Etiket arşivi: Faik Bulut

Yalçın Küçük : Pınar ile Büşra Kürtler’in iki anacığı


Pınar ile Büşra Kürtler’in iki anacığı

30 Aralık 2012, 12:58
Pınar ile Büşra Kürtler'in iki anacığı

Prof. Dr. Yalçın Küçük
Pınar ile Büşra’yı yazmayı düşünürken Yale’i, NeHeaven’ı hatırladım, “bir yaşlı Amerikalı var” dediler, Türkler’i pek severmiş, adına Doctor Sheppard diyebiliriz. Ve gittik, Good Heavens, çok sade, çok geniş, sanki varlıklı bir Türk köylüsü, boşa yakın geniş bir odada, bir köylü sandığı, üzerinde Türk bayrağı var. “Türk” dendiğinde gözlerinden yaşlar akıyor. Babası da doktormuş, “bir hasta” olunca “beyaz atına biner” Urfa’yı geçer, hastaya bakar, gelirmiş; para almak yoktur. Hoş, evleri yamaçtaydı, NeEngland’n yamaçları kırmızı çamlarla örtülüdür, çok güzeldir. Sadece tıp tahsili için Amerika’ya dönmüş, bu karı koca artık çok yaşlılardı ama çok güzeldiler ve bizde, bizimle erimişlerdi. Güzel ve devam, Pınar’ın dosyasını, 1999-2000 zamanında Gebze Cezaevi’nde, Büşra’nınkini, Silivri Cezaevi’nde, bu tarihte okudum ve inceledim. Pek Kürdofil haldeler, cızbız köfteyi ağızlarında tükürük ile yumuşatıp Kürtler’in ağzına veren iki anacık olmuşlar ve amma, yine de çocuklar, dosyalarında başka suçları yoktur.
Hâlâ çocukturlar.

ZAMANE KIZLARI

Lenin bize, “ezen” ulusun, “ezilen” ulusa hoşgörü ve şefkatle, bir öğretmen ve bir ana olarak yaklaşmamızı öğretti. Dosyalarına baktığımda gördüm, Pınar ile Büşra aşırı Leninist olmuşlar; güzel, Leninist olmalarına bir itirazım yok, ancak “aşırı” olmak, sol’dan uzaklaşmaktır. Diğer yandan Brecht bize, “yabancılaşma”, alienation kavramını verdi, yararlıdır. Dosyalarına baktığımda, galiba “fazla” yabancılaşmışlar, kendi kavimlerine, Türkler’e “öteki” baktıklarını anladım. Cumhuriyet’ten çok uzaklaştılar mı, bilemiyorum ve bilseniz, korkuyorum. Çünkü son “moda” budur. Fakat yine de bir suç yoktur, ne de olsa “iyi” aile çocukları, “zamane kızları” diyebiliriz, toparlanırlar ve toparlarız. Toparlanmayanları yuvarlarız.

KURULUŞ RÜZGARI

Pınar’ı tanıdığımdan emin değilim, bir kez evlerinde yemeğe çağrılıydım, eczacı annesi ve babası Alp ile yemek yiyorduk; Pınar çocuktu, annesini erken kaybetti, avukat babası Alp’i ise hep severdik, Türkiye İşçi Partisi’nde beraberdik, sonra Behice Boran’la birlikte TKP’li oldular, ben olmadım ve bana çok kızdılar. Olsun, şimdi burada Pınar’ın dedesi İsmail Hakkı Selek’ten söz etmek istiyorum. 1920 yıllarında “komünist” idi, 1960 yıllarında Türkiye İşçi Partisi üyesidir. Avukattı, çok beyefendiydi, çok devrimciydi; bize Cumhuriyet’in kuruluş yıllarını ve sosyalist mücadelenin rüzgarını getiriyordu, çok saygı duyuyorduk ve hepimiz biraz hayrandık. Ve ben İsmail Hakkı Selek’in torununun hiçbir yere bomba koymayacağına inanıyorum. Sosyalist ve disiplinlidir, dedesinden söz ediyorum.

F TİPİ İNSANSIZLAŞTIRMA

Gebze Cezaevi kaynıyordu. Ol tarihte “F tipi” cezaevleri yapılıyordu, işte bunlar, içindeyiz; bütün cezaevleri karşıydı, eylem hazırlanıyordu. F tipini “insansızlaştırma” olarak görüyorduk, bizlerden korkuyorlardı, gardiyanları görmeyecektik, yemekleri bir delikten vereceklerdi, bunu “köpek muamelesi” addediyorduk, şimdi bakıyorum, pek haklıydık. İşte Çanakkale ve Bayrampaşa katliamları bu eylemlerin devamıdır; Gebze ise biraz daha sakindi, ayrıca ben Kürt Koğuşu’nda kalıyordum, Kürtler bu işe, Türk işine uzak duruyorlardı ve yine ayrıca, ben tam bu sırada “erteleme yasası” ile çıktım. Ölümler arkamdan geldiler.

HAPİSTE DAVA İNCELEMELERİ

Yalnız tabii, sadece bir “inanç” meselesi değildir, fazlasına sahip durumdayız. Gebze’de Kürt Koğuşu’nda kaldığımı ifade etmiştim, koğuş arkadaşlarımdan birisi, bu davanın sanığıydı ve tutukludur. Dosya’yı incelememi istedi, çok tartıştık, dürüst, uzun boylu, iyi yüzlü bir Kürt idi; hem kendisini ve hem de ailesini tanıdığım için Pınar’ın durumunu inceledik. Şunu kesinlikle söyleyebilirim, gerçekten bomba patlatıldı mı bilemem; ancak, dosyadaki bütün delil ve bilgilere göre, asla atılmamıştır. Bu sanık arkadaşıma net olarak söylediğim şudur; “Pınar’a isterlerse örgüt üyeliğinden ceza verirler”, o sırada her önlerine çıkanı “pkk üyesi” yapıyorlardı. Ve anlatılanlardan, dosyadan anlaşılıyordu, Pınar adeta bir Jean d’Arc adayı görünüyordu, her işe atılıyordu, çok hevesliydi; hevesi mutlaktır. Koğuş arkadaşlarım da aynı fikirdeydi; “biz istemiyorduk” diyordu, rahatsızdılar. Ama Pınar, Kürtler’in fedakÓAr anacığı olmaya kararlı, kurtuluş yok ve sekiz ciltlik KCK-İstanbul Dosyası’ndan Emine Büşra Ersanlı’yı çok andırıyordu, şimdilerde “aynen öyle” diyorlar. Bu bir ve devam ediyorum.

‘HARİKA ON YIL’
İsmail Hakkı Selek ile 1920 yıllarını andım, bazı insanların uçtukları yıllardı, Nazım Hikmet uçanlarımızdan birisidir. Büşra ile, “müjde” ve aynı zamanda “bonne nouvelle” İncil ve tabii “Eski Ahit” ve “Yeni Ahit” anlamındadır, “Harika On Yıl” dediğimiz Altmışlar’a gidiyorum. Sanki Türkiye toptan uçuyordu, uçuyorduk. Çok işaret ettim, dünyada ve Türkiye’de “sol” yükseliyordu ve “sol güzeldir”, left is beautiful, sanki modaydı. O kadar öyle ki, genç ve parlak hanımlar, kocalarından ayrılıp en öndeki
sol aydın ve liderlerle evleniyordu; Sevgi, Ela, Sırma misaldirler.

Sevgi Soysal’ı çok severdim, “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti” yazdıkları içinde
en çok sevdiğimdir, Müsteşar Mithat Yenen’in kızı, hastaneden Londra’ya gidiyordu, dönmeyeceğini biliyordum, gittim, üç-dört saat konuştuk; ölüme karşı pek yiğitti, Mümtaz’ı da konuştuk, Sevgi kocasını bırakıp Mümtaz Soysal ile evlenmişti. En yakın arkadaşı Ela idi, yerinde duramayan bir kız, diplomat Tansuğ Bleda ile evliydi; İttihat ve Terakki yöneticisi bir aileden, bıraktı, solcu tiyatrocu Mehmet Keskinoğlu ile evlendi, Reşat Nuri Güntekin’in kızıdır. Sırma’ya gelince, Doğu ile evlendiğinde çok zengin olduğunu duyduk, sonra “az zengin” haberini aldık; çok güzel genç bir hanım, çok zengin Ulagaylar’ın oğlu ile evliydi, bıraktı, o tarihte çok parlak ve çok aktif, bizim Doğu Perinçek ile evlendi. Büşra küçüğüdür, Altmışlı yıllar sonundan bir evliliği ve solculuktan bir hapisçiliği var. KCK dosyalarına bakıyorum, Büşra’nın dosyası sekiz cilt, 2000 sayfadan fazla, okudum ve inceledim, Kürtler’in yeni “anacığı”, Emine Büşra Ersanlı’dır. Bir “Yeni Pınar” diyebiliriz. Akıyorlar ve aktıkları yeri pek biliyorlar.

HAPSE HAZIRLIK
Annesinin de, babasının da soyadları ile birlikte üç ismi var, üç isimliler beni ilgilendiriyor, ancak şimdi yerim ve zamanım yoktur. Öyle anlıyoruz, Kürtler’in Siyaset Akademisi’ne “baş hoca” olduktan sonra Büşra’nın da hiç zamanı kalmıyor; Roj Tv’den Baki Gul telefon etmiş, yedinci cilt, sayfa 2081, “ben sizi televizyona davet edecektim”, istiyorlar, ama mümkün değildir. Çünkü aynı tarihlerde Büşra için, “Diyarbakır’da çok güzel bir toplantı var”, bunu söylüyor ancak “ona da gidemiyorum”, gidemiyor, neden mi, “çünkü önümüzdeki hafta Hindistan’a gideceğim”, cevabı budur. Kürtler Emine Büşra’yı davetlerle boğmaktadırlar. Hapse hazırladıklarından habersizdirler.

Bitmiyor, Büşra, Kürtler’in yeni anacığı’dır, bu Brüksel’de tv programı var ya, üzülüyor, “anne kalbi” diyebiliriz, boş kalmasını istemiyor, telefon üzerine telefon, “yazık”, birisini göndermek istiyor. Ve hepsi polisçe kayıtlıdır, hepsini okumuş durumdayım. Artık hapse hazırdır ve bilmiyor. Bir sabah alırlar.

SİYASET AKADEMİSİ’NİN HOCALARI
Büşra Hanım pek titiz, “Sebahatçim iyi misin”, bu yaman ve cesur milletvekili Kürt kızı Sebahat Tuncel’dir, “iyiyim, sağol Büşra Hoca, sen nasılsın”, konuşma başlamaktadır; Büşra-Sebahat telefonları çoktur ve polislerin kaydındadır. Büşra, Kanal Sekiz programına katılacaktır, Sebahat’ten fikir almak istemektedir; yanlış yapmaktan çekiniyor, çok normal buluyorum. Profesör halidir, televizyonlara boş çıkmak istemiyorlar. Kürtler’in anacığına bu yakışmaktadır. Ancak kavgada yetkin Sebahat, fikirde yetkin görünmüyor; “sen bilirsin Büşra Hoca” havasındadır.

Bir de KCK-Avukatlar iddianamesine sahibiz, okumakla bitmiyor ki, Öcalan “işte bunlardan dolayı da siyaset akademileri üzerinde o kadar duruyorum” demektedir,
cilt-2, sayfa 1330, okuyoruz. “Demek siyaset nasıl yapılır, öğretilmesi lazım”, anlıyoruz; buradan başlıyor. Ama nerede, Yale’den teknik yardıma ihtiyaç çoktur.
İddianame’de, KCK-İstanbul, cilt 8, s. 2221, şunları buluyoruz: “Siyasetçi adayları
Büşra Ersanlı, Doç. Dr. Sungur Savran, yazar Faik Bulut, gazeteci Ragıp Zarakolu gibi akademisyen, siyasetçi, sivil toplum örgütü temsilcisinin derslerine katılana, demokratik siyasetin incelikleri öğretiliyor.” Çok havalı, ancak pek inandırıcı değil, Fak Bulut hiç görünmüyor, Savran açılışta var, Zarakolu’nun sadece açılıştaki mühim konuşmasından haberdar olabiliyoruz.

TÜRKİYE’DE BİR YABANCI
Zarakolu’nun önemli konuşması dosyada yer alıyor ve polis kaydı olabilir, şöyledir: “İlk konuşmayı yapan yazar Zarakolu Kürtçe katılımcıları selamladıktan sonra, siyaset akademisinin tüm dünyada sosyalist harekete önemli ivmeler kazandırdığını anlattı.” Zarakolu sözünü şu şekilde tamamlıyor: “Türkiye’de bunun Kürtler tarafından uygulanmasının anlamlı olduğunu söyledi.” Güzel, yalnız şu sırada, Türkiye’de pek çok partide, akademi veya “parti okulu” var. Olabilir, ne de olsa, artık Türkiye’de bir yabancıdır.

DERS HAZIRLIĞI
Bu dört kişiden sadece Ersanlı ve Zarakolu tutuklandılar ve bırakıldılar. Bu dört hocadan başka, bir de İstanbul Akademisi Başkanı Kemal Seven var ve Kemal Heval’ın, Akademi’de birbirine “arkadaş” deyu hitap ediyorlar, ele geçirilen notlarında, “ideolojik politika” için Büşra Hoca ve “Türkiye Siyaseti” için ise “Büşra-Deniz” yazılıdır. “Deniz”, Zarakolu’nun, herhalde oğlu, Cihan Deniz Zarakolu olmalıdır; devlet üniversitesi misli, dersler, asistanların ve burada Deniz’in omuzlarına bindirilmiş durumdadır. Çünkü ciltlerce, Deniz Hoca’nın derslerinin polis kayıtlarını okuyoruz ama ya içerde telefon ya da dışarıdan mekan kaydıdır ve pek anlayamıyoruz. Ciltleri anlayamadan okumuş bir insan tablosundayım. Ve böylece işleri anlayamadan anlıyorum.

AKADEMİ’DEN DERS NOTLARI
En çok anlaşılır olan şudur: “… (anlaşılamadı) bitane şey var hani bilgi olarak söyleyen… (anlaşılamadı) Allah belalarını versin bu Roma da demiştik, ya Roma’yı kuran bu kardeş… (anlaşılamadı) şey var Roma İmparatoru diye tabir ettiğimiz adam gördüğümüz gibi gerçekten çok büyük bir adamdır…(anlaşılamadı)” Güzel, ders güzele benziyor ama polisler bozmuşlar, bu kanaatteyim; genç Hoca Deniz Zarakolu’nun dersidir.

***

Genç Hoca Deniz’den daha anlaşılabilir bir ders ise şudur: “Şu anda peygamberler direnişi, bakın şunu söyleyebiliriz, bütün şeyi söyleyebiliriz (anlaşılamıyor) bir zenginin cennete gitmesi bir devenin iğne deliğinden geçmesinden daha zor diyen bir anlayışla yola çıkılmıştır.” Burada laik bir yaklaşım ile sosyalist bir felsefe birleşmiş olmaktadır. Ve ben, bunu çıkarıyorum.

ÖĞRENCİ GÖZÜYLE

Öğrencilerin ve Kürtler’in akademiye bakışını da bir polis kaydından öğrenebiliyoruz. Öğrenci Muhsin’i, bir “Erkek Şahıs”, telefonla arıyor, “Naber Muhsinciğim” ilk sözdür. “Okula başladım” ilk cevaptır. Bunun üzerine E.Ş. merak ediyor, Muhsin’in akademide olmasına inanamıyor, “ders mi, alıyor musun, veriyor musun”, konuşma bu minval üzerinde devam ederken, Muhsin, ders aldığını ve “evet, felsefe ve Quantum fiziği” deyince, “E.Ş.”, “ha s.ktir lan” demekten kendini alamıyor, tabii samimiyet ifadesidir. Herhalde yakındırlar, bunu, E. Şahıs’ın “sen oraya mahsustan girmişsindir, hain planların vardır” sözünden anlıyoruz. Önce “tir” oldu, sonra “hain”; suçu Siyaset Akademisi’ne duhul etmesidir.

Sonra yüksek meselelere geçiyorlar, yumuşama var; Muhsin, “evet, temelleri sağlam değil abi, Marksizm falan aşılmış ya yani resmen aşılmak üzere, aşılmış yani” diyor; bu, derslerden yararlanmaya başladığına işarettir. E.Ş. artık hoşnuttur, “aşıldı da”, lafı erkekçe bir tınıya sahiptir. Kapatıyorum.

HER KÖYE BİR AKADEMİ
Sanki Yeni England’ta değil, “Yeni” Türkiye’deler, seviye bunu gösteriyor; ama bu defa da Toroslar’ın en yüksek tepesindeki köyümüzü hatırladım, din âlimimiz vardı, Mıldırbeym, yaşlı ve tabii akrabamız, yamacın üstündeki evimizden aşağıda, bir büyük ceviz ağacımız vardı, buğday tarlamızın ortasında, Mıldırbeym, sırtını koca ceviz ağacına dayar, hiç kalkmazdı. Adının anlamını kimseler bilemedi, meraklıyım, hep sordum ve ancak Farsça öğrenince anladım, “Molla İbrahim”; derslerde Muhsin kadar ilerledim ama çok güzeldi. Şimdi takıldım, neden Akademi’yi bir ceviz ağacının gölgesine kurmadılar, işte bunu anlayamadım, polislerden uzak, kayıtsız ve masrafsız olurdu. K dağlarında, yemyeşil, suları çağlar, dereleri var. Biz saat olarak, karşı tepede, bir ağaca düşen gölgeyi kullanırdık ve Mıldırbeym’i kandırıp, erkenden dereye koşardık. Unutamam. Tavsiye ediyorum.

SUÇ İMALATHANELERİ
Sekiz kalın cilt içinde, Büşra Ersanlı’nın dersini bulamıyoruz, yoktur ve sadece notları var. Hoca, biz hepimiz, yeni bir ders hazırlarken, önce not alırız ve kart çıkartırız, bunlar tek başlarına, in itself, hiçbir anlama sahip değiller. Ancak polisler ve ayrılmazları savcılar, her birine bir cinayet bağlıyorlar. Şimdi bu ülkede, Türkiye’de, suç imalathaneleri var. Ve çok güzel, “hiç bişi” yapamıyorlar. Beş yıl oldu, daha bir “suç” bulamadılar. Kürtler’in anacıkları, işte hal budur.

KÜRT BABACIKLARI
Bir yeni halimiz daha var, bir yardımcı başbakan çıkmış, Füsun Erbulak’ın “Niçin Geç Kaldım” romanını hatırlatıyor, “geç kaldım” diyor, çok ağlar, “ben de dağa çıkarım” buyuruyor. Amed’de, Fethullahi bir polis şefi gelmiş, “dağda ölen Kürt’e ağlarım” ağıtı çığırıyormuş, herhalde yeni aşamadayız. Gerçi Erdoğan arada bir, “hem çıkmam ve hem ağlamam” deyu tutturuyor ama bunu ciltlerde, Erkek Şahıs’tan öğrendik, “mahsustan” yapıyor; pekiştirmektedir. Kürtler’in pek tutkulu ve gözü yaşlı babacıkları olduğunu böylece teyit etmektedir. Herhalde anacıklara ihtiyaç kalmamaktadır ve haber salıyorlar, öyle anlıyorum.

AFORİZMALAR
Güzel ve bitti, ama birkaç aforizma yazmadan kapatamıyorum.

Bir, bu bir siyasi davadır, beş yılda bitmemiş ise, başlarken bitmiştir.

İki, Silivri’de tutuklu yoktur ve hepsi tutsaktır.

Üç, tutukluluk hukuk ve tutsaklık zor işidir.
Dört, hukuk adalet’e ve zor, kılıç’a dayanıyor.

Beş, kılıç ile hapis mümkündür ama üzerine oturmak imkansızdır.

Altı, bir Türk, bir Kürt’ü görmüş, “arkadaşını söyle, kim olduğunu söylerim”,
Türk Kürt’e yardım eder, budur.

Yedi, ne de olsa Kürt’türler, hedefe yaklaştıklarına inandıkları zaman en uzaktadırlar.

Sekiz, bir Kürt bir yobaz ile arkadaş olmuş ve şimdi çok uzaklara kaymaktadır.

Dokuz, “bu kaçıncı” ve bu bir oyundur.
On, yakındır. Oyun içinde oyundur. Alışığız. Kazanırız.

Kaybettiler.

Cumhuriyet’i kaynatamadılar.

Tehlikede olan yobazizmdir. Çünkü Menemen’e dönüş ve Kubilay’a yürüyüş zamanındayız. Katliama duyarlılıktır.
=================================================
Dostlar,
75 yaşındaki bilge Prof. Dr. Yalçın KÜÇÜK bilmem kaç yıldır Silivri’de tutsak..
Son  yazısı : Pınar ile Büşra Kürtler’in iki anacığı..
Bir üstad, bir yüksek zeka..
Yazıyı dikkatle okuyun; bilgelik, inanılmaz bilgi birikimi ve çok yüksek zekayı görmemek olanaksız.
Tutsak iken, kendisini tutsak alanları alaysılayıp sorgulayabiliyor..
Buna ne demeli? Dünya kamuoyu şaşkınlıkla izliyor..
“Tutsaklığın Bumerangı” ya da “Bumerang tutsak”.. mı demeli??
Salın bu insanları, ille de yargılayacaksanız tutuksuz yargılayın..
Yalçın Küçük üstat; 2013 çok başka olacak; gene kazanacağız, inan bana..

Daha, daha.. güzel – güneşli günler göreceğiz…

Sevgi ve saygı ile.
31.12.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net