Etiket arşivi: “finansal istikrar”

Büyüme ve sonrası

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır.)
Geçen haftaki yazımı borçlanmaya dayalı büyüme konjonktürünün artık geçerli olmadığı tespitinden hareketle, “bu koşullar altında dünya kapitalizminin nihai borçlanıcısı’ ve governörü IMF’nin elindeki reçeteler ne kadar etkin olabilir” sorusuyla bitirmiştim. Geçen haftadan bu yana Türkiye özelinde bu soru 2018’in ilk üç ayına ilişkin milli gelir ve büyüme istatistiklerinin yayımlanmasıyla daha anlam kazandı.

TÜİK’in verilerini anımsayalım: Türkiye ekonomisi 2018’in ilk çeyreğinde %7.4 büyümüş. Söz konusu büyümenin ardında özel tüketim harcamalarındaki sıçrama çarpıcı: %11. Yatırım harcamaları da %9.7 artış göstererek milli gelirin talep yönlü bir ivmelenmeye dayalı büyüme içinde olduğunu belgeliyor. 
Toplam talepteki bu ivmelenme ise yurtdışı kaynak bağımlılığını daha da artıran bir biçimde gelişmiş; Türkiye’nin toplam ithalatı %22 artmış; deyim yerindeyse, resmi çevrelerce büyük övgüyle dile getirilen “büyüme rekoru” sloganını gölgede bırakmıştır. Bunun sonucunda dış ticaret açığı son on iki ay boyunca birikimli olarak 70 milyar dolara, cari işlemler açığı (toplam dış açık) ise 57 milyar dolara yükselmiştir. Bu rakam güncel kur ile dönüştürüldüğünde milli gelirimizin %6.5’ine ulaşmaktadır. AKP ekonomi idaresi yakın geçmişte ulusal ekonomi için 3 adet %5 hedefi dile getirmekteydi. Büyüme, enflasyon ve cari açığın milli gelire oranında yüzde 5! Anlaşılan o ki, büyüme temposu seçim konjonktüründe hedefin üzerine pompalanarak çıkarıldığında, enflasyon hedefi (son veri %12; ÜFE’de ise %20) ve cari işlemler oranı hedefi (%6.5) ile ulusal ekonominin tüm dengelerini bozmuştur
Bu nedenle ekonomik büyüme istikrarsız ve sürdürülemez niteliktedir.
***
Yazımızın başında yer alan soruya dönersek; Türkiye ekonomisinde istikrarsız yapının çözülmesi ve bozulan dengelerin yeniden kurulması için yakın gelecekte (büyük olasılıkla seçim sonrasında) ulusal ekonomide ciddi bir daralma ve emek- sermaye ilişkilerinin yeninden yapılandırılması gerekecektir. Bu dönüşümü finanse etmek ve yönlendirmek için IMF ile yeni bir stand by programına ihtiyaç duyulması olasılığı yüksektir. 
Ancak burada IMF’nin geleneksel stand by unsurlarının etkin olacağı konusunda ciddi kuşkular mevcuttur. Zira, hepimizin yakından bildiği üzere, geleneksel IMF programlarının ana özelliği kamu açıklarının kapatılmasına, ücret ve maaşların geriletilmesine dayalı daraltıcı politikalar içermesidir. Bu politika demeti geleneksel olarak kamu sektörü ağırlıklı aşırı borçlanma ve bütçe açığından kaynaklanan makroekonomik istikrarsızlık sorunlarıyla ilgilidir. Oysa gerek Türkiye, gerekse Arjantin ve birçok gelişmekte olan piyasa ekonomilerinde ana sorun, özel sektörün aşırı borçlanma güdüsünden ve finansal sistemin denetimsizliğine dayalı aşırı şişkinleşmesinden kaynaklanmaktadır. 
2009 ve sonrası bize finansal sistemdeki aşırı dalgalanmaların ve varlık fiyatlarındaki aşırı şişkinleşmenin getirdiği özel borçlanmaya dayalı talep dalgalarının, makroekonomik istikrarsızlığın ana ögelerini oluşturduğunu göstermiştir. Finansal istikrarı sağlamaya yönelik reçeteler ise kapitalizmin 21. yüzyıldaki rant ve spekülasyona dayalı birikim mantığına aykırı düşmektedir. IMF’nin ve ana akım iktisat anlayışının hayali kapitalizm modellerinin tıkandığı nokta da tam burasıdır.
==================================
Evet dostlar,

Sayın Prof. Yeldan gibi yine Bilkent Ekonomi bölümünden bir başka hocamuz Sn. Prof. Dr. Refet Gürkaynak son derece ciddi uyarılar yapmakta.. (http://ahmetsaltik.net/2018/06/16/kriz-kacinilmaz-canimiz-yanacak/)

Fırtına seçimden sonra.. Kaçınılmaz fırtınanın kopacağı kesinleştiği için AKP=RTE, seçimleri neredeyse 1,5 yıl öne çekmek zorunda kaldılar. Kazanabilirlerse -ki çoook zor görünüyor- o yapay tazelenmeyle yarattıkları çok ağır çok yönlü bunalımı çözmeye çabalayacaklar.. Sorunu yaratanlar, çözümü de üretecek nasıl olacaksa!?

Olan orta ve alt gelir dilimlerine olacak. faturayı üstlenecekler gene.. Ciddi düzeyde yoksullaştırılacağız AKP = RTE’nin yine Prof. Yeldan’ın deyimiyle akıl ve bilim dışı güdümlü ekonomi politikaları (!?) yüzünden..

Hiç ama hiç akıllanacak gibi gözükmüyorlar oysa.. Şimdi de ABD ile danışıklı Kandil – Münbiç senaryosunu pazarlamak, seçimde “oy”a dönüştürmek gibi mide bulandıran manevralar içindeler.. Dileriz bu halk kendisini bunca aşağılayan – aklıyla alay eden hatta aptal yerine koyan siyaset bezirganlığını ve bezirganlarını bağışlamayacaktır…

Eğer 24 Haziran / 8 temmuz’da “at” bir kez daha, hile hurda dahil bir yolunu bulur ve Üsküdar’a geçerse; çıra gibi yanacağımızın resmi ve belgesidir görünenler.

15,5 yılda iki trilyon dolar dolayında ulusal kaynağı heba ettiniz, faize – ranta – yandaşa – inşaata gömdünüz ve fahişe – dar’ül harp alanı gibi gördüğünüz caaanım memleketimizi – halkımızı iflasın eşiğine sürüklediniz. Sınırsız kul hakkı yediniz.

Dilimizin ucundan dökülüyor, tutamıyoruz; Allah belanızı versin, eminiz verecek de!

Sevgi ve saygı ile. 20 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

Reel Ekonomide Karanlık Bulutlar

 

Cumhuriyet 04.09.2013

EKONOMİ POLİTİK

Prof. Dr. Erinç Yeldan


Reel Ekonomide Karanlık Bulutlar

Komşumuz Suriye’ye yönelik askeri müdahale çağrılarının yoğunlaştığı şu günlerde sürekli olarak aynı soruyu duymaktayım:

“Askeri müdahale Türkiye ve bölge ekonomilerini sizce nasıl etkiler?”

Sorunun yanıtı kuşkusuz tek bir insan kaybının dahi paha biçilemez olduğu ve savaşın ekonomik maliyeti üzerine tahminler yapmanın olanak dışı olacağı yönünde.

Ama gelin görün ki, “piyasalar” tedirgin; ekonomi yönünü bulmaya çalışıyor; “uluslararası yatırımcı” adres arayışında; ve ne yazık ki elimizde küresel küre yok.

Sadece “teknik” düzeyde kalırsak aklımıza ilk gelen veri olan sınır ticaretimizin olumsuz etkileneceği. Türkiye’nin Suriye ile ilişkilerinin “normal” sayılabileceği 2010 yılı itibarıyla Suriye’ye ihracatı 1 milyar 844 milyon dolar düzeyinde idi. Bu rakam 2010 yılında 115 milyar dolar tutarındaki toplam ihracatımızın sadece %1.61’ine denk düşüyor. Dolayısıyla mal ihracatı açısından Suriye ile olan ihracatımızın çok büyük boyutlarda sayılamayacağı ve dolayısıyla Türkiye ekonomisinin ticaret kayıplarının göreceli olarak az sayılabileceği öne sürülebilir mi?

Olası savaş konjonktürünün Türkiye ve bölge ekonomileri üzerine olumsuz etkileri kuşkusuz sadece ticaret payları üzerinde olmayacaktır. Hükümet tarafından “onurlu” diye sıfatlanmış bile olsa, küresel ekonomide “yalnızlığa” itilmiş bir ekonomiye “yabancıların ilgisi” gerileyecektir. Oysa Türkiye ekonomisinin son otuz yıldır geleceği yabancı sermaye girişlerine bağımlı ve yabancı sermayenin hoşnut kılınmasına dayandırılmış durumdadır. Çoğunlukla “sıcak” nitelikli spekülatif sermaye girişleri hızlandıkça, ulusal ekonomi genişleme konjonktürüne girmekte; aksi halde ise ekonomi daralmaktadır.

Bunun da ötesinde, pazartesi günkü Cumhuriyet’te Pelin Ünker’in hazırlamış olduğu haberde de ayrıntılı olarak belgelendiği üzere, şirketler kesiminin döviz açıkları katlanarak sürmektedir. En son veri dönemi olan mayıs ayı itibarıyla reel kesim şirketlerinin döviz yükümlülükleri ile döviz varlıkları arasındaki farkı veren şirketler kesimi net döviz açık pozisyonu 161 milyar dolar düzeyine yükselmiştir. Söz konusu rakam ulusal gelirimize oran olarak % 20’ye ulaşmaktadır. Döviz açık pozisyonu,
döviz kurunda olası bir artış karşısında şirketler kesimini doğrudan olumsuz olarak etkilemekte ve sürmekte olan durgunluk koşullarını giderek ağırlaştırıcı etki yapmaktadır.

Ulusal ekonominin dış sermaye girişlerine olan bağımlılığı T.C. Merkez Bankası “finansal istikrar” sorunu olarak ele alınmaktadır. Ancak bir finansal istikrar sorunu olarak takip edilmesine karşın, TCMB’nin elinde ne söz konusu soruna ne de enflasyon hedefinden sapmalara karşı para piyasalarını yönlendirecek istikrar araçları bulunmamaktadır.

Döviz kuru “piyasalara” terk edilmiş; faiz oranları “siyasi otorite” tarafından düzenlenmiş; kredi tahsisat sistemi ise artık ideolojik dogmalar nedeniyle merkez bankalarının görev sahalarının dışına itilmiş durumdadır.

Bu koşullar altında Türkiye ekonomisi karanlık bulutların yoğunlaştığı bir döneme sürüklenmektedir.