiştir?” gibi soruların yanıtı için okumalarımı sürdürdüm.

Bu çerçevede vardığım sonuçları şu şekilde sıralayabilirim: Yol arkadaşlarından en belirgin farkını; “Doğru Zamanda Doğru Karar Almak ve Tereddütsüz Uygulamak” şeklinde tanımlayabilirim. Bu ise, askerlik, siyaset ve diplomaside dünya tarihinde sık rastlanmayan bir “ustalık” ve “liderlik sanatı” olarak vurgulanabilir.

Her bireyin ve toplumun hayatı bir mücadeledir ve bir dolu karar alma ve uygulama sürecine dayanır. Bu çerçevede düşünüldüğünde Milli Mücadele ve Cumhuriyetin kuruluş sürecinde -beka krizleri tırmanırken- stratejik değişim kararlarının alınması ve bunların sırası geldikçe tereddütsüz uygulanması 20. yüzyılın en başarılı onarıcı ve dönüştürücü liderlik örnekleri arasındadır.

Atatürk, işgal altında bir ülkenin son derece karmaşık meselelerine her defasında “ihatalı bakış ve düşünme” yeteneğiyle yaklaşmıştır. Karşılaştığı kriz süreçlerini “sorunu ve çözüm seçeneklerini daha büyük bir çerçevede tanımlama” gibi savaş alanlarında geliştirdiği “yüksek sevk ve idare” birikimiyle yönetmeseydi; kendisini ve izleyicilerini başarıya ulaştıramazdı.

Ankara’da Meclis’in toplanacağı bile belli değilken Berlin’de sürgünde bulunan Talat Paşa’ya 29 Şubat 1920 günlü mektubunda; “Medeni ve görünürdeki ve kanuni denilebilecek olan Müdafaai Hukuk Teşkilâtının içinde, gizli talimat dairesinde teşkilâtı müselleme [inkâr edilemeyen bir teşkilât] mevcuttur. (…),” diye yazarken Mondros Ateşkesi’nden güç alan düşman işgallerine karşı “ihatalı bakış ve düşünme yeteneği”nin ufuklarına işaret ediyordu.(1)

  • 23 Nisan 1920’de Ankara’da tek başına yaptığı bir çağrıyla meclisi toplamıştı.

Büyük Millet Meclisi’nin 25 Eylül 1920 tarihli gizli oturumunda dava arkadaşlarına tarihin derinliklerinden süzülen bir hakikati şöyle vurgulamıştı:

“Efendiler, her şeyde olduğu gibi belki ahlâkiyat bakımından da kuvvet nazarı dikkate almak lâzımdır.”

  • “Zayıf olan, kuvvetli olanın mutlaka mahkûmudur: İnsanlık, adalet, bütün prensipler, kaideler ikinci derecede kalır. Her şeyden evvel [başta gelen] kuvvettir. Dolayısıyla bizim kurtuluşumuz için vuku bulacak yardımlar [karşısında] -ki bağımsızlığın korunması için- kendi kuvvetimize dayandığımızı ispat etmeliyiz. Bize yardım etmek için gelecek kuvvetler bizi yutacak kadar olursa yutar. Bu sebeple vekilleriniz gayet dikkatli ve vesveseli [olarak] bu yönü nazarı dikkatte tutmaktadırlar. (…).”(2)

Atatürk, askerlik mesleğinin kendisini yönelttiği savaş alanlarında benzersiz gözlemleriyle damıtılmış hayat tecrübesi yanında yıllarını kitaplarla geçiren ve sorgulama yeteneğiyle düşünen ve aldığı kararları tereddütsüz uygulayan cesur bir lider ve eylemciydi.

Ünlü kadın yazarımız [Halide Edip Adıvar/HÖ] bir defasında yurtdışında yabancı mecmualardan birinde yayımladığı bir makalede Mustafa Kemal’in öyle sanıldığı kadar cesur olmadığını; bir isyan haberi ve gürültüsü önünde yüzünün sarardığını kendisinin görmüş olduğunu yazmış. Bu kulağına gittiği zaman öfkelenmeden gülümsemişti:

“-Gerçi böyle bir şey hatırlamıyorum, amma mümkündür; yüzüm sararmış olabilir. Kızmış olacağımdır… Ben çevrilip kalmaktan hoşlanmam. Çünkü o zaman iradem başkasının eline geçmiş olur… Serbest kalmalıyım ki, sükûnum, muhakemem ve tedbirim benim elimde olsun… Ben Ankara’da kalmasaydım ve geleceği görmeseydim, yabancı işgali altındaki İstanbul’da tutulup kalmış olanlar, benim muhafaza ettiğim serbestliğe nasıl sığınabilecekler ve hürriyete kavuşacaklardı?” diye sormuştu.(3)

Başarısının sırlarından biri, “insan biriktirme” özelliğiydi; O’nun bu alandaki becerisi kurduğu teşkilâtın güçlü ve sadık olmasının garantisiydi.

Yakın çalışma arkadaşları, cephelerden, sınanmış dostluklardan, ortak acılardan ve zaferlerden geliyordu.

Liderlik enerjisinin sınırlarını, bütün hayatı boyunca biriktirdiği arkadaşlarıyla, “teşkilât kurma ve yönetme” becerisiyle izleyicilerine ve karşıtlarına kanıtlamıştı.

Atatürk’ün başarı sırlarından bir diğeri, “hakikati arama ve ifade cesareti” idi.

  • “Gerçeği konuşmaktan korkmayınız,” diyordu.(4)

Sorgulama yeteneği ile akıl kirliliğine tümüyle meydan okuyordu.

Bir Amerikalı gazeteci;

“— İşlerinizde nasıl başarılı oluyorsunuz?” diye sormuştu.

Şu yanıtı vermişti:

“—Ben, bir işte nasıl başarılı olacağımı düşünmem. O işi başarmama neler engel olabilir diye düşünürüm. Engeller ortadan kalktıktan sonra iş kendiliğinden olur.”(5)

“Vaktin oldukça bir düşünceyi şöyle hayal edersin; olmadı, çevirir böyle hayal edersin. O kombinezonu tasarlarsın.-, ondan bu kombinezona geçersin: araya taraya işin doğrusunu sonunda bulursun, ona dayanırsın; bu ancak böyle olur… Evirmeli, çevirmeli; bir daha, bir daha… İnsan ancak öyle öyle yetişir..”

“Karışık iş yoktur; her iş basittir,” diyordu.(6)

O, “ceder etmez” (asla vazgeçmez) bir liderdi.

“Ya İstiklâl, Ya Ölüm!” sözü davadan asla vazgeçmediğinin yaşanmış kanıtıydı.

Bununla birlikte “Hayatta daima ve çok ölçülü olmak lazımdır,” ilkesini de her zaman önemsemişti.(7)

Üç imtihandan geçtiğini söylemişti:

“Birinci imtihan Harbiye’de ve subay olduğum sıralarda başımdan geçenlerdi.

İkinci imtihan Libya tecrübesiydi…

Üçüncü imtihan, Dünya Harbi’nde beni Doğu Cephesi’ne gönderdiler. Her şey bozuk. Ordu bitkin. Kendi şerefimi ve orduyu kurtarmak lâzım. Uzun bir mücadele ile başardım.

Bu tecrübeler bana sabrı, bir fikre bağlanmayı ve o fikirde durmayı ve sonra da insanları öğretmiştir.

Bir gerçeği de öğrenmiş oldum: Tehlike insandan kaçar! demişti.(8)

Devrim programı ve eylemi kendisinin sağlığında bir model olarak “Kemalizm” diye adlandırılmıştı.

Kemalizm” diye ün kazanan bu sürecin tipik iki özelliği vardı.

Her hamlesini “en kuvvetli olduğunda” yapıyordu ve çıtayı en yükseğe koyuyordu.

Her zaman en kötü senaryoya göre önlemlerini alıyordu.

23 Nisan 1920’de Meclisin Ankara’da toplanması hem kuruluşun, hem de kurtuluşun başladığını ilan ediyordu.

Milli irade ve millet egemenliği kavramlarıyla çıtayı en yükseğe çıkarmıştı.

Bu hamlesi aynı zamanda İstanbul’daki hükümetin tanınmadığı anlamına geliyordu.

Amasya Genelgesi ile topladığı Sivas Kongresi’nden bu yana beklenen olmuş; Ankara’da yeni meclisi ve hükümeti kurmuştu.

Bu meclisin başkanı olarak silahlı mücadeleyi bizzat yönetecekti.

Büyük Zafer’in hemen sonrasında “en kuvvetli zamanında” 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldıracaktı. İki devletten tek devlete geçilecekti. Yine “en kuvvetli zamanında” 29 Ekim 1923’te cumhuriyet ilan edilecekti. Çıtayı bir kere daha en yükseğe koyacaktı.

Bu iki özellik; “en kuvvetli zamanı beklemek” ve “çıtayı en yükseğe koymak” onun devrim sürecinin yönetiminde ve zamanlamasında ayırt ediciydi.

3 Mart 1924 günü “Devrim Kanunları” diye isimlendirilen “hamle” cumhuriyetin ilânından sonra buna ilk örnekti.

Devrim programının uygulama sürecinde birbiri ardına dört hamle gözlemleniyordu.

Mustafa Kemal her açıdan en kuvvetli zamanındaydı ve bu hamlesinde hilafetin kaldırılması için çıtayı en yükseğe koymuştu.

Ne var ki beklenmedik iki gelişme -kısa süreli olarak- süreci kesintiye uğratacaktı. Bunlardan ilki, Güneydoğu Anadolu’da 13 Şubat 1925 günü başlayan Şeyh Sait veya Genç İsyanıydı. Ergani-Eğil’e bağlı Piran’da bölgeyi etkisi altına alan ayaklanma ancak mayıs sonunda bastırılabilmişti.

Titizlikle yönetilmezse bir beka sorununa dönüşebilecek eğilimleri içinde barındıran bu isyanın bastırılması cumhuriyetçi Ankara’nın en birinci görevlerinden olacaktı.

1925 yılının ilk altı ayı isyanın bastırılması ve yargılamalarla geçmişti.

Ankara yönetimi ciddi bir tehditle karşılaşmış ve Liderin yerinde müdahalesiyle büyük bir tehlike atlatılmıştı.

İsyan bastırıldıktan hemen sonra tekrar ve daha güçlü olarak kaldığı yerden devam edecekti.

Devrim programının ikinci büyük hamlesi, Kastamonu – İnebolu ziyaretiyle başlayacaktı.  Öncekilerde olduğu gibi halka programını yüz yüze (aracısız) anlatmak, daha sonra yasal düzenlemeler için konuyu hükümete, meclise götürmek ve onay almak gerekiyordu.

Yasal düzenlemelerin en başında vatandaşların kılık kıyafetleri ile bazı geleneksel yapılanmalarla ilgili reform ve değişiklik önerileri bulunuyordu.

Çıtayı yine en yükseğe koyacaktı.

26 Ağustos 1925 günü İnebolu’da siyasi hedefini açıklarken, “Ben, şimdiye kadar millet ve memleket hayrına ne gibi hamleler, inkılâplar yapmış isem hep böyle halkımızla temas ederek, onların ilgi ve sevgilerinden, gösterdikleri samimiyetten ilham alarak yaptım,” derken aslında başarısının bir diğer önemli sırrını açıklıyordu.

19 Mayıs 1919 günü Samsun’dan başlattığı ve 225 gün süren Anadolu’da yolculuğundan beri büyük bir titizlikle uyguladığı halkla yüz yüze iletişim stratejisi Kastamonu-İnebolu ziyaretlerinde de çok etkili olmuş; askeri ve mülki yetkililerle yerel halkın desteğini sağlamıştı.

Bir iletişim dehasıydı!

Kastamonu – İnebolu ziyaretinde önceki dönemlerde yapılan toplumsal değişim (yenileşme) hamlelerinin başarılı olamayış sebebini açıklarken, Osmanlı İmparatorluğundaki reformcu padişah ve yöneticilerle kendisinin farkını ortaya koymuştu.

Ankara’ya döndüğünde, 3 Eylül 1925 günü bizzat katıldığı kabine toplantısında üç hükümet kararnamesi birden yürürlüğe konulmuştu.

20 Eylül akşamı Ankara’dan özel trenle Eskişehir – İzmit yoluyla Bursa – İzmir – Konya ziyaretlerinde halkın büyük gösterileriyle karşılanmıştı.

Bu ziyareti 32 gün sürmüştü.

5 Kasım 1925 günü Ankara Hukuk Mektebi’nin açılışında, “Milletin varlığını devam ettirmek için fertleri arasında düşündüğü ortak bağ, asırlardan beri gelen şekil ve mahiyetini değiştirmiş, yani millet dini ve mezhebi irtibat yerine Türk milliyeti bağıyla fertlerini toplamıştır,” sözleriyle yeni millet stratejisini anlatıyordu. Aynı konuşmasının devamında, “Büsbütün yeni kanunlar getirerek eski hukuki esasları temelinden kaldırmak teşebbüsündeyiz” demek suretiyle en yakın hedefini ilân edecekti.(9)

  • Medeni Kanun, devrim stratejisini gerçekleştirecek mekanizmaların en önemlisiydi.

Kahramanımızın “hesap verebilir olması” liderlik başarısının özenle vurgulanması gereken çok önemli bir özelliğiydi.

Cumhuriyete giden yolun en başında 20 Ağustos 1919 günü Erzurum telgrafhanesinde Sivas Valisi Reşit Paşa ile haberleştikten sonra yanındaki arkadaşlarına, “Biz eğer millet ve tarih huzurunda herhangi bir hata işliyorsak, bunun mesuliyetini vicdan ve idrakimizde hissetmekten ve ödemekten hiçbir zaman çekinecek insanlar değiliz.” diye konuşmuştu.(10)

1927 yılında Cumhuriyet Halk Partisi 4. Kurultayında okuduğu “Nutuk” adlı eseri bu türün en önemli örnekleri arasında yer alacaktı.

Nutuk, tarih, toplum ve gelecek kuşaklar önünde bir hesap verme belgesiydi. Aynı şekilde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde açık ve gizli oturumlarda yaptığı uzun açıklamalar O’nun “hesap verebilir lider” olduğunun en açık kanıtlarıydı.

Türkiye’de anayasa ve siyaset bilimi alanının önemli isimlerinden Prof. Tarık Zafer Tunaya bu konudaki değerlendirmesini şu şekilde yazmıştı:

“Nutuk’un bir hatırat olmadığı açıktır. Yine Nutuk, bir doktrin kitabı değildir. Bununla beraber Atatürk’ün devrimci bazı önemli ilkelerini ve geleceğe öğütlediği devrimci yöntemini, olayların gelişmesinden çıkarmak olasılığı her zaman vardır.”

Nutuk, Atatürk’ün, İstiklal Savaşı’nda başvurduğu bir eylemin devamı sayılabilir. Bu eylemden de onun tarih anlayışı saptanabilir. Bu bakımdan Nutuk, Mustafa Kemal Paşa’nın ikinci büyük nutku sayılmalıdır.”

“İlk ve zamanın koşullarına göre, uzun sayılabilecek Nutuk, 23 Nisan 1920 tarihlidir. TBMM’nin açıldığı gün ve ilk oturumda söylenmeye başlanmıştır. Türdeş olmayan bir mebuslar kuruluna, yalnızca Heyet-i Temsiliye Reisi ve Ankara Mebusu olarak Mustafa Kemal Paşa ‘Mütareke’den Meclis’in açılmasına kadar geçen siyasi ahval (gelişmeler) hakkındaki’ söylevini vermiştir. O tarihte, tümünün aynı partiden olmalarına olasılık bulunmayan mebuslar da, oybirliğiyle bu nutkun ‘neşren tamimi’ni (yayımlanarak yayılmasını) karar altına almışlardır.”

“Büyük boyda yirmi iki ‘Zabıt Ceridesi’ sayfası tutan bu söylev, Mustafa Kemal Paşa’ya göre bir hesap verme belgesidir. Yöntemi de, bugüne kadar olanları izlemek ve bugüne nasıl gelindiğini saptamak gibi tarihsel bir açıya ve ‘perspektife’ dayandırılmıştır.”

Büyük Nutuk da aynı anlayış ve aynı gerekçeyle ele alınmıştır: ‘Yıllardan beri süren eylemlerin ve yaptıklarımızın hesabını vermeyi’ Gazi görev saymıştır.”

“Böylece Büyük Nutuk, Atatürk’ün, olağanüstü dönemlerde başvurduğu bir hesap verme eylemi ve belgesidir. Siyasal ve tarihsel önemi bu niteliğinden doğmaktadır.”(11)

Cumhuriyetin kurucu lideri takipçilerine;

“Her gün, sabah, akşam, gece, ne zaman sırasına getirirseniz, bir çeyrek, yarım saat kadar vakit bulursanız içinize çekiliniz. O günkü hayatın muhasebesini yapın. Böylece her gün bir defa kendi kendinizi yoklayın, şuurunuzdan alacağınız cevapların ne kadar faydalı olacağını tasavvur edemezsiniz,” öğüdünde bulunuyordu…

O’nun bu tutumu, yani insanın kendi iç âlemiyle hesaplaşması, korkuya dayanmayan, ödüllendirme ve cezalandırmayı ancak vicdanından bekleyen saf bir ahlâk anlayışı idi. Kendi köşesinde oturan bir insanın kişisel ahlâk anlayışı değildi; toplumsal, siyasal ve evrensel yanları vardı.

“Her an tarihe karşı, cihana karşı hareketlerimizin hesabını verecek bir vaziyette olmalıyız,” diyordu.(12)

Bu sözleri 28 Kasım 1930 günü Trabzonlulara söylemişti.

  • Vicdan, tarih ve uluslararası kamuoyundan oluşan üç yargıçlı bir mahkemeden söz ediyordu.

Bu tarihi uyarısından yedi yıl sonra 1 Kasım 1937’de, Türkiye Büyük Millet Meclisi yasama yılı açılışında milletvekillerine son hitabında da;

  • “Bizim yolumuzu çizen içinde yaşadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk milleti ve bir de
  • milletler tarihinin bin bir facia ve ıstırap kaydeden yapraklarından çıkardığımız neticelerdir,”

    demek suretiyle başarısının büyük sırrını yol haritasının en özgün yanlarını açıklayacaktı.

Dipnotlar
(Bu konuşma, Mersin Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı’nın 13 Ekim 2023 tarihinde Cumhuriyet’in 100. yılına özel düzenlediği ‘100. Yıl Dönümünde Cumhuriyetimiz Sempozyumu’nda yapılmıştır.)
(1) Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 6 (1919-1920), (İstanbul, Kaynak Y., 2003), s. 407.
(2) Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 9 (1920), (İstanbul, Kaynak Y., 2006), s. 391-392.
(3) Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ü Özleyiş, (Ankara, T. İş Bankası Y., 1957), s. 117.
(4) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, (Ankara, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Y., 1945), s. 110.
(5) Önder Göçgün, Edebiyat Dünyası ve Atatürk, (Ankara, Atatürk Kültür Merkezi Y., 1995), s. 198.
(6) Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ü Özleyiş, (Ankara, T. İş Bankası Y., 1957), s. 118.
(7) Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 18 (1925-1927), (İstanbul, Kaynak Y., 2006), s. 116 ve 118.
(8) Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, (Ankara, Türk Tarih Kurumu Y., 1966), I. Cilt, s. 160.
(9) Tarık Zafer Tunaya,  Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük, (İstanbul, Kronik K., 2023), s. 142-143.
(10)  Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 24 (1930-1931), (İstanbul, Kaynak Y., 2008), s. 354-355.