Gençlik ve Ötesi: Ne Yapmalı?

PROF. DR. YAKUT IRMAK ÖZDEN

Cumhuriyet (14.07.2020)

Türk dilinin büyük ustası Nâzım Hikmet (yanlış hatırlamıyorsam Küba’da) izlediği bir uluslararası gençlik kongresi vesilesiyle katılımcıları şöyle tanımlamıştı:

Gelmiş dünyanın dört bir ucundan
Ayrı diller konuşur, anlaşırız
Yeşil dallarız dünya ağacından
Gençlik denen bir millet var, ondanız..

Hepimizin bildiği gibi, her konuda gözlerini ve aklını bulunduğu noktadan çok ilerilere çevirerek yaşayan Atatürk,
– ulusal egemenliğimizi çocuklara armağan ederken,
– bağımsızlığımızı da gençlere emanet etmekteydi.

HANGİ GENÇLİK?

Bugün, aradan geçen yüz yılı aşkın süre ve üç-dört kuşak sonra, aklımıza ister istemez şu sorular geliyor: Hangi gençlik? 1915’te tüm geleceklerini yok sayarak, İstanbul Erkek Lisesi ve İstanbul Tıp Fakültesi derslerini terk edip Çanakkale’ye gönüllü olarak ölüme giden çocuklarımız mı?

Sivas Kongresi’nde Mustafa Kemal’e bile kafa tutmayı göze alan Tıbbiyeli Hikmet mi? İnançları uğruna darağacına yürüyen fidanlarımız mı? Yoksa, 21. yüzyılın ortasında, beyinleri hâlâ “düşünme, inan” diyen bir eğitimle baskılanmış olan gençlerimiz mi?

Ya da ülkemizin koşullarından bunalıp, çözümü daha gelişmiş bir ülkede arayanlar mı? Hele yaşamdan, bütün beklentileri her alanda teknolojinin son ürünlerini sahiplenebilmek ve olabildiğince çok tüketebilmek olanlar mı?

Bundan birkaç yıl önce İstanbul Taksim Meydanında bir Fransız dostumla birlikte yürürken, kendisi bana Fransız nüfusunun hızla yaşlanmakta olduğundan söz ediyordu. Bir ara Meydanı arşınlayan (çoğu gençlerden oluşan) kalabalığa bakarak, “böyle genç bir nüfusla neler yapılmaz ki!” demişti. Evet, diye düşünmüştüm, ama hangi ve nasıl bir eğitimle?

Cumhuriyetin ilk yıllarında gençlerimizin, dolayısıyla ülkenin geleceğinin biçimlenmesinde en büyük paya sahip olan eğitim sistemi oluşturulurken, üç temel ilkeden yola çıkılmıştı. Eğitim:

a) milli,
b) laik ve
c) karma, olmalıydı…

Ne yazık ki, en iyi niyetlerle, tüm gençlere olabilecek en çağdaş eğitimi sağlamak umuduyla çıkılan bu yolda pek çok engelle karşılaşıldı ve nice sapma yaşandı…

Önce Köy Enstitülerinin kapatılması, ardından çok kısa bir zaman aralığına sığan büyük bir nüfus artışı ve kentlere göçle, sunulan hizmetlerin kapasitesini çok aşan, ilkokuldan üniversiteye kadar her eğitim kurumunun kapısını zorlayan çocuk ve genç nüfus.. Derken eğitimi gerici baskılarla yönlendiren siyasal tercihler.. Ne yazık ki, geldiğimiz nokta, Cumhuriyetin ilk yıllarında çizilen yol haritasından oldukça uzaklarda..

VE YAŞLILAR

Dünyanın hemen hemen her yerinde, farklı kuşaklar arasında uyumsuzluk ve anlaşmazlıkların olması doğal karşılanmıştır. Burada aklıma, 1990’larda çok moda olan, değerli sanatçı Orson Welles’in etkileyici sesiyle dile getirdiği şarkıda, yaşlı bir insanın bir gence hitap edişi geliyor:

  • Ben genç olmanın ne olduğunu biliyorum,
    ama sen yaşlılığın ne olduğunu bilmiyorsun…

Ama acaba yaşlılıktan zamane” gençliğine doğru bakıldığında, görüntü her dönemde böylesine uzak ve karmaşık mıydı? Bu soruyu ülkemiz özelinde yanıtlamaya çalışalım.. Türkiye Cumhuriyeti’nin, küllerinden doğarak içinden çıktığı Osmanlı İmparatorluğu’nun temel özelliği durağan (statik) yapısıydı. Böyle bir yapıyla, Batı’nın özellikle Rönesans ve Reformla başlayan, daha sonra sanayileşme ve kentleşmeyle belirginleşen değişme sürecinin uzağında kaldı. (Nitekim, Cumhuriyete geçişin ilk yıllarında, toplam nüfusumuzun hâlâ yüzde yetmiş beşi köylerde, yalnızca dörtte biri de her türlü yenilik ve değişimin beşiği olması beklenen kentlerde yaşamaktaydı.)

Batı toplumlarını yepyeni noktalara taşıyan devingen (dinamik) süreçlerin dışında kalan Osmanlı’da birbirini izleyen kuşakların da fazla farklılaşması beklenemezdi. Çok uzun yıllar, değişmeyen bir ekonomik altyapı üzerinde, hemen hemen hiç değişmeyen teknolojilerle üretim yapan bu geleneksel toplumda, hayata bakışın ve değer yargılarının da bir kuşaktan diğerine fazla değişmesi olası değildi.

Böyle bir toplumda yaşlıların, gerek sahip oldukları toprak mülkiyeti haklarından, gerekse pek değişmeyen deneyimlerinin birikiminden kaynaklanan, karar verici, yol gösterici olarak saygın ve ayrıcalıklı bir yer tutmaları da doğaldı. (Acaba köylerde hâlâ ihtiyar heyetleri var mı? Ben bilmiyorum.)

Oysa günümüzde, kapitalizmin dinamizmasının ve baş döndürücü bir hızla değişen teknolojilerin, bir kuşaktan diğerine tüm değer yargılarını yerle bir ettiklerine tanık oluyoruz. Bir ya da iki kuşak önce gençlerin hâlâ ara sıra danışmak gereksinimi duydukları yaşlı kuşak, bilgisayarlarını kullanabilmek için torunlarının yolunu gözler oldu..

TÜM KUŞAKLAR GÜÇ BİRLİĞİ YAPMALI

Her fırsatta Türk Devrimi’ni gençlere emanet ettiğini vurgulayan Atatürk, zaman zaman “gençlikten” ne kast ettiğini de açıklamak gereksinimi duymuştu. Şu düşüncesini hatırlayalım: 

“Benim anladığım gençlik, bu inkılabın fikirlerini ve ideolojisini benimseyip gelecek nesillere götürecek kimselerdir. Benim nazarımda yirmi yaşında bir yobaz ihtiyardır. Yetmiş yaşında bir idealist de güçlü bir gençtir.”

Görüyoruz ki, gençliği kronolojik ya da biyolojik değil, düşünsel bir nitelik olarak tanımlayan Ata’ya göre, Atatürkçülüğün 6. Ok’u olan “Devrimcilik”in dinamizmasını benimseyen her yaştan insan genç’tir. Elbette bir toplumu çağdaş uygarlığa, onun da ötesine taşıyabilmek için yaşça gençlerin enerji ve coşkusu vazgeçilmez bir güç kaynağıdır.

Geleceğe hep iyimserlikle bakan ve kendi konumunu “Babamdan ileri, doğacak çocuğumdan geri” ifadesiyle tanımlayan Nâzım Hikmet, ölüme yaklaştığını hissederken, geleceği şu anlamlı dizelerle oğluna, yani gençliğin yaşam enerjisine emanet etmekteydi:

  • Daha uzun yıllar sende sürecek
    Bende tükenen yaşam.

Yazımı burada noktalarken, her yaştan gençlerin Ata’nın emanetine sahip çıkarken, biyolojik açıdan genç olanların enerjisi ve yaratıcılığıyla, daha yaşlı olanların sentez güçleri ve bilgeliklerini bağdaştırmalarını diliyorum.
=================================
Dostlar,

Sn. Prof. Dr. Yakut Irmak Özden, Demografi ağırlıklı yetkin bir sosyal bilimcidir. Yurt dışında çok nitelikli eğitimler almıştır. T.C.’nin Başbakanlığını da yapan Tıp (Fizyoloji) hocası Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak‘ın kızıdır. Babası gibi, İstanbul Tıp Fakültesi (Toplum Sağlığı Anabilim Dalı) Öğretim üyesi iken, biz de o birimde Tıpta Uzmanlık eğitimimizin son bölümünü tamamlamıştık (Hacettepe’de başlayarak).

Prof. Özden’in bu makalesi, yaklaşık 1,5 yıl önce 19 Mayıs bağlamında hayınlanmıştı. Güncelliğini koruyor ve iletileri çok değerli. Arşivimizden çıkararak izleyicilerimizin dikkatine sunuyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 22 Mayıs 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir