Etiket arşivi: Siyasî Partiler Yasası

AKP rahatladı

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen

05 Aralık 2022, Cumhuriyet

Almanya’da, Adolf Hitler’in lideri olduğu Nazi partisi, çok partili serbest seçimli parlamenter sistem sayesinde iktidara geldi. Nazi partisi %33 oyla birinci parti oldu, Hitler başbakan olduktan birkaç ay sonra diktatörlük rejimini kurdu.

Bu örnek, çok partili serbest seçimli parlamenter sistemin tek başına demokrasinin güvencesi olamayacağını kanıtladı. Bu nedenle, birçok demokratik ülke, demokrasi karşıtı siyasal partilerin parlamenter sistem içinde yer almalarını engelleyecek önlemler aldı, anayasayı koruyan kurumları kurdu.

Bu çerçevede Nazi partisi Almanya’da kapatıldı ve yasaklandı. Çünkü demokrasi, demokrasiyi ortadan kaldırma hakkına sahip olmak değildir.

  • Faşizm hakkına, monarşi hakkına, teokrasi hakkına sahip olmak, demokrasi değildir.

***
Cumhuriyet Halk Partisi, İyi Parti, Demokrasi ve Atılım Partisi, Saadet Partisi, Gelecek Partisi ve Demokrat Parti’den oluşan ittifakın, geçtiğimiz hafta açıkladığı anayasa değişiklik önerisi taslak çalışması, temel hak ve özgürlükler, yargı bağımsızlığı, üniversite özerkliği gibi birçok alanda olumlu unsurları (ögeleri) içermekle birlikte, anayasal demokratik düzeni ortadan kaldıran siyasal partilerin kapatılmasını neredeyse olanaksız kılarak kendi bindiği dalı kesmiştir.

AKP gibi, çok partili serbest seçimlerle iktidara gelip 2007 yılından itibaren (başlayarak) diktatörlük rejimi kuran ve anayasanın 2., 6., 7., 8., 9., 11., 14., 24., 25., 26., 28., 34. ve 138. maddelerini ihlal eden (çiğneyen) bir siyasal partinin, parlamenter sistem içinde yeniden iktidar olması durumunda, söz konusu taslakta yer alan tüm özgürlükler bir kez daha ortadan kalkacaktır.

Türkiye’de Anayasa Mahkemesi, yasaların anayasaya uygunluğunu denetlediği gibi, programı, tüzüğü ve eylemleri demokratik laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olan, diktatörlüğü savunan ve yerleştirmeyi amaçlayan, ülkenin bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldıran, suç işlenmesini teşvik eden siyasal partileri kapatır.

Siyasi partiler yasası gereği, tüm siyasal partiler anayasaya uymakla yükümlüdür. Siyasal partilerin, anayasada ifade edilen Cumhuriyetin temel ilkelerine uymamaları durumunda karşılaşacakları tek yaptırım, kapatılmaları ve kurucularının, yöneticilerinin beş yıl boyunca karşılaşacakları siyaset yasağıdır.

Günümüzde Anayasa Mahkemesi, üyelerinin önemli bir bölümü AKP hükümeti tarafından atandığı ve bağımsızlığını yitirdiği için, işlevini yitirmiştir. Ancak muhalefetin öngördüğü biçimde, Anayasa Mahkemesi üyelerinin hükümet tarafından atanmasına son verildiğinde ve yargı bağımsızlığını (ve tarafsızlığını) sağlayacak önlemler alındığında, Anayasa Mahkemesi’nin keyfi bir biçimde, anayasaya ve yasalara aykırı olarak siyasal partileri kapatamayacağı açıktır.

Yargının bağımsız (ve tarafsız) olduğu bir düzende, siyasal partilerin kapatılmasını neredeyse olanaksız duruma getirmek bir çelişkidir.
***
Taslak metinde, belki de HDP düşünülerek “şiddete başvurma ya da şiddet kullanmayı teşvik etme” durumu dışarıda tutulmak üzere, siyasal partilerin kapatılmasının Anayasa Mahkemesi’nce karara bağlanması, TBMM tam üye sayısının beşte üç onayıyla olanaklı duruma getirilmektedir.

Oysa TBMM bir yargı organı değildir. Demokratik bir ülkede, bir siyasal partinin kapatılıp kapatılmayacağına bir yasama organı değil, bir yargı organı karar verebilir. Bu durum Yasama, Yürütme, Yargı arasındaki güçler ayrılığı ilkesine aykırıdır ve Yasama organının, Yargıya müdahalesi anlamına gelmektedir. (AS: Söz konusu anayasa değişikliği taslağı, siyasal partilerin kapatılması yetkisini Anaysa Mahkemesi’nden alıp TBMM’ye vermiyor.. Siyasal partiler hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının Anayasa Mahkemesi’nde kapatma davası açabilmesi, TBMM’nin iznine bağlanıyor..)

Ayrıca taslakta, siyasal partilerin anayasaya aykırı söz konusu eylemlerinin “yoğun, sürekli ve demokratik düzene ciddi tehlike oluşturacak bir şekilde gerçekleşmesi” gibi göreli ve muğlak bir koşul eklenmiştir.

Bu eylemlerin “yoğun” ve “sürekli” olduğu ve demokratik düzene “ciddi” bir tehlike oluşturduğu hangi ölçüte göre belirlenecektir?

Bunun da ötesinde taslakta, kapatılan partilerin kurucularına ve yöneticilerine beş yıl boyunca başka bir siyasal partide kuruculuk ve yöneticilik yasağı kaldırılmıştır. Partisi kapatılan siyasal parti kurucusu ve yöneticisi, başka bir adla parti kurarak demokratik anayasal düzeni yıkmak için mücadele etmeye devam edebilecektir.

 “Altılı masa” bu taslakla en çok AKP’yi rahatlatmıştır!

Düzen değişecek mi?

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
24 Ekim 2022, Cumhuriyet

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 99. yıldönümü yaklaşırken, köktendinci ve laiklik karşıtı karşıdevrim sürecini temsil eden AKP’nin yöneticileri de Cumhuriyet devrimlerini hedef almaya başladılar.

AKP Grup Başkan Vekili Mahir Ünal, geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamada, kendi hayal âlemindeki yalanları, tarihsel ve kültürel analiz gibi sundu!

Mahir Ünal, “Cumhuriyet, bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi, hasılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir.” diyerek, ümmetçilerden ve neo-Osmanlıcılardan, kategorik olarak vatansever insanların çıkamayacağını bir kere daha kanıtladı!

Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Türkçenin ve alfabenin, Arapçanın ve Farsçanın etkisi altına girdiğini; Osmanlı’da nüfusun yaklaşık %90’ının okuma ve yazma bilmediğini; Osmanlı’da felsefe ve bilim alanlarında hiçbir özgün ve devrimci çalışmanın gerçekleştirilmediğini görmezden gelerek cehaletini ortaya koyan Mahir Ünal, vicdan ve insaf duygusundan da yoksun olduğunu göstermiş oldu.

Türkiye Cumhuriyeti’nin dilini, lügatını, alfabesini ve düşünce setini yok etmeye çalışan

  • AKP zihniyeti, Türkiye’nin bölünmesine, parçalanmasına ve emperyalizme hizmet etmektedir!

***
Türkiye böyle bir kuşatma altındayken CHP yönetiminin karşıdevrim sürecinin değirmenine su taşıması, kabul edilebilir bir durum değildir.

CHP’nin laiklik konusunda verdiği tavizleri, seçim kazanma stratejisinin arkasına sığınarak savunmak da olanaklı değildir.

Birincisi, gerçek lider, sosyolojik koşullara göre siyaset belirleyen kişi değil, sosyolojik koşulları değiştirmeyi başaran kişidir. Siyasetin popülizm olduğunu sanan, popülizm ile halkçılık arasındaki farkın ne olduğunu bilmeyen insanlar, lider de olamazlar, siyasetçi de olamazlar.

İkincisi, siyasi parti liderleri, yöneticileri ve üyeleri, Siyasi Partiler Yasası’nın gereği, üyesi oldukları partinin programına ve tüzüğüne bağlı kalmakla yükümlüdürler. Hukuk devletini savunanların, kendi iç hukuklarını ihlal etmeleri, büyük bir çelişkidir.

“CHP bir kitle partisidir, bu partide farklı düşünceler olabilir.” safsatası, Siyasi Partiler Yasası’na da CHP’nin kurultay tarafından onaylanmış Parti programına ve Parti tüzüğüne de aykırıdır.

Siyasi partiler, Batı’da “think-tank” olarak da bilinen düşünce merkezleri veya akademik tartışma platformları değildir. Siyasi partilerin ilkeleri, ideolojisi ve politikaları, kurultay delegeleri tarafından belirlenir.

“Kitle partisi olmak” demek, kurultay tarafından belirlenen ilkelerden, ideolojiden ve politikalardan taviz (ödün) vermek anlamına gelmez. Siyasi partiler kendi programlarına, ilkelerine, ideolojilerine, politikalarına sahip çıkarak ve bunları halka etkili bir biçimde anlatarak da kitlelere ulaşabilirler ve iktidar olabilirler.

Üçüncüsü, CHP geçmişte, kendi programına, ilkelerine, ideolojisine, politikalarına sahip çıkarak bugün aldığı oydan çok daha yüksek oy oranlarına ulaşmıştır; başka bir deyişle kitlelere ulaşmıştır.

İsmet İnönü’nün CHP genel başkanı olduğu 1957 seçimlerinde CHP %41, Bülent Ecevit’in CHP genel başkanı olduğu 1973 seçimlerinde CHP %33, yine Ecevit’in CHP genel başkanı olduğu 1977 seçimlerinde CHP % 41 oy almıştır.

Dördüncüsü,

CHP yönetiminin sağa açılma ve laiklikten vazgeçme stratejisi,
oy oranlarında hiçbir artış sağlamamaktadır.

CHP yönetimi, Kemal Kılıçdaroğlu 2010 yılında genel başkan seçildiğinden beri laiklik konusunda taviz vermiştir ve CHP 2011 seçimlerinde % 26, 2015 seçimlerinde %25, 2018 seçimlerinde %22 oy almıştır.

Son yıllarda ve aylarda yapılan tüm araştırmalarda da CHP’nin oyu %23-28 arasında bir yere çakılıp kalmıştır! Başka bir deyişle,

  • Laiklikten vazgeçmenin CHP’ye oy kazandırmadığı kanıtlanmıştır!

***
Buna rağmen (karşın) CHP yönetiminin laiklik konusunda taviz vermekte ısrar etmesi ve kendi tabanıyla inatlaşması, iç dinamiklerle değil, makro boyuttaki emperyalist bir mekanizmanın Türkiye’de oynadığı oyunlarla ve bu oyunda yer alan oyuncularla açıklanabilir!

CHP, bu şekilde siyaset yapmaya devam ederse sahip olduğu %25 oyu da kaybedecektir!

CHP, iktidar değiştiğinde, düzenin de değişeceğini kanıtlamalıdır.

Teokratik bir düzende güçlü bir parlamenter sistemin var olamayacağı tartışılmaz bir gerçektir.

TÜRKİYE’DE KİMİN NE KADAR ÜYESİ VAR?

TÜRKİYE’DE
KİMİN NE KADAR ÜYESİ VAR?

R. Bülend Kırmacı
http://www.ticarihayat.com.tr/yazar/TURKIYE-DE-KIMIN-NE-KADAR-UYESI-VAR/1090, 27.12.2017

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Demokrasilerde yurttaşlık haklarından biri de herhangi bir partiye, derneğe, sendikaya izin almaksızın üye olmak ve dilediğinde ayrılabilmektir. “Üye” olmak bir tür aidiyet duygusu, bir düşünsel bağlılığın da anlatımıdır. Üye/yurttaş ile üye olunan yapı/süreç arasında bir akitleşme söz konusudur. Üye, tüzel kişiliğin içinde iradesini kurallara bağlar,
tüzel kişilik ise üyesinin üyelikten doğan haklarını korur.

Temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye
Temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye erişmede en geçerli koşullardan biri, daha çok sayıda yurttaşın, hayatın örgütlü alanlarında kendini tanımlayabilmesidir. Esasen bir ideal olarak “katılımcı demokrasi”, birer alt sistem olan parti, sendika, dernek yoluyla genel sistemin denetlenmesi açısından da çok işlevsel bir olgudur. Ne var ki, yöneten-yönetilen ilişkisi sistemin bütün bileşenlerinde karşımıza çıkar ve yönetimde-denetim ve gereğinde değişim; her şeyden önce bir eğitim ve bilinçlenme sorunu olarak belirir.

Asl’olan “aktif üyelik”
Gerçekte “üye” olmak ile iş bitmez! Asıl olan “aktif üyedir”. Yani “katıldım” demek yetmez; katkı sunmak, ‘sunabilmek’ ve ben de “varım” derken, erki elinde bulunduranın da, “bana karşı olsan da, iyi ki varsın!” diyebilmesi gerekir. Bu bir olgunluk sorunudur. Öyledir ama, demokrasisi kesintiye uğramış, eğitim düzeninde alt üst oluşlar yaşamış toplumlar açısından bu, biraz çetrefildir. Yine de eski Yunan felsefesi veya ‘Enternasyonalin’ 68 Avrupa’sını etkilemeden hemen öncesindeki “doğrudan demokrasi” kavramı gibi olmasa da, katılımcı demokrasi ve aktif üyelik kıvamına değğin “idealist” arayışlar vardır.
Örnek verelim: Bir yurttaşın vatandaşlık kimliğinin yanı sıra yaşamını ilgilendiren alanlarda üç-dört kuruma ait kimliğinin de bulunduğu İskandinav ülkeleri, bu anlamda, aktif üyeliğe ve katılımcı demokrasiye güzel birer örnek oluştururlar… Türkiye’mizde ise dernek, sendika, parti, spor kulübü üyeliği ekseninde çok farklı ‘oranlar’ vardır. Örneğin, 80 sonrası sendikalaşma oranı giderek düşerken (AS: %33’ten %12’lere!), siyasi parti üyeliği açısından genel nüfusa göre ‘azımsanmayacak’ veriler vardır.

12 milyon siyasi parti üyesi var
“95 siyasi partide 12 milyon üye!” Bu rakam 27 Ekim 2016’da bizzat Adalet Bakanımız tarafından açıklanmıştır.(1) Fakat ilginç olan sıfır üyesi bulunan partiler olduğu gibi, bu on iki milyon üyenin büyük çoğunluğu, 9 399 bin 633 ile AK Parti’de kayıtlıdır. CHP’nin 1 206 018, MHP’nin 440 169 ve HDP’nin 30 295 üyesi bulunmaktadır. Meclis’in dışından, Demokrat Parti 713 055 ve Saadet Partisi ise 225 364 üye ile dikkati çekmektedir.(2)
Fakat gerek iktidar partisindeki büyük oranlı yoğunlaşma (ülkemizdeki tüm parti üyelerinin neredeyse % 75’i) gerek bir türlü “demokratikleştirilemeyen” Siyasi Partiler Yasası (çağımızda tüm üyelerle değil delege marifetiyle yapılan seçimler) gibi olgular dikkate alındığında, toplumumuzun siyasete ‘aktif katılım’ açısından bu verilerle bile yeterli bir kıvam noktasına gelemediği anlaşılabilir.

Her 13 kişiden yalnızca 1 kişi sendikaya üye
Öte yandan, sendikalara üyelik hem iktisadi yaşamın dengesi hem de demokrasi açısından çok gerekli bir katılım yöntemidir. Hele ki, ekonomide bile demokrasiyi aradığımız bu devirde, sistemsel denge açısından da elzem sayılabilir. Yukarıda değindiğim gibi çeşitli nedenlerden dolayı sendikal katılım açısından ileri değil geriye gittiğimiz söylenebilir. Türkiye’deki toplam 13 milyon 38 bin işçiden, 1 milyon 499 bini sendika üyesi. (4) Bu da işçi örgütlenmesindeki geriye gidişin çok somut bir kanıtıdır. Bunun bir nedeni ve sonucu “kısır döngü” olarak tanımlanabilir. Mevcut sendikal yönetimlerin çoğu içtenlik testinden geçememekte, bu, katılımı örseleyen bir gerçeklik olarak belirmekte, sonuçta ihtiyaç duyulsa bile yönetimde değişim kolay kolay gerçekleşmemektedir. (AS: Sendikalı işçi oranı %12, toplu sözleşme yapabilenler %5!)

Memurların % 70’i “sendikalı”
2016 sonunda kamu görevlilerinden -başlıca sendikalar olan Memur-Sen, Türkiye Kamu-Sen ve KESK’e bağlı- sendikalara üye sayısı 1.756.934 kişidir.(3) Bakanlığın açıklamasına göre ülkemizde 2 milyon 452 bin memur olduğu düşünülürse memurların (%70) “sendikalılaşmaları”, azımsanmayacak bir orandadır. (AS: Toplu sözleşme ve grev hakkı olmayan örgüte sendika denemez..) Fakat gerçekte ve aktif katılım pratiğinde bu yapı/veri ilişkisi ne kadar işlevseldir, işte o, ayrı bir tartışma konusu olsa gerekir. (5)
Tüm bunlara karşılık yaşamın olağan akışında ve uygulamada tıpkı siyasal partilerde olduğu gibi sendikalarda da yönetimi eleştirmek hatta değiştirmek, çoklukla kolaylaştırılmış bir deneyime denk gelmemekte ve doğal bir demokratik istem (!) olarak okunmamaktadır.

“Turuncu” değil milli olan STK’lar
Katılım, aktif yurttaşlık bağlamında bir başka olgu/veri de, özellikle etkinliği 90’ların ikinci yarısında artan demokratik kitle örgütlerindeki üyeliklerdir.
Hemen bir ayraç açarak belirtmeliyim ki; burada, ülkelerin içişlerine karışmacı, kaynağı karanlık fonlarla finanse edilen ve daha çok “Turuncu (karşı) devrim” diye bilinen dinamikleri tetiklemeye teşne sivil toplum örgütlerini kast etmiyoruz.
Optiğimizde gerçekten ülkesine ve halkına ve o arada demokrasiye ve insanlığa bağlı ve saygılı demokratik kitle örgütleri vardır, onları, tanıyoruz ve tanımlıyoruz.. Ki, bizi ilgilendiren bu ikincisi, yani gücünü milletinden alan, kendi bayrağını selamlayan, milli iradenin üstünde güç tanımayan ve topluma yararlı faaliyet içinde bulunan demokratik kitle örgütleridir.

10 milyon kişi vakıf ve dernek üyesi
Fakat, veriler, birikimlidir (yığışımlı, kümülatif), “milli” olan ile olmayanı ayıramaz… Yine de bakalım: Demokratik kitle örgütlerinde bir araya gelme anlamında Vakıflar Genel Müdürlüğü ile Dernekler Dairesi Başkanlığının web sitelerinde yayınlanan istatistiklere göre, Ocak 2016’da Türkiye’de 108 748 dernek ve 5 014 vakıf etkinlik gösteriyor. Veriler, çeşitli derneklere üye olan kişi sayısının 9 yılda 5,3 milyondan 10 milyona çıktığını, neredeyse %100 arttığını gösteriyor. Ancak bu rakam, hâlâ nüfusun belli bir bölümünü oluşturuyor. Ayrıca aktif yurttaşlık ve sivil toplum örgütlenmesi yoluyla karar süreçlerine katılım açısından düşünüldüğünde, bu oran, AB ülkeleri ortalamasının oldukça gerisinde kalıyor. (6)

Futbol Kulüplerinin üye sayıları
Birer sosyal organizasyon, birer dernek olarak futbol kulüplerinin üye sayıları da ilginç verileri oluşturuyor… Örneğin Barcelona’nın 154 bin, Bayern Münich’in 238 bin Manchester United’ın 100 bin üyesi varken, (yabancı takımların bu üye sayıları kongrelerinde oy kullanmaya karşılık gelmeyebilir) ülkemizde 2015-2016 dönemindee, Beşiktaş 27 bin, Trabzonspor 22 bin, Fenerbahçe 20 bin, Galatasaray 8 bin dolayında kongre üyesine sahip. Bursaspor’un binden fazla, Gençlerbirliği’nin ise, bine yakın kongre üyesi olduğu biliniyor.
Elbette bunlar taraftar sayıları değil; değil ama, spor kulüplerimizin kongrelerinde oy kullanma hakkı bulunan, dolayısıyla da yönetimi belirlemede söz sahibi olanların, sayıları… “Sporun/futbolun yönetimine” etkin katılımın örnekleri…

Yaşam “katılım”dır, yaşama anlam katmak esastır
Kuşkusuz yaşama katılımın siyasal parti, sendika, kitle örgütü, spor kulübü üyeliği dışında çok başka ve çeşitli yolları da var… Yardım organizasyonları gibi, belli bir örgütün hiyerarşisi dışında ama toplumsal bir sorunun mutfağında ve odağında, topluma katkı sunma amacındaki bireysel/topluluksal inisiyatifler gibi… Tüm bunlar da saygıdeğer çabalardır.
Önemli olan bir yurttaş olarak bireyin, yaşadığı ülkesinin sorunları hakkındaki duyarlılığı ve karınca kararınca toplumuna katkı sunmaya çalışmasıdır. Hiç kuşkusuz ne denli çok insanımız bu arayışta ve bu yönelimde olursa ve kendisini ferahlıkla tanımlayabileceği bir zemin ve birikimini adayabileceği bir ideal alanı bulursa; demokrasimiz de, o oranda daha nitelikli ve katılımcı duruma gelecektir.

Evet, yaşama katılmalıyız! Yaşama, anlam katmalıyız…

(1): http://www.milliyet.com.tr/-turkiye-de-95-parti-12-milyon-siyaset-2368763/ 
(2): http://www.gazetevatan.com/en-cok-uye-ak-parti-de-1030695-gundem/ 
(3): https://www.memurlar.net/haber/594644/2016-yili-itibariyle-sendika-uye-sayilari-aciklandi.html 
(4): https://www.dunya.com/ekonomi/sendikali-isci-sayisi-aciklandi-haberi-324248 
(5): https://www.ntv.com.tr/ekonomi/turkiyede-kacmemur-var-bakanlik-acikladi,h1GGgMkSy0m4wTJ_8TGTCg 
(6): http://www.aljazeera.com.tr/gorus/turkiyede-stklar-ve-son-10-yil
===============================
Dostlar,

Sevgili arkadaşımız ve nitelikli – birikimli aydın Sn. R. Bülend Kırmacı önemli bir makalesini bizimle de paylaştı. Hem böylesine araştırmaya – emeğe dayalı, dolayısıyla ufuk açan makaleler yazdığı için hem de bizimle paylaştığı için teşekkür ederiz.

Sn. Kırmacı’nın yazısında birkaç yerde ayraç içinde açıklamalar koyduk..
Biraz da anlama hiç dokunmadan güncel Türkçe sözcüklerle yazıyı adeta Türkçe’mize çevirdik Sn. Kırmacı’nın hoşgörüsüyle..

Örgütlenme, temel insan hak ve özgürlükleri arasındadır ve Anayasamızda da değişik maddelerde tanımlanmıştır. İskandinav ülkelerinde erişkin bir insan ortalama 8 dolayında sivil toplum örgütüne üyedir. Ülkemizde bu sayı 1’e bile erişememektedir. Çağdaş – uygar insan örgütlü insandır.. Çağımızda artık temsile dayalı demokrasinin doğrudan katılımcı demokrasiye dönüştürülmesinin zamanı gelmiştir. Günümüz iletişim teknolojileri buna elverişlidir.

2 Eylül 1980 sonrası hızlanan / azgınlaşan KüreselleşTİRme = Yeni emperyalizm ülkemizi de altüst (tar-u mar) etmiştir. Yabanıl (vahşi) Özelleştirme dayatmaları kamuyu küçültmüş ve işsizlik artarken emek örgütlenmeleri de adeta avuç içinde kar gibi eritilmiştir. 1980’de 3 milyon dolayında işçinin yaklaşık 1/3’ü sendikalı iken günümüzde bu oran %11-12’dir. Mutlaka kaydedilmesi gereken bir sorun ise bunların da ancak yarısının toplu sözleşme yetkisi alabilmiş olmasıdır. Çünkü işyerinde belli oranlara erişemeyen sendika toplu sözleşme yetkisi alamıyor. Bunun da nedeni, 12 Eylül 2010’da yapılan 26 maddelik blok anayasa değişikliğidir. Bu düzenleme ile 1’den çok sendikaya üyelik yasağı kaldırılarak emek örgütleri parçalanmıştır. Sözde aydınların ihanet ya da gaflet ile “yetmez ama evet” çığlıkları kulaklarımızdadır hala. Çok kapsamlı özelleştirmelerle kalınmayıp 2003’te Taşeronluk, AKP tarafından İş Yasası’na eklenerek emek örgütlenmesi iyice engellenmiştir. Gelinen yer bellidir : Çok yüksek işsizlik, 1603 TL net rakamla açlık sınırının bile altında kalan asgari ücret..

İşveren yanlısı – kurgusu SARI SENDİKALARI da unutmamak gerek bu arada…

Bir de son 1,5 yılda OHAL gerekçesiyle yersiz – hukuk dışı yasaklanan grevleri!

  • Emeğin post-modern köleleştirilmesi… Yazık ve aşılmalı hem de mutlaka.

Sevgi ve saygı ile. 31 Aralık 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Doğu PERİNÇEK : Yasallık maskesinin atılması

Yasallık maskesinin atılması

portresi-2

Dr. Doğu PERİNÇEK
AYDINLIK
, 07.11.2016

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

HDP,  dün  TBMM  Genel  Kurulu  ve Komisyon çalışmalarına katılmayacağını açıkladı. Bir yandan da Meclis’ten çekilmedik diyor. Meclis lokantasında ucuz yemek faaliyeti devam ediyor. Koridorlarda volta atma faaliyeti de devam edecek. Başlarını dik tutamıyorlar. Korkakça, çünkü milleti ve ülkeyi karşısına almışlar.

YASAL PARTİ OLMAKTAN VAZGEÇMEK

Siyasî  Partiler  Yasası’nın  3.  maddesinde siyasî partilerin, “milletvekili  ve mahallî idareler seçimleri yoluyla … millî iradenin oluşmasın” katıldıkları belirtilir.
Seçimler yoluyla ve Meclis’teki çalışmalara katılarak millî iradenin oluşumuna katılmak, Yasadaki Parti tanımının özünü oluşturuyor. Bu nedenle HDP’nin Meclis çalışmalarından  çekilmesi,  bir  bakıma siyasal parti olmaktan vazgeçmek anlamını taşıyor. Meclis  çalışmalarından  çekilen  HDP için hangi faaliyet biçimi kalmaktadır?

  • PKK’nın  terör  faaliyetini  desteklemek,
  • PKK için haraç toplamak,
  • PKK’nın mayın döşemesine  yardım  etmek, 
  • PKK’ya  bilgi yetiştirmek, 
  • PKK’ya  malzeme  bulmak, eline  silah  verilecek  insan  kandırmak,
  • PKK’nın propagandasını yapmak vb.

YASADIŞI PARTİ İTİRAFI

HDP’nin  Meclis  çalışmalarını  terketmesi, aslında bir itiraftır. Bu partinin asıl faaliyeti  Meclis  dışındadır.  Programını hayata geçirmek için, Ankara’da iktidar olma veya TBMM çalışmalarına katılma yolunu benimsemiyor.

Amaç, ABD güdümünde İkinci İsrail’i kurmaktır.

Zaten 2015  yılı  Aralık  ayında  Diyarbakır’da sözümona “özerklik” ilan etmiştir. Sözde Meclisler  kurduklarını  açıklamışlardır. Onların hükümet merkezi Ankara değildir, İkinci İsrail’in sözümona hükümet merkezidir.

YASADIŞI KİMLİĞİN İLANI

HDP, Meclis çalışmalarından çekilerek, kimlik beyanında bulunuyor, “ben yasal parti  değilim”  diyor,  terör  örgütünün yan kolu olduğunu ilan ediyor. Bu  ilana,  meydan  okuma  diyemeyeceğiz,  çünkü  HDP  yöneticilerinin  ruh hallerindeki  bozgunu  herkes  görüyor. Ancak maskenin atılması diyebiliriz. Evet,

  • HDP maskesini atmıştır. HDP, Meclisten çekilerek dağa çıkmıştır.

HANGİ YASALLIK??

Yasallık,  her  zaman  belli  bir  sistem içinde yasallıktır, belli  bir  sistemin  yasallığıdır.
Türkiye’nin Cumhuriyet rejiminin yasallığı ile emperyalist sistemin yasallığı karşı karşıya gelmiştir.
Türkiye’yi bölmek  isteyen  merkezler de, PKK’nın terör faaliyetini yasal gördüklerini  resmen açıklamaya  başlamışlardır. Türkiye’yi bölen terör örgütü ve yan kolları var. Bölücü terörün örgütlenmesini ve faaliyetini haklı gören emperyalist devletler de var.
Türkiye,  bölücü  terörle  hesaplaşma dönemine girmiştir.
Bu  hesaplaşma,  emperyalizmle  iki yüzyıllık hesaplaşmamızın son raundudur.
Bugün  HDP’nin  yasallığını  kabul  etmek, emperyalistlerin Türkiye’yi bölme
planlarını yasallaştırmaktan başka bir anlama gelmez.
Ya Türkiye’nin vatan bütünlüğü yasaldır ya da HDP/PKK yasaldır.
İkisi birden yasal olmaz. Yargıdan önce millet farkında. Türkü ve   Kürdüyle   bütün   Türk milleti,

  • PKK/HDP’nin Amerikan bayrağı altında savaşan bir ihanet örgütü olduğunu

görmektedir. Özellikle

  • Güneydoğu illerimizdeki Kürt yurttaşlarımız, PKK/HDP’den kurtulmak istiyorlar.

KAPATIN DAVETİ

HDP’nin kapatılması hem yürürlükte olan  yasalar  açısından  gereklidir,  hem de  halkın  taleplerine  uygundur,  başka deyişle halk açısından da haklıdır. HDP’nin  Meclis  çalışmalarından  çekilmesi, hukukî açıdan bakarsanız, “gelin bizim partimizi kapatın” davetinden başka bir içerik taşımıyor.
Davetin muhatabı, yasalara göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’dır.
=======================================
Dostlar,

Kamu Hukuku Doktoru olan Sayın Doğu Perinçek’in bu “kritik” yazısında biz bir yanlış – hata göremiyoruz… Ne yazık ki Türkiye giderek geriliyor ve kutuplaştırılıyor.. Artan – artırılan bu politik polarizasyon bizi ciddi biçimde endişelendiriyor.. Ne çare ki gerilim kurgulu biçimde tırmandırılıyor. Bu gün HDP’nin TBMM grup salonunda AB üyesi ülkelerin diplomatik temsilcilerinin politik gösterisi kayda değerdir ve ülkemizin içişlerine karışma anlamına gelebilecektir.. Hele “Kürdistan Faşizme mezar olacaktır” çığlıklarını çok sakıncalı ve yanlış buluyoruz.. Evet, genel anlamda bir AKP faşizminden söz debiliriz ama Kürdistan neresidir? Türkiye, Anayasasına göre  (md. 2) ülkesi ve ulusu ile bölün(E)mez bir bütün ise bu slogan bölücülük ve suç değil midir?

En ivedi gereksinimin bu kurgulu (planlı) gerilimin tırmanmasını engellemek olduğu anlaşılıyor.. Başta Erdoğan ve AKP, söylemlerini sükunet ve ulusu birleştirici temelde ayarlamalıdır.

Sevgi ve saygı ile.
08 Kasım 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com