Etiket arşivi: otosansür

Silivri’den sevgilerle

Merdan Yanardağ

Merdan Yanardağ

BirGün Yazarı Merdan Yanardağ tutuklandıktan sonra ilk yazısını yazdı. Yanardağ’ın yazısının ilk bölümünü yayımlıyoruz.

Siyaset10.07.2023, BİRGÜN 
Silivri’den sevgilerle
Fotoğraf: BirGün

Eğer ulaştırabilirsem bu Silivri’den gönderdiğim ilk BirGün yazısı olacak. Artık durum cezaevi normallerine döndü sayılır. Kasıtlı olarak bayram tatiline denk getirildiğini düşündüğüm tutukluluğun ilk günlerinde ortalık ‘Kerbela’ gibiydi. Bütün yetkililer izinde ve kantin de kapalı olduğu için temel ihtiyaçlar bile ancak buradaki dostlarımızın büyük çabayla verdiği destek ve personelin iyi niyetli yaklaşımlarıyla çözdük. Yaklaşık bir hafta boyunca ne gazete ne kitap ne televizyon ne de saat vardı. Peçete, tuvalet kâğıdı gibi temizlik ve diğer ihtiyaç maddelerine bile ulaşmak zordu. Ancak bütün sorunları dayanışma ve dostluklarımızla aştık. Bu bizim büyük gücümüzdür.

Artık kâğıt, kalem de var kitap, televizyon da… Yani yazabilirim. O ‘tecrit’ günleri geride kaldı diyebiliriz. Geriye bir özgürlük kaldı elbette. Merdan Yanardağ da tutuklandığına, cezaevine atıldığına göre rejimin başı göğe ermiştir. Ülke daha demokratik, adil, mutlu ve zengin olmuştur. Kutluyorum kendilerini…

Silivri bu rejimin simgesidir. Zulmün, baskının, kumpas davalarının cumhuriyete, laikliğe, demokrasiye ve insanlığın ilerici birikimine saldırının simgesi. Buradan geçmek de bu rejim koşullarında neredeyse ülkenin aydınlarının, yurtseverlerinin, demokratlarının, sosyalistlerinin kaderi oldu adeta. Öyle ki, bir gün gelecek burada kalmak bir prestij konusu olma halini alacak.

BİR TUTUKLAMA HİKÂYESİNİN ANATOMİSİ

Tutuklanma hikâyem sanırım genel çizgileri ile biliniyor. Ben de yaptığım açıklamalarla olayı nasıl değerlendirdiğimi anlattım. Şimdi bu yerde tutuklama operasyonunun arka planını ve oyununa ilişkin kimi noktalara dikkat çekmeye ve bazı notlar düşmeye çalışacağım. Bir anlatım ve okuma konusu olsun diye maddeler halinde sıralayacağım.

1. Kuşkusuz bu operasyonun öncelikli hedeflerinden biri bağımsız medyaya gözdağı vererek otosansür uygulamasına zorlamak, hatta susturmaya çalışmaktır. Toplumu sindirmeye, seçimlerde ortaya çıkan büyük direniş potansiyelini geri çekilmeye yöneltmek, tehdit etmektir.

2. Tele1 yayınlarının çok geniş bir toplum kesimine ulaşması, siyasal yaşam ve mücadele süreçleri üzerinde etkili olması da bu operasyonun nedenlerinden biridir. Özellikle seçim öncesi ve sonrasındaki yayınların bu bakımdan radara girdiğini düşünüyorum. Sosyalistlerin, solcuların, emekten yana olanların, yurtseverlerin yoktan var ettiği bir televizyon kanalının başarılı olmasını hazmedemeyeceklerdi, öyle de oldu. İktidarı en çok zorlayan bir kitle iletişim kuruluşunu susturmak isteyeceklerdi. Ama başaramayacaklar, bunu herkes görecek…

3. Seçim sonrasında muhalif, bağımsız medyanın büyük bir bölümünün, iktidarın iftiralarını, kara propagandasını bir yana bırakıp, hile ve sahtekârlıkları unutup ülkenin demokratik ittifakına ‘neden kazanamadın’ diye sormasını da doğru bulmadık. Biz dikkati, adil olmayan, anti-demokratik koşullarda yapılan seçimlere ve çalınan halk iradesine çektik. Yüzde 48’lik (gerçekte daha fazla) muhalefet ve direniş potansiyelinin değersizleştirilmesine itiraz ettik. İktidarı sınırlayacak tek güç olan (başka kalmadı) bu önemli demokratik blokun dağıtılması operasyonuna direndik. Bu girişimin iktidar güdümlü olduğunu ortaya koyduk. Bu tutum ve yayın çizgimizin iktidarı çok rahatsız ettiğini biliyoruz. Bize söylediler, olmayınca uyardılar, olmayınca tehdit ettiler. Geri çekilmedik. Geniş cumhuriyetçi kesimlere (merkez sağdan sola kadar) ulaşmamız, bu büyük demokratik potansiyeli içermemiz iktidarı çok tedirgin ediyordu. Operasyonun, tutuklamanın bir nedeni de budur diye düşünüyorum.

DEĞİŞİM TARTIŞMASINA MÜDAHALE

4. Seçimlerden sonra yandaş ve gerici medyanın neredeyse tümünün CHP’deki değişim tartışmasına kitlenmesi; buraya kimi muhalif medya kuruluşları ve gazeteci dostlarımızın da katılması, dikkatleri iktidar üzerinden kaydırdı. Seçimlerde elde edemediği ‘ezici zafer’ böylece altın tepsi içinde sunulmuş oldu. Oysa bütün hileye-hurdaya, baskıya, iftiraya ve mülteci oylarına karşı ancak kıl payı kazanılan bir seçim vardı. Biz bu anlayışa da karşı çıktık, yayın eksenimizi öyle kurduk. Çünkü CHP’ye ilişkin değişim tartışmasının yönü ve kapsamı da belli değildi. Ayrıca bir partinin iç işlerine gazetecilerin bu ölçüde taraflı ve müdahil olmasını da mesleki bakımdan doğru bulmadık. CHP’deki değişimin ideolojik, politik ve örgütsel düzlemlerin tümünde gerçekleşmesi gerektiğini savunduk.

5. Sağa savrulan partinin halkçı, kamucu ve cumhuriyetçi temeller üzerinden yeniden inşa edilmesi gerektiğini, bu bağlamda sola yönelmesinin kaçınılmaz olduğunu söyledik. Esas ve zorunlu olanın iktidarın ahlaki ve siyasal meşruiyetini sorgulamak olduğunu ifade ettik. Muhalefet alanındaki moral bozukluğunu, demokratik toplum havzalarındaki ‘yenilmişlik duygusunu’ dağıtmak için, ben özel olarak mücadele ettim. Bu tutumumuz birçok çevreyi rahatsız etti. Muhalefetin bu tutukluluğa karşı protestoda gecikmesinin nedenini bile burada aramak lazım. Dolayısıyla tutuklanmanın CHP’deki değişim tartışmalarıyla da bir ilgisinin olduğunu düşünüyorum.

CUMHURBAŞKANINA HAKARET SUÇU KALDIRILMALIDIR

CUMHURBAŞKANINA HAKARET SUÇU KALDIRILMALIDIR

İfade özgürlüğü yalnızca muhtemel sayılan düşüncelere bağlı değil; incitici, endişe verici düşünce açıklamaları için de geçerlidir. 1960’tan bu yana AİHM’nin verdiği kararlar bu yöndedir. AİHM kararlarına göre böyle durumlarda “rahatsız da olsanız, şoke de olsanız” düşünceyi iletme özgürlüğü var olmalı ve hiçbir yaptırım ile karşılaşmamalıdır. 
Bizim Ceza Kanunumuzda yer verilen gerek Cumhurbaşkanına hakaret suçu ve gerekse basit hakaret suçu ve özellikle siyaset yapanlara, siyasi parti genel başkanlarına karşı hakaret suçunun sınırlarının oldukça dar anlaşılması gerekmektedir.

  • Siyasetçilere yapılan eleştirileri hakaret nedeniyle baskı altına almaya kalkmanın, demokratik bir toplum üzerinde “düşünmeye ve düşünmeyi açıklama özgürlüğüne caydırıcı” bir etki yapacağı kesindir.

Siyaset yapanlara karşı eleştirilere yaptırım uygulamaya kalkmak, ifade özgürlüğünün kullanılmasına karşı “SOĞUTMA EFEKTİ” yapılmasına neden olur. Yani; eleştiriye, hatta siyasetçiye hakarete karşı yaptırım uygulanması ifade özgürlüğünün önünde otosansürü tetikleyen bir işlev görür ki bu demokrasiyi ve de düşünce özgürlüğünü yok eder. 

Siyasetçiler topluma mal olmuş ve topluma açık, saydam ve her yönü bilinen kişilerdir. Bu tür sarsıcı eleştirileri daha hoşgörülü karşılamaları gerekir. AİHM bu yöndeki kararlarında

  • “Bir siyasetçiye yönelmiş olan eleştiri alanı diğerlerine göre çok daha geniştir. Oysa siyasetçilerin daha hoşgörülü daha tahammüllü olması gerekir. Kendisine karşı bu tarz laflar olabilir, bunlara tahammül gösterilmesi gerekir.” diyor.

AİHM’ye göre yalnızca bir tek durumda medyada ifade edilen haber ve yazılar için hapis cezası öngörülebilir. O da nefret söylemi ve şiddet çağrısının yapılmasıdır. 

AİHM, Kurulu düzene saldıran, şoke eden ya da toptan reddeden fikirlerin aktarılması söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün daha da önemli olduğunu vurgulamaktadır. (Dalgalar Üzerindeki Kadınlar ve Diğerleri – Portekiz kararı.) AİHM, dava konusu ifadelerin şiddete tahrik ya da nefret söylemi taşımaması gerektiğini kararlarında sık sık vurgulamakta ve Nefret Söylemi bulunmayan ifadelerin provokatör, kaba, rahatsız edici, şoke edici olmasının olağan olduğunu kabul etmektedir.

‘Korku tüneli’ 

Görülmektedir ki Cumhurbaşkanına hakaret suçunun bizim hukukumuzda ağır yaptırımlarla karşılık bulması, bunun giderek yaygın hale gelmesi, her eleştiri yapan hakkında bu tür yaptırımların yerli yersiz uygulanması AİHS ve uluslararası sözleşmelere aykırıdır.

Hele Cumhurbaşkanının partili olduğu ve siyasi iktidarın başında bulunduğu bir dönemde bu toleransın daha geniş olması gerekirken bizzat cumhurbaşkanı ve avukatları tarafından adeta bir “korku tüneli” yaratılmak istenmesi demokrasi için yadırgatıcı bir durumdur.

  • Türkiye’nin demokratik toplum olma yolundaki engellerin başında Cumhurbaşkanına hakaret suçunu düzenleyen TCK 299. maddesi gelmektedir. 

Bu da Türkiye’de düşünce özgürlüğünün kullanılması yönünde önemli bir soğutucu etki yapmaktadır. İşte bu yüzden insanların baskı var, korku imparatorluğu var gibi söylemleri ülke dışında haklılık bulmakta ve özellikle bu durumu kullanmak isteyen Fetö’cüler de kendileri için bir umut ışığı olarak bu propagandaya sığınmaktadır.