Etiket arşivi: Ergenekon sanığı Kuddusi Okkır

Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu Sehven (!) Cinayete Kurban Olmak Üzere..

,
Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu karaciğer kanseri ile mücadele ediyor!

Şubat 2009’da cezaevine girdikten sonra Hilmioğlu’nun hastalığı cezaevi şartlarında kontrol altına alınamadı ve hızla ilerledi. Ergenekon davalarında sehven (!) yapılan hataları biliyoruz. Ancak Fatih Hilmioğlu’nun kanser hastası olduğu halde
hala hapiste tutuluyor olması sehven (!) cinayete teşebbüstür.

Ben, sehven (!) cinayete kurban gitmiş bir başka Ergenekon sanığı Kuddusi Okkır’dan bahsetmek istiyorum. Okkır için iş işten geçmiş diyebilirsiniz, ancak Okkır’ın başına gelenlerden alınacak ders Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun hayatını kurtarabilir.

Kuddusi Okkır Ergenekon davasının tutuklu sanıklarındandı. Tutuklandığında sağlığı yerindeydi ancak tutuklandıktan kısa bir süre sonra kansere yakalandı. Gönderildiği hastanede kendisine tam teşekküllü bir hastanede tedavi görmesi gerektiğine dair epikriz raporu verildi. Eşi Sabriye Okkır’ın ve avukatlarının tahliyesi için savcılara, mahkemeye, Cumhurbaşkanı’na yaptığı başvurular sonuçsuz kaldı.

YANIMA ÖLÜYÜ VERDİLER

Kuddusi Okkır hapishanede kendine bakamaz hale gelmişti. Hapishane müdürü onu, Kuddusi Okkır’a bakmaya gönüllü olan Erol Ölmez adında genç bir Ergenekon sanığının koğuşuna verdi. Bu sanık bir süre Kuvayi Milliye Derneği Başkanlığını yürütmüş olan Emekli Albay Fikri Karadağ ile aynı koğuşta kalıyordu. Kendisi de
Kuvayi Milliye Derneği üyesi olan Erol Ölmez, Kuddusi Okkır’ın başına gelenleri duruşmada şöyle anlattı.

“…Kuddusi Okkır’ı yanımıza verdiler, ama ölüyü verdiler yanımıza, canlı bir şey vermediler. Okkır saçı sakalı birbirine karışmış, kirli ve çok hasta haldeydi.
Savcılara defalarca Okkır’ın durumunu anlattım, ‘ bu adamı artık tahliye edin’ dedim.

…Okkır’ın durumuna üzülüyordum, bunun üzerine Savcı Zekeriya Öz‘e sürekli mektup yazmaya başladım. Öz’le görüşebilmek için mektubumda, ‘Çok önemli şeyler anlatacağım. Ek ifade vermek istiyorum’ ifadesini kullandım.

…Zekeriya Öz’ün yanına götürüldüm. Öz’e, Kuddusi Okkır için geldiğimi söyledim
ama Öz beni ciddiye almadı. Bana,
Muzaffer Tekin ve arkadaşlarının neler yaptığını, neler konuştuklarını sordu. ‘Bilmek isteyebileceğim bir şeyler var mı?’ dedi.

‘Bilmek istediğiniz ne olabilir?’ dedim.

‘Ben seni araştırdım, orada burada kalıyormuşsun, mağdurmuşsun. Sende pek bir şey yok. Sen bana yardımcı olursan bir şeyler gelişebilir bugün burada’ dedi.
Ben o anda anladım, bir şeyler var savcıda.

Avukatım o sırada telefonuyla oynuyordu. Bir mesaj geldi. ‘Misafirim gelmiş aşağıya’ dedi, çıktı. Savcı, jandarmaya da, ‘Siz biraz dışarıda bekler misiniz?’ dedi.
Onlar çıkınca, ‘Erol’um’ dedi. O ara çekmecesini açıp evraklar çıkardı.
Alpaslan Aslan‘ı tanıyor musun?’ dedi. Tanımadığımı söyledim.

‘Tanımıyorsun biliyorum, tanıyacaksın’ dedi. ‘Ben şimdi senden bir şeyler isteyeceğim. Sen benim söylediklerimi kendi el yazınla yazacaksın, ek ifade gibi vereceksin.
Sen daha cezaevine varmadan ben seni tahliye ettireceğim.
Veli Küçük, Muzaffer Tekin, Oktay Yıldırım‘la birlikte olduğunu anlatacaksın. Ben seni tanık korumaya alacağım’ dedi.

Tanık korumanın ne olduğunu sordum. ‘Sen gizli tanık olacaksın’ dedi.

  • Ben tanımadığım insanlar hakkında iftira atacağım… 

Erol Ölmez, kimsesiz diye gariban diye parası, pulu yok diye onursuz bir adam mı?”

Erol Ölmez’in anlattıklarını Fikri Karadağ da doğruladı.
Kuddusi Okkır’ın altını temizlemek zorunda bile kalmışlardı.

ÜSKÜL HAK İHLALİ YOK DEDİ

Sonunda Kuddusi Okkır tahliye edildi ama iş işten geçmişti. Tahliyeden beş gün sonra Kuddusi Okkır Trakya Üniversitesi Hastanesi’nde öldü. Doktorlar sadece uyuşturucuyla ağrılarını azaltabilmişlerdi.

O dönemin Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Üskül, Kuddusi Okkır’ın ölümü ile ilgili olarak, Adalet Bakanlığı’ndan gelen dosyaları incelediğini ve olayda
bir insan hakları ihlali görmediğini söylemiş.

Toplumun vicdanına soruyorum, Kuddusi Okkır öldü mü?
Yoksa bir cinayete kurban mı gitti?  

Kuddusi Okkır için artık çok geç ama Fatih Hilmioğlu’nu kurtarabiliriz.
Eğer
Hilmioğlu Silivri’de ölürse onun sehven (!) cinayete kurban gitmesinden davanın savcıları, yargıçları ile birlikte, ölümcül hastalığı olan tutukluları tahliye etme yetkisi olan Cumhurbaşkanı Gül de sorumlu olacaktır.

A.  Metin Akpınar
Odatv.com,
2.1.13

==================================

Dostlar,

Bu sitede daha önce de yazdık dostumuz, kardeşimiz, meslektaşımız
Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun durumunu / dramını..

Bir kez daha yazalım ilgili yasa maddesini :

Hapis cezası ve güvenlik önlemleri temel ilkelerini düzenleyen 13.12.2004 tarih
5275 sayılı CMK (Ceza Muhakemeleri Kanunu) md. 16/2’de,
sanığın hastalığı nedeniyle uygulanacak süreç şöyledir:

  • “… öbür hastalıklarda cezanın infazına resmi sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile
  • hapis cezasının infazı mahkûmun yaşamı için kesin bir tehlike oluşturuyorsa, cezasının infazı iyileşinceye dek geri bırakılır.”

Madde 16/3, “Yukarıdaki fıkralarda belirtilen geri bırakma kararı Adli Tıp Kurumu’nca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığı’nca belirlenen tam donanımlı hastanelerin
sağlık kurullarınca düzenlenip Adli Tıp Kurumu’nca onaylanan rapor üzerine
infazın yapıldığı yerin cumhuriyet başsavcılığınca verilir.”

İlgili mahkemeyi, savcılığı, Adalet Bakanlığını ve de özellikle
Cumhurbaşkanlığı makamını iş işten geçmeden İVEDİLİKLE GÖREVE çağırıyoruz..

Cumurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’e çağrımızdır :
Lütfen Fatih Hilmioğlu olayına acilen el koyunuz..

TTB’yi de bu konudaki girişimlerini artırmaya davet ediyoruz..

Fatih Hilmioğlu 17 Nisan 2009’da tutuklanmıştı. 3,5 ay sonra 4 yıl dolacak:
4 yıldır karar ortada yok… Peki kanıtlar toplanmadı mı ki serbest bırakarak yargılanmıyor? Yeter kanıt yoksa neden 4 yıldrı turuklu? Ağır hastalığına
ve bu durumunun kurul raporlarıyla belgelenmesine karşın??
Fatih hoca bu durumuyla yurtdışına mı kaçacak? Yasak koyarsınız..
Gözetim önlemleri alırsınız..
Bu davranış nasıl, neyle adlandırılabilir??

Sevgi ve saygı ile.
3.1.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net