Etiket arşivi: FETÖ belası

Acıyarak bakıyorsun da…

Zafer ARAPKİRLİZafer ARAPKİRLİ

https://www.krttv.com.tr/aciyarak-bakiyorsun-da-makale,79.html, 18 Ağustos 2021

Zavallı insanların Taliban teröristleri tarafından kalaşnikofla infaz edilmelerinden tutun da, minicik kız bebelerin evlerinden ailelerinden zorla kopartılıp ırz düşmanı sakallı caniler tarafından tecavüze götürülmelerine, ülkeden kaçış paniği içinde uçakların tekerleklerine tutunmaya çalışan çaresiz insanlara kadar, binlerce yürek parçalayıcı görüntüyü artık neredeyse ezberledik.

Bu görüntülere ve oradan gelen haberlere bakarak, bir yandan da bunlara paralel şöyle (haklı) bir söylem yaygınlaştı:

“Yine de, ülkemizin kıymetini bilelim. Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşları, kurdukları Cumhuriyet ile bize çağdaş bir medeniyetin yolunu açmamış olsalardı, bizim kadınımız da bu durumda olacak. Ülkemiz de böyle taş devrinden fırlamış heriflerin eline geçmiş olacaktı…”

Bu söylem (ve önerme) ile, bir tür “öz-kutlama” (İngilizlerin “self-congratulation” tabirini ödünç aldım) yapıyoruz yapmasına da….

Acaba durum öyle mi? Yani tam olarak haklı mıyız bu konuda?

Yani, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün o yüce mirasına sahip çıkabildiğimizi söyleyebilir miyiz, gönül rahatlığı ile?

Meselâ, eğitim alanında 1923 – 33 – 43 döneminde yapılan atılımları, Yüzüncü Yıl’ın, 2023’ün eşiğine ne kadar taşıyabildiğimizin samimi bir muhasebesini yapabilir miyiz?

Daha dün, benim için Taliban zihniyetinin çılgınca alkışladığı bir “İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararına” ne kadar direnebildiğimizi, acaba “yüzümüz kızarmadan” gözden geçirebilir miyiz?

İmam Hatiplerin, ATATÜRK’çü çağdaş eğitim sistemi idealine galebe çalması anlamına gelen son 20 yıllık (hattâ Kenan Evren’le başlatırsak son 40 yılın – ki Cumhuriyet döneminin yüzde 40’ına tekabül eder) dört nala koşusunu ne kadar engelleyebildik?

İçki yasağı, eğlence yasağı, bazı yerlerde kılık kıyafete karışmalar, o karışmaların bizzat devletin en tepesindeki kişi tarafından dillendirilmesi (“Kadıköy vapurundan inenlere bakıyorum da…”) İnkılap Tarihi derslerinin ufaktan ufaktan “iğdiş edilmesi” girişimleri. Temel eğitim kitaplarına takkeli sarıklı, cüppeli figürlerin, kadını ve kız çocuklarını aşağılayan unsurların hızla iliştirilmesine ne kadar direnebildik?

Cüppeli – Takkeli Amiral’e ne yapabildik? Huzur içinde şimdi orduevinde kahvesini yudumlamasına ve tavlasını oynamasına giden yolu açanlara öfkemizi ne kadar dillendirebildik? Ayasofya’da ATATÜRK’e küfretme cür’etini gösterebilen (mesele bu cür’ette gizli zaten) alçağa ne yapıldı? Kaç kuruşluk ceza aldı? Yarın, bunun gibilerin on binlercesi sokağa çıkıp topluca küfrettiklerinde şaşıracak mıyız, meselâ? YouTube’da yapmıyorlar mı zaten her gün? Oyun çağında bebelere, kız çocuklarına sulanmıyorlar mı, o pis ağızlar?

On yıllardır, (sadece AKP ile koalisyon yaptıkları – ve hala tam olarak bozulduğundan emin olamadığım –  son 20 yılda değil) bütün iktidarlar döneminde adım adım iktidarı ele geçiren, örgütün başındaki Ağlak Hain Vaiz Fetullah’ın ifadesi ile “Harbiye’yi, Mülkiye’yi, Adliye’yi, Maarif’i, Tıbbiye’yi ve bilcümle Cumhuriyet Kaleleri’ni” fetheden FETÖ belası karşısında ne kadar etkili olabildik?

Taliban’dan daha mı masumdu, bu Cumhuriyet Düşmanı alçak örgütlenme? Kozmik Oda’ya bile girdiklerinde tek bir engelle karşılaştı mı bu hainler? Yani, “Taliban ne kadar da hızla teslim aldı Kabil’i?” diyenler, bu karşılaştırmayı yaptıkları zaman ne düşünürler? Harp Okulları, Harp Akademileri, Kuleli’ler, Kozmik Oda’lar filan, çok mu kararlılıkla direnebildiler FE-TALİBAN’a?

Bence hiçbir zaman söz konusu olmayan “Başörtüsü esareti” diye bir mit uydurup, onu “Siyasal simge” (“velev ki siyasal simge” sözünü bizzat bu ülkenin başbakanı, bugünün cumhurbaşkanı etmedi mi?) yaparak, bayrak haline getirerek, kamusal alana sonunda egemen kılarak, Cumhuriyet’in burçlarına dikerlerken ne kadar siper ettik gövdemizi? Tek tek, kişisel direnişleri saygı ile anarak söylüyorum bunu. Ama çarşaflılara ATATÜRK’ün partisinin rozetini takarak, “üç oy üç oydur abi…” hatalarını (bence suçlarını) işleyenler de bugün Taliban esaretindeki Afgan Milleti’ne “acıyarak” bakarken hiç mi sıkılmayacak? Hiç mi utanmayacaktır?

Bugün çarşaflılara rozet takarak oy hesabı yapan, yarın da burkalı hakimi, burkalı subayı, burkalı doktoru baştacı etmez mi? Kadınına bunu layık görmek, sizce sadece “simgesel – şekilsel ve anlamsız” bir jest miydi?

Nerelere geldiğimizin farkında mısınız?

Yani Cumhuriyet Gazetesi’nin o meşhur kapağındaki gibi “TEHLİKENİN” farkına varabildik mi gerçekten?

Ezcümle…

Afganistan’a ve Afganlara “acıyarak” bakmak, biraz kendimizi “samimi bir testten geçirmeden ve fazla üsttenci” bir tavır değil mi?

1923 Türkiye’si ile, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün çizdiği rota ile ne kadar alâkamız kaldığını, üstelik onların bir “ATATÜRK’ü bile olmadığını” düşünürseniz…

Yeniden merhaba…

Yeniden merhaba…

Mustafa Balbay

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Üç yılı bulan, bana çok daha uzun gelen ayrılıktan sonra “merhaba” deyip buluşmak çok güzel. Ayrılıklar ne kadar uzun sürerse sürsün kavuşmayla birlikte her şey geride kalır. Yaşanan acılar, zamanla bala bulanır. Cumhuriyet’te bir süre izin kullandıktan sonra dönüp 1 Şubat 2016’da yazımı gönderdiğimde, o dönemdeki yazıişleri müdürümüzün şu sözü ile irkildim:

“Yazılarına son verildi, haberin yok mu?”

Bir veda yazısı da yazamadan gazetemden koparılmış olmayı şöyle tarif edebilirim:
Bir babaya, “artık evlatlarını göremeyeceksin” demek gibi bir şey.

1985 yılında girdiğim Cumhuriyet’te İzmir, İstanbul, Ankara’da çalıştım. 17 yıl Ankara Temsilciliği, 22 yıl köşe yazarlığı yaptım. 5500 kadarı özgürlükte, 700 kadarı Silivri dolum ve üretim tesislerinde olmak üzere yaklaşık 6200 köşe yazısı yazdım. Silivri’den gazetenin 7 Mayıs kuruluş günlerinde gönderdiğim yazılarımdan birkaçında şu cümleyi kullandığımı anımsıyorum:

“Ailevi dileklerimden sonraki en büyük arzum Cumhuriyet’in 100. kuruluş yıldönümünde gazetenin çatısı altında olmak ve o bir asırı yazmak…”
Bu duygularla yeniden merhaba!
***
Cumhuriyet Gazetesi kuruluşundan beri üç kez büyük çizgi tartışması yaşadı.
Fikir gazetelerinde bu tartışma olur. Yoksa o gazetenin yayın politikası yok demektir. Ancak gazetenin kuruluş kökleriyle kavgalı hale gelmesi büyük tehlikedir. Bu anlamda gazetenin çizgisiyle oynamak ateşle oynamak gibi bir şeydir. Cumhuriyet üç kez bunu yaşadı; üçünde de kazanan gazetenin kuruluş felsefesi oldu.

Birkaç yıldır süren tartışmanın öncekilerden farklı olarak sadece çizgisel değil, bir de hukuksal boyutu vardı. Hukuksal boyutu Cumhuriyet Vakfı yönetim kurulu üyelerinin seçiminde iki kere iki üç mü eder dört mü sorusuna verilecek yanıt kadar net bir durumdu. Mahkeme üç yıl sonra “dört eder” dedi. 2016 yılı sonunda Cumhuriyet’in yönetici ve yazarlarının tutuklanmasının, yargılama sürecine Cumhuriyet Vakfı’na yönelik yukarıda özetlediğimiz tartışmanın da eklenmesinin bir amacı da şuydu:

  • Cumhuriyetçileri Cumhuriyetçilere kırdırmak!

Bu davada mağdur edilen Cumhuriyet yazar ve yöneticileri bugün gazeteden ayrılmış olsa da onları yargı karşısında savunmak, yine Cumhuriyet’in başlıca sorumluluğudur. Cumhuriyet’in yayın politikası ile ilgili tartışma kamuoyuna da yansıdı. Bu da doğal, Cumhuriyet konuşulması, eleştirilmesi sevilen bir gazete. Gazeteye bir aşı denemesi yapıldı, çizgi olarak tutmadı. Yazarlar içinde tutanlar oldu, onların da bir bölümü ayrılmayı tercih etti. Genel Yayın Yönetmenimiz Aykut Küçükkaya’dan Ankara Temsilcimiz Sertaç Eş’e kadar gazete yönetiminde sorumluluk alan arkadaşlarımızın hemen tümü mesleğe Cumhuriyet’te başladı. Gazete kendi evlatlarını yönetime getirdi.
***
Şimdi Cumhuriyet’i daha da güçlü kılma zamanı… Hak hukuk arayan, barış-huzur isteyen, Atatürk’ün kurduğu cumhuriyetin tüm kurum ve kuruluşlarıyla yeniden inşasının şart olduğunu düşünen herkesin gazetesi yapma zamanı… Gazeteyi bu hedefe yönelik tüm fikirlere açma zamanı… Bu hedefe yürürken Cumhuriyet’e ilişkin tartışma elbet sürecektir. Geçmişte Ankara Temsilciliğim döneminde de altı ayda bir sorarlardı:

– Cumhuriyet batıyor diyorlar, doğru mu?
“Doğru” derdim, “pek çok kesime batıyor”.

Sonraki altı ayda da şöyle sorarlardı:
– Cumhuriyet satılıyormuş, doğru mu?

“Doğru” derdim, “her bayide satılıyor. Bulamadığınız bayi olursa haber verin, müdahale edelim”.

Cumhuriyet tarih boyunca iktidarda kim olursa olsun, hep gerçeği yazmıştır, eğriye eğri doğruya doğru demiştir. 2000 yılı başıydı… Başbakan Ecevit, yedi gazetenin Ankara temsilcisini Oran’daki evinde sohbete davet etti. Bir arkadaşımız o günlerde tartışılan, Cumhuriyet’in yanlış bulduğu bir konuyu sordu. Ecevit söze şöyle başladı:

– Bu konuda hepinizi ikna edebilirim. Sanırım sayın Balbay hariç…Gülümseyerek şu yanıtı verdim:
– Bu görüşünüze katılıyorum!

Cumhuriyet değil bugünkü iktidar, sosyal demokrat bir hükümette de eğriye eğri, doğruya doğru, der. Gerçekleri yazar.
***
Uzunca bir merhaba oldu… Sabahları koşarken eşofman cebinde kâğıt kalem bulundururum. Dün sabah da aynısını yaptım. Köşe yazısı konuları neler olabilir diye sıralayayım dedim, haftalık dört hakkım birden doluverdi… Yarın 12 Eylül… Türkiye tarihinde iki 12 Eylül var. Biri 12 Eylül 1980, öteki 12 Eylül 2010… İlki askeri darbe, ikincisi FETÖ belasının yargıda yerleşip, devleti ele geçirme sürecinin kilometre taşı. 12 Eylül 2010 referandumu için ne demişti FETÖ; “Keşke mezardakiler de kalkıp oy kullansa”

Yazmak şart… Türkiye’nin Suriye politikasındaki yanlışlar İdlib İdlib dökülüyor…
Yazmak şart… Trump politikaları dünyayı krampa soktu…
Yazmak şart… Eren Erdem 80 gün sonra 19 Eylül’de mahkeme karşısına çıkacak. Dosya gizli tanıdık, affedersiniz tanıkla başlıyor.
Yazmak şart… Enis Berberoğlu 15 aydır tutuklu. Anayasa, “yeniden seçilen milletvekili dokunulmazlık hakkını elde eder” diyor. Ama Enis hâlâ içerde. Üniversite sınavına girdi, arkeoloji bölümünü kazandı. Enis’in yapacağı arkeolojik kazılarda muhtemel M.Ö. 2000 yılına ait demokrasi izlerine rastlanacak!
Yazmak şart… İngiltere’de İşçi Partisi özeleştirilerle ve yenilenen stratejilerle dolu bir tartışma içine girdi. Dünyada sol, genel gidiş karışısında siyaset üretememe sorunu yaşıyor…
Yazmak şart… Yeniden merhaba
=======================================
Sevgili Balbay,

Çoook özlemiştik yazılarınızı.. esprilerinizi, taşı gediğine oturtan hazır yanıtlarınızı..

Cumhuriyetten koparılma biçiminizi yıllar sonra bu ilk yazınızda  ayrıca üzüntü kaynağı oldu. Ama gene olgunca karşılamış ve Yaşanan acılar, zamanla bala bulanır.’ demişsiniz bilgece.

Evet, yazmalısınız, ülkemiz çoooooooooooooooooooook zorda.. Belgesel, net, yol gösteren, öneri sunan, çözüm üreten, kanıtlara dayalı..

En iyisini yapacağınızdan eminiz..  Biz her gün 2 Cumhuriyet almaya başladık. İçimizde güller açtı 40+ yıllık bir Cumhuriyet okuru ve 22 dolayında yazısı yayınlanan yazan bir okuru olarak..

Evet… bu gün gene 12 Eylül.. İlki 1980’de idi, 38 yıl önce. Hacettepe’de asistan hekimdik..

İkinci 12 Eylül’ümüz 2010’a, AKP iktidarına denk getirildi. 26 maddelik Anayasa değişikliği  paketi bütün (blok) olarak halkoyuna sunuldu. Zavallı (!) bir toplum olduğumuzdan, maddelere tek tek oy verme olanağı sağlanmadı.. Ya hep, ya hiç! Aydın ihanetini gördük, satılmış sanatçı taslaklarını, basında ‘dolma kalemleri’…. gördük.

  • ‘Yetmez ama evet!‘ diye saçmaladılar, halkı yanlış yönlendirdiler..

Rejim başkalaştırılmaya başlandı ve arkası çorap söküğü gibi geldi, getirildi neredeyse..

Türkiye’nin çökertilmesi sürecinde zaman hızlandırıldı adeta..

Elimizi çabuk tutup bir çare bulmak, birşeyler yapmak zorundayız.

Gereğini yapacaktır bu büyük Ulus!

Sevgi ve saygı ile. 12 Eylül 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com