İSLÂM’DA “DOĞRULUK”
Konuk yazar : Güzide Filiz TUZCU
Sevgili Vatansever Dostlar,
Tarihten günümüze, Büyük Atatürk’ün ifadesiyle “Türk Milletinin başına gelen her felâket, hep din maskesiyle – din kisvesi altında gelmiştir…” Söz konusu bu vahim durum, 600 küsur yıllık devasa bir zaman dilimini kapsayan Osmanlı İmparatorluğu devrinde de böyle olmuştur; 1938 sonrası dönemde de maalesef yine böyle olmuştur!
Modern – çağdaş olmayı “dinsizlik zanneden” ve Büyük Atatürk‘ün düşünce ve hedeflerini hiç anlamadan, koyu birer Atatürkçü geçinenler dahi, Türk Milletinin önemli bir kültürel değeri olan dini önemsememiş, hatta “laikliği dahi dinsizlik gibi ve Büyük Atatürk’ü de dinsiz gibi” gösterme gafletine ve büyük hatasına düşmüştür!
Bir milletin sorunlarını analiz ederek, doğru teşhis koymak ve doğru çözümler bulmak için bazı disiplinlerden eşzamanlı olarak yararlanmak gerekmektedir; örneğin siyaset ilmi, tarih ilmi, dinler tarihi, iktisat, psikoloji, sosyoloji, coğrafya vs… Bir başka deyişle olaylara ve sorunlara bir bütünlük içinde bakmak gerekir.
1923 yılında T.C. Devletini kuran Büyük Atatürk’ün “Vatanımızın ve Milletimizin yararını, sağlıklı gelişimini ve güvenli geleceğini teminat altına alan Tam Bağımsız Milli Politikaları”, iktidara gelen siyasilerce ne yazık ki terk edilmiş olduğundan, “bilimsel düşünme ve çözüm üretme yöntemi, gerçek tarihimiz ve milletin yüzlerce yıllık köklü manevi – kültürel değerleri” maalesef korkunç bir yıkıma uğramıştır…
1938’den günümüze en çok istismara uğrayan, bu bağlamda özünü – anlamını ve misyonunu tümüyle yitirerek, millete en çok zararı veren- adeta insanların beyinlerini uyuşturarak, onları insanlıktan çıkaran ise, aynı Osmanlıda olduğu gibi yine “din sömürüsü” hususu olmuştur! 1938 sonrası “iktidara talip olan siyasi partilerin ekseriyeti”, dini siyasetleri için araç olarak kullanmaktan, sahte hocalara, şeyhlere, tarikatlara, kerameti kendinden menkûl sarıklılara ödünler vermekten ve salt oy alma kaygısıyla halkı din adına kandırmaktan hiç çekinmemişlerdir!
Siyasiler, salt iktidar ve koltuk hırsları için bunu yaparken, içinde yaşadıkları milleti aydınlatmakla görevli – hatta bunun için maaş alan pek çok sözde aydın – bilim insanı vs… da maalesef ki görevini yerine getirmemiştir. Bu yüzde İslâm Dini tebliğ edileli neredeyse 1400 yıl olmasına rağmen – Büyük Atatürk’ün “Türk Milletini Kuran’ı Türkçe olarak, anlayarak okutma, milleti dinen bilinçlendirme çabalarına ve hedefine rağmen” – Türk Milletinin ekseriyeti 21. yüzyılda dahi Kuran Esaslarını ve Yüce Allah’ın buyruklarını maalesef bilmediğinden, dinde salt şekilciliğe – gösterişe – kılık ve kıyafete önem vererek, medyatik sözde hocalara – sarıklılara, “insan onuru ve aklıyla asla bağdaşmayan” saçma – sapan sorular sorabilmektedirler… Bu ürkünç durumun suçluları kimdir?
Burada bir kez daha İslâm’ın “özünü” anımsatmayı görev sayıyor ve bu bilgilerin vatansever herkesçe paylaşılmasını diliyorum… Bir kez İslâm Dini akıllı bireylere hitap etmek-tedir (aklını çalıştıran, düşünen, sorgulayan, gerçeği araştıran ve gerçeği bulduğunda da bunu cesaretle dile getiren…). Onun için bu dinin özünde aklı çalıştırmak, doğruyu, güzeli ve faydalı olanı araştırıp bulmak ve yaşama uygulamak, insan yaşamını, hatta tüm canlıların yaşamını güzelleştirmek
Zaten BİLİM de, her hususta “mutlak gerçeği araştırıp, bulmak ve gün ışığın çıkartarak – insanlık hizmetine sunmaktır.” Aslında her şey insanların, doğayla tam bir bütünlük içinde, tüm canlıların yaşam haklarına saygı duyarak, huzurlu, barışçı ve mutlu bir yaşam sürebilmeleri içindir; bilimi esas almak da ancak bu son amaç için olmalıdır. Yoksa bilim, yüksek eğitim kurumlarına yerleşen, milletinden kopuk – millete yararı olmayan bir azınlığın, kendi dar âleminde saltanat sürmesi, milletin anlamadığı – yararlanama-dığı sözde akademik yazılar – taraflı kitaplar yazması için değildir!
Ben bu yazımda Kuran’da “DOĞRULUĞU” ele alarak, İslâm’da doğruluğun ne kadar hayati bir öneme haiz olduğunu vurgulamak istiyorum. Bu bağlamda şayet Müslüman olduğunu iddia eden bir insan “YALAN” konuşuyorsa, kanaatimce o kişi Müslüman kabul edilmemelidir. Müslüman olabilmek öyle kolay iş değildir!
(Üniversite eğitimimde, “psikiyatri ve tıp ilmi” adlı dersimizin psikiyatri hocası “yalan konuşmanın, aslında bir kişilik bozukluğu olduğunu ve bu tür kimselere, en yakınımız bile olsalar, asla güvenilemeyeceğini” vurgulamıştı… Bu arada, gelişmiş medeni hukuk devletlerinde “yalancı olarak tanınan, sözünde durmayan, bugün söylediğini yarın inkâr eden bir kişinin” sosyal yaşamda, siyasal ve ekonomik yaşamda ve devlet katında zerre değeri yoktur. Hele o kişi bir de “devletin kara listesine alınmışsa“, yaşarken adeta ölü hükmündedir!)
Dürüstlüğe – doğru sözlülüğe – mertliğe – güvenirliğe bizim Kadim Türk Atalarımız da büyük değer vermişler ve “yalan, tüm kötülüklerin başıdır”diyerek, bizleri uyarmışlardır.
– Aslında Yüce Allah’a içtenlikle iman eden ve sadece Allah’a kulluk yapan dosdoğru – dürüst bir insan, ki bir Müslüman Kuran’a göre böyle olmalıdır; dünyadaki tüm kulluklardan, korkulardan ve baskılardan da kurtulmuş demektir. Bir başka deyişle “dosdoğru olan – dürüst olan insan” yaratıcısı Yüce Allah’tan başka hiç kimseden korkup, çekinmez, kendini özgür hisseder, bunun için her yerde, her zaman ve herkese karşı sadece gerçekleri cesaretle konuşur, “yalana, nabza göre şerbet vermeye, yağcılık yapmaya vs…” asla tenezzül etmez. Ayrıca dürüstlük, sağlam ve onurlu bir karakterin de en belirgin göstergesidir; böyle bir insan, iki yüzlülük yapmaz, kimseyi kandırmaya çalışmaz, yapamayacağı şeylerin sözünü vermez, hiç kimsenin hakkına – hukukuna tecavüz etmez ve titizlikle “kul hakkı” gözetir… Ki “kul hakkı (başta insanlar olmak üzere, tüm canlıları kapsar)“, İslâm’ın en önem verdiği konuların başında gelir; şöyle ki Kuran’ göre hiç affı olmayan iki büyük günah vardır;
1.) Allah’a ortak koşmak, şirk – riya – iki yüzlülük
2.) Kul hakkı ihlâli.
Bu bağlamda Kuran’a göre dürüst insan, Allah katında çok değerli bir insandır, hatta Müslüman olsa da, olmasa da değerlidir.
- Yüce Allah, DÜRÜST İNSANLARI, şehitlerle aynı mertebede tutmuştur.
HADİD SÛRESİ – ÂYET 19: “Çok doğru olanlar ve şehitler, onların mükafatları ve nurları vardır.”
AHZÂB SÛRESİ – ÂYET – 70: “Ey inananlar, Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin.”
YUNUS SÛRESİ – ÂYET 89: “Doğru olun, bilmezlerin – cahillerin sözüne uymayın.”
TEVBE SÛRESİ – ÂYET 119: “Ey inananlar, Allah’tan korkun ve doğrularla beraber olun.”
NİSA SÛRESİ – ÂYET 9: “İnsanlar Allah’tan korksun ve doğru söz söylesinler.”
SAF SÛRESİ – ÂYETLER 2 & 3; “Ey inananlar, niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemek, Allah katında en sevilmeyen şeydir.”
MAİDE SÛRESİ – ÂYET 1: “Ey inananlar, verdiğiniz sözleri yerin getirin.”
AHKÂF SÛRESİ – ÂYET 13: “Rabbimiz Allah’tır deyip, doğru olanlara korku yoktur ve onlar üzülmeyecektir.“
HÛD SÛRESİ – ÂYET 112: “Emrolduğun gibi doğru ol, seninle beraber tövbe edenler de doğru olsunlar.”
O halde bundan böyle, “ben Müslümanım – ben Allah Yolundayım vs…” diyenleri, onların bu dil ucuyla söyledikleri sözleriyle değil, ya da başlarına doladıkları türbanla – sarıkla, sakalla- cüppeyle görünüşe değil, ya da göstermelik namazla, oruçla, hacla değil, yalnızca ve yalnızca DÜRÜST OLUP – OLMADIKLARINI test ederek değerlendir-
melerini milletimize ısrarla ve ısrarla öğütleyelim. Kanımca, milletimizi dinen bilinçlen- dirmek ve dini siyasetlerine alet edenlerin maskelerini düşürmek, biz gerçek Atatürkçü Vatanseverlerin en öncelikli ve hayati görevidir.
Canımızdan Kıymetli – Güzel Vatanımız Türkiye’mizde, tüm gelişmiş çağdaş hukuk devletlerinde olduğu gibi, “DÜRÜSTLÜĞÜN” en baş değer olması için elbirliği ile çalışalım…
Saygılar – Sevgiler… (27.05.2018)
==================================================
Dostlar,
Değerli konuk yazarımız Güzide Filiz Tuzcu hanımefendiye, bizim “insan olmanın baş koşulu” olarak nitelediğimiz “Dürüstlük” erdemi – değeri hakkındaki kapsamlı yazısı için teşekkür ediyoruz..
Sevgi ve saygı ile. 29 Mayıs 2018, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com