Dostlar,
Seçkin siyaset adamı, gazeteci – yazar, Uğur Mumcu ekolünden Sayın Uluç Gürkan‘dan, son derece doyurucu bir “KEMALİST DEVRİM” yorumu sunmaktayız.
Kendisine teşekkür borçluyuz. Sayın Büyükelçi Şükrü Elekdağ’ın konuya ilişkin
“Türkiye’nin Misyonu” başlıklı yazısının da birlikte okunması bizce yararlı olacaktır (S.Elekdag@milliyet.com.tr, 20.04.1998).
Sevgi ve saygı ile.
10.7.13, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
======================================
Kemalist Devrim…
ULUÇ GÜRKAN
Yarı yolda bıraktırılmış ve yolundan saptırılmış Kemalist Devrim,
günümüz şartlarında yeniden başlatılmalı ve bütün sonuçlarıyla gerçekleştirilmelidir.
Kemalizm; bir ulusal kurtuluş ve aydınlanma devrimidir.
Ulusal egemenliğe dayanan tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesidir.
Kemalizmin amacı, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmış, laik ve demokratik Türkiye’yi
sosyal bir hukuk devleti olarak en kısa sürede kurmaktır.
Kemalizmin, kimi dogmatik ideolojiler gibi kutsal bir kitabı yoktur. Ancak “6 ok” adı verilen vazgeçilmez ilkeleri vardır. Bu ilkeler, birbirini tamamlayan bir Aydınlanma doğrultusudur.
Cumhuriyetçilik ilkesi, halkçılık ve laiklik ilkeleriyle birlikte demokrasiyi oluşturmaktadır.
Laiklik ilkesi, devletçilik dışındaki diğer ilkelerin ön koşuludur.
– Demokrasinin önkoşuludur; çünkü laiklik olmadan özgürlük olmaz.
– Milliyetçiliğin ön koşuludur; çünkü laiklik yoksa temel yapı ulus değil, ümmettir.
– Halkçılığın ön koşuludur; çünkü laikliğin olmadığı yerde halkın istekleri değil
dinci seçkinlerin tercihleri önceliklidir.
– Devrimciliğin ön koşuludur; çünkü laikliği kabul etmemiş bilimin ve çağın gereklerinin gerisinde kalmış kurumları değiştirmenin, geliştirmenin tartışması dahi yapılamaz.
- Kemalizmin ilkeleri donmuş düşünce kalıpları, dogmalar değildir.
- Aklın ve bilimin ışığında sürekli gelişen bir doğrultu tutarlılığıdır. Günümüzde;
• Laiklik: Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasından ibaret değildir. Bunun ötesinde, bir toplumda yönetenlerin, kuralları koyanların, yasaları yapanların yönetme yetkisini,
kural koyma, yasama yetkisini din dışı bir kaynaktan almaları demektir.
Dolayısıyla, bireyin eşitlik ve özgürlüğünün güvencesidir.
• Cumhuriyetçilik: Dine dayalı düşünce ve yönetim kalıplarının yerini
güçler ayrılığı temelinde çağdaş demokratik kurumsallaşmanın almasıdır.
• Milliyetçilik: “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk ulusu” diyen,
bütün yurdu üzerinde yaşayan insanını etnik köken, dini inanç ayrını yapmaksızın
bir arada yaşama iradesiyle kucaklamaktır.
• Halkçılık: Ezen ve ezilenlerin olmadığı hakça bir düzen yönelimidir.
• Devletçilik: Kamu yararının bireysel çıkarın önüne geçtiği,
dayanışma ve sosyal adalet yapılanmasıdır.
• Devrimcilik: Yeniliklere, gelişmeye sürekli açık kalmak, açık anlatımıyla zamanın ruhunu yakalamaktır.
21. Yüzyılın Barış Projesi
- Kemalist Devrim, 21. Yüzyılın barış projesidir.
* Türkiye kendisini Atatürk’ün açtığı yolda laik ve demokratik bir ülke olarak tanımlarsa, insanlık dünyanın geleceği için umutlu olabilir.
Buna karşın, Türkiye kendisini Yeni Dünya Düzeni’nde egemen güçlerin biçtiği rol kapsamında ılımlı İslam devleti olarak tanımlar, Kemalist düzeni daha İslami yapılarla değiştirmeye zorlarsa, insanlık dünyanın geleceğinden umutlu olmamalıdır.
Türkiye önemlidir, çünkü Türkiye 90 yıl önce Kemal Atatürk’ün önderliğinde
halkının çoğunluğu Müslüman bir ülkenin çoğulcu ve katılımcı demokrasiyi uygulayıp yaşatabileceği iddiasıyla bir atılım yapmıştır.
Batı dünyasında, çoğulcu demokrasi ve sanayi toplumunun sadece Hıristiyan kültür ve değer yargıları ortamında gelişip boy atabileceği hususunda sarsılmaz bir inanç vardır.
Ünlü sosyal bilimci Max Weber de “Protestan Ahlakın İlkeleri ve Kapitalizmin Özü” adlı eseriyle bu bu görüşe akademik bir temel kazandırmıştır. Türkiye, İslam dinini, laik devlet yapısı ve çoğulcu demokrasiyle bağdaştıran bir sistemin dünyadaki tek uygulayıcısı olarak bu görüşü çürütebilme imkânına sahiptir.
İslam coğrafyası için gerçekten demokrasi isteniyorsa, model Atatürk’ün laik ve demokratik cumhuriyet düzenidir. Bunu gerçekleştirmek Türkiye’nin tarihsel misyonudur.
Bakın çevremize… Ortadoğu adını verdiğimiz bu coğrafyada, doğumuzda güneyimizde, aynı tarihi, aynı kültürü, aynı inancı paylaştığımız komşularımız vardır. Ama aralarında bir tek Türkiye, demokrasiden söz edebilmektedir. Bir tek Türkiye, demokrasi uygulamasının eksikliklerini, yetersizliklerini tartışabilmektedir.. Yaşadığımız coğrafyada demokrasisini ilerletebilmek umudunu taşıyan tek ülke Türkiye’dir…
Bir tek Türkiye’de kadın eşit yurttaş seviyesindedir.
Bir tek Türkiye’de çağdaş sanat, bütün engelleme çabalarına karşın ayaktadır.
Tesadüf müdür bu? Hayır; tesadüf değildir… Türkiye’nin bu farklılığı bizi Atatürk’e, Atatürk’ün 23 Nisan 1920 günü başlattığı demokratikleşme sürecine, aydınlanma atılımına götürmektedir.
- Atatürk’ün gerçekleştirdiği bu olay, sadece Türkiye için değil,
bütün dünya için yaşamsal önemi olan bir devrimdir.
1789 Fransız Devrimi’nin halklarının çoğunluğu Hıristiyan olan Batılı ülkelerin demokratikleşmesi için anlamı neyse, 1923 Türk Devrimi’nin İslam coğrafyasında demokratikleşme etkisi de eş anlamlı olmalıdır.
Atatürk, günümüz dünyasında uygarlıklar çatışmasını barışa yönlendirecek gerçek anahtardır. İslam dünyasına demokrasi ihracı için, Amerikan savaş gücüne endeksli Büyük Ortadoğu Projesi’nin yerini barış içerikli 1923 Türk Devrim Modeli’nin alması
aklın ve gelecek umudunun gereğidir.
- Yarı yolda bıraktırılmış ve yolundan saptırılmış Kemalist Devrim,
günümüz şartlarında yeniden başlatılmalı
ve bütün sonuçlarıyla gerçekleştirilmelidir.
(10 Temmuz 2013)
CUMHURİYET SUYUNA BATIRILMIŞ, SÜNNİ YEZİTÇİ YENİ HİLAFET!..
Cumhuriyet’in olmazsa olmazı, “Halkların ve Milletlerin Eşitliği İlkesiyle, Eşit Yurttaşlık İlkesi” kabul edilmediği için; ÖZGÜRLÜĞE ADALETE VE EŞİTLİĞE” de ihtiyaç duyulmamıştır.
Yezit Halife gibi düpedüz, “Cumhuriyet’in kurulduğuna, Halifeliğin kaldırıldığına” dair herkesten Biat istenmiş, Yezit Halife’nin biat eden herkese “Sünni,” demesi gibi, Cumhuriyet’e Biat eden ya da Biat edeceklerine inanılan herkese Türk denilmiştir.
Hilafet Sistemi’nin bir Kanunla kaldırılamayacağı, “Türkiye bir Cumhuriyettir,” diye Anayasa’ya bir satırlık yazı yazmakla Cumhuriyet olunmayacağı, “Türkiye Laik bir devlettir,” diye Anayasa’ya başka bir Cümle yazmakla Laik ülke olunmayacağı ise hiç kimse tarafından dert edilmemiştir.
Ama, en Sünni, en Yezitçi, en ilkel, en vahşi, en barbar Hilafeti Kurmak için, Yezit Halife’den daha kararlı olunmuş; Dersim 3. Büyük Alevi Soykırımı yapılarak ne kadar kararlı olunduğu on binlerce insan katledilerek kanıtlanılmıştır.
Laiklik de, Cumhuriyet de göstermelik olduğu için; Cumhuriyet’in kendine özgü bir Cumhuriyet Anayasası olmamıştı. Bu nedenle, seçilme ve atanma yoluyla yönetim görevlerine gelenler, Anayasa ve Kanunların emrinde bir görev yapmıyorlar, Anayasa ve Kanunlarla sınırlı bir yetki de kullanmıyorlardı. Atatürk’ün İlkelerine bağlı kalıp, Allah’ın sonsuz sınırsız yetkisini kullanmak istiyorlardı.
Yöneticiler, Allah’ın sonsuz ve sınırsız yetkisini kullandıkları için; Halka, insana, topluma zerre kadar değer vermiyorlar; bu yeni Hilafete biat etmeyen herkese, temizlenmeleri gereken ayrık otları gibi görüyorlar ; hatta Ülkenin her sorununu Dersim gibi bir katliam ve soykırımla çözmeyi düşünüyorlardı.
Büyük Atatürkçü Onur Öymen, “Kürt Meselesi”ni Barışçı yollarla çözmeyi düşünen dönemin Hükümeti’ne, “ATATÜRK DERSİM’DE KAN AKIYOR DİYE BARIŞ YAPMAYI KABUL ETTİ Mİ?” diyerek karşı çıkmış; Kürt Meselesinin çözülmesi için Dersim’deki gibi kan dökülmesinde ısrar etmiştir.
İnsan hayatına zerre kadar değer vermiyorsan, milyonlarca insanın taraf olduğu Kürt Meselesi’ni bile on binlerce insanın kanı dökülmeden çözmeyi bilmiyorsan; senin düşüneceğin Laiklik ne işe yarar, Cumhuriyetçiliğin kaç para eder?…
Evet… Cumhuriyet Anayasası yok… Özgürlük, Adalet ve Eşitlik yok… Cumhuriyet Ordusu, Cumhuriyet Senatosu, Cumhuriyet Adalet ve Yargısı yok… Cumhuriyet Bürokrasisi, Cumhuriyet Polis de yok…
Bunlar olmadan, keşke Atatürk Cumhuriyeti de kurmasaydı… Keşke Atatürk İlkeleri hiç olmasaydı… Keşke göstermelik olan Laikliği hiç getirmeseydi… Keşke yüzbinlerce Sünni Yezitçi Din Adamı yetiştireceğine, bir tek Halife’nin varlığına razı olsaydı…
Sonuçta Cumhuriyet adıyla kurulan, Atatürk’ün İlkeleriyle ayakta tutulmak istenen bu sistem Osmanlı’dan beş yüz yıl, Alevilik’ten bin yıl geride Yezit Hilafeti’nin Türkçeye çevrilmiş biçimidir. Yezit Hilafeti biraz Cumhuriyet’in suyuna batırılmıştır… Laikliği de, çağdaşlığı da, uygarlığı da kocaman birer yalandır.