Paris İklim Değişikliği Konferansı’ndan
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı Paris’te toplanıyor. Obama, Merkel, Putin dahil yaklaşık 160 ülkenin devlet başkanları ve üst düzey yöneticilerinin katılımıyla toplanan konferansın ana teması gezegenimizin ısınmasına yol açan karbondioksit (CO2) ve diğer sera gazlarının emisyonunu sınırlanmasını sağlayacak taahhütlerin paylaşılması ve politika araçlarının geliştirilmesi olarak belirlendi.
Gezegenimizin yüzey ısısının Sanayi Devriminden bu yana yaklaşık 1C0 derece arttığı hesaplanmakta. (Bu rakamı küçümsemeyin ve vücut ısınızın 1 derece bile yükseldiğinde hissettiğiniz yorgunluk ve kırıklık hissini ve ağrılarınızı düşünün. Dolayısıyla gezegenimiz de şimdiden böylesine stres altında). Bilim insanları sera gazlarının emisyonu sonucu dünyamızın yüzey ısısında yaşanan artışın yüzyılın sonuna değin 2 C0 derecede tutulması gerektiğini, aksi takdirde gezegenimizin geri dönülemez biçimde tahribata uğrayacağını vurguluyorlar. Bunun için ise atmosferde yoğunlaşmış olarak yer alan CO2 miktarının 450 ppm (parts per million: her bir milyon molekül içinde CO2 eşdeğer molekülü) düzeyinde tutulması gerektiği biliniyor. Sanayi Devrimi öncesinde, atmosferimizdeki CO2 yoğunluğunun 220 ppm düzeyinde olduğu tahmin ediliyor.
+2 C0 sınırı tüm uluslar tarafından ulaşılması gerekli ortak bir hedef olarak kabul edilmiş durumda. Bu hedef uyarınca ülkeler kendi ulusal katkı paylarını belirlediler ve Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği çerçevesine sundular. Türkiye de kendi ulusal katkı payı belgesini geçen ay başında açıkladı. Söz konusu belgenin analizini 28 Ekim ve 11 Kasım tarihli köşe yazılarımda paylaşmış idim.
+2 C0 sınırının bir hedef olarak gözetilmesinde fikir birliği oluşmasına karşın, bu hedefin nasıl gerçekleştirileceğine dair çok farklı görüşler var. Yani soru “Ne Yapmalı?” noktasında düğümleniyor. Ana akım (neoliberal) görüşten olan iktisatçılar söz konusu hedefin sağlanması için çoğunlukla “piyasa aletlerine” başvurulması gerektiğini önermekteler. Bunun için bir karbon ticareti piyasasının kurulması ve karbondioksidin küresel düzeyde bir fiyatının oluşturulması gerektiğini savunmaktalar. Böylelikle havayı “çok kirletenler”, “daha az kirletenlerden” söz konusu fiyattan karbon emisyonu hakkı satın alacaklar ve böylelikle toplam emisyonların artışı “piyasanın kuralları aracılığıyla” engellenmiş olacaktır.
Ancak şu ana değin bu yönde yürütülen çabalar işlevsel bir karbon piyasasının geliştirilmesini ve karbonun gerçekçi bir fiyatının oluşmasını sağlayamadı. Bu konudaki en büyük sorunun aslında piyasa mekanizmasının gene kendisi olduğu görülmekte. Zira, başta finansal derecelendirme kuruluşları olmak üzere, spekülatörler ve fosil yakıtların teşviklendirilmesinden kazanç sağlayan ulus ötesi tekeller söz konusu karbon fiyatının rekabet koşulları altında gerçekleştirilmesi önündeki en büyük engeli oluşturuyor. Bir yandan ABD’nin miktar kolaylaştırması (QE) aracılığıyla dünya para piyasalarına sunduğu olağandışı likiditenin kendisini nemalandıracak bir spekülasyon alanı arayışı, öbür yanda Birleşmiş Milletler bünyesinde oluşturulması planlanan yıllık 100 milyar dolar tutarındaki temiz kalkınma fonu, finansal spekülatörlerin başını döndürüyor. Internet balonu ve emlakve konut köpüklerinden sonra, uluslararası finans şebekesi ve ulus ötesi tekeller “iklim değişikliği ile mücadele” görüntüsü altında soluduğumuz havayı ticari bir mal haline dönüştürerek, piyasanın inişli çıkışlı dalgalanmalarından spekülatif çıkarlar bekliyor. Bu doğrultudaki kısa dönemci başı boş kararlar ise özünde uzun dönemli stratejik bir sanayileşme ve enerji planlaması gerektiren çevre kirliliği sorununu içinden çıkılmaz bir dengesizliğe sürüklüyor.
Aslında sorunun özünde karbon kirliliğinin bir “piyasa tökezlemesi” olduğu ve çevre kirliliğinin yarattığı maliyetleri karşılayacak bir fiyatın piyasa sistemi içinde dengelenemeyeceği yatıyor. Amerikalı ünlü coğrafya-iktisatçısı David Harvey’in deyişiyle
- “İklim değişikliğinin maliyetleri gözeten bir karbon fiyatı gerçekten uygulansaydı,
kapitalizm çoktan iflas ederdi”.
***
Paris 2015 Konferansı’nın sonuç belgesi bütün bu tartışmalara ne denli girebilecek, kuşkuluyuz. Ancak, gezegenimizin geleceğini yakından ilgilendiren böylesine önemli bir sorunun uluslararası düzeyde tartışılacağı iklim değişikliği forumunu yakından izlemek ve çözüm önerilerine olabildiğince müdahale etmek zorundayız.
=======================================
Dostlar,
Sayın Prof. Erinç Yeldan’dan tek sözcükle “mükemmel” bir irdeleme.
Ekleyecek ne olabilir ki?
Ünlü ve çarpıcı bir galatı paylaşalım :
* Kapitalizm, kendini idama götürecek ipi bile satarmış..
Gezegenimiz varlık – yokluk eşiğine gelmiş, getirilmiş; Küresel efendiler (Paranın kulları!) hala rant peşinde ve insanlığın yüzkarası neo – liberal dayatmalar peşindeler.. Adam Smth’in torunları, Karbon dioksit piyasası” (!) oluşturmak ve yaratılabilecek 100 milyar $ dolayında sanal – spekülatif, gerçekte olmayan bir kaynaktan nemalanmak peşinde!.. Akıllara seza!
Zaten 80 – 85 trilyon $ dolayındaki reel küresel üretime / gelire karşın 600 trilyon Doları aşan balon – spekülatif (toksik) sermaye sözde dolanımda.. Son derece kırılgan, yüksek riskli,
en küçük tökezlemede (ABD, Mortgage bunalımı gibi!) kıtalararası salgın – yangın gibi yayılan devasa mali bunalım kaynağı.
Kapitalizm gerçekten insanlığın en büyük tehditlerinin başında ve saçmalamaya başladı artık.
Çağımızda 3. evresinde, finans – kapital (paradan para kazanan!)..
Kumarhane kapitalizmi bir başka deyişle..
Büyük ATATÜRK ne denli isabetle uyarmıştı :
- Bizi mahvetmek isteyen Emperyazlizm ve bizi yutmak isteyen Kapitalzim ile savaşımı
“MESLEK” edinmeliyiz...
Bir umudumuz var; 21. yy içinde bu 2 beladan da insanlık kurtulacak..
Bizim kuşağımız göremeyecek ama insanlık onuru bu sefaleti de aşacak..
Nasıl mı?
- DİRENİŞİ KÜRESELLEŞTİREREK!
Sevgi ve saygı ile.
02 Aralık 2015, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com