Etiket arşivi: Yürütme ve Yargı)

MİLLÎ BİRLİK İÇİN YÖNTEM ÖNERİLERİ


MİLLÎ BİRLİK İÇİN
YÖNTEM ÖNERİLERİ

portresi


Zeki Sarıhan
25.02.2015

      Bir milletin en büyük amacı millî birliği sağlamaktır.
Halkı birlik içinde olmayan ülkeler daima bölünme tehlikesi ile karşı karşıyadırlar. Her ülkenin bu birliği sağlamak için farklı reçeteler kullandığını biliyoruz. Benim milletimizin deneyimlerine dayanan önerilerimi de yabana atmak doğru değildir. Okuyucu benim birçok görüşümü yadırgıyor olsa da aşağıdaki görüşlerimin en az iki paragrafının her partiden ve çevreden geniş bir okuyucu kitlesi tarafından uygun görüleceği kanısındayım.

  1. Tek bir din: Millî birliği tehdit eden en büyük olgu, bir ülkenin içinde farklı dinlerden insanların yaşamasıdır. Ne demektir bir kısım insanların Müslüman, diğer bir kısmının Hıristiyan olması? Bazıları camiye, bazıları kiliseye gidiyor! Böyle bir ikiliği önlemek ve millî birliği sağlamak için Müslüman olmayanları ülkeden çıkarmak en kestirme yoldur. Bunun için çeşitli nedenler hiç eksik olmaz. Hıristiyanların ticareti ellerinde tutmaları ülkeden çıkarılmaları için yeter de artar bile. Hıristiyanlar ya topluca göç ettirilir ya da ağır vergilere tabi tutularak ödeyemeyenler çalışma kamplarına gönderilir. Böylece ülkeyi terk etmeye zorlanır. Ayrıca 6–7 Eylül 1955’te yapıldığı gibi işyerleri yağma ettirilerek ülkeden kaçırtılır.
  1. Tek bir dil : Farklı dinlere mensup insanları temizlemekle millî birlik kurulamayabilir. Müslüman olduğu halde dili başka olan topluluklar da bulunabilir. Bunların nüfusu bir hayli fazla da olabilir. Farklı bir dil konuşan topluluklar daima millî birliği tehdit edici unsurlardır. Buna karşı yapılacak şey, o dili yok farz etmek, kullanılmasına engel olmaktır. Önce “Kart kurt!” teorisini ortaya atabilirsiniz. Gene de kullanmak isteyenler olursa bu kez entelektüel bir söyleme başvurmak gerekebilir. Bu dilin çok yetersiz bir dil olduğunu, öğrenmeye ve öğretmeye değmeyeceği söylenebilir. Bu da etkili olmazsa, düşmanların millî birliği bozmak için böyle bir dil yaratmak istediği ve o dili konuşanları kışkırttığı anlatılmalıdır. Buna inanan bir hayli insan bulunacaktır.
  1. Tek bir mezhep : Ülkede tek bir dinin ve tek bir dilin bulunması sorunu çözmeye yetmeyebilir. Çünkü Müslüman ve Türk olmakla birlikte, mezheplerinin ayrı olduğunu ilan eden ve onun geleneklerine bağlı olan insanlar millî birliğe karşı bir tehdit oluşturabilirler. İbadet ettikleri yerlerin cami ile aynı muameleye tabi tutulmasını isteyebilirler. Bu durumda yapılacak şey, bu mezhebe bağlı olanların çocuklarını devletin mezhebi olan Sünni din dersine tabi tutarak kendi mezheplerini unutturmaktır. Faydası olacaksa “Ben de Hazreti Ali’yi seviyorum. Ben herkesten daha çok Aleviyim” gibi açıklamalar yapmanız da gerekebilir.
  1. Tek bir sınıf : Din, dil ve mezhep sorunu da çözdüğünüzü farz edelim. Karşınıza başka bir sorun daha çıkacaktır: Sınıf sorunu. Bir ülkede işçi, köylü, küçük burjuvazi, toprak ağası, burjuvazi ve işbirlikçi burjuvazi gibi sınıfların bulunması, millî birliğin önündeki tehditlerden biridir. Tehdit burjuvaziden değil emekçilerden gelmektedir. Bu sorunun çözümü tabii ki sınıfları ortadan kaldırmak değil (bu çok çok tehlikeli bir şeydir), sınıfların varlığını reddetmektir. Hatta “Sınıf” sözcüğünü yasaklamanız gerekebilir. “Biz imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz” demeniz gerekir ki, emekçiler sınıf mücadelesini akıllarından çıkarsınlar. Sınıf bilincini yerine hamasi nutuklar söylemek “Atalarımız” edebiyatına hız vermek gerekir.  Böylece ülkede tek bir sınıfın yani burjuvazinin iktidarını kurar ve sağlamlaştırırsınız.
  1. Tek bir parti : Bir ülkede iktidar için çeşitli siyasal partilerin birbirleriyle yarışmaları millî birliğin önünde önemli bir engeldir. Bu nedenle iktidar partisinden başka siyasal parti kurulmasını yasaklamak en kestirme yoldur. Ülkeyi tek parti ile yönetmek, muhalefet olmadığı için iktidardaki sınıfın anasının ak sütü gibi helal olan zenginleşmesini de güvence altına alır. Eğer uluslararası durum tek partili rejimi olanaksız kılıyorsa emekçi partilerini yasaklamak ve burjuva partilerini serbest bırakmakla yetinebilirsiniz. Ne de olsa burjuvazi iktidarda olduğu sürece millî birlik güvencede demektir. Ama gene de belli olmaz. Bu durumda iktidar partisinin her yola başvurarak çoğunluğu alıp Meclisi doldurmasına çalışmak gerekir. Seçim barajını yüksek tutmak, seçimlerde büyük paralar harcamak, muhalif partilere karşı kampanyalar yürütmek de milli birlik için kaçınılmaz tedbirlerdendir.
  1. Tek bir kuvvet : Bir ülkede millî birliği sağlamak için bütün bu önlemler yetmeyebilir. Eğer o ülkenin anayasal rejimi Güçler Ayrılığı’na dayanıyorsa bu durum birliğin aleyhinedir. Düşünebiliyor musunuz? Hükümet bir karar alıyor, fakat Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay gibi kurumlar başka telden çalıyor! Böyle bir ülkede millî birlik sağlanabilir mi? Bu nedenle eğer millî birlik istiyorsanız yönetimi tek bir kuvvetin eline vermelisiniz. Hükümet ne derse o olmalıdır. Ne yapıp yapıp medyayı da emir altına almak şarttır. Gazetelerin hepsi her sabah iktidar partisinin icraatını öven manşetlerle çıkmalıdır.
  1. Tek bir adam : Bütün bu önlemlerle gene de ülkede millî birliği güvenceye almış olamayabilirsiniz. Tek bir partinin başta olması ve bütün yetkilerin onda toplanması yetmez. Çünkü partinin Meclis grubu var, hükümeti, başbakanı var, cumhurbaşkanı var. Başbakan’la cumhurbaşkanı arasında görüş ayrılığı çıkarsa ne olacaktır? Bu nedenle söz yalnız bir kişiden kesilmelidir, ihaleleri yalnız bir kişi dağıtmalıdır. O da Tanrı’nın millete bir armağanı olan cumhurbaşkanıdır. O ne derse o olmalıdır.

Bir de bütün bunların tersini düşünelim:  Ülkede farklı dinlerden, dillerden, mezheplerden insanlar yaşıyor ve kabul görüyor. Devlet hepsinin devleti. Her sınıf örgütlenebiliyor, siyasal partiler demokrasinin vazgeçilmez ögeleri sayılıyor, Güçler Ayrılığı geçerli. Yasama, Yürütme ve Yargı görevlerini yapıyor. Basını özgür. Ülkenin başında herkesin hakkını koruyan yansız bir Cumhurbaşkanı bulunuyor… Böyle bir ülke ve millet parçalanmaz mı? (25 Şubat 2015)

Erdoğan

===================================

Dostlar,

Değerli arkadaşımız Sayın Zeki Sarıhan’ın usta kaleminden nefis bir yergi (hiciv) yazısı paylaşıyoruz.

İçerik olarak bütünüyle paylaşmasak da, biz de Sayın Sarıhan gibi “Milli Birliği” savunduğumuzdan, yazıyı aynen yayımlıyoruz. Fakat saklı tuttuğumuz “milli birlik düşmanlığı” dürtülerimizi yenemiyor ve çekincelerimizin bir-ikisini aşağıda belirtiyoruz :

– “Biz imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz..” sözlerine itirazımız var. Bu sözler Büyük ATATÜRK’ün 10. yıl Söylevi‘nde geçmektedir. 29 Ekim 1933’te coşku ve inançla söylenmiştir ve ulusal birliği hedeflemediği / başka birşeyler hedeflediği ileri sürülemez. Biricik amaç gerçekten sözün özü ile örtüşen hedeftir.. Ayrıcalıksız, ideolojik bağlamda değilse de “sınıfsız“, eşitlikçi, kaynaşmış.. bir toplum yaratarak ulus devlet inşa etmek..

– İkinci “resmi dil” konusu… Sayın Sarıhan’ın da yer aldığı bir açıkoturumda geçtiğimiz yıl tartışmıştık.. “ANADİLİNDE EĞİTİM..” Dilbilimci Sayın Dr. Kemal ATEŞ de konuşmacıydı (http://ahmetsaltik.net/2014/10/18/anadilinde-egitim/, 18.10.2014). Bu olgunun Ulus Birliğini gerçekten bozacağını dünyadan örneklerle, Batı Emperyalizminin ikiyüzlülüğü örnekleriyle, Ulus Devlet Kuramının temelleriyle…… açıklamıştık.. Dikkat buyurulsun, ülkede “tek dil” olsun demiyoruz.. Tek olan ” resmi dil” dir.. Kamusal alan dışında herkes dilediği dili kullanabilir, kültürünü yaşatır ve yayar, kitap yazar, film çevirir, TV açar vb. Bunlar Türkiye’de bütünüyle var. Kopenhag Ölçütleri‘nin gerektirdiklerinin gerisinde değil. Bunu AB de, ABD de biliyor. Ötesi için dayatmak gerçekten “ulusal birliği” parçalama amaçlıdır, somut örnekleri vardır..

Her neyse.. Sayın Sarıhan’ın keyifle ve ustalıkla kaleme aldığı yazının “birlik – bütünlüğünü” daha çok zorlamayalım.. Sayın Sarıhan ne diyorsa milli birliğimiz için doğrudur. Zaten kendisi de bu yazısının başında “..önerilerimi de yabana atmak doğru değildir. ” diyor. Sayın Sarıhan’ın önerilerine zinhar uyulmalıdır; “milli birliğimiz” için paha biçilmez bir reçetedir.

Sevgi ve saygı ile.
26 Şubat 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

AKP’nin Sağlık Bilimleri Üniversitesi Girişimi Anayasaya Aykırı

AKP’nin Sağlık Bilimleri Üniversitesi Girişimi Anayasaya Aykırı

Dostlar,

AKP hükümeti yaşamın her alanını, her hücresini, her santimetrekaresini egemenliği altına almak üzere sitemli, planlı, kararlı, inatçı hatta yapışkan ve saldırgan eylemlerini sürdürüyor..

Ehh, epey yabancı danışman da vargüçleriyle AKP’yi yönlendirmekte..

Türkiye’nin “gürültülü kılınan” ve acımasızca oynanan gündeminde
istenen kimi girişimler de pek ala halkın dikkatinden kaçırılabiliyor.

3 Kasım 2002 seçimini “kazanıp” (“Kazandırılıp” !?) 14 Kasım 2002’de güvenoyu aldıktan bu yana, kabul edelim “çok iyi” hazırlanmış bir strateji bağlamında Türkiye, “2023 Hedefi” ne sürüklenerek taşınmakta. 11,5 yılda ne çok yol alındığı ortada.
9 kritik yıl kaldı “2023” ün tümüyle dönüştürülerek başkalaştırılmış Türkiyesi için.

“Hedef 2023”. kodlu bir slogan olarak bu parti yöneticilerince, özellikle de Başbakan R.T. Erdoğan‘ca ustalıkla, özel mimik – jestler ve tonlama eşliğinde kullanılarak tabana ileti verilmekte..Örtük söylemle açık “kutsal ittifak” pekiştirilmekte..

Bu bağlamda oldukça önemli bir dönüştürücü olarak AKP hükümetince hazırlanan bir Yasa (Kanun) Gücünde (Hükmünde) Kararname (TGK, KHK) hazırlığı sürdürülüyor.

Kurulması planlanan “Sağlık Bilimleri Üniversitesi“.. sorunu..

Konuya ilişkin olarak Tıp Fakülteleri Dekanları Konseyi’nin görüşünü paylaşmak istiyoruz.  Hemen belirtelim ki, Anayasa’nın 130. maddesi şöyle başlıyor :

  • “Çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde milletin ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacı ile; ortaöğretime dayalı çeşitli düzeylerde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere çeşitli birimlerden oluşan
    kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler
    Devlet tarafından kanunla kurulur..”

Buna göre, AKP hükümetince kurulması planlanan “Sağlık Bilimleri Üniversitesi” nin İLK özellliği “BİLİMSEL ÖZERKLİĞE SAHİP” olmaktır.

İkincisi, kurucu işlemin hukuksal yöntemi – biçimi ile ilgili olup, Anayasa koyucu bu özneyi “Kanunla kurulur” diyerek TBMM olarak tanımlamıştır. Daha açık söylemek gerekirse,

Yasa Gücünde Kararname ile üniversite kurulması söz konusu değildir“.

Böylesi davranış “erk” gaspı olup, apaçık anayasaya aykırıdır.

Esas olarak TBMM, ancak yürütülmesinde ivedilik olan olağan devlet işlerinde,
TBMM tatilde ya da kapalı iken kullanılmak üzere Hükümete (3 ana erkten biri olan Yürütme organına) kapsamı ve süresi sınırlı olmak üzere YGK çıkarma yetkisi tanımaktadır.

Bu yetkinin zorlanarak genişletilmesi Anayasanın güçler ayrılığı ilkesini çiğnemektir.

Anayasa’nın 6. maddesi şöyledir :

Madde 6 – Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.

  • “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.”

İzleyen 7, 8 ve 9. maddelerde ise teker teker 3 ana erki (Yasama, Yürütme ve Yargı) ve egemenlik alanını tanımlamaktadır.

Bu bağlamda, düzenleyici bir işlemle (YGK – KHK) yapılacak bu idari işlem, apaçık Anayasaya aykırı düşmektedir. Hükümet, “yalnızca” (münhasıran, exclusively) TBMM’nin yasa çıkararak kullanacağı yasama erkini, üniversite kurma hak ve yetkisini gaspederek onun yerine geçmekte ve aşkın bir zorlama ile YGK eliyle bu münhasır yetkiyi ele geçirmektedir.

Türkiye Tıp Dekanları Konseyi‘nin 9 sayfalık kapsamlı raporunda da bu noktaya vurgu yapılmaktadır. Bu raporu okumak için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayınız..

Turkiye_Saglik_Enstitüleri_Baskanligi_icin_YGK_Hk._Tip_Dekanlari_Konseyi_Gorusu

Sıradan bir hukuk devletinde bile böylesi bir girişim kimsenin aklından geçmez.

Dolayısıyla ilk iş olarak AKP Hükümetinin bu girişimini geri çekerek Anayasa
md. 88 uyarınca TBMM önüne bir yasa önerisi ile gitmesi anayasal zorunluktur
(AY md. 88: Kanun teklif etmeye Bakanlar Kurulu ve milletvekilleri yetkilidir.)

İşin özünü derinden etkilemekle birlikte bu yöntem (usul) hatası giderilse bile sorun çözülmüş olmuyor..

İkinci sorun ÜNİVERSİTE ÖZERKLİĞİDİR.. Üniversiteyi evrensel bağlamda üniversite kılan onun BİLİMSEL ÖZGÜRLÜĞÜDÜR. Bunun da 2 ön koşulu yönetsel (idari) ve akçal (finansal, mali) özerkliktir.

Sağlık Bakanlığı, söz konusu SAĞLIK BİLİMLERİ ÜNİVERSİTESİ’nin apaçık patronu olmayı öngörmektedir.

“Benim olsun, ben yöneteyim, ben karar vereyim, istediğime ünvan vereyim,
istediğimi atayım, istediğim konularda güdümlü tezler yaptırayım……….”

Bu güç hastalığı neyin nesidir??

Siz hiç “demokrasi” terbiyesi almadınız mı?

Hak ve yetkileri demokratik hukuk kurallarına uygun olarak paylaşmak ve toplumu birlikte, katılımcı olarak yönetmek….. gibi kavramlar sizin kültürünüzde, dağarcığınızda
yok mudur?

3. olarak YGK’nin içeriği                          :

Türk Yükseköğretim yaşamını, sağlık bilimleri alanında uzun yıllarda oluşturulan geleneklerini, kurumlarını akılcı hiçbir gerekçesi olmadan darmadağın etmektedir. Batı’ya da da dünyanın gelişmiş üniversiter sistemlerine referans vermemektedir.
Kerameti kendinden menkuldür!

“12 Eylül ürünü” diye hep eleştirilen YÖK düzeni bu hükümetçe 11,5 yılda değiştirilmemiş, tersine sağladığı yetkiler katı biçimde kullanılagelmiş,

– çok yoğun biçimde kadrolaşılmış,
– Anadolu’ya bu üniversiteler üzerinden AKP ideolojisi dayatılmış,
– Yandaşlara parasal ve türlü olanaklar ve sürekli rant aktarımı sağlanmıştır.

“Her ilde 1 Üniversite” sloganının hazin ve korkutucu ardalanı (background) böyledir.

Sonuç                       :

Söz konusu YGK derhal geri çekilmelidir.
YÖK düzeni, gelişmiş ülkeler bağlamında demokratikleştirilmeli,
kesin olarak LAİK ve seküler olarak düzenlenmelidir.

Hedef, Üniversitelerin 21. yy’ın ağır yarışmacı koşullarında Türkiye’yi küresel dünyada ileri taşıyacak kadroları yetiştirmektir..

Hedef, Üniversitelerin 21. yy’ın ağır yarışmacı koşullarında Türkiye’yi ileri taşıyacak bilim ve teknolojiyi üretmektir..

Kurulması tasarlanan “Sağlık Bilimleri Üniversitesi” de bu 2 temel işlevi özellikle
sağlık sektöründe üstlenecektir.

Hedef; “badem”ler – “mollalar” – “rabia” lar yetiştirmek, arka bahçeler oluşturmak ve üniversiteleri daha da gericileştirererek medreseleştirmek asla ol-MA-malıdır.

Elbette bunları AKP iktidarından beklemek gerçekçi değildir

Sorun; Türkiye’de çağdaş – demokratik – Cumhuriyetçi kadroların iktidar sorunudur!