(‘Şiddet, devleti yönetim aracı mı?’ başlıklı son yazı /4 Kasım).
Haliyle, ‘Anayasa nasıl okunmalı?’ sorusu öne çıkıyor. Millet İttifakı ve Cumhur İttifakı arasındaki ayrışma ekseni, Anayasa üzerinden ‘demokratik Cumhuriyet ve teokratik monarşi’ olarak karşıt iki hedef etrafında biçimlenecek.
Demokratik cumhuriyetçilerin kazanmasının ilk koşulu, kavram kirletmelerine izin vermemektir. Haklılık, kendilerini öne çıkarsa da, teokratik monarşi yanlılarının hukuk ve ahlak dışı kirletmeler üzerine becerisi malum.
Bu nedenle, gelinen yer ne ölçüde iyi bilinirse gidilen yön (hedef) daha doğru çizilebilir. Son yıllarda bilinçli ve sistematik biçimde yaratılan anayasal bilgi kirliliği, demokratik cumhuriyet savunucularını bile kafa karışıklığına sürükleyebiliyor.
2709 sayılı 7 Kasım 1982 Anayasa’sı, birbirine karşıt yönde iki değişiklik dizisinde ilk metinden uzaklaşılarak başkalaştı:
• 1987-2004 ekseni; Anayasa’nın güvenlikçi ve otoriter özelliğini, iktidarın dengelenmesi ve özgürlük güvenceleri ereğinde hayli törpüledi.
• 2007-2017 ekseni ise tersine, Anayasa’yı, kurul halinde karar ve denge-denetim düzenekleri ile hesap verebilir hükümete ilişkin kurallardan arındırdı; devleti temsil ve yürütmeye ilişkin bütün yetkileri tek kişide yoğunlaştırdı.
• Bununla, değişiklik öncesi döneme göre bir nitelik farkı yaratıldı. Nasıl?
• 1961 ve 1982 Anayasa’sı arasında nicelik farkı vardı.
• 2017 Anayasa değişikliği ile 1982 Anayasa’sı, 1987-2004 ekseninden değil yalnızca, Osmanlı-Cumhuriyet anayasal gelişmelerinden nitelik olarak farklılaştı; çünkü demokratik hukuk devleti düzenekleri yok edildi.
2023 çifte seçimi, “plebisiter anayasa oylaması”na dönüştürüleceğine göre; demokratik cumhuriyetçiler ve teokratik monarşistler arasındaki hesaplaşma, anayasa üzerinden yapılacak demektir.
Anayasal kurumlara yönelik, ‘Bekleme odasına almak, saygı duymamak ve tanımamak, kapatmak ve yıkmak’ vb. ifadeler, sıradan siyasal söylemler değil. Anayasal düzen yıkıcılığı misyonu ile müseccel ümmetçi-ırkçı mecrada yürüyen teokratik monarşi cephesi, tehdit ve şantaj yüklü söylemlerini, demokratik hukuk devletinin içerdiği değerleri, sistematik ve kararlı bir biçimde aşındırma üzerinde yoğunlaştıracak. Bu nedenle, siyasal, sivil ve akademik çevrelerin ‘demokratik Cumhuriyet’ ekseninde buluşması yaşamsal.
Siyasal düzlemde, öncü rol CHP’de. Sivil toplum örgütleri, sendikalar ve demokratik kitle kuruluşları, toplumsal yapının zinde örgütleri olarak anayasa tartışmalarını gündemlerine almalı.
Akademik çevreler ise, öğrencilere doğru bilgi aktarmalı; yayınlarında nesnel davranmalı, toplumu bilgilendirmede biraz cesur davranabilmeli. Bu üç katmanlı süreçte, insan hakları bilimi gerekleri, ortak payda olarak öne çıkarılmalı; ‘iktidarlar ayrı, insan hakları ise bir bütündür’ görüşü içselleştirilmelidir.
Gelinen yer ve gidilecek yön olarak, 7 Kasım metni ile 17 Nisan metni arasındaki nitelik farkı nedeniyle darbeden çıkış söylemi yerine, demokratik olmayan rejimi aşmak amacıyla demokratik hukuk devleti hedefini öne çıkarmak, daha gerçekçi bir yaklaşım olur. Düne ilişkin sorunlara karşın ciddi bir birikim de var olduğuna göre, tartışmaları ve somut önerileri geleceğe yönelik olarak yoğunlaştırmak, aklın gereğidir. Kuşkusuz demokratik Cumhuriyetçiler, şiddet sarmalındaki anayasal sürece seyirci kalamaz.