Etiket arşivi: ahmet saltık

.. Neredesin sen, yüzüm gülmüyor..

NEŞET ERTAŞ…

Sen de gittin…

Şu garip halimden bilen işveli nazlı,
gönlüm hep seni arıyor neredesin sen?
tatlı dillim güler yüzlüm ey ceylan gözlüm,
gönlüm hep seni arıyor neredesin sen?

Ben ağlarsam ağlayıp gülersem gülen,
bütün dertlerim anlayıp gönlümü bilen,
sanki kalbimi bilerek yüzüme gülen,
gönlüm hep seni arıyor neredesin sen?

Sinemde gizli yaramı kimse bilmiyor,
hiç bir tabib şu yarama merhem olmuyor,
boynu bükük bir garibim yüzüm gülmüyor,
gönlüm hep seni arıyor neredesin sen?

Güle güle Neşet Ertaş,
Sen gittin, nağmelerin baki kaldı..
Baki kalan bu kubbede çook hoş ve de acılı sada bıraktın..

Dilimize pelesenk oldu şu dizelerin…

Sinemde gizli yaramı kimse bilmiyor,
hiç bir tabib şu yarama merhem olmuyor,
boynu bükük bir garibim yüzüm gülmüyor,
gönlüm hep seni arıyor neredesin sen?

Dertlerimize tercüman oldun, hem çaldın hemi de söyledin..

Sazımızı ve de sözümüzü öksüz koyup gittin..

Ne çok gerekliydi oysa şu son zamanlarda sazın ve de sözün..

Şu 4’lük de bizden sana armağan olsun..

    Aşk olsun sana Neşet Ertaş usta, aşk olsun;
    Hakk ile meşkin bari bol olsun..
    Gönlünün hep aradığına vuslatın olun..
    Bizden de Hakk’a baki selam ve de sitem olsun

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 30.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Sitemizin 5 aylık bilançosu..

Dostlar,

www.ahmetsaltik.com ilk sitemizdi.
70’lik delikanlı Rahmetli Ahmet Selçuk Acunsal‘dan çok destek almıştık.
Rahmet ve şükranla anıyoruz..
O sitemize çok sataşıldı, Acunsal da biz de çok yorulduk..

Sayın Acunsal bizleri acıya boğarak erkenden ayrılınca bir süre ara verdik..

29 Nisan 2012 günü deneme amaçlı başladık ve 30 Nisan’ı izleyerek,

1 Mayıs 2012 günü, İŞÇİNİN ve EMEKÇİNİN BAYRAMI gününde yayına başladık.

Bu sitemizin açılmasına çok anlamlı destek veren dostlarımıza şükranımız büyük mü büyük..

Özet sayısal veriler aşağıda..

Toplam ziyaretçi : 30312
Toplam okunan : 70770

Aylık ziyaretçi sayımız 6 bini aşıyor.

Aylık dosya okuma sayımız ise 12 bine yakın..

Ancak;

– Facebook
– Google1+
– Linked in
– Tweeter

üzerinden de dosyalarımızı paylaştığımız için, gerçek okunma – izlenme sayılarının burada verilenin birkaç katı (belki 10’larca katı!) olduğunu kestirebiliyoruz.

Günde ortalama 10’a yakın dosya koymaya çabalıyoruz..

Sitedeki toplam dosya sayısı 1040’ı buldu..

Kolay olmuyor, epey emek ve zaman alıyor.

Ama ülkemiz AYDINLANMASINA 1 damla olsun katkı sağlıyorsa, bırakın ağır yükü, her türlü mihnete değer..

Dostlarımıza teşekkür eder,
İlgilerinin artarak sürmesini dileriz..

BİLİMSEL AKILCILIK ve YURTSEVERLİK pusulamız olmayı sürdürecek..

Bu ilkelere uygun, sorumlu ve ağırbaşlı bir dille kaleme alınmış güncel yazılara da sitemizde yer vermeyi sürdüreceğiz.

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 29.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================================================

Sitemizin 5 aylık bilançosu..

www.ahmetsaltik.net adresli web sitemizin son 5 aylık özet bilançosu :

29 Nisan 2012 – 29 Eylül 2012

Toplam ziyaretçi
Toplam okunan.: 70770
• Bugün okunanlar: 453 (29.9.12, saat 23.20)
• Dün okunanlar:525
• Geçen hafta okunanlar:4126
• Okunma Eylül:20975
Toplam ziyaretçi:30312
• Bugünkü ziyaretçiler:256
• Dünkü ziyaretçiler:309
• Geçen haftaki ziyaretçiler:2418
• Ziyaretçiler Eylül:8058
• Ø Günlük ziyaretçi:309
• Sayaç başlıyacak:30 Nisan 2012
• En çok ziyaret edilen gün: 08 Eylül 2012
7523 Okunma
• En ziyaret edilen gün: 14 Ağustos 2012
402 ziyaretçi

Aylık ziyaretçi
• 2012-09 8058
• 2012-08 8719
• 2012-07 6396
• 2012-06 3749
• 2012-05 3347
• 2012-04 43

Değişik ülkelerde okuma
• United States 30837
• Turkey 21287
• Senegal 7324
• Israel 2906
• ??? 1882
• Russian Federation 1414
• Germany 1023
• United Kingdom 955
• Japan 535
• France 338
• Netherlands 312
• Iceland 270
• China 235
• Ukraine 227
• Europe 118
• Austria 110
• Australia 80
• Switzerland 80
• Ireland 58
• Indonesia 49

Değişik ülkelerden ziyaretçi
• Turkey 12608
• United States 12239
• Russian Federation 1256
• United Kingdom 856
• Germany 660
• ??? 428
• Japan 404
• Netherlands 272
• Iceland 228
• France 179
• Ukraine 131
• China 130
• Austria 86
• Europe 83
• Switzerland 51
• Ireland 51
• Australia 46
• Indonesia 46
• Satellite Provider 45
• Azerbaijan 37

Aylık okunma

• 2012-09 20975
• 2012-08 19904
• 2012-07 12034
• 2012-06 10540
• 2012-05 7246
• 2012-04 71 (30 Nisan 2012, ilk gün)

ADAM OLMAK..

Dostlar,

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültei Psikiyatri Anabilim Dalı öğretim üyelerinden bilge adam,
sevgili dostum Prof. Dr. Yıldırım Beyatlı Doğan‘dan nefis bir deneme daha sunmak istiyoruz size..

ADAM OLMAK… Sindire sindire okumalar..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 30.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================================

ADAM OLMAK

Prof. Dr. Yıldırm Beyatlı Doğan

• Bu yazımda adam olmaktan söz etmek istiyorum. Bu yazı okunduktan sonra ‘Adam’ kılığında dolaşmayı sürdürenlerin başına geleceklerden sorumlu değilim. Onların kıllarına bir şey olmadı ama kılıkları döküldü. Ürktükleri şey başlarına geldi: Sonunda çıplak kaldılar! Oralarını buralarını örtmeye çalıştıklarından birbirlerine bakacak halleri kalmadı. Başta söylediğim üzere başlarına gelenlerden kendileri sorumlu. Neden benim sorumluluğumda olsun? Ortalarda dolaşmasalardı ya da
onlara uygun giyinselerdi.

Babasının sen adam olamazsın dediği adam sonra ‘baş’ olmuş. İlk işi babasına tükürdüğünü yalatmak istemiş. Adamcağızı yanına çağırtmış. Garibim, berikinin böbürlendiğini görünce;

‘Ben sana baş olamazsın demedim. Adam olamazsın dedim!’ diyerek oradan çıkmış.
Günümüzde kimi babaların bir an önce çıkıp gitmek isteyeceği o kadar çok post mekânı var ki!

Say say bitmez! O makamlar ya yüksek tavanlı kısa ya da alçak tavanlı uzun koridorlara açılır. Öyküdeki baba nasıl bir koridordan doğru kendisini dışarı attı bilemiyorum.

Adam olmak dendiğinde post modern tahayyülün öncelediği bir örüntü var. Mutlak sözü edilmeli! Adam olmak denilince çoğu kez başkalarınca değerlendirilip derecelendiren bir nitelik akla gelmektedir. Köşe dönücülerin miras bıraktığı ve murislerinin delicesine hala güttükleri bir yol var: Tribünlere oynamak dedikleri sahtecilik, adam olamayanların kendileri gibi olduğuna inandıkları yozlara bol keseden dağıttıkları alkış demektir. ‘Seyirci böyle istiyor’ ‘İzleyicinin tercihi bu’ ‘Halkımız böyle istiyor’ Söz konusu bu ibarelerin nasıl oluştukları sır değil yani.

Pek çok yazımda dile getirdiğim bir husus var. Psikoterapide de geçerlidir.
Karşınızdaki ile ilgili şu iki soruyu yanıtlamadan başka bir şey ne düşünün ne de söyleyin:

1. Kişinin ne söylediği değil nasıl söylediği önemlidir.
2. Kişi, söylerken, söylediğine kendisi inanıyor mu?

Adam olan kişi, nasıl üzerinde daha çok durur. Beklendiği üzere adam olan kişi inanmadığı bir şeyi asla söylemez. Reel politik, retorik gibi saçma sapan anlamlara çıkacak biçimde kullanılan sözcükler adam olamamış olanların söylem ve edalarını gizlemek amacıyla kullanılan silahlardan yalnızca birkaç tanesi.

Adam olmaya dair başka bir ölçütten daha söz etmek istiyorum.

İnsanlar konuşurlarken göz teması sürekli değildir. Süre ve sıklık o iki kişinin ilişkilerinin niceliğine ve niteliğine bağlıdır. Ebeveyn çocuk, karı koca, nişanlılar, evliler, boşanmışlar, boşanacak olanlar, ilk kez karşılaşanlar, son kez karşılaştıklarını bilenler ve daha binlercesi birbirlerine bakarken bakışmaları kısa ya da uzun, seyrek ya da sık mutlak değişir. Bakışma değişeceği vakit göz teması kaybolur.

Oysa insan, küçücük bir el aynasına baktığında, yalnızca kendi bakışlarını görür.
Kendisi ile bakışır. Kendi ile bakışması süresini belirleyemeyeceği bir bakışmadır.
Çünkü insan kendisi ile bakışırken göz temasını sonlandıramaz.

Adamlık, insanın kendisiyle bakışabilmesinin hem nedeni hem de sonucudur.
İşi gücü bırakıp aynada kendinizi seyredin demiyorum. İnsanın kendisi ile bakışması dediğim kendisi ile aynada göz göze gelmesidir. Kendi gözlerine bakarken ne düşündüğü değil nasıl düşündüğü önemlidir. Kendisiyle bakışabilmesi düşündüğü ve söylediği ile ilgili taşıdığı inancı yansıtmaktadır.

Aksi takdirde aynada oluşan buğu insanın kendisiyle bakışmasını olanaksız kılar. Buğulanan aynada çoğu kez görüntü de bozulmuştur. Adam olan kişinin baktığı ayna buğulanmaz. Çünkü içerisi ve dışarısı arasında ısı farkı yoktur. Kişinin görünür kaldığı iklim ile olduğu iklim arasında fark yoktur. Kişi, adamsa eğer, baktığında kendini görür. Bakışlarını aklına teslim ettiği için baktığı vakit aynasında gördüğü gerçeğin kendisidir. Dolayısı ile

• Üstlendiği sorumluluk,
• Sürdürdüğü rol,
• Tanımlı ödev ve görevleri,
• Kendine yakıştırdığı işlevsellik gibi şu an aklıma gelen başlıklar konusunda tereddüt yaşamaz.

Yok olan değerler arasında aynasında kendisiyle bakışabilen insan halini, gerçek adamlığı da saymak gerekir. Adamlık bireysel ve toplumsal gerçekliğin belli bir yüksekliği iken şimdilerde yalnızca ‘iş’ oldu. Eskinin ‘ne iş olsa yaparım’ açlığı ve panayır kurnazlığı buna da talip oldu.

Onlar, bir iş olarak gördükleri adamlığın peşindeler!
Oysa ne iş olsa yaparım diyenler neyin iş olabileceğine karar verenler arasında artık.
Seçerken ve seçilirken izlenmesi gereken asıl doğrultu adamlıktır diye düşünüyorum.

Seçmek denince hemen akla gelen reel politiğin oy adını verdiği sopa ucunda sallanan meyve işlevselliği değil tabi. Söylediğim şu; kişi, başlangıçta kendini seçememişse başka bir seçimde bulunması olanaksızdır. Ayrıca kendini seçen insanlar düşüncelerini seçen insanlardır.

Sonucu belli seçimler, kralların ya da benzerlerinin ille de kendilerinin olduğu belirlenmiş süreçlerdir. Şimdi krallar azaldı. Padişahlar yok oldu.

Ancak…

Post modern tahayyül var. Hem rezil, hem vezir olabilirsiniz. Hatta krallığınızı kimse engelleyemez. Ancak mekânınıza, küçük ya da büyük, asla ayna sokmayın. Onun yerine gidin dere kenarına; kendinizi görmek için eğilin suya bakın. Bir tarafınız bakan tarafınızdan ağır değilse suya düşmesiniz.

Velev ki düştünüz. Dipteki çamurda sizi karşılayacak yağdanlığın adı fırıldak nergistir.

Post modern tahayyüle göre onun adı Narsisos’tu.

Saygıyla. 26.8.11

Prof. Dr. Yıldırm Beyatlı Doğan

Doğu Perinçek: Kanlı Tuzak..

Dostlar,

Sn. Doğu Perinçek’in aşağıdaki çözümlemesi son derece akılcı ve gerçekçi.

Biz de bütünüyle paylaşıyoruz.

Dikkatle okunmalı..

Türkiye artık aklını başına almalı, zaman hızla aleyhimize ilerliyor..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 30.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=================================================================

Kanlı Tuzak

Doğu Perinçek
Aydınlık, 29 Eylül 2012
http://www.gazetevatanemek.com/

Tayyip Erdoğan’ı başbakan koltuğuna oturtan sürecin mimarı, ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Abramowitz’in yazısını Hasan Cemal çok iyi özetledi:

Abramowitz’in The National Interest dergisinde çıkan bu yazısını kamuoyu ilkönce Aydınlık‘tan öğrendi (24 Eylül 2012).

Hasan Cemal, Türkiye’nin hangi tehditlerle ABD çözümüne zorlandığını özetliyor. Atlantik medyasının görevi bu.

Aysel Tuğluk Abramowitz mevzisinde

Hasan Cemal, aynı yazıda BDP Milletvekili Aysel Tuğluk’un 23 Eylül 2012 günü Radikal 2‘de çıkan görüşlerini de uzun uzun aktarıyor ve Aysel Tuğluk’un Abramowitz ile aynı bakış açısına sahip olduğuna ısrarla dikkat çekiyor.

Tuğluk, “Washington koridorlarında” tartışılan planı, “Basra’dan Akdeniz’e uzanan Kürt koridoru” diye özetliyor.

Kürtler, Sünni ve Şiiler arasında “tampon bölge” olacakmış.

Başka deyişle, Kürdistan bir “barış tamponu” olarak sunuluyor.

Akdeniz’de kıyısı olan Kukla Devlet planı

Abramowitz‘in ve Aysel Tuğluk’un örtüşen açıklamaları, ABD’nin Akdeniz’de kıyısı olan bir “Kürdistan” planı izlediğini bir kez daha ortaya koyuyor.

İşçi Partisi, bunu yıllardır anlatıyor. ABD’nin Kuzey Irak’ta kurduğu Barzanistan, ancak Diyarbakır ve Akdeniz’e uzanırsa yaşayabilir.

Akdeniz’e açılan kukla Kürdistan planı, aynı zamanda ABD’nin Türkiye üzerindeki denetimini sürdürme planıdır.

Washington, ancak komşularıyla kavgalı ve içerde dağılan bir Türkiye’yi avucunda tutabilir.

PKK hükümetçikleri nasıl kurulur?

Burada ABD açısından kritik sorun, Türkiye’nin yürütülen plana isyan etmesinin önlenmesidir.

Bunun için, Türkiye’nin önüne “barış” diye reklam edilen çözüm konuyor. O çözümün içeriği de artık apaçık ortadadır.

Özerklik veya yerel yönetimlerin güçlendirilmesi perdesi altında Güneydoğu’da PKK hükümetçiklerinin kurulması ve bunların bir Eyalet Yönetimiyle adım adım Kuzey Irak ile bütünleştirilmesi.

Güneydoğu’da PKK yönetiminin kurulması süreci iki kanaldan yürütülüyor.

Birincisi, PKK, terörüyle Türkiye halkının ite kaka “barış” çözümüne getirilmesi!

İkincisi, Yeni Anayasa dayatması!

Tayyip Erdoğan- Abdullah Gül yönetimi, ABD’nin Akdeniz’e uzanan Kukla Kürdistan planının 10 yıldır bir numaralı aletidir.

Kürt Açılımı, Habur Açılımı, İmralı ve Oslo görüşmeleri bu amaçla yapıldı.

PKK terörü AKP’ye niçin lazım

Ancak AKP, bu süreci PKK’nın terör eylemleri olmadan ilerletemez.

Sıra sıra dizilen al bayraklı tabutlar, Türkiye’ye “barış” denen çözümü dayatan en güçlü etkendir.

Şehit sayısı arttıkça, Atlantik’in barış korosu o kadar yüksek sesle bağırıyor: “Analar ağlamasın”

Nitekim AKP, 10’ar 10’ar şehit verilmesinden sonra koltuğunun altında sakladığı Haçı çıkarttı:

Bir: Abdullah Öcalan’ın görüşme sürecine katılacağını açıkladı.

İki: PKK’ye Oslo görüşmelerinin yeniden başlayacağı muştusunu verdi.

Böylece ABD-AKP-PKK üçlüsü, PKK’yi yasallaştırma planında en büyük atılımı gerçekleştiriyorlar.

PKK artık gizli değil, açık ve resmi muhataptır.

“Barış” tuzağı

Türkiye, kanlı “barış” tuzağına itilmektedir.

Ne yazık ki, CHP ve MHP de, Anayasa tertibinde AKP ve PKK’ye ortak olarak, bu sürecin aletleri durumuna düşürülmüşlerdir.

“Barış” diye takdim edilen aşama, PKK’yi vatanımızın bazı bölgelerinde hükümet haline getirecek ve asıl savaş ondan sonra başlayacaktır.

Elbette plan yürürse!

Çünkü ABD planı, Abramowitz ve Aysel Tuğluk’un da açıkça yazdıkları gibi, Türkiye’de özerklik hedefine ulaşılınca sona ermiyor.

Özerklik, yalnızca bir aşamadır.

Hedef , “Basra’dan Akdeniz’e uzanan Kürt koridoru” diye özetleniyor.

Bu “koridor”, Irak, Türkiye ve Suriye toprakları üzerinde kurulacak imiş!

Bunun için bugün dökülen kan az gelir. Bütün milletin anasının ağlaması gerekir.

Özerklik, bir birlik ve barış planı değil, kanlı bir tuzaktır. Ne var ki bu kanlı tuzağı, o tuzağı hazırlayanlar düşecektir.

Çünkü Suriye tecrübesinde de görüldüğü gibi, bölge ve Asya güçlerinin elleri armut toplamıyor.

Asya kayası

ABD’nin “Basra’dan Akdeniz’e Kürdistan” tasarımının karşısındaki güçler hafife alınamaz:

– Irak
– Suriye
– Türkiye (Milli Güçler)
– İran
– Rusya
– Çin Halk Cumhuriyeti vb.

Bu büyük güç karşısında, Abramowitz’in ve Aysel Tuğluk’un dillendirdikleri hayaller nasıl hayata geçecek?

– Irak’ı hangi güçle bölecekler?
– Suriye’de Kürt özerk bölgesini hangi güçle kuracaklar?
– Türkiye’yi hangi güçle “köşeye sıkıştırıp” dize getirecekler?
– İran’ı hangi güçle hizaya getirecekler?
– Rusya ve Çin’e hangi güç bu Kürdistan’ı dayatabilecek?

Bir vuruşluk canı var

Bu planın bir vuruşluk canı var. Türkiye, Irak, Suriye ve İran el ele verdiği an:

– Irak bölünemez.
– Suriye bölünemez.
– İran’a yönelik ABD ve İsrail tehdidi biter.
– Türkiye bölünemez. PKK çıkmaza girer, silah bırakır. Silah bırakmayanlar kısa sürede etkisiz hale gelir.

Bölgeye barış gelir.

Vatan bütünlüğü ve barış için yeniden Kemalist Devrim

Türkiye’nin Atlantik kampından Asya cephesine geçmesi, kuşkusuz basit bir dış siyaset değişikliği değildir; Aynı zamanda tepesindeki Sıcak Para Diktasından kurtulması ve yeniden Kemalist Devrim rotasına girmesi anlamına gelir.

Türkiye toprak bütünlüğünü kurtarabilmek için, düzen değişikliğine mecburdur.

===============================================================================

İLGİLİ YAZILAR:

Anayasa komisyonu Apo’yla kurulmuş : Öcalan hükümetle görüşmelerini anlatıyor -2

http://www.gazetevatanemek.com/index.php/vatan-emek-haberler/5845-anayasa-komisyonu-apoyla-kurulmu-oecalan-huekuemetle-goeruemelerini-anlatyor-2.html

Öcalan : Protokolleri devlet adına imzaladılar

http://www.gazetevatanemek.com/index.php/vatan-emek-haberler/5831-oecalan–protokolleri-devlet-adna-imzaladlar.html

Morton Abramowitz : Tayyip’in alternatifi Amerikan karşıtı politik güçler

http://www.gazetevatanemek.com/index.php/vatan-emek-analizler/5820-morton-abramowitz-tayyipin-alternatifi-amerikan-kart-politik-guecler.html

Oslo hükümeti [Serhan Bolluk]

http://www.gazetevatanemek.com/index.php/vatan-emek-analizler/5736-oslo-huekuemeti-serhan-bolluk.html

Kılıçdaroğlu yine RTE’nin imdadına yetişti : Oslo görüşmeleri devam etmeli

http://www.gazetevatanemek.com/index.php/vatan-emek-haberler/5764-klcdarolu-yine-rtenin-imdadna-yetiti–oslo-goeruemeleri-devam-etmeli.html

Haluk Koç, AKP-PKK ‘Oslo mutabakat metnini’ açıkladı

http://www.gazetevatanemek.com/index.php/vatan-emek-haberler/5725-haluk-koc-akp-pkk-oslo-mutabakat-metnini-acklad.html

Onur Öymen : CHP, Kürt sorununu uluslararası alana açtı

http://www.gazetevatanemek.com/index.php/vatan-emek-haberler/5640-onur-oeymen-chp-kuert-sorununu-uluslararas-alana-act.html

Hükümet-PKK görüşmesi [Doğu Perinçek]

http://www.gazetevatanemek.com/index.php/dogu-perincek-diger-yazilar/1847-hukumet-pkk-gorusmesi.html

Kürt Dosyası [Rafet Ballı]

http://www.gazetevatanemek.com/index.php/vatan-emek-kitaplar-sozlukler/481-kurt-dosyasi-rafet-balli.html

“Görüşmelerin İç Yüzü Erdoğan’ı Yakacak” : MİT-PKK Görüşmesi Ses Kaydı

http://www.gazetevatanemek.com/index.php/vatan-emek-haberler/1791-qgorusmelerin-c-yuzu-erdoan-yakacakq-mt-pkk-gorusmesi-ses-kayd.html

“MİT-PKK-Koordinatör Ülke” görüşmesinin akla getirdikleri

http://www.gazetevatanemek.com/index.php/vatan-emek-haberler/1793-mt-pkk-koordinator-ulke-gorusmesinin-akla-getirdikleri.html

MİT-PKK Görüşmesi Ses Kaydı Tam Metni

http://www.gazetevatanemek.com/index.php/vatan-emek-haberler/1795-mt-pkk-gorusmesi-ses-kayd-tam-metni.html

CIA Koordinatörlüğünde MİT-PKK Görüşmesi [Bülent Esinoğlu]

http://www.gazetevatanemek.com/index.php/bulent-esinoglu-diger-yazilar/1792-cia-koordinatorlugunde-mit-pkk-gorusmesi.html

MİT’in PKK’sı [Çelik Çelikyaman]

http://www.gazetevatanemek.com/index.php/vatan-emek-analizler/1796-mtin-pkks-.html

Az zamanda çok büyük… [Yalçın Küçük]

http://www.gazetevatanemek.com/index.php/yalcin-kucuk-diger-yazilar/1880-az-zamanda-cok-buyuk.html

PKK’ye Devlet statüsü verdiler [Doğu Perinçek]

http://www.gazetevatanemek.com/index.php/dogu-perincek-diger-yazilar/1958-pkkye-devlet-statusu-verdiler.html

AKP “Oslo anayasasını” oldubittiye getirecek

http://www.gazetevatanemek.com/index.php/vatan-emek-haberler/2353-akp-oslo-anayasasn-oldubittiye-getirecek.html

Demirtaş, “Kandil’e gelen talimatların postacısı AKP’dir”

http://www.gazetevatanemek.com/index.php/vatan-emek-haberler/2757-demirta-kandile-gelen-talimatlarn-postacs-akpdir.html

Kozinoğlu’nun Açıklaması : Hükümet-Pkk Görüşmesini Alman İstihbaratı Sızdırdı

http://www.gazetevatanemek.com/index.php/vatan-emek-haberler/2823-kozinolunun-acklamas-hukuemet-pkk-gorumesini-alman-stihbarat-szdrd.html

YENİ ŞAFAK’tan Abdülkadir Selvi’nin Barzanici “Yol Haritası”

http://www.gazetevatanemek.com/index.php/vatan-emek-analizler/4156-yen-afaktan-abduelkadir-selvinin-barzanici-yol-haritas.html

Barzani’nin müjdesi: Kürt ulusu gün gelecek birleşecek ve kendi kaderini tayin edecek

http://www.gazetevatanemek.com/index.php/vatan-emek-haberler/4485-barzaninin-muejdesi-kuert-ulusu-guen-gelecek-birleecek-ve-kendi-kaderini-tayin-edecek.html

Kürt Yahudileri Etüdüne Başlangıç [Yalçın Küçük]

http://www.gazetevatanemek.com/index.php/yalcin-kucuk-diger-yazilar/3891-kuert-yahudileri-etueduene-balangc-yalcn-kuecuek.html

Barzani Ailesi’nin “Yahudi” olduğu ortaya çıktı

http://www.gazetevatanemek.com/index.php/vatan-emek-haberler/3890-barzani-ailesinin-yahudi-olduu-ortaya-ckt.html

“Yeni Anayasa”nın tek cümlesi [Doğu Perinçek]

http://www.gazetevatanemek.com/index.php/dogu-perincek-diger-yazilar/4730-yeni-anayasann-tek-cuemlesi.html

Atrvin Karagöl’den doyumsuz görüntüler..

Dostlar,

Arada dinginleşme gereksinimimiz var..

Cennet ülkemizden bir köşe..

Doyumsuz güzellikler..

Pek çok ruhsal soruna çare bile olabilir..

İzlemek için lütfen tıklar mısınız ??

Artvin_Karagol

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 29.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Doğan Kuban : Türk Toplumu Nasıl Tutucu?

Prof. Dr. Doğan Kuban

Dostlar,

Doğan Kuban üstadın yine son derece öğretici ve ufuk açıcı bir yazısı..

Sayfa kurgusunu korumak adına pdf olarak sunujyoruz.

Okumak için lütfen tıklar mısınız ??

Turk_toplumu_nasil_tutucu

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 29.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Atatürk’ün Hukuk Devrimi..

Dostlar,

22 yıl önce, efsane ve duayen hukuk bilgini, İstanbul Üniversitedi Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku hocası

Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer‘den tarihsel değerde kapsamlı bir makaleyi paylaşmak istiyoruz.

Tam da ülkemizde hukukun tüm boyutlarıyla ayaklar altına alınıp kolunun kanadının kırıldığı günlerde..

Sevgi ve saygı ile.
28.9.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===============================================================

Atatürk Hukuk İnkılâbı

Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer
ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, sayı 18, cilt: VI, Temmuz 1990

Sosyal Normlar:

Hukukun anlamını belirtir ve tanımını yaparken, hukuk bilimi yönünden olduğu kadar toplumbilim bakımından da konuya yaklaşabiliriz. Bir hukuk inkılâbından veya devriminden söz ettiğimiz zaman, konuya, elbette ki, daha çok toplumbilim yönünden yaklaşmak gerekecektir. Hukuk bilimi yönünden hukukun anlamını tayin etmek, tanımını yapmakta fazla bir güçlük yoktur. Gerçekten sırf hukuk bilimi yönünden hukuk bir tekniktir. Bu bakımdan hukukta inkılâp, teknikte köklü değişiklik anlamını taşıyabilir.

Oysa hukuk sosyolojisi yönünden hukuk, her şeyden önce bir toplumsal olgudur; bir sosyal oluşumdur. Belirli derecede genişliğe sahip bir insan toplumu, sosyal bilim yönünden sosyal bir sistem olarak kabul ve analiz edilebilir. Genel olarak sistem kavramından da değişik kısımlardan yani aralarında bağlantı bulunan yapısal unsurlardan oluşan bir bütünü anlamaktayız.

“Sosyal Sistem” kavramı da aynı tanımlama çerçevesinde belirlenebilmektedir. Toplumu oluşturan bireylerin gerek birbiri, gerek bireyler ile grup yani toplum arasındaki ilişkileri söz konusu sistem düzenlemektedir. İnsan toplumu sosyal ilişkilerin bir yumağı gibi telâkki edilebildiğine göre bütün ilişkiler bu sisteme göre cereyan etmektedir. Sosyal sistemler bir takım yapısal unsurlardan oluşur. Bunlar arasında en önemlisi sosyal normlardır.

Sosyal normlar, toplumsal hayatta insanların ve grupların tavır ve hareketlerini, davranışlarını örgütleyen kurallar ve otorite taşıyan standartlardır. Böylece sosyal normlar bir sosyal gruba mensup olan kişilerin bölüştükleri, kendilerine uyulması herkesçe beklenen ve uymanın pozitif ve negatif müeyyidelerle sağlandığı ve uymamanın da müeyyidelerle karşılandığı standartlardan, örneklerden ibaret bulunmaktadırlar.

Bir toplumun varlığını sürdürebilmesi, söz konusu sosyal normları meydana getirmesine, gerektiğinde bunları değiştirmesine bağlıdır. Toplum hayatında her şey bu sosyal normlara göre cereyan eder. Bu itibarla normlar beklentileri belirleyen kültür tarifleri olarak da tanımlanabilirler.

Karmaşık, geniş nüfusa sahip bir toplum normlar olmadan işletilemez ve çağdaş toplumun önemli bir özelliği de normların karmaşık tabiatta bulunmasıdır. Çünkü günümüzün karmaşık toplumlarında, sosyal örgütlenmeler çok sayıdadır ve bunların kendilerine özgü norm türlerine sahip olmaları zorunludur.

Hukuk Kuralları:

Sosyal norm kategorileri arasında çok önemli bir grubu hukuk kuralları oluşturmaktadır. Kendilerinden sapılmasını toplumun, onun siyasî örgütlenmesini oluşturan devletin, rasyonel olarak örgütlediği müeyyidelerle yani güç kullanarak karşıladığı sosyal normlar kategorisine hukuk kuralları diyoruz.

Hukuk Kurallarının Temel Özellikleri:

Hukuk kurallarının, diğer norm kategorilerine nazaran iki temel özelliği vardır: Bu kurallar devlet, başka bir ifadeyle toplumun siyasî örgütlenmesi tarafından “tanınmış ve kabul edilmiş”lerdir. Yani hukuk kuralları devletin iradesinden kaynaklanan bir otoriteyi taşımaktadırlar. Devlet, bu kuralları mahkemeleri ve diğer mercileri vasıtasıyla belirli durumlar karşılığında uygulamaktadır. Kuralların uygulanması ise mutlaka yorumlanmalarını gerektirmektedir.

Hukuk kurallarının diğer bir temel özelliği ise, aralarında mantıkî bir ahenk bulunan, genelleştirilmiş ve sistematik yani belirli bir sistemin yapısını yansıtan bünyede bulunmalarıdır. Hukuk kuralları bütünüyle bir sistemin parçalarını oluşturmaktadırlar. Belirli temel bir sistemin ahenkli kurallarından oluşmakta bulunan bu normların diğer sosyal normlardan kendilerini ayırmaya imkân veren temel vasfını böylece belirlemek mümkündür.

Hukuk Sistemleri:

Hayatın çok değişik alanlarına ilişkin bu kurallar, bütünüyle değişik hukuk sistemlerini yansıtabilmektedirler. Böylece meselâ Anglosakson hukuk sisteminden Common Law sisteminden, Kontinantal (Kara Avrupası) hukuk sisteminden, İslâm hukukundan, kilise hukukundan ve sosyalist hukuktan söz edebiliyoruz.

Hukuk böylece bir sistem teşkil edince ve hukuk kuralları da sistemin parçalarını oluşturunca, her sistem için olduğu gibi hukukun da esas (eski deyimiyle müdîr) bir takım ilkelerinin ve kurallarla bu ilkeler arasında ahenk bulunması zarurî olur. Söz konusu ilkeler hukukun temel kaynakları arasında ifadelerini bulmaktadırlar:

İslâm hukuku temel ilkelerini Kur’an’da, hadislerde, icma-ı ümmet ve kıyası fukaha da bulmaktadır. Bu sebeple İslâm hukuk sistemlerinde devletin tanıyıp kabul edeceği ve arkasına kendi güç ve otoritesini koyacağı kurallar hiçbir suretle sözünü ettiğimiz hukuk kaynaklarının hükümlerine, bahis konusu kaynaklarda yer almış ilkelere aykırı olamaz. Bundan da ahkâmı şer’iyenin üstünlüğü kuralı ortaya çıkar. Buna karşılık lâik ve demokratik batı hukukunda, hukukun temel kaynağı millî iradedir. Millî irade temsilî demokrasi çerçevesinde, milletçe meydana getirilmiş anayasaya göre geçici sürelerle seçilmiş ve bu anayasanın temel esaslarına göre hukuk kurallarını koyması gereken parlâmentolar tarafından temsil olunur. Anayasa, böylece toplumun bütününün, bütün bireylerin meydana getirmiş bulundukları bir toplumsal sözleşme niteliğindedir ve egemenliğin gerçek sahibi millettir. Oysa dinî hukuk sistemlerinde egemenliğin sahibi Allah’tır ve en büyük şârî (kanun koyucu) de odur.

Sosyalist hukuk sistemlerinde ise millî irade değil ve fakat sadece çalışanların iradesine itibar olunur. Sosyalist hukuk sisteminde millî irade kavramı bir aldatmacadır ve gerçekte egemenlik çalışan sınıfa ait olmalıdır. Buradan da komünist olduğunu iddia eden sistemlerde proletarya diktatörlüğü kavramı ortaya çıkmaktadır.

Hukuk İnkılâbı:

İşte hukuk, belirttiğimiz bu temel sistem özelliğini, niteliğini değiştirdiği zaman bir hukuk inkılâbından ve bazen de bir hukuk devriminden söz etmek mümkün olabilir.

Atatürk’ün hukuk inkılâbı” dediğimiz büyük toplumsal olay, biraz evvel açıkladığımız özelliği taşıması itibariyledir ki, gerçek bir hukuk inkılâbı teşkil etmektedir. Çünkü Atatürk’ün hukuk inkılâbı, eski hukukun sistem olarak dayandığı temel kaynak ve ilkelerin terk edilmesini ve batı hukukunun, sistem olarak, temel ve ilkelerinin kabul edilmesini ve asıl önemlisi batı hukuk zihniyetinin benimsenmesini ifade etmektedir ve bu sebeple gerçek bir inkılâptır. Bu bakımdan da Gülhane Hatt-ı Hümayunu’ndan itibaren hukuk alanında batı modeline uygun olarak gerçekleştirilmiş girişimlerden, ıslahat hareketlerinden geniş ölçüde farklıdır. Gerçi bazıları Atatürk’ün hukuk inkılâbını bir kısım batı kanunlarının 1926 yılından itibaren iktibas edilmesi olarak anlamışlardır. Bu sebepledir ki, iktibas olunan bu kanunlarda geçen zaman içinde ortaya çıkan değişiklik ihtiyaçlarına karşı bir kısım inkılâpçılar hep olumsuz bir tutum içine girmişler, meselâ bir medenî kanunda yapılması öngörülen değişiklikleri âdeta Atatürk’ün hukuk inkılâbından sapma gibi telâkki etmişlerdir. Oysa yabancı kanunların iktibası yani “resepsiyon” olayı tarihte, devletler arasında çok sık olarak rastlanan bir olgudur. Bu konuya aşağıda avdet edeceğiz.

Atatürk’ün Hukuk İnkılâbı ve Millî Egemenlik:

Yukarda yaptığımız açıklamalar çerçevesinde, Atatürk’ün hukuk inkılâbının, hukuk sisteminin temeli yönünden yaptığı en büyük değişiklik, bir kere millî egemenlik kavramının hukukun temeli olarak kabul edilmiş bulunmasıdır. Gerçi 1876 yılında, devleti hukuka saygılı hâle getirmek, hukuk egemenliği yoluna girmek bakımından bir anayasa (Kanun-u Esasi) meydana getirilmişti. Hukuk devleti kavramının yerleşmesi bakımından bu hareketin bir aşamayı ifade ettiği muhakkaktır. Ancak aşağıda nakledeceğimiz hükümleri itibariyle bu anayasa millî irade ilkesine mutabık değildi ve bir hukuk inkılâbını ifade etmiyordu. Gerçekten 1876 Kanun-u Esasisi’-nin 3. maddesinde şöyle deniliyor: “Saltanat-ı Seniye-i Osmaniye Hilâfeti Kübrayı İslâmiyeyi haiz olarak sülâle-i Âli Osman’dan usul’ü kadimesi veçhile ekber evlâda aittir”.

4. Madde : “Zat-ı Hazreti Padişahî hasbel hilâfe dini İslâm’ın hamisi ve bilcümle tabaayi Osmaniye’nin Hükümdar ve Padişahıdır”.

5. Madde : “Zat-ı Hazreti Padişahı’nın nefsi Hümayunu mukaddes ve gayrı mesuldür”.

7. Madde : “Hukuk-u mukaddese-i Padişahî … Ahkâmı Şer’iye ve Kanuniyenin icrası…” nı içermektedir.

17. Madde : “Osmanlıların kâffesi huzuru kanunda ve ahval-i diniye ve mezjıebiyeden maada memleketin hukuk ve vezaifinde mütesavidir”.

87. Madde : “Deavi-i Şer’iye mahakimi ser’iyede ve deavi i nizamiye ma-hakimi nizamiyede rü’yet olunur.”

Bu hükümler göstermektedir ki ahkâm-ı şeriyeye uygunluk hukukun temel ilkesi olmakta devam etmektedir.

İşte Cumhuriyet’le birlikte hukuka temel ve kaynak teşkil edecek ana kavram değiştirilmiş ve böylece hukukta sistem değişikliği gerçekleştirilerek hakikî anlamda bir hukuk inkılâbının yolu açılmıştır. Yukarıda da açıklandığı üzere bu, çağdaş Cumhuriyet hukukuna karakterini veren temel kavram, millî egemenliktir. İstiklâl Savaşı’nın başlangıcından itibaren millî egemenlik teorisi fiilen kabul edilmiş ve egemenliğin tek ve yegâne sahibinin Türk milleti olduğu başlangıçta zımnen ve Cumhuriyet’in teşekkülünden sonra ise açık surette ifade edilmiştir. Bugünkü Anayasamız 6. maddesinde “Egemenlik kayıtsız şartsız Türk milletinindir” demektedir.

Millî Egemenliğin Bugünkü Anlamı:

Bilindiği üzere egemenliğin hukukta iki görünümü vardır: Dış egemenlik devletin bağımsızlığını, bütün diğer devletlerle eşitliğini ifade eder. İstiklâl Savaşı’nda Türk milleti “ya istiklâl ya ölüm” sloganını haykırdığında devletin tam bağımsızlığını bütün dünyaya karşı açıklamıştır. İç bakımdan egemenlik ise devletin ülke sınırları içinde en üstün ve yüksek, hiçbir kurumla paylaşılamayan, devredilemeyen, aslî, kayıtsız ve şartsız, zaman aşımına uğramayan iktidarını ifade eder. Ancak bu iktidar keyfî değildir; hukuk kurallarıyla ve en başta anayasanın hükümleriyle kayıtlıdır. Devlet iktidarının menşeini izah bakımından tarihen öne sürülmüş temel görüşler arasında, yeni Türk Devleti’nin dayandığı esas, millî egemenlik olmuştur. Millî egemenliğin çok kısa olarak anlamı ise şundan ibarettir: Egemenliğin tek, meşru kaynağı ve sahibi millettir. Yöneticiler ancak egemenliği kullanmak yetkisine sahip olabilirler. Böyle olunca da egemenlik ancak milletin temsilcileri marifetiyle kullanılabilir. Böylece millî egemenlik, millî temsil ilkesiyle birleşmiş olur.

Ülkemizde, İstiklâl Savaşı’yla birlikte millî egemenlik kavramı ortaya çıkmış ve 20 Ocak 1921 ‘den itibaren yürürlüğe giren bütün anayasa niteliğindeki metinlerde millî egemenlik anlayışı hâkim olmuştur.

1961 ve 1982 Anayasalarındak Milli Egemenlik Anlayışı:

Ancak Millî Kurtuluş Savaşı’ndan sonra meydana getirilen anayasaların millî egemenliğin temsili hususundaki anlayışı ile 1961 ve 1982 anayasalarının millî egemenlik anlayışları arasında esaslı farklar vardır:

1921 ve 1924 anayasaları Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni egemenliğin kullanılmasında yegâne temsilci olarak kabul ediyordu. Böylece meclis üstünlüğüne dayalı millet iradesiyle meclis iradesini birbiriyle bütünleştiren, özdeşleştiren bir durum ortaya çıkmış bulunuyordu. Böyle bir meclisin yetkileri kısıtlanamaz; zira meclisin iradesini kısıtlamak, milletin iradesini kısıtlamak olur. Dikkat edilmelidir ki, bize İstiklâl Savaşı’nı kazandıran büyük Meclis’in kısıtlanamaz iradesinin bugünkü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde de tecelli ettiği görüşünden hareketle meselâ Anayasa Mahkemesi kararlarının eleştirildiğine, mahkemenin kararlarıyla millet iradesine sınırlar konulduğuna işaret eden görüşlere rastlanmaktadır. Oysa 1961 ve 1982 anayasalarının egemenlik anlayışı, evvelkilere nazaran farklıdır: Egemenlik hiç şüphesiz kayıtsız ve şartsız Türk Milletinindir, bu bakımdan herhangi bir değişiklik yoktur. Böylece egemenlik hiçbir, güç veya kudretle paylaşılamaz. Hiçbir kişi kendisini millet yerine koyarak egemenliğin içerdiği yetkileri kullanamaz, kendisinde böyle bir yetenek bulunduğunu iddia edemez. Egemenliğin kendisine özgü vasıflarıyla mutlak oluşu onun yegâne sahibi olan millette tecelli eder. Ancak egemenliğin millet adına kullanılmasında, her yetki için olduğu gibi, kayıtlar vardır. Bu kayıtlar Anayasa’nın açık hükümlerinde ifadelerini bulmaktadır:

a) Bir kere Anayasa’nın 2. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Hukuk devletinde ise her yetki hukukun gösterdiği sınırlar içinde kullanılabilir.

b) Anayasa’ya göre kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi kullanılamaz. Demek oluyor ki, millet adına kullanılan her yetki mutlaka kaynağını Anayasa’da bulmalıdır.

c) Anayasa’nın 6/2. maddesine göre “Türk milleti egemenliğini Anayasa’nın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır”. Demek oluyor ki, egemenlik yetkileri Anayasa’da gösterilmiş, bir bakıma sınırlandırılmış organlar tarafından hukuk devletinin zorunlu kıldığı hudutlar içerisinde kullanılacaktır.

d) Devletin egemenliği, devlet faaliyetleri bakımından yasama, yürütme ve yargılama alanlarında kullanılır. Anayasa’nın II. maddesi ise bu konuda şu hükmü getirmiştir: “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağla yan temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar Anayasa’ya aykırı olamaz”. Bu hüküm egemenliğin kullanılmasında, Anayasa hükümlerinin kesin sınırlar teşkil ettiğini ve millet adına egemenliğin kullanılmasının, yetkilerin Ana yasa’nın çizdiği sınırlar içinde kullanılacağını açık surette ifade etmektedir.

Atatürk’ün hukuk inkılâbı, elbette ki, o dönemde Türkiye’nin içinde bulunduğu şart ve ihtiyaçlara göre millî egemenlik görüşünü anlamlaştırmıştı.

Bu görüş, temelde, bugün de varlığını sürdürmektedir. Ancak günümüzde millî egemenlik kavramına, daha doğrusu millî egemenliğin kullanılması hususundaki özelliklere göre durum değişiktir. Vurgulayarak beyan edelim ki, Atatürk’ün hukuk inkılâbının temel ilkeleriyle bugün Anayasa’da millî egemenliğin ifade olunuşunun yönelttiği hukuka hâkim olması gerekli ilkeler arasında hiçbir fark yoktur ve 1982 Anayasası da Atatürk’ün hukuk inkılâbının ilkelerini aynen sürdürmektedir.

Atatürk’ün Hukuk İnkılâbında Temel Fonksiyon:

Atatürk’ün hukuk alanında gerçekleştirdiği yeniliklerin bir inkılâp olarak tanımlanmasını ifade eden ikinci temel sistem değişikliğini belirtmeden önce Atatürk’ün hukuk inkılâbında, hukuka düşen çok önemli bir fonksiyona işaret etmek istiyoruz. Bunu, hukukun, gerçekleştirilen bütün sosyal değişme hareketlerinin güvencesi, teminatı olarak kullanılmış bulunması şeklinde belirtebiliriz. Hukuk inkılâbımız sadece çağdaş anlamda bir devletin kurulması, sosyal hayatımızın çağdaş uygarlık çerçevesinde yaşayan milletlerin yaşam biçimleri doğrultusuna yönlendirilmesi, toplum düzenimizin geleneksel toplum biçiminden çağdaş sanayi toplum sistemi doğrultusuna sokulması anlamını taşımakta değildir. Bütün inkılâplarımızın ve yenilik hareketlerimizin muhafazası ve daha da ileriye götürülmesi için de hukuk en etkin bir araç rolünü oynamıştır ve hukuk inkılâbının temel özelliklerinden birisini de hukuka verilen bu rolde bulmak icap eder.

Günümüzün meselesi, söz konusu teminat veya müeyyidelerin bugün de fonksiyonlarını sürdürmelerine gerek olup olmadığıdır. Türk Ceza Kanunu’nun bazı maddeleri üzerinde yapılan tartışmaların temelinde aslında bu vardır. Bütün diğer inkılâpların varlıklarını, gösterilmesi sosyolojik bakımdan tabiî sayılan dirençleri bertaraf etmek bakımından hukuk inkılâbı etkin bir araç olmak rolünü oynamıştır. Bizce bugün de bu rolünü sürdürmektedir. Bu sebeple hukuk inkılâbının, bütün diğer alanlarda gerçekleştirilen yeniliklerin devam ettirilmesinin hem zorunlu şartını ve hem de güvencesini sağladığını belirtmekte hata yoktur.

Batı Kanunlarının İktibası:

Hukuk inkılâbından neyin anlaşılması gerektiğini yukarıda açıklamıştık. 1926 yılında ve takip eden dönemlerde bazı batı kanunlarının iktibas edilerek yürürlüğe konulmuş olması, Medenî Kanun’un, Ceza ve Usul Kanunlarının, Ticaret Kanunu’nun metin olarak batıdan iktibas edilip yürürlüğe konulması, elbette ki, toplum hayatı bakımından büyük bir olay, önemli bir yeniliktir; büyük bir sosyal değişme önerisidir. Söz konusu kanunlar toplumun yeni bir hayat düzeyine geçmesini sağlamak bakımından başvurulmuş araçlardandırlar. Ancak sadece bu kanunların alınmış olmasını hukuk inkılâbı olarak tanımlamak yeterli olmaz. Çünkü ülkemizde yabancı kanunların iktibası hareketine 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra girişilmiştir. Ceza kanunu, usul kanunları, matbuat kanunları ve diğerleri 1850’lerden 1920’lere kadar batı kanunlarından tercüme veya iktibas suretiyle alınmış ve Osmanlı ülkesinde yürürlüğe konulmuşlardır ama bu hareket hiçbir zaman gerçek bir hukuk inkılâbı olarak telâkki edilmemiştir.

Nasçılığın Tasfiyesi:

Batı kanunlarının çok kısa bir zaman süresi içerisinde, bir arada, âdeta bir paket halinde iktibas edilmelerinin özel bir anlam taşıdığını elbette belirtmek gerekir. Bu anlam hukukta geleneksel doğu yaklaşımından çağdaş yaklaşıma hiçbir taviz verilmeden intikal edilmesini ve bu husustaki kararlılığı ifade eder. Olay bu bakımdan büyük anlam taşır ve sosyolojik analizlere konu teşkil etmelidir. Ancak alınan bu kanunlar zaman içerisinde bizzat bunları meydana getiren ülkelerde değiştirilmişlerdir ve bizde de, olayların zoru ile, mahallî ihtiyaçların baskısı ile esaslı değişiklikler geçirmişlerdir. Bugün Medenî Kanun’u çok geniş ölçüde değiştirmek istiyoruz ve Ceza Kanunu yerine yeni ve Türk toplumunun bugünkü gerçeklerinden esinlenen yeni bir kanunu ikame etmek için yaptığımız çalışmalar sona ermiş bulunmaktadır. Bizde bazıları Medenî Kanun’un bir noktasına bile dokunulmasını âdeta inkılâba ihanet gibi telâkki ederken İsviçre bu kanunda çok esaslı değişiklikler yapmıştır ve yapmakta devam etmektedir.

Önemli olan yukarda da işaret ettiğimiz gibi yaklaşım değişikliğidir: Hukuk inkılâbını bağladığımız ve sistemi değiştiren yeni yaklaşım, mevzuatta ve tatbikatta çağdaş batı hukuk anlayışını hareket düsturu haline getirmek olmuştur ve Atatürk’ün hukuk inkılâbının temel taşlarından birisi budur. Bu anlayış hukukun ve hukuk kaynaklarının temeli olarak nasçılığı bertaraf etmek ve millî egemenliği esas almaktır. Böyle olunca hukukun ilham alacağı kaynağın sadece hayat ve onun zaruretleri olması icap ettiğini ve bunun için de medenî ülkelerce kabul edilmiş üstün hukuk ilke ve ölçülerine egemen esaslar olarak uymak ve bunları muhafaza etmek gereğini hukuk inkılâbı ifade etmektedir. Çağdaş hukuk zihniyeti, yazılı hukuk kuralları meydana getirilirken, uygar ülkelere ortak üstün hukukî ve insanî değerleri, toplumun o günkü ve ileriye yönelik ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmayı ve pozitif bilim zihniyetinin ve felsefesinin gereklerine uymayı emreder. Mevzuatın toplumun o günkü ve geleceğe yönelik ihtiyaçlara göre tertibi ve zaman içinde değişmesi bu zihniyetin gereğidir. Böyle bir tutum her türlü ilkenin inkârı ve zaman ve mekâna göre oportünistçe hareket edilmesi anlamını taşımaz. Çünkü çağdaş uygar ülkelerde ortak hukukun bugün artık milletlerarası hukuk belgelerinde, insan hakları bildiri ve sözleşmelerinde açıkça ifade edilen üstün ilkeleri ve kavramları vardır; bunlara medenî olduğunu iddia eden her ülkenin hukuku uyacaktır. Naslar bunlara uyulmasını engellemeyecektir.

İşte 19. yüzyılın batı kanunlarını iktibas etme hareketi ile Atatürk’ün hukuk inkılâbı arasındaki temel ayrılığı sözünü ettiğimiz temel yaklaşım farkı oluşturmaktadır. 1856 yılında Hıristiyan bir devletin ceza kanununu oluşturan Fransız Ceza Kanunu Osmanlı İmparatorluğu’nca “Ceza Kanunname-yi Hümayunu” olarak iktibas edildiğinde daha birinci maddeye kanunun Halifeye ait tâziratı şar’iyeyi göstermekte olduğu ve herhalde ahkâmı şer’iyenin mahfuz bulunduğu belirtilmiş ve böylece batı kanunu alınırken, batı hukuk zihniyetini reddeden, onunla zıddiyet halinde bir düşünce hemen kanunun I. maddesine yerleştirilmiştir. Atatürk’ün hukuk hareketinde ise bu türlü tavizlerin reddolunması ana yaklaşım direktifini oluşturmaktadır.

Hukuk İnkılâbını Yerleştirme:

Gerçek hukuk fiilen uygulanmakta olan hukuktur. Hukuka şeklini uygulama verir. Bu sebeple uygulama yönünden çağdaş hukuk anlayışına ulaşmak için, uygar milletlere ortak hukukun gerektirdiği zihniyeti taşıyan bir hukukçu neslin yetişmesi zorunlu idi. Bu ise elbette ki, bir zaman ve imkân meselesidir. îşte bu noktada Atatürk’ün kavrayıcı ve gerçekçi kimliği kendisini göstermektedir: Atatürk bu maksatla yeni bir hukukçu neslinin yetiştirilmesine her şeyden ziyade öncelik veriyor ve Ankara Hukuk Mektebi’nin açılışı törenindeki söylevinde şu hususları belirtiyor: “Milletimizi inhitata mahkûm etmiş ve milletimizin feyyaz sinesinde devir devir eksik olmamış olan teşebbüs erbabını, cehit ve himmet erbabını en nihayet meftur ve münhezim etmiş olan menfî ve kahir kuvvet şimdiye kadar elinizde bulunan hukuk ve onun samimî muakkipleri olmuştur. Belki ağır ve cesurane olan tarihî müşahedemin güzide heyetiniz içinde ve Cumhuriyet hükümetinin bugün hizmetlerinden istifade etmekte olduğu kıymetli memurlar ve hâkimlerimiz içinde kimsenin hayretini mucip olmayacağına eminim … Eski hukukun ve onun müntesiplerinin yeni inkılâp devremizde bizzat bana çıkardıkları müşkülâttan misal getirmeye kalksam sizi tasdi etmek tehlikesine maruz kalırım”. Bu ifadelerden de anlaşılmaktadır ki, Atatürk hukukta gerçekten bir inkılâp istemektedir. Eski hukukun, dayanakları ve ilkeleri itibariyle bir kenara bırakılmasını ve yepyeni esaslara dayalı yeni bir hukuk sistemine geçilmesini amaçlamaktadır.

Hukuk konusunda tecrübeleri olanlar bilirler ki, hukukçu, ülkesinde geçerli hukuk sistemine göre yetişkinlik kazanır ve o sistemin gerektirdiği zihniyeti taşır. Nitekim Atatürk’e girişmek istediği inkılâp hareketlerinde, eski hukukun gereklerini söz konusu etmek suretiyle muhalefette bulunanlar aslında yetiştirildikleri hukukçu zihniyetini ifade etmekten başka bir şey yapmamışlardır. Ancak Atatürk o büyük dehasıyla hukukçunun toplumsal gelişmenin temel unsurlarından birisi olduğunu görmüş ve bu bakımdan yeni hukuk düzenine uygun zihniyet taşıyan hukukçular yetiştirmenin hayatî önemine ifade etmek istemiştir. Nitekim 1 Mart 1924 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada bu hususa isabetle işaret etmiştir: “… fakat bundan daha mühim olan nokta adlî telâkkimizi, adlî kanunlarımızı, bizi şimdiye kadar şuurî, gayrı şuurî tesir altında bulunduran asrın icabatına gayrı mutabık rabıtalardan bir an evvel kurtarmaktır”. Bu ibarenin açık seçik anlamı yeni bir hukuk sistemine geçmek ve onun gerekli kıldığı zihniyeti egemen kılmaktır. Bu bakımdan da en önemli ilke nasçılığın bertaraf edilmesi ve millî iradeye tabî olunmasıdır. Nasçılıkla mücadele etmek zaruretini Atatürk Büyük Nutkunda şu suretle ifade etmiştir: “İlk Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nu hazırlayanlara bizzat riyaset ediyordum. Yapmakta olduğumuz kanunla ahkâmı şer’iye-nin bir münasebeti olmadığını anlatmaya çok çalışıldı. Fakat bu tâbirden kendi zuumlannca bambaşka mana murat edenleri ikna mümkün olmadı”.

Atatürk’ün bu şikâyetlerini iyi anlamak lâzımdır: Atatürk Türk toplum yapısını gelenekçilikten hareketliliğe yöneltmek, Türk toplumunu çağdaş hayat düzeyine ve toplum sistemine geçirmek hedefini güdüyordu. Gelenekçi, sosyal değişme hızı kesilmiş, ekonomisi ilkel bir tarım teknolojisine dayalı bir tarım toplumunun sanayi toplumu haline dönüşmesini, böylece Türk insanının lâyık olduğu refah düzeyine ulaşmasını ve batının sömürüsünden kurtulmasını amaçlamakta idi. Türk inkılâplarının tümünün hedefi budur. Oysa böyle bir hedefe nasçılığa dayalı bir hukuk ile ulaşılamaz. Nasçılığa dayalı bir hukukun hedefi durağan bir toplum yaratmak ve toplumsal sistemi geleneksel niteliği içerisine hapsetmektir. Böyle bir hukuk, toplumu yeniliklere kapatır; en azından yeniliği büyük ölçüde zorlaştırır. Oysa Atatürk inkılâplarının temel hedefi Türk toplumunu çağdaş medenî toplum düzeyine çıkarmak, yani geleneksel toplumsal sistemi bütünüyle değiştirmek idi. Böyle olunca da nasçılığı reddeden millî iradeye ve millî temsil sistemine dayanan yeni bir hukuk ve onun gereği olan zihniyet bütün Atatürk inkılâplarının zarurî temel şartını oluşturuyordu.

Atatürk’ün hukuk alanında gerçeğe dayanan ve çağdaş medeniyetin temellerini oluşturan esasları egemen kılmak yolundaki hareketlere engel olmaya gayret eden hukuk zihniyetinden ve bu zihniyeti temsil edenlerden şikâyet etmesinin sebebi budur. Atatürk’ün hukuku, muhafazakârlığı temel değer telâkki ederek yeniliği durdurup statik bir toplum düzeyini muhafaza etmek için kullanmayı öğütleyen eski hukuk sisteminden ve onun zihniyetinden kurtarmak amacıyla yaptığı şey işte bu gerçek hukuk inkılâbıdır. Atatürk inkılâbı çerçevesinde çağdaş hukukun temel karakteri ve fonksiyonu, toplumu mümkün olduğunca muhafaza ederek durağan bir toplumsal sistemi egemen kılmak değil ve fakat topluma ve insanlara hareket sistemi sağlamak suretiyle yenilik yollarını açmaktır. Yeniliği tıkayan unsurları bertaraf etmektir.

Hukuku nasçılıktan kurtararak millî egemenliği tesis etmenin aslî şartı ise lâiklik ilkesini devletin değişmez niteliği ve vasfı olarak kabul etmek ve yerleştirmektir. Atatürk inkılâbı, lâiklik ilkesi tam manasıyla yerleştirilmedikçe, 1839 Tanzimatı’ndan itibaren yürütülmesine girişilmiş ıslahat hareketlerinin istenen sonuçlara götüremeyeceğini açık ve seçik olarak tespit etmiştir.

Bu sebeplerdir ki, çok akıllı ve plânlı bir biçimde lâikliğin devlet hayatında ve hukukta egemen olmasına giden yol açılıp temizlenmiştir. Lâiklik ilkesi kelime ve metin olarak Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’na 1937 yılında girer. Ancak gerçek anlamda lâiklik 1924 Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun yürürlüğe girdiği andan itibaren devlet hayatında fiilen uygulanmıştır. 1928 yılında devletin dininin İslâm olduğu, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin şeriatı tenfiz yükümlülüğünde bulunduğu hususundaki hükümler, milletvekillerinin Cumhurbaşkanı’nın yeminlerindeki dine atıflar anayasada yer almış “zevait” (gereksiz fazlalıklar) gibi tanımlanarak kaldırılmıştır. 1928 yılında Anayasa’da yapılan bu değişikliğe ait gerekçede aynen şöyle denilmiştir: “… Esbabı mesrudeye binaen lâik devletin esas telâkkisine münafi fıkraların teşkilâtı esasiyeden tayyı teklif olunmuştur… Muasır medeniyet hukuku ammesinde, milletin hâkimiyetinin tecellisine medar en mütekâmil devlet şeklinin lâik ve demokratik cumhuriyet olduğu müsellimattandır”.

Bu yazımıza bir özetle son vermek istersek diyeceğiz ki:

Hukuk inkılâbı aslında hukuk sisteminde temelden değişiklik demektir.
Hukuk sisteminde değişiklik hukukun ana kaynak ve temel ilkelerinin değişmesi anlamına gelir.

Atatürk’ün hukukunda yapısal değişme, millî egemenliğin hukukun ana kaynağı olmasıdır.

Bu ilke zarurî olarak nasçılığın bertaraf edilmesini gerektirir.
Hukukta nasçılığın bertaraf edilmesinin aracı ise lâikliğin kabulüdür.

O halde dün olduğu gibi bugün de Türk milletinin millî egemenlik ve lâiklik ilkelerine sımsıkı sarılması,

Atatürk’ün gösterdiği hedefe ulaşabilmenin temel şartıdır.

Bu aynı zamanda Atatürk inkılâplarına sadakatin gereği ve bağımsızlık ve milletçe mutluluğumuzun temel şartıdır.

Kurthan Fişek ağabeye..

(1942- 17 Eylül 2012)

Dostlar,

Kurthan ağabeyi 30 yılı aşkın bir zamandır tanırım.

Babası Prof. Dr. Nusret H. Fişek 1971’de Hacettepe Tıp 1. sınıfta hocamız olmuş ve bize Toplum Hekimliği / Halk Sağlığı tıp dalını benimsetmişti.

Tıbbiyeyi bitirince de (1977) 1 yıl Anadolu’da çalıştıktan sonra yine Hacettepe’de bu dalda tıpta uzmanlık eğitimi almaya başlamıştım 1978 sonlarında..

Kurthan abi arada Bölüme (Toplum Hekimliği Bölümü) uğrardı. Benden 12 yaş daha büyüktü ve Mülkiye’de hocaydı. Nusret Hoca 1938’de ülkenin tek tıp fakültesi olan İstanbul Tıp Fakültesi’ni 1938’de birincilikle bitirdikten sonra (İhsan Doğramacı ile sınıf arkadaşı) kısa süre Adana Sıtma Enstitüsü’nde çalışmış ve Harvard Tıp Fakültesine doktoraya gitmişti. 2. Dünya paylaşım savaşının zor günleriydi. Kurthan ağabey 1942’de annesi Perihan hanımdan orada doğdu.

Babası gibi çok zeki idi.. 12 Eylül’de işinden uzaklaştırıldı. Yıllar sonra dönebildi. Nusret hoca da 1983’te yeni YÖK yasasının emeklilik yaşını 72’den 67’ye çekmesiyle 5 yıl erken emekli oldu. Fişek hocanın sınıf ve dava arkadaşı (Rektör Yardımcısı) İhsan Doğramacı, 12 Eylül iklimiyle uyum sağlıyordu. Nusret hoca ile ters düştüler.. Toplum Hekimliği Bölümü “Halk Sağlığı Anabilim Dalı” na dönüştürüldü (indirgendi). Nusret Hoca, “Hacettepe’de Toplum Hekimliğinin 15 Yılı” adlı bir kitapçıkla tarihe not düştü.

Nusret hoca emekli olurken, sınıf akadaşı Doğramacı YÖK Başkanı (tüm üniversitelerin rektörü!) oldu.. Hem de uzun yıllar boyunca (10 Aralık 1981 – 10 Temmuz 1992)

Kurthan hoca, babasının sonradan “dönen” dava arkadaşı görevde iken SBF’ye geri dönemedi.

Kurthan ağabey ile en son annesi Perihan hanımın Ankara Maltepe camisi avlusunda cenaze töreninde görüştük.
Sağlığı iyi değildi ve uyarıları dinlemiyordu..

Bir de Gürhan Fişek var.. Hacettepe tıbbiyeden arkadaşım.. O da “İş Sağlığı Doktorası” yaptı Hacettepe tıpta.. Sonra bir de “Sosyal Politika” doktorası yaptı SBF’de ve Prof. Cahit Talas döneminde Mülkiye’ye geçti. “Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri” bölümünde profesötr oldu..

Bir tıbbiyeli, Mülkiyede hoca oldu.. Bir koltukta 2 karpuzu yaşatıyor Gürhan..

Sevgili Gürhan ve eşi Oya ile Kurthan Ağabey’in eşi Neyran hanımdan, çok uzun bir mola vermelerini rica ediyorum bizleri bırakıp gitmeden önce..

Kurthan ağabey, bizlere kattıkların için sana nasıl teşekkür edebilirim?

YÖNETİM adlı özlü kitabın yeniden masamda ve SBF’de hala ders kitabı olarak okutuluyor. Hürriyet’teki “SIFIRCI HOCA” köşesindeki yazılarının da tadı damağımda. Yüksek zekanla ince mizah ve eleştiriler ve de yol göstermeler..

Bir Nusret Fişek anmasında da 3 Kasım akşamlarından birinde, elindeki rakı kadehini yudumlar ve cigaranı adeta içerken, Türkiye’nin en temel sorununun demokrasi olduğunu söylemiştin.. İçin eziliyordu bu tümceyi kurarken, drama yaparcasına söylüyor ve ona ne denli gereksinim duyduğunu ustaca dışavuruyordun.

Kurthan ağabey, efsane hekim, Halk Sağlığı hocası, Türkiye’de modern Toplum Hekimliği – Halk Sağlığı bilimlerini kurucusu Prof. Dr. Nusret H. Fişek’in oğluydu.

Prof. Dr. Nusret H. Fişek ise, Kurtuluş Savaşımızda ülkemize çok hizmet eden Tümgeneral Hayrullah Fişek’in..

Kalpaksız kuvayı milliyeciydi onlar, Uğur Mumcu‘nun nitemiyle..

Nusret Hocam, Kurthan ağabeyim..

Sizli yıllar çooook hoştu..

Tersi ise…. boşverin şimdi..

Sevgi ve saygı ile.
28.9.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Üstün Dökmen : “Dünya üzerinde zarafet sevgi ve neşeyle yürüyorum..”

Dostlar,

Prof. Üstün Dökmen hoca insanlara ne çok iyimserlik aşılıyor ve işe ilişkilerde çok yarayan ipuçları veriyor değil mi?

O’na teşekkür borçluyuz..

Birkaç dizesi aşağıda..

Bana çoook “hoşş” geliyor..

Size??

Sevgi ve saygı ile.

28.9.12

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==================================================


Psikolog Prof. Dr. Üstün Dökmen, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fak.

“Dünya üzerinde zarafetle,
sevgiyle ve neşeyle yürüyorum..”

Selam

Yola çıkınca her sabah,
Bulutlara selam ver.
Taşlara, kuşlara, atlara, otlara
İnsanlara selam ver,
Ne görürsen selam ver

Sonra çıkarıp cebinden aynanı

Bir selam da kendine ver.
Hatırın kalmasın el gün yanında
Bu dünyada sen de varsın!
Üleştir dostluğunu varlığınla,
Bir kısmı seni de sarsın.

Üstün Dökmen

Yaş 87 … EN GÜZEL ANLAR …

Dostlar,

İnternete düşen bir ileti aşağıda..

İsrail’in 87 yaşındaki Devlet Başkanı Şimon Peres ve entellektüel başarımı (performansı)..

Douşta beklenen ve gerçekleşen ortalama yaşam süresi giderek uzuyor.

Günümüzden 16 yıl önce, henüz 42 yaşında iken Datça’da bir beyle yürüyüş yapıyorduk. Billurkent’ten Datça’ya 13,5 km yürüyecektik.

Ben çok rahattım. Arkadaşım benden 23 yaş daha büyüktü, 65 yaşında idi.

Yolda Servet bey viteslerini büyüteceğini söyledi.. Ben de tasasız elbette.. diyordum.

Vited 3,5 olmuştu ve Seervet beye yetişmekte çok zorlanıyordum. En üst vites 4 idi ve onu da yiğitliğe toz kondurmadan kabul ettim.

Fakat yetişmek ne olanaklı? Servet bey aldı başını gidiyor..

Tüm çabama karşın ara açılıyor, ancak koşarak kapatıyoruım, gene açılıyor..

Böylelikle zorlukla, Datça PTT’ye “at başı” girebildik.

O gece ve izleyen günlerde tüm bacak ve karın kaslarım hamlamıştı ve zorlukla yürüyordum.

Servet bey 40-45 yıldır her gün düzenli olarak 45 dk. – 1 saat yürüyor ve yüzüyordu.

Sonuç ortada idi.. Bu Eylül’de yürüyüş yapamadık, Servet bey İstanbul’da idi.
Ama gelecek yıl yapacağız uzun yürüyüşlerimizi.

Bir de, Tanrı nazardan saklasın, 1921 doğumlu Dr. Ali Nejat Ölçen beyefendi var örnek mi örnek.

Cumhuriyetimizin 2 yaş büyük abisi!

İTÜ mezunu mühendis, politikacı, ekonomi doktorası var.

TÜRKİYE SORUNLARI başlıklı dergi çıkarıyor 2 ay ara ile. Yıllardır..

Editör kendisi. Ücretsiz postalıyor (gönüllü katkıya açık..)

Yazıları topluyor, düzeltiyor, yazarlara br kez daha sunuyor, “tamam” ı alıp basıyor. Kendisi de yazıyor epey.

Devam edelim mi ??

web sitesi var ! www.olcen.net!

İnternette tartışmalara katılıyor.. Kaynak göstererek, bilimsel tutumla.

Tümceleri devrik olabiliyor, edebi olabilior, uzun ama hatasız olabiliyor..

Muazzez İlmiye Çığ daha da heyecan veren bir örnek.. 98 yaşında ve TV’de kahkahalar atarak ve attırarak esprilerle canlı program yapıyor..

TGB (Türkiye Gençlik Birliği) ile sokak yürüyüşüne katılıyor..

Geçen ay Başbakan RT Erdoğan’a açık mektup yazdı!

Uzun ömür byle onurlu, üretken olmalı.

Koruyucu toplum sağlığı hizmetleri kişisel koruyucu sağlık davranışları ile birleştirilebilirse, bu tür örnekleri daha çok görebileeğiz..

Elbet uzun-kısa; sağlıklı yaşam onurlu olsun, üretken olsun.. sevgi ile dolu olsun..

Ve de her gün, birkaç vatan evladını 20’li yaşlarında emperyalist bölücü teröre kurban veren bir ülkede yaşadığımız yakıcı gerçeği ile kuşatılmış olarak..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 28.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================================

trong>Yaş 87 … EN GUZEL ANLAR …

Aşağıdaki görüş, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres‘e ait.

87 yaşında ve görevinin başında. Dergiye verdiği röportajda bakın neler söylüyor:

-“Yaşımın 87 olması benim için kesinlikle bir sorun değil. Hiç kimseyi yaşıyla yargılayamazsınız.
Yaşlı insanlar genç davranabilir, genç insanlar da eski kafalı olabilir.

Bence bir kişiyi, kimliğindeki doğum tarihine bakarak değerlendiremezsiniz.
İnsan için önemli olan vizyonu ve enerjisidir. İnsanı bunlarla değerlendirebiliriz.”

Şimon Peres‘le ilgili bu röportaj beni çok etkiledi.

Geçmişte 80-90 yaşındaki kişilerin neler yaptığını araştırdım.

Picasso, 90’nda nefis eserler veriyordu.
Goethe, Dr. Faust’u 80’unden sonra kaleme aldı.
Verdi, Otello’yu 73 yaşında, Falstaff’ı 80 yaşında bitirdi.
Mikelanj, 80’li yaşlarında hala yaratıyordu.
– İngiliz düşünürü Thomas Hobbes, 90’nını geçtikten sonra bile yazdı.

Peki bedeni ve aklı dik ve dinç tutmanın gizleri (sırları) neler?

Yaşamdan kopmamak.
– Öğrenmeyi sürdürmek.
– Her yaşta hedefli olmak.

Bu konuda ABD’li ünlü komedyon George Corlin’in ilginç önerileri var:

1. Zorunlu olmayan sayıları çöpe atın. Yaş, kilo, boy…
2. Sadece neşeli arkadaşlarınız olsun. Suratsız, NEGATİF insanlara yaklaşmayın
3. Öğrenmeyi sürdürün. El işleri, bilgisayar, bahçecilik. Beyniniz atıl kalmasın.
Atıl kafa iblisin tezgahıdır. İblisin adı da, Alzheimer‘dir.
4. Küçük şeylerden zevk almaya bakın.
5. Sık sık, uzun uzun ve var gücünüzle gülün.
6. Gözyaşları olacaktır. Katlanın, yas tutun, başka yaşantılara geçin.
7. Çevrenizi sevdiklerinizle doldurun. Aileniz, kedi, köpek, kuş, balık, müzik,
bitkiler… Ne olursa. Eviniz, sığınağınız olsun! Tadını çıkarın!…
8. Sağlığınızın kıymetini bilin. İyiyse, üstüne titreyin. Bozuksa, düzeltin.
Siz kendiniz düzeltemiyorsanız, yardım isteyin.
9. Vicdan azabından uzak durun. Çarşı pazarda gezin, ülkenizi ve yabancı ülkeleri
dolaşın. Ama sakın suçluluk ve pişmanlık duygusuna kapılmayın.
10.Sevdiğiniz insanlara, onları sevdiğinizi söyleyin. Her fırsatta sevdiğinizi
hissettirin.
11.Hiç unutmayın ki yaşam, aldığınız soluklarla değil, soluk kesen anlarla ölçülür.