Mahalle baskısına devlet güvencesi
ALİ SİRMEN
Yine Tophane, yine sergi açılışı, yine galerinin kapısı önünde, sigara ve içki içenler, yine bunu bahane ederek, içki içenlere veya yanındakilere saldırı, yine olaya seyirci kalan, saldırıya uğrayanları korumayıp onlara dağılmalarını tavsiye eden polis.
Gün geçmiyor ki birileri kılık kıyafeti, yemesi içmesi, yahut kulaklıkla müzik dinlemesi yüzünden saldırıya uğramasın.
Gün geçmiyor ki devlet saldırı karşısında çaresiz, daha doğrusu aldırmaz kalmasın.
Son olay iki gün önce Tophane’de olmuş. Tomtom Mahallesi Çukurbostan Sokak’ta açılan “Kuytu” sergisi sırasında serginin yer aldığı galerinin kapısı önünde içki içenler, mahalle sakinlerinin (burada mahalle azgınlarının demek galiba daha doğru olacak) saldırısına uğramışlar, saldırı üzerine polise haber vermişler, polis ise olay yerine gelmediği gibi, sergiye katılanların dağılmalarının daha uygun olacağını söylemiş, bunun üzerine de sergi dağılmış.
Haberi okuyunca, düşündüm de polis iyi ki olay yerine gelmemiş.
Gelseydi ne olacaktı ki?
Sergiye katılanların “hadi aslanım, hadi canım kardeşim!” diye sırtlarını sıvazlayıp, suça arka çıkacaktı. Zaten, saldırıya uğrayanlara “koşullar gereği” dağılmalarının daha iyi olduğunu söylemekle, polis gerçek tavrını belli etmiştir.
Bunun bir adım daha ötesi, sergiye katılıp saldırıya maruz kalanların kamu düzenini bozmaktan gözaltına alınması olurdu.
Bugünkü Türkiye’de bir adım daha ileri gidilmesi ve saldırıya uğrayanların yargı önüne çıkarılarak tutuklanmaları da yadırganmazdı.
Bütün bunlar henüz olmuyorsa eğer, sırtı sıvazlanan kışkırtılan “mahalle baskısı” ile amaca zaten ulaşıldığındandır.
***
Artık mahalle baskısı adeta anayasal bir kurum olmuştur. Yakında, yeni yapılacak “sivil anayasa”ya mahalle baskısı kurumunun da konup güvence altına alınması önerisiyle karşılaşırsak hiç şaşırmayalım.
Mahalle baskısı anayasal kurum olarak tescil edilmese bile fark etmiyor. O, Reis Rejiminin temel kurumlarından biri haline gelmiştir bile.
Bu durumda da artık mahalle baskısından değil, doğrudan devlet baskısından söz etmek gerekir.
Mahalle baskısına bu niteliği kazandıran, devletin onu kışkırtması, sırtını sıvazlamasıdır.
AKP’nin ideologlarından Hayrettin Karaman, olayın dinamiğinin devletin bu baskıyı önlemeyip seyirci kalması olduğunu açıkça belirtmektedir.
Devletin, bir kısım insanların yaşam tarzlarını başkalarına dayatmalarına seyirci kalması, aslında buna arka çıkması, yeni mahalle baskısının devlet baskısının bir tür devamı olması anlamını taşımakta, bu şekilde mahalle devletin sivil baskı aracı kimliğine bürünmektedir.
Devletin, baskıcı yasaları, bağımsız olmayan “yürütmeyle uyumlu” yargısının yanı sıra güya sivil toplum örgütü görünümündeki “mahalle”nin baskısını da yanına alarak, vatandaşın düşünce, davranış biçimini, yaşam tarzını beşikten mezara kadar sürekli denetim altında tutması karşısında Türk vatandaşı, hakları ve özgürlükleri konusunda devletine ve halkına karşı meşru müdafaa halinde olmak konumuna düşmektedir.
***
Rutubet gibi bizi çepeçevre saran mahalle baskısı otoriter devlet baskısından bin beterdir. Bu uygulamada kimi zaman ölenlerin cenaze törenleri de engellenmekte, baskı ölümden sonra mezarda bile sürdürülmektedir.
Kimi faşist düzenler için bile geçerli olan “ölümden öte köy yoktur” sözü, mahalle baskısının devlet güvencesi altına alındığı, neredeyse anayasal bir kurum haline geldiği düzenlerde anlamını yitirmektedir.
21. yüzyılda ortaçağ karanlığını yaşamak işte budur.
21. yüzyılda ortaçağ karanlığını yaşayan toplumlar, dışlandıkları için kimseyi suçlayamazlar.
Çünkü içinde bulundukları durum bulaşıcıdır ve her toplum da böyle bir duruma karşı kendini korumak hakkına sahiptir. (Cumhuriyet, 04.10.206)
======================================
Dostlar,
Durum “vahim ötesidir.” !
Başta hükümet, herkesi göreve çağırıyoruz bu acil durum nedeniyle…
Sevgi ve saygı ile.
05 Ekim 2016, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com