Etiket arşivi: Koca Yunus

KARANLIKLARA YAĞAN KALICI IŞIK YAĞMURLARI…

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Büyük tasavvuf insanı ve gerçek hümanist halk ozanımız YUNUS EMRE, yaratılmışların hepsini Yaradan’dan ötürü sevmemizi söylüyor.

Yılanlar bile okşanıp sevilmekten hoşlanır, ancak teşekkürlerini ısırıp, ölümcül zehirlerini akıtarak gösterirler. Akrepler de öyle… örnekler çoğaltılabilir.

Gerçek evrensel hümanizm ise, hiçbir değer hükmüne (yargısına) saplanmadan, bıkmadan usanmadan, tıpkı evrensel hümanizm gibi, canlı cansız herkesi ve her şeyi karşılıksız ve koşulsuz sevebilmektir.

Bu sevgi davranışlarını sözde değil, özde ve sürekli olarak yapabilirseniz, sizler de ete kemiğe bürünüp “Yunus” diye görünebilirsiniz.

Yunus Emre’nin mezarı yurdun her köşesinde var. Çünkü halk O’nu sevip, bağrına basıp ebedileştirmiştir (sonsuzlaştırmıştır).

Fakat Yunus’u, bu ulu çınarı, yazdığı tasavvuf şiirleri nedeniyle mürted (kafir, dinden çıkmış) ilan eden ve onun şiirlerini okuyup felsefesini benimseyenleri de dinden çıkmış sayıp “katli vaciptir” diyen kara düşüncelilerin kimler olduğunu kimse anımsamıyor… Tıpkı Sokrates‘e idam hükmü veren 30 yargıcın kimler olduğunun bilinmediği gibi.

Hüner, ışığı, aydınlığı karanlıklara boğdurmak değil; karanlık düşüncelerin üstüne hiç dinmeyen ışık yağmurları yağdırabilmektir.

Hacı (Hace) Bektaş Veli diyor ki; “Karanlığa ışık tutanlara ne mutlu..”

Ulu Önderimiz ve Ulusal Kurtarıcımız büyük Atatürk diyor ki;

  • “Dünyada en hakiki mürşit ilimdir, fendir…”

Ancak her türlü kalıcı ve dinmeyen ışık ve aydınlık yağmurları, yalnızca ve yalnızca gerçek laik ve özgür demokrasiler ve çağdaş hukuk devletlerinde olasıdır.

Hiç unutulmasın ki; gelecek karanlıklarla değil, aydınlık ve hiç sönmeyecek ışıklarla, yani özgür akıl ve bilimle inşa edilebilir.

BEN YANARIM YAZA YAZA

BEN YANARIM YAZA YAZA

Zeki SARIHAN

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..

Son zamanlarda yazılarımı beğenmeyen arkadaşlardan bazıları:

Yaşın kemale erdi. Bırak artık bu işleri. Evde otur, emeklilik maaşını yemeye bak…” diyorlar.

Bu isteği yerine getirmek mümkün mü?

Hani derler ya: “Bu can bu tende kaldıkça, dilim döndükçe, elim kalem tutmaya devam ettikçe” yazmaktan ve söylemekten vazgeçemem.

Artık bırak!” tavsiyelerini duydukça Koca Yunus’un yüzyıllardır dilden dile aktarılan ilahisini hatırladım:

Ben yürürüm yana yana
Aşk boyadı beni kana
Ne akilem ne divane
Gel gör beni aşk neyledi

Yunus’u yollara düşüren, ateşlere yandıran neydi? Soyut bir ilahi aşk mı?

Yoksa 13. yüzyıl ortalarıyla 14. yüzyıl başlarında (Yunus’un kestirilen yaşadığı yıllar 1250-1320) Anadolu’da hem Moğol istilası, hem iç çatışmalar nedeniyle çaresiz kalan köylülerin kurtuluş arayışı mı?  Moğollar gibi bir istilacıya teslim olmuş, hatta onunla işbirliği yapan Anadolu Selçuklu yöneticilerine karşı bir isyan çığlığıdır Yunus. Baba İshak, bu çığlığı isyancı köylülerin başına geçerek yapmış ve ezilmişti. Şeyh Bedrettin ve ona inananlar da aynı biçimde Osmanlı Sarayı tarafından ezileceklerdi. Bizim 1968 kalkışmamızın ezilmesi, son büyük destanımız olan Gezi’mizin sönümlendirilmesi gibi. Hâlâ bunların hesabını soruyorlar!

Bu koşullarda Yunus, tasvirî resimlerinde gösterildiği gibi elinde bir asa ve omzunda bir azık torbasıyla tekke tekke, köy köy gezerek, köylülerin dilinden konuşarak Anadolu bozkırına birliğin, umudun tohumlarını serpiyordu. Üstelik bugün bizim de yaptığımız gibi din, mezhep milliyet ayırmadan herkesi kucaklayarak. Dört kitabın anlamını bir “Elif”te (doğrulukta) toplamıştı.

  • Biz günümüzün bağımsızlığa, adalete, kardeşliğe susamış halkçıları, Yunus’un aydınlık izinden gidiyoruz.
  • O’nun şiirindeki dertli dolap gibi derdimiz olduğundan “iniliyoruz.”

O’nun döneminde, Selçuklu saraylarında beslenen ve arabanın yüksek tarafına binen edebiyatçılar da vardı. Moğol istilasına bile ses çıkarmayan ve düzene uygun “hikmetli” Mesneviler yazarlardı. Bugünkü Saray soytarıları gibi. Molla Kasımlar vardı. Bugün Kitabı yüzünden okuyan sarıklılar gibi.

Bir onların gösterişli dergâhına bakınız, bir de Yunus’un Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy’de basit taşlarla çevrilmiş, toprakla bir, mezar taşı bile bulunmayan son durağına…

Sarıköy’de Yunus Emre’nin mezarı başında.

Yunus’u yana yana gezdiren, “aşk”ın kanına bulayan, aklını başından alan koşullar bugün de vardır.

  • Toplumcuları ne emekli maaşı, ne yaşlarını almış olmak halkın dertlerini dilde getirmekten, gerçeği haykırmaktan alıkoyamaz.
  • Soygun, sömürü, yalan, milletin tepesinde saltanat sürme heveslerine karşı susan, dilsiz şeytandır.

Denebilir ki, yazıp söylüyorsun da ne etkisi oluyor? Dinleyen mi var?

Olsun, hiç değilse vicdanımızı temiz tutmaya çalışıyoruz. (07 Şubat 2020)

=========================================
Dostlar,

Sn. Zeki Sarıhan’ın bu yazısında yazdıklarını biz de bütünüyle paylaşıyoruz…

Sn. Sarıhan henüz 80 yaşına bile ulaşmamıştır. Tarihte, 80’li yaşlarından sonra çok değerli bilimseli, sanatsal ürünler veren örnekler hiç de az değildir. Örn. Halil İnalcık, ileri yaşlarında çok değerli tarih ürünleri yazmıştır. 86. yaşında Doktora derecesi alan bir Fransız insanını anımsıyoruz.. Halet Çambel 98 yaşında hala arkeolojik kazılar için alandaydı. Ankara Üniv. Hukuk Fakültesinde 82 yaşında bir “öğrenci” tanıyoruz.
Ünlü felsefeci Bertrand Russel, Sonning Ödülü‘nü aldığında 87 yaşında idi.
Örnekler çoğaltılabilir.. Bu yönde bir tartışma yersiz, anlamsız ve yararsızdır.

Sayın Sarıhan vb. az sayıdaki yurtsever “kıdemli aydın, kıdemli yazar” ların paha biçilmez birikimlerinden yararlanmaya çalışmak en uygunu olacaktır.

Sn. Sarıhan’ın da bu tür söz dalaşlarına (polemiklere) girmeksizin üretimini sürdürmesini önermek isteriz. Bir de, güncel yakıcı sorunlarımıza çözümler üreten yazıları önceleyerek..

Saygı ile. / 07.02.2020

Dr. Ahmet SALTIK