Etiket arşivi: Sencer Ayata

ONUR ÖYMEN ULUSAL KANAL’DA NE DEDİ

ONUR ÖYMEN ULUSAL KANAL’DA NE DEDİ?

Ulusal Kanal’da 30 Mayıs 2017’de yayınlanan “Nasıl Yani” programında Gülgûn Feyman’ın referandumla ilgili sorularına özetle şu yanıtları verdim:

– Öncelikle referandum süreciyle ilgili bazı noktaların açıklığa kavuşturulması gerekiyor. Örneğin böyle köklü bir anayasa değişikliği ihtiyacı nereden kaynaklandı? Bu fikir yurt içinden mi yoksa yurt dışından mı kaynaklandı? Neden yabancılar uzun yıllardan beri mevcut anayasamızın ve devlet yapımızın değiştirilmesini istiyorlar?
– Neden 2014 yılında Bitlis’in Güroymak ilçesindeki seçim, AKP’nin talebiyle ve kullanılan mühürsüz zarflar nedeniyle YSK tarafından iptal edilirken, bu kez 16 Nisan referandumunda kullanılan mühürsüz zarflar gene AKP’nin talebiyle seçimlerin iptaline
yol açmadı ve geçerli sayıldı?
– AKP ‘nin YSK’daki temsilcisinin “yoğun olarak” kullanıldığını belirttiği mühürsüz zarflar hangi bölgelerdeki, hangi sandıklardan çıkmıştır? Neden sadece AKP’liler mühürsüz zarfları gündeme getirirken muhalefet partilerinin sandıklardaki temsilcilerinin bu konudaki tepkileri duyulmadı?
– CHP milletvekili Sayın Sencer Ayata 2,5 milyon oyun mühürsüz olduğunu ileri sürmüştür. Bu oyların hangi sandıklarda kullanıldığının öğrenilmesi büyük önem taşımaktadır.
– YSK Başkanının açıklamalarından AKP’nin yaklaşık 800, CHP’nin ise 9255 sandıkta gözlemci bulundurmadığı sonucu çıkıyor. Bu doğru mudur? Doğruysa bunun sebebi nedir?
Acaba mühürsüz zarflar çoğunlukla CHP’nin gözlemci gönder(e)mediği sandıklardan mı çıktı? Eğer böyleyse, ortada çok ciddi bir durum var demektir. Bu sandıklarda toplam olarak kaç oy kullanıldığı, kullanılan oyların ne kadarının geçerli olduğu, bu sandıklardan ne kadar evet ne kadar hayır oyu çıktığı açıklanmalıdır. Bunlar açıklanmazsa, vatandaşın aklında hep bir kuşku kalacaktır.
Referandum sürecinde basına yapılan baskılar ve basının bir propaganda aracı olarak kullanılması yanlıştı. Bazı yayın organlarında referanduma hayır diyeceğini açıklayanlar
bu süreçte işten atılırken, evet diyeceğini açıklayanlar baş tacı edildiler.
– Referandum sürecinde basının önemli bir bölümü iyi bir sınav veremedi ve tarafsızlığını koruyamadı. Örneğin Atatürk’ün başkanlık rejimine karşı tutumu açık ve net olarak ortadayken referandum süreci sırasında iktidarın “Atatürk de olsaydı evet oyu verirdi” yolundaki bir açıklaması, ana akım medyada yer alan gazetelerden biri tarafından manşetten verildi.
2019 yılında yapılacak seçim demokrasimiz için tam bir sınav olacak. Çünkü o tarihte tümüyle yürürlüğe konması öngörülen anayasa değişiklikleri yeni bir devlet rejiminin kabulü anlamına geliyor. Böylece Atatürk’ün kurduğu devletin temelleri değişecek. Bu sürecin çok ciddiye alınması ve demokratik bir şekilde partiler, sivil toplum kuruluşları ve medya tarafından değerlendirilmesi lazım.
– Küçük hesapları, iç çekişmeleri bir tarafa bırakarak Atatürk’ün cumhuriyetine sahip çıkmak isteyen herkesin birlikte hareket etmesi gerekiyor.
– 16 Nisan’da hayır oyu verenlerin dışında referanduma katılmayanlar, dolayısıyla evet oyu vermeyenler, evet oyu verdiği halde referandumdan sonraki gelişmeleri görerek fikrini değiştirenler, ve gelecek seçimlerde ilk kez oy kullanacak vatandaşlarımız var. Bunların hepsi toplandığında önemli bir oy potansiyelini oluşturuyor. Kısaca, kendimizi %49 ile sınırlamamalıyız. %49 yalnızca halkoylamasına katılıp geçerli oy verenler arasında hayır oyu kullananları kapsıyor. Oysa toplam seçmenlerin içinde evet oyu vermeyenlerin oranı yaklaşık
% 57 dolayındadır. O nedenle hayır oyu verenleri değil, evet oyu vermeyen herkesi, hatta evet dediğine pişman olanları da kucaklayıcı bir yaklaşım benimsemeliyiz.
– Referandum sonrası süreçte cumhurbaşkanı adayının belirlenmesi konusu önemli. Başkanlıkla idare edilen başlıca demokratik ülkelerden hiçbirinde cumhurbaşkanı adayını parti genel başkanları tek başına belirlemiyor. Mesela Amerika’da başkan adaylarının belirlenmesi için her eyalette farklı bir yöntem izleniyor. Ayrıca, Cumhuriyetçi Partinin ve Demokrat Partinin aday belirleme sistemleri de birbirlerinden farklı. Türkiye’nin koşullarına hiç benzemeyen ve kendi içinde de farklı eyaletlerde farklı yöntemlerin uygulandığı Amerikan sisteminin Türkiye’de uygulanması fiilen mümkün değil. Ama orada da parti başkanlarının rolü yok denecek kadar az.
Fransa’da uygulanan sistemde bütün partiler aday gösterebiliyor. Ayrıca 500 seçilmiş siyasetçinin imzalarıyla da aday olunabiliyor. Portekiz’de 7500 vatandaşın imzasıyla Cumhurbaşkanı adayı olunabiliyor.
– Yeni anayasamıza göre ise, cumhurbaşkanı adayı olabilmek için 100 bin kişinin imzası gerekiyor. Özetle, bizim kurmaya çalıştığımız sistemin dünya üzerinde hiçbir benzeri yok.
İktidar partisinden kimin aday olacağı belirlendi ve bu aday aynı zamanda partisinin genel başkanlığına seçilerek seçim yarışına başladı. Oysa muhalefet partilerinin adaylarını hangi yöntemle seçecekleri dahi henüz kararlaştırılmadı. Şu anda yarışta halkın karşısında salt 1 aday var.
– İktidar adayı projelerini hazırlama çalışmalarını da başlattı. Muhalefet partilerinden aday olacak kişilerin de bir an önce ortaya çıkmaları ve somut projelerini halka sunmaları gerekiyor. Bu projelerde ekonomi, bilim, eğitim, tarım, hukuk ve dış politika gibi belirli alanlarda Türkiye’nin eksikleri belirlenerek bu eksiklerin nasıl giderilebileceği anlatılmalıdır. Cumhurbaşkanı adayı bunu yapabilirse halkın dikkatini çeker ve desteğini kazanır.
– Özetle bütün bu konularda muhalefet partilerinin yitirecek zamanları kalmamıştır.
Şimdi harekete geçme zamanıdır.
Programın referandumla ilgili bölümünün linki aşağıdadır.

https://www.youtube.com/watch?v=-sBaSADQFHs

Saygılar, sevgiler,

Onur ÖYMEN
=====================================
Dostlar,

Bu çalışkan, aklı başında, seçkin yurtsever politikacıyı, Sn. Onur Öymen’e bu çabasından dolayı teşekkür ediyoruz. Programa katılıp çok değerli bilgiler vermek, uyarılar yapmak ve yol göstermekle kalmıyor, bir de söylediklerini -ileri sayılabilecek yaşına karşın- yazıya dökerek paylaşıyor.. Ne güzel!

Sn. Öymen’in özellikle mühürsüz oy pusulaları – zarfları ile ilgili saptamaları önemlidir. Yanıtları teknik olarak YSK tarafından verilebilir. Bundan kaçınılması, Sn. Öymen’in deyimiyle ‘‘YSK’daki AKP temsilcisi” nin neye hizmet ettiğinin bir başka kanıtıdır ve bunlar hem suç hem de utanç vericidir. Muhalefetin de üstüne gitmeyi kesmemesi gerekir..

Sevgi ve saygı ile. 01 Haziran 2017, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com


TÜRBAN OLAYINA ATATÜRK NASIL BAKIYORDU?

Dostlar,

Değerli yazar Mehmet Ali Güller, 3 yıl önce 18.10 2010’da ODATV’de yazdığı makalede, saygı duyulacak bir derinlikle gelişmeleri öngörmüş.. Okuyalım..

  • AKP, apaçık görülüyor ki, canhıraş biçimde 30 Mart 2014 yerel seçimlerine hazırlanmakta.. Ateş bacayı sarmış..

Sadakta oklar tükendi gibi.. En esaslı “ok” lardan biri daha, 11 yıl saklanıp sömürüldükten ve dinci rantı sonuna dek devşirildikten sonra sonunda kullanılmak zorunda kalındı..

Ne yapılırsa yapılsın, tarihsel dönüşümler, pozitif bilimlerin kesinliğine yakın yasalara bağlıdırlar.. Güçler yükselir, bir süre ider ve inişe geçer..

AKP intihar etmektedir.

AKP kendi topuğuna sıkmıştır.. Şaşkın ve zavallı bir tablo içindedir..

İzmir’de dün açılan İktisat Kongresi sırasında Marmaray‘daki arızayı “el frenini” çekenlere bağlayan Başbakan Erdoğan‘ın acınacak durumunu izleyiniz; göreceksiniz.. Beden dili apaçık, “bana inanmayın, yalan söylüyorum..” diye haykırmaktaydı..

Quo vadis AKP – RTE, quo vadis??

Sevgi ve saygı ile.
31.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

TÜRBAN OLAYINA ATATÜRK NASIL BAKIYORDU?

Kadinlar_ve_Ataturk


Mehmet Ali Güller

Odatv.com, 18.10.2010

Usta gazeteci Rahmi Turan, Atatürk’ün
21 Mart 1923 tarihinde, Konya Hilaliahmer (Kızılay) Kadınlar Şubesi’nde söylediklerini anımsatmış okurlarına:

 

  • “Muhterem hanımlar! Memleketimizin bazı yerlerinde giyim tarzımız, kıyafetimiz, bizim olmaktan çıkmıştır. Kadınlarımızın giyim tarzı ve örtünmesinde şu iki şekil görünüyor: Ne olduğu bilinmeyen çok kapalı, çok karanlık bir dış görünüm gösteren kıyafet veyahut Avrupa’nın en serbest balolarında bile giyilmeyecek kadar açık bir giyim… Bunun her ikisi de yanlış!” (Hürriyet, 18 Ekim 2010)

Atatürk, 87 yıl öncesinden öngörmüş bugünleri… Sistem kadını tek bir noktada birleşen iki ayrı uca yöneltiyor: Ya türbana ve çarşafa, ya da göbeğini açmaya…

TÜRBANI ÇÖZME YARIŞI

2006 yılında hukuken kapanan türban konusu, CHP Genel Başkanı
Kemal Kılıçdaroğlu’nun halkoylaması mitingleri sırasında “türbanı biz çözeriz” sözleriyle yeniden önümüze geldi. Kılıçdaroğlu, ardından “cemaatlere saygılıyız” ve
laiklik tehlikede değil” diyerek izleyeceği politikanın köşelerini de belirledi. <
(Akşam, 21-22 Eylül 2010)

CHP’nin bu sürpriz çıkışı, AKP’nin geri planda tutmak zorunda kaldığı en önemli silahını
yeniden cepheye sürmesine olanak yarattı.

TÜRBAN ÖNCE ÜNİVERSİTEYE

Fırsat bu fırsat diyen YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, üniversite rektörlüklerine
“kız öğrencilerin türbanlı olsa bile derslere girebilmesinin önünü açan” bir yazı yazdı. AKP hükümetinin yarattığı korku toplumunun sonucu olarak, yasal olmayan bu talebe, üniversiteler büyük oranda sessiz kaldı ve türban uygulaması başladı!
Rektörler, konuya itiraz etmeyeceğini açıklayan ana muhalefet liderinden daha ileri gitmeye nasıl cesaret edebilirdi ki zaten!

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “YÖK’ün bu yazısını durdurmak amacı ile herhangi bir şekilde hukuksal yollar da dahil bir girişimde bulunulmayacağını” söylüyordu. (Hürriyet, 6 Ekim 2010)

AKP’nin elini güçlendiren en önemli dayanak, CHP’nin kamuoyuna yansıyan yeni rapor taslağıydı. CHP’nin türbanı “bireysel hak ve özgürlükler” kapsamında ele alması, AKP’nin türbanı hem çarşafa çevirmesine hem de üniversitelerin ardından tüm kamuya sokmasına dayanak oluşturacaktı!

Üstelik raporun mimarlarından CHP’li Sencer Ayata, YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’a akıl danışmıştı: “Sencer Bey, benim çok eski arkadaşımdır. Uzun yıllar beraber öğretim üyeliği yaptık. Bu, bir rapor değil, bilgi notu kabilindedir. O’nun üzerinde çalıştığını söyledi. Henüz bitmiş bir şey değil. Ne yapılabileceğini konuştuk. Bize ‘başörtülü öğrenciler için ne yapılabilir?’ diye sordular. Madem partiler bu konuda anlaşacak,
bize bir güvence gerekir. Yeter ki problem çözülsün.” (Vatan, 12 Ekim 2010)

“TÜRBAN KAMUDA SERBEST OLSUN”

AKP, yandaş medyayı da harekete geçirerek, zaferi taçlandırmak için sondaj çalışmasına başladı hemen. El birliği ile “türban kamuda da serbest olsun” kampanyası başlatıldı!

CHP’ye rağmen tepki gösterenlere ise YÖK Başkanı Özcan güvence veriyordu:
Garanti ediyorum, başörtüsüz öğrenciler baskı görmeyecek”. (Vatan, 12 Ekim 2010)

Menderes ve Özal’dan sonraki Müslüman Cumhurbaşkanı” sıfatıyla seçilen
Abdullah Gül, bu fırsattan yararlanarak 8 yıllık uygulamayı iptal ettiğini ve 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı için tek tip resepsiyona geçtiklerini, konuklarını eşi
Hayrünnisa hanımla birlikte karşılayacağını müjdeliyordu. (Hürriyet, 12 Ekim 2010).
Gül’ün “türbanlı resepsiyon” kararını, Genelkurmay Başkanı Org. Işık Koşaner’e de bildirdiği belirtiliyordu.

Türban konusunda üniversitelerin ardından ilk kurumsal adımı Türkiye Gazeteciler Cemiyeti TGC attı. TGC, daha önce reddettiği tesettürlü bir gazetecinin üyeliğini
bu sefer kabul ediyordu. (gazeteciler.com, 13 Ekim 2010)

LAİKLİK ÖNCE BOŞALTILACAK SONRA KALDIRILACAK

Ve sahneye TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu çıkıyor ve
“Türkiye laiklik ilkesini yeniden yorumlamalı” diyordu. (Hürriyet, 13 Ekim 2010). CHP’nin rapor taslağını fırsat bilen Kuzu, “örneğin başörtüsü meselesi laiklikle değil bireysel özgürlüklerle ilgilidir” diyerek yeni anayasanın birey haklarına odaklanması gerektiğini vurguluyordu.

Bundan sonra, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının nasıl şekilleneceğinin işaretini ise
Başbakan Erdoğan veriyordu. Kızılcahamam’da bir köfteciye uğrayan Başbakan,
köftecinin çocuklarına “Namaz kılıyor musunuz?” diye soruyordu. “Evet” yanıtı alan Erdoğan, namaz kılan çocukları, oyuncakla ödüllendiriyordu! (Milliyet, 17 Ekim 2010)

TÜRBANIN HEDEFİ TBMM

Öte yandan “Türban kamuya da girsin” kampanyasının bir haftada büyük yol aldığını
ve merkezi kurumların sessiz kaldığını gören Erdoğan artık meydan okuyordu:
“Türbanlı her yere girebilir”. (Cumhuriyet, 17 Ekim 2010)

Erdoğan, AKP Kurucular Kurulu üyesi Fatma Ünsal’ın “Kadınlar, başörtüsüyle Meclis’e giremiyor. 8 yıl geçti” sözlerini de “her şeyin bir zamanı var” diye yanıtlıyordu.
(Hürriyet, 18 Ekim 2010)

TÜRBAN ARAÇTIR

Türban, aslında kadınlarımızın bir sorunu değildir. Türban, bireysel bir özgürlük de değildir. Tam tersine kadınlarımızı esaret altına almanın aracıdır.

– Türbanın Kuran’da yeri olmadığı,
– Kuran’ın örtülmesini emrettiği bölgenin kadının saçlarının olmadığı

gerçeği, dindar yurttaşlarımızla dincileri birbirinden ayıran önemli bir ölçüttür.

Çünkü dindar bilmektedir ki,

  • Kuran kadından sadece “farj” bölgelerini “hımar” ile örtmesini emretmiştir.

İşte bu yüzden, kadınlarımızı türbana sokup, onları araç olarak kullananlar,
yavaş yavaş dudaklarına sürdükleri rujlara, gözlerine çektikleri sürmelere itiraz etmeye başlamışlardır! Bu konuda rahatsızlık oluşmaya başladığını bazı türbanlı kadın yazarlar da dile getirmeye başlamıştır.

LAİKLİK, DİNİN DÜNYA İŞLERİNDEN AYRILMASIDIR

Yazımıza, Rahmi Turan’ın anımsattığı Atatürk’ün konuyla ilgili sözleriyle başlamıştık,
yine Atatürk’le bitirelim :

  • Yeni CHP”nin türbanı “bireysel hak ve özgürlükler” kapsamında ele alması, aslında Atatürk sonrası CHP’sinin, laiklik ilkesinin anlamını değiştirmesiyle başlattığı sürecin bir sonucudur. Atatürk’ün devrimci CHP’si ile İnönü’nün tutuculaşan CHP’si arasındaki en önemli farklardan biri laiklik ilkesiydi.

Atatürk, laikliği “dün ve dünya işlerinin ayrılması” diye tanımlarken, yıllar sonra CHP
bu tanımı “din ve devlet işlerinin ayrılması” şeklinde değiştiriyordu.

Dini dünya işlerinden değil de, sadece devlet işlerinden ayrı tutunca”,
1948 yılından başlayarak günümüze kadar uzanan, “imam hatip okulu açmak, kuran kursu açmak, cemaatlere hoşgörülü olmak, sonra da saygılı olmak, türbanı üniversiteye sokmak” gibi uygulamalar bireysel haklara giriyordu!

  • Devlet TBMM’ydi, Çankaya’ydı… Üniversite değildi!

Bu anlayışın Türkiye Cumhuriyeti’ni getirdiği yer ortada.

  • CHP köklerine dönmeli ve Atatürk’ün 6 ilkesine sıkı sıkıya sarılmalıdır.

Çünkü Türkiye uçuruma yuvarlanmaktadır.