TÜRKİYE’DE KİMİN NE KADAR ÜYESİ VAR?

TÜRKİYE’DE
KİMİN NE KADAR ÜYESİ VAR?

R. Bülend Kırmacı
http://www.ticarihayat.com.tr/yazar/TURKIYE-DE-KIMIN-NE-KADAR-UYESI-VAR/1090, 27.12.2017

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Demokrasilerde yurttaşlık haklarından biri de herhangi bir partiye, derneğe, sendikaya izin almaksızın üye olmak ve dilediğinde ayrılabilmektir. “Üye” olmak bir tür aidiyet duygusu, bir düşünsel bağlılığın da anlatımıdır. Üye/yurttaş ile üye olunan yapı/süreç arasında bir akitleşme söz konusudur. Üye, tüzel kişiliğin içinde iradesini kurallara bağlar,
tüzel kişilik ise üyesinin üyelikten doğan haklarını korur.

Temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye
Temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye erişmede en geçerli koşullardan biri, daha çok sayıda yurttaşın, hayatın örgütlü alanlarında kendini tanımlayabilmesidir. Esasen bir ideal olarak “katılımcı demokrasi”, birer alt sistem olan parti, sendika, dernek yoluyla genel sistemin denetlenmesi açısından da çok işlevsel bir olgudur. Ne var ki, yöneten-yönetilen ilişkisi sistemin bütün bileşenlerinde karşımıza çıkar ve yönetimde-denetim ve gereğinde değişim; her şeyden önce bir eğitim ve bilinçlenme sorunu olarak belirir.

Asl’olan “aktif üyelik”
Gerçekte “üye” olmak ile iş bitmez! Asıl olan “aktif üyedir”. Yani “katıldım” demek yetmez; katkı sunmak, ‘sunabilmek’ ve ben de “varım” derken, erki elinde bulunduranın da, “bana karşı olsan da, iyi ki varsın!” diyebilmesi gerekir. Bu bir olgunluk sorunudur. Öyledir ama, demokrasisi kesintiye uğramış, eğitim düzeninde alt üst oluşlar yaşamış toplumlar açısından bu, biraz çetrefildir. Yine de eski Yunan felsefesi veya ‘Enternasyonalin’ 68 Avrupa’sını etkilemeden hemen öncesindeki “doğrudan demokrasi” kavramı gibi olmasa da, katılımcı demokrasi ve aktif üyelik kıvamına değğin “idealist” arayışlar vardır.
Örnek verelim: Bir yurttaşın vatandaşlık kimliğinin yanı sıra yaşamını ilgilendiren alanlarda üç-dört kuruma ait kimliğinin de bulunduğu İskandinav ülkeleri, bu anlamda, aktif üyeliğe ve katılımcı demokrasiye güzel birer örnek oluştururlar… Türkiye’mizde ise dernek, sendika, parti, spor kulübü üyeliği ekseninde çok farklı ‘oranlar’ vardır. Örneğin, 80 sonrası sendikalaşma oranı giderek düşerken (AS: %33’ten %12’lere!), siyasi parti üyeliği açısından genel nüfusa göre ‘azımsanmayacak’ veriler vardır.

12 milyon siyasi parti üyesi var
“95 siyasi partide 12 milyon üye!” Bu rakam 27 Ekim 2016’da bizzat Adalet Bakanımız tarafından açıklanmıştır.(1) Fakat ilginç olan sıfır üyesi bulunan partiler olduğu gibi, bu on iki milyon üyenin büyük çoğunluğu, 9 399 bin 633 ile AK Parti’de kayıtlıdır. CHP’nin 1 206 018, MHP’nin 440 169 ve HDP’nin 30 295 üyesi bulunmaktadır. Meclis’in dışından, Demokrat Parti 713 055 ve Saadet Partisi ise 225 364 üye ile dikkati çekmektedir.(2)
Fakat gerek iktidar partisindeki büyük oranlı yoğunlaşma (ülkemizdeki tüm parti üyelerinin neredeyse % 75’i) gerek bir türlü “demokratikleştirilemeyen” Siyasi Partiler Yasası (çağımızda tüm üyelerle değil delege marifetiyle yapılan seçimler) gibi olgular dikkate alındığında, toplumumuzun siyasete ‘aktif katılım’ açısından bu verilerle bile yeterli bir kıvam noktasına gelemediği anlaşılabilir.

Her 13 kişiden yalnızca 1 kişi sendikaya üye
Öte yandan, sendikalara üyelik hem iktisadi yaşamın dengesi hem de demokrasi açısından çok gerekli bir katılım yöntemidir. Hele ki, ekonomide bile demokrasiyi aradığımız bu devirde, sistemsel denge açısından da elzem sayılabilir. Yukarıda değindiğim gibi çeşitli nedenlerden dolayı sendikal katılım açısından ileri değil geriye gittiğimiz söylenebilir. Türkiye’deki toplam 13 milyon 38 bin işçiden, 1 milyon 499 bini sendika üyesi. (4) Bu da işçi örgütlenmesindeki geriye gidişin çok somut bir kanıtıdır. Bunun bir nedeni ve sonucu “kısır döngü” olarak tanımlanabilir. Mevcut sendikal yönetimlerin çoğu içtenlik testinden geçememekte, bu, katılımı örseleyen bir gerçeklik olarak belirmekte, sonuçta ihtiyaç duyulsa bile yönetimde değişim kolay kolay gerçekleşmemektedir. (AS: Sendikalı işçi oranı %12, toplu sözleşme yapabilenler %5!)

Memurların % 70’i “sendikalı”
2016 sonunda kamu görevlilerinden -başlıca sendikalar olan Memur-Sen, Türkiye Kamu-Sen ve KESK’e bağlı- sendikalara üye sayısı 1.756.934 kişidir.(3) Bakanlığın açıklamasına göre ülkemizde 2 milyon 452 bin memur olduğu düşünülürse memurların (%70) “sendikalılaşmaları”, azımsanmayacak bir orandadır. (AS: Toplu sözleşme ve grev hakkı olmayan örgüte sendika denemez..) Fakat gerçekte ve aktif katılım pratiğinde bu yapı/veri ilişkisi ne kadar işlevseldir, işte o, ayrı bir tartışma konusu olsa gerekir. (5)
Tüm bunlara karşılık yaşamın olağan akışında ve uygulamada tıpkı siyasal partilerde olduğu gibi sendikalarda da yönetimi eleştirmek hatta değiştirmek, çoklukla kolaylaştırılmış bir deneyime denk gelmemekte ve doğal bir demokratik istem (!) olarak okunmamaktadır.

“Turuncu” değil milli olan STK’lar
Katılım, aktif yurttaşlık bağlamında bir başka olgu/veri de, özellikle etkinliği 90’ların ikinci yarısında artan demokratik kitle örgütlerindeki üyeliklerdir.
Hemen bir ayraç açarak belirtmeliyim ki; burada, ülkelerin içişlerine karışmacı, kaynağı karanlık fonlarla finanse edilen ve daha çok “Turuncu (karşı) devrim” diye bilinen dinamikleri tetiklemeye teşne sivil toplum örgütlerini kast etmiyoruz.
Optiğimizde gerçekten ülkesine ve halkına ve o arada demokrasiye ve insanlığa bağlı ve saygılı demokratik kitle örgütleri vardır, onları, tanıyoruz ve tanımlıyoruz.. Ki, bizi ilgilendiren bu ikincisi, yani gücünü milletinden alan, kendi bayrağını selamlayan, milli iradenin üstünde güç tanımayan ve topluma yararlı faaliyet içinde bulunan demokratik kitle örgütleridir.

10 milyon kişi vakıf ve dernek üyesi
Fakat, veriler, birikimlidir (yığışımlı, kümülatif), “milli” olan ile olmayanı ayıramaz… Yine de bakalım: Demokratik kitle örgütlerinde bir araya gelme anlamında Vakıflar Genel Müdürlüğü ile Dernekler Dairesi Başkanlığının web sitelerinde yayınlanan istatistiklere göre, Ocak 2016’da Türkiye’de 108 748 dernek ve 5 014 vakıf etkinlik gösteriyor. Veriler, çeşitli derneklere üye olan kişi sayısının 9 yılda 5,3 milyondan 10 milyona çıktığını, neredeyse %100 arttığını gösteriyor. Ancak bu rakam, hâlâ nüfusun belli bir bölümünü oluşturuyor. Ayrıca aktif yurttaşlık ve sivil toplum örgütlenmesi yoluyla karar süreçlerine katılım açısından düşünüldüğünde, bu oran, AB ülkeleri ortalamasının oldukça gerisinde kalıyor. (6)

Futbol Kulüplerinin üye sayıları
Birer sosyal organizasyon, birer dernek olarak futbol kulüplerinin üye sayıları da ilginç verileri oluşturuyor… Örneğin Barcelona’nın 154 bin, Bayern Münich’in 238 bin Manchester United’ın 100 bin üyesi varken, (yabancı takımların bu üye sayıları kongrelerinde oy kullanmaya karşılık gelmeyebilir) ülkemizde 2015-2016 dönemindee, Beşiktaş 27 bin, Trabzonspor 22 bin, Fenerbahçe 20 bin, Galatasaray 8 bin dolayında kongre üyesine sahip. Bursaspor’un binden fazla, Gençlerbirliği’nin ise, bine yakın kongre üyesi olduğu biliniyor.
Elbette bunlar taraftar sayıları değil; değil ama, spor kulüplerimizin kongrelerinde oy kullanma hakkı bulunan, dolayısıyla da yönetimi belirlemede söz sahibi olanların, sayıları… “Sporun/futbolun yönetimine” etkin katılımın örnekleri…

Yaşam “katılım”dır, yaşama anlam katmak esastır
Kuşkusuz yaşama katılımın siyasal parti, sendika, kitle örgütü, spor kulübü üyeliği dışında çok başka ve çeşitli yolları da var… Yardım organizasyonları gibi, belli bir örgütün hiyerarşisi dışında ama toplumsal bir sorunun mutfağında ve odağında, topluma katkı sunma amacındaki bireysel/topluluksal inisiyatifler gibi… Tüm bunlar da saygıdeğer çabalardır.
Önemli olan bir yurttaş olarak bireyin, yaşadığı ülkesinin sorunları hakkındaki duyarlılığı ve karınca kararınca toplumuna katkı sunmaya çalışmasıdır. Hiç kuşkusuz ne denli çok insanımız bu arayışta ve bu yönelimde olursa ve kendisini ferahlıkla tanımlayabileceği bir zemin ve birikimini adayabileceği bir ideal alanı bulursa; demokrasimiz de, o oranda daha nitelikli ve katılımcı duruma gelecektir.

Evet, yaşama katılmalıyız! Yaşama, anlam katmalıyız…

(1): http://www.milliyet.com.tr/-turkiye-de-95-parti-12-milyon-siyaset-2368763/ 
(2): http://www.gazetevatan.com/en-cok-uye-ak-parti-de-1030695-gundem/ 
(3): https://www.memurlar.net/haber/594644/2016-yili-itibariyle-sendika-uye-sayilari-aciklandi.html 
(4): https://www.dunya.com/ekonomi/sendikali-isci-sayisi-aciklandi-haberi-324248 
(5): https://www.ntv.com.tr/ekonomi/turkiyede-kacmemur-var-bakanlik-acikladi,h1GGgMkSy0m4wTJ_8TGTCg 
(6): http://www.aljazeera.com.tr/gorus/turkiyede-stklar-ve-son-10-yil
===============================
Dostlar,

Sevgili arkadaşımız ve nitelikli – birikimli aydın Sn. R. Bülend Kırmacı önemli bir makalesini bizimle de paylaştı. Hem böylesine araştırmaya – emeğe dayalı, dolayısıyla ufuk açan makaleler yazdığı için hem de bizimle paylaştığı için teşekkür ederiz.

Sn. Kırmacı’nın yazısında birkaç yerde ayraç içinde açıklamalar koyduk..
Biraz da anlama hiç dokunmadan güncel Türkçe sözcüklerle yazıyı adeta Türkçe’mize çevirdik Sn. Kırmacı’nın hoşgörüsüyle..

Örgütlenme, temel insan hak ve özgürlükleri arasındadır ve Anayasamızda da değişik maddelerde tanımlanmıştır. İskandinav ülkelerinde erişkin bir insan ortalama 8 dolayında sivil toplum örgütüne üyedir. Ülkemizde bu sayı 1’e bile erişememektedir. Çağdaş – uygar insan örgütlü insandır.. Çağımızda artık temsile dayalı demokrasinin doğrudan katılımcı demokrasiye dönüştürülmesinin zamanı gelmiştir. Günümüz iletişim teknolojileri buna elverişlidir.

2 Eylül 1980 sonrası hızlanan / azgınlaşan KüreselleşTİRme = Yeni emperyalizm ülkemizi de altüst (tar-u mar) etmiştir. Yabanıl (vahşi) Özelleştirme dayatmaları kamuyu küçültmüş ve işsizlik artarken emek örgütlenmeleri de adeta avuç içinde kar gibi eritilmiştir. 1980’de 3 milyon dolayında işçinin yaklaşık 1/3’ü sendikalı iken günümüzde bu oran %11-12’dir. Mutlaka kaydedilmesi gereken bir sorun ise bunların da ancak yarısının toplu sözleşme yetkisi alabilmiş olmasıdır. Çünkü işyerinde belli oranlara erişemeyen sendika toplu sözleşme yetkisi alamıyor. Bunun da nedeni, 12 Eylül 2010’da yapılan 26 maddelik blok anayasa değişikliğidir. Bu düzenleme ile 1’den çok sendikaya üyelik yasağı kaldırılarak emek örgütleri parçalanmıştır. Sözde aydınların ihanet ya da gaflet ile “yetmez ama evet” çığlıkları kulaklarımızdadır hala. Çok kapsamlı özelleştirmelerle kalınmayıp 2003’te Taşeronluk, AKP tarafından İş Yasası’na eklenerek emek örgütlenmesi iyice engellenmiştir. Gelinen yer bellidir : Çok yüksek işsizlik, 1603 TL net rakamla açlık sınırının bile altında kalan asgari ücret..

İşveren yanlısı – kurgusu SARI SENDİKALARI da unutmamak gerek bu arada…

Bir de son 1,5 yılda OHAL gerekçesiyle yersiz – hukuk dışı yasaklanan grevleri!

  • Emeğin post-modern köleleştirilmesi… Yazık ve aşılmalı hem de mutlaka.

Sevgi ve saygı ile. 31 Aralık 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir