Randevu krizinden gece polikliniklerine

Bayazıt İlhan

Bayazıt İlhan

Güncel 24.05.2024 BİRGÜN

     google-news

Bozuk sağlık sisteminden kaynaklı sorunları akıl dışı yöntemlerle çözme telaşı bitmiyor.
Arada ezilen de hekimlerimiz, sağlık çalışanlarımız ve ihtiyacı olan sağlık hizmetini alamayan yurttaşlarımız oluyor.

Sağlıkta kötü gidişin en belirgin göstergelerinden biri hastanelerden randevu alınamaması.
Hani “hastanelerde kuyruk dönemi bitti” deniyor ya, işin aslı yurttaşlar telefon ve bilgisayar başında randevu için günlerce, haftalarca uğraştıklarından hastaneye gelemiyorlar.
Hatırlarsınız, Sağlık Bakanlığı randevulardaki sıkıntının sorumluluğunu yurttaşlara yüklemişti. Öyle ya randevu alanların yüzde 30’u randevusuna gelmiyordu; devlet,
randevusuna uyan vatandaşını severdi, o halde bu konuya el atılmalıydı.

ONAYLI RANDEVU DÖNEMİ

Geçtiğimiz hafta başlayan uygulamayla Hastanelerden aldığınız randevuyu bir gün öncesinde saat 20’ye kadar Merkezi Hekim Randevu Sistemi’nden (MHRS) onaylamanız gerekiyor. Onaylamazsanız randevunuz iptal oluyor. Onaylayıp gitmezseniz, 15 gün o branştan randevu alamıyorsunuz. Sağlık Bakanı, bir haftalık değerlendirmesinde randevuya sadakatın arttığını bildirdi, ancak rakam vermedi.

Sorunlar mı? Tabii ki yaşanmaya başladı. Bir gün önce randevusuna onay ver(e)meyen hastalar ertesi gün hastaneye geldiklerinde randevularının iptal olduğunu öğrendiler, randevusuz muayene olmaya çalıştılar, olamazsa da çalışanlarla tartıştılar. Olan yine hekimlere oldu,
iş yükleri katlandı. Hastane idareleri bu tür durumların çözümü için hekimlerden
“tolerans göstermelerini” istedi.

Peki gerçekten hastanelerdeki talep patlamasının, kalabalıkların, beş dakikada muayenelerin, tıklım tıklım acil servislerin sorumlusu randevusuna gelmeyen yurttaşlar olabilir mi?
Sağlık Bakanı’nın MHRS randevu ve günlük muayene sayılarına dair verdiği son veriler
2024 bütçe sunumuna ait. Buna göre günde 1,2 milyon randevu veriliyor, ancak bunun çok üzerinde 1,5 milyon randevusuz muayene yapılıyor. Yani MHRS randevularının çok üzerinde randevusuz hasta zaten bakılıyor. Hastaneler, randevusuna gelmeyen hastaların yerine randevusuz hastalar alıyorlar, hekimlerin boş vakitleri yok. Bakanlık, sürekli gelen şikayetler nedeniyle daha çok randevu verip “durumu kurtarmak” istiyor. Ancak olmuyor,
çünkü mevzunun temelinde sevk zincirinin olmadığı, insanların hastane hastane dolaştığı hastalıklı sağlık sistemi yatıyor.

24 SAAT POLİKLİNİK BAŞLIYOR

Hastaların muayene olamama krizine bulunan bir diğer dâhiyane çözüm de “acil yeşil alan branş poliklinikleri”. Bu fiyakalı isim bir biçimde yedi gün 24 saat rutin poliklinik muayenesi anlamına geliyor. Geçtiğimiz ay Ankara Bilkent Şehir Hastanesi’nde 7/24 uzman polikliniği uygulaması getirileceği haberlerini hastane idaresi yalanlamış ve şu açıklamayı yapmıştı:

“Sosyal medya platformlarında yer alan, hastanemizde 7/24 uzman hekim poliklinik uygulamaları iddiaları asılsızdır. İhtiyaç duyulan branşlarda ve sürelerde mevzuat çerçevesinde uygulama yapılmaktadır.”

Ancak hastane idaresinin tam da bu çerçevede hazırlık yaptığı geçen hafta birimlere gönderilen resmi yazıyla netlik kazandı. Meseleyi özetlemeye çalışayım:

Türkiye’de acil servislerin büyük oranda acil olmayan hastalarca dolu olduğu biliniyor.
Bu hastaların geri çevrilmeyip muayene edilmeleri için “yeşil alan poliklinikleri” icat edildi.
Yeşil alanda görülen hastaların önemli bölümü, takip eden günlerde branş polikliniklerine yönlendiriliyor. Yani sorun orada çözülmüyor, öteleniyor, hastanın randevu alıp ilgili branşa gitmesi gerekiyor. Şimdi Bilkent Şehir Hastanesi şöyle demiş oluyor:

Biz iç hastalıkları, genel cerrahi, ortopedi, enfeksiyon hastalıkları, aile hekimliği, beyin cerrahisi, üroloji, göğüs hastalıkları ve nöroloji branşlarında “acil yeşil alan branş polikliniği” adında kuracağımız birimlerde 7/24 uzman hekim bulunduracağız, acile başvuran poliklinik hastalarını buralara yönlendirin.

Hastane, ihtiyaca göre bu branşlarda değişikliğe gidilebileceğini de bildiriyor. Yazıda can alıcı bir nokta da performans göstergeleri üzerine. Hekimlere bir anlamda, “bu süreçteki olumsuzluklar alacağınız parayı da kötü etkiler” deniyor. Uygulamanın zamanla diğer hastanelere yaygınlaştırılmak istendiği anlaşılıyor.

Bu durumda neler olabilir? Örneğin 15 yıllık şeker hastası rutin kontrolü için gece 3’te dahiliyeciye uğrayabilir, 10 yıllık prostat hastası gece 2’de muayeneye gelebilir, 30 yıllık epilepsi hastası altı aydır gel(e)mediği kontrolü için sabaha karşı 5’de nöroloğun kapısını çalabilir.
Bunun bilimle, sağlık hizmetlerinin gereği ile ilişkisi yok. Bu şekilde nitelikli sağlık hizmeti verileceğini söylemek de olanaksız. Sağlıkta gelinen noktanın akıl dışılığını, popülizmi gösteriyor.

Ne pahasına?
Hekimlerin ve sağlık çalışanlarının tükenmesi, sağlığını kaybetmesi, şiddete uğraması,
halkın da nitelikli sağlık hizmeti yerine göz boyamalara razı olması.
Biz ısrarla bu uygulamaların çözüm olmayacağını, bilim ve aklın gereği bir sağlık sistemi kurulmadıkça sıkıntıların süreceğini anlatacağız, doğruyu göstereceğiz.

Din ne işe yarar?

Özdemir İnceÖzdemir İnce
24 Mayıs 2024, Cumhuriyet

 

Türkiye’nin en iyi gazetesi benim yazdığım Cumhuriyet gazetesidir. Lise öğrenciliğimde Cumhuriyet ve Dünya gazetesini satın alıp okurdum, spor haberleri için Hürriyet gazetesine bakardım. Hürriyet gazetesini ilk kez 7 Ağustos 1948 günü satın almışım, 12 yaşımda. Birinci sayfasında Londra Olimpiyat Oyunları’nda grekoromen stilinde olimpiyat şampiyonu olan Mersinli Ahmet ile Mehmet Oktav’ın fotoğrafları var. Takım halinde ikinci olmuşuz.

Cumhuriyet gazetesi gözdem ve öğretmenimdir ama başka gazetelerin iyi işlerini görmeme engel değildir bu. Örneğin Sözcü gazetesinin birinci sayfasını çok beğenirim. 17 Mayıs 2024 günlü birinci sayfası bana bu yazıyı esinledi.

Manşet: Diyanet her gün yiyor et! Kafiyeli! Din adamlarının yemek listesi bu yazıyı ilham etti. Güney Amerika’nın Katolik rahiplerinin dışında dünyanın geri kalan ülkelerindeki din adamları, kapitalizm ve sömürüden yanadır. Birinci sınıf beş yıldızlı otellerde toplantı yapıp buralarda yatan ve çatal kaşık şakırdatan Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) imamlarının pahalılıktan ve müzmin açlık ile yoksulluktan şikâyetçi olup durumu eleştirdiklerini hiç duydunuz mu? Adamlar sanki bir sömürge ülkesinde kolonyal düzenin temsilcileri…

“DİB ya da kısa adıyla Diyanet, 3 Mart 1924 tarihinde Şeriyye ve Evkaf Vekâleti’nin yerine kurulan, İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle görevli kurumdur. Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle 429 sayılı kanunla Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı’na bağlı bir teşkilat olarak kurulmuştur. 9 Temmuz 2018’de Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı’na bağlanmıştır.

Anayasanın 136. maddesinde, Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.’ hükmü yer almaktadır.”

Mevcut DİB Kuruluş ve Görev Yönetmeliği’nde yukarıdaki ilkeler yer almaktadır. Sözcü gazetesi ayıs ayının yemek listesini yayımlamış. Afiyet şeker, lop lop et olsun. Dünkü (23 Mayıs) menüsü şöyle: Mantar çorbası, fırın köfte, nohut salatası, keşkül. Listede ana yemek olarak ekşili köfte, orman kebabı, Ankara tava, etli nohut, tavuk döner, çiftlik kebabı, soslu misket köfte, etli taze fasulye, tavuk külbastı, hünkâr beğendi, sebze graten, çiftlik köfte, tavuk şinitzel, etli taze fasulye, et döner, fırın köfte, patlıcan musakka, etli kuru fasulye, püreli kebap, piliç Topkapı, kıymalı ıspanak, karışık ızgara. Ayrıca çorba çeşitleri, ara sıcaklar ve dört çeşit son tıkıntı var.
Bu listeyi okusun, halkın bir yeri şişer vallahi!

Diyanet son dört ayda 31.8 milyar lira harcamış! 17 Mayıs 2024 tarihli Sözcü gazetesinde
Deniz Ayhan’ın haberi şöyle:

‘Yiyin efendiler yiyin’

“Milyarlarca liralık bütçesi ve lüks makam araçlarıyla gündemden düşmeyen DİB’nin
üst düzey yöneticileri için hazırlanan öğle yemeği listesi ortaya çıktı. Vatandaşın ucuz et için zifiri karanlıkta kuyruklara girip saatlerce kuyruk beklediği, çocukların ete ulaşamadığı bir ülkede DİB’nin üst düzey yöneticileri için hemen her gün etli yemek çıkıyor. Sebze yemekleri de kıymalı yapılıyor. Diyanet’in 17 Mayıs, yani bugünkü sofrasında ‘mısır çorbası, çiftlik köfte, bulgur pilavı, meyve’ olacak.”

Yemek maliyetlerinin bir kısmı bütçeden karşılanırken DİB Başkanı Ali Erbaş, bir günlük yemek için 67.5 TL ödüyor. DİB başkan yardımcıları, Din İşleri Yüksek Kurulu başkanı, Diyanet Akademisi başkanı, genel müdürler, rehberlik ve teftiş başkanı, strateji geliştirme başkanı da bu mönü için 67.5 TL ödüyor. Diyanet’te çalışan 4/D’li işçiler radyo TV personeli ve KOMAŞ personeli ile başkanlık personeli 100 TL ödüyor. Misafirler için ise yemek 110 TL. Aşçı, bekçi, hizmetli, şoför, yönetmen, 4/B sözleşmeli personel bu yemek için 30 TL, başkanlık müşaviri, baş müfettiş, hukuk müşaviri, avukatlar da 42 TL ödüyor.

Sosyal adalete göre az kazananın az, çok kazananın da az kazanandan fazla ödemesi gerekmez mi? Gerekir ama

  • DİB’de demek ki dinsel adalet uygulanıyor, sosyal adaletin yeri yok.

Not: Bu konuda Diyanet bir açıklama yapmıştır.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Din ne işe yarar?24 Mayıs 2024

Anayasa Mahkemesi ve başsavcı ataması

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 23.05.2024, BİRGÜN

Anayasa Mahkemesi’ne son 6 ayda yapılan baskı ve engellemelere 60 yılda -darbeler dahil- hiç tanık olunmadı. Bu yaşananlar karşısında Anayasa Yargısı kitabıma nokta yerine (;) koyabildim. Ancak ne var ki 16 Mayıs ataması,  tasavvur sınırlarını da zorladı.

İHLAL ÖDÜLLENDİRİLDİ

Anayasa Mahkemesi (AYM) kararını uygulamayan ve üstelik AYM üyelerine karşı suç duyurusunda bulunan Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Başkanı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na atandı.

Bu atama, AYM için kapatılmaktan daha ağır bir yaptırım. AYM üyeleri, tepki olarak görevden çekilmediklerine göre, özeleştiri yaparak karar tercihlerini gözden geçirmeleri beklenir. Nasıl?

Özellikle norm denetiminde Yürütmenin ve Yasamada Cumhur İttifakı çoğunluğunun Anayasa dışı düzenlemelerini görmezlikten gelme eğiliminden vazgeçerek. AYM için ölçü, Anayasa’dır.

ETKİLİLİK TESTİ

AYM, Can Atalay hakkında Anayasa’ya uygun karar verdi.

Anayasa’nın emredici ve yasaklayıcı hükümlerini bilerek ve isteyerek üst üste ihlal eden Yargıtay 3CD Başkanı ise ‘ödüllendirildi’.

Kim ödüllendirdi? Yasama, Yürütme ve Yargı. Nasıl?

Yasama: 3CD’nin AYM kararını tanımayan metnini TBMM’de okudu…

Yargı: Yargıtay, 3CD Başkanı’na seçilmesi ve atanması için yeterli olmasa da oy verdi.

Yürütme: 1. sırada olmayan 3. CD Başkanını atadı.

Anayasal düzeni zedeleyici bu işlemler dizisi hukuksal deyimlerle açıklanamaz; çünkü karşılaştırmalı anayasa yargısına yabancı bir süreç (Bkz. “Baskıcı yönetimle ve direnen yargıçlar”, 8.1.24).

Şimdilik şu kayıtla yetineyim:

  • AYM kararlarını uygulamamak ve uygulatmamak, adil yargılanma hakkı
    ihlalinin (çiğneminin) ötesinde, AYM’nin görev yapmasını engellemektir.

Haliyle, AYM için görevine içkin bir kavram olarak haysiyet (dignitas) sorunu oluşturmakta.

Bu nedenle AYM, Anayasa ve hukuka daha çok sarılmalı. Nasıl?

Etkililik için 6 ölçüt:

-gündem önceliklerini belirlemek,
makul sürede karar vermek,
-yürürlüğün durdurulması (özellikle 9 aylık süre söz konusu ise) kararları vermek,
-gerekçe ve karar eşzamanlılığını gözetmek,
-eksik referans uygulamasını gidermek.
-kararlarda tutarlılık ilkesini gözetmek.

ATAMA ve AND

Bunları yapmak için dayanakları da var AYM’nin:

And : “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını ve temel hak ve özgürlükleri koruyacağıma; görevimi doğruluk, dürüstlük, tarafsızlık ve hakka saygı duygusu içinde, her türlü etki ve kaygıdan uzak olarak Anayasanın dayandığı temel ilkelere uygun hukuk anlayışı içinde, sadece vicdanımın emrine uyarak yerine getireceğime büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim.”

-Anayasa ve karşılaştırmalı anayasa yargısı verileri,
-Kamu yararı,
Toplumun ve ülkenin geleceği.

Tercihlerini Anayasa gereklerinden çok kendilerini atayan Yürütme ve Yasama beklentileri yönünde yapan özellikle yeni üyeler için, atayan makam değil üzerine and içilen metin belirleyici olmalı.

AYM HAYSİYETİ (ONURU)

AYM’den iptali istenen yasaların çoğu, talimat yasalarıdır. Saray veya Bakanlık bürokratlarından gelen metinleri çok sayıda imza ile Teklife çeviren Cumhur İttifakı vekillerinin, Komisyon aşamasından Genel Kurul oylaması sonuna dek başlıca uğraşı, ‘virgülüne bile dokundurtmamak’!

Dahası, torba yasaların çoğu, içerik olarak yasal nitelikten uzak. Öngörülebilirliği ve hukuksal belirliliği olmayan yasa ve hükümlerini ayıklamak, AYM için bir haysiyet göstergesi aynı zamanda.

BAŞVURAN 1. PARTİ

AYM’ye başvuran Parti olarak CHP, 31 Mart (2024) sonrası artık 1. Parti!
AYM’nin denetlediği metinleri oylayanlar ise, 2. (AKP) ve 4. (MHP) Parti vekilleri.
TBMM’ye sayısal olarak henüz yansımayan bu demokratik değişiklik bile, kendilerini atayanlara karşı minnet borcunda hisseden kimi (bağımsız statüye sahip) AYM üyelerinin (bir erdem olarak) tarafsız (yansız) karar verebilmeleri için başlıca itici güç olmalı.

Son söz yerine bir soru                      :

AYM, eğer Anayasa’ya açıkça aykırı olan dezenformasyon maddesini iptal etse idi,
AKP-MHP ikilisi ‘etki ajanı’ düzenlemesi girişiminde bulunabilir miydi?
======================================
Yazarın Son Yazıları

Liberal dünya düzeninin sonunun başlangıcı

Nejat Eslen
EMEKLİ TUĞGENERAL

Soğuk Savaş döneminde ABD’nin ve NATO’nun nükleer stratejisini hazırlayan önemli strateji geliştirme merkezi RAND’ın mayıs ayında yayımladığı, “The Sources of Renewed National Dynamism” (Yenilenen Ulusal Dinamizmin Kaynakları) başlıklı rapora göre, azalan göreceli üretim kapasitesi, yaşlanan nüfusu, kutuplaşan politik sistemi, yozlaşmış bilgi ortamı, Çin’in giderek artan meydan okuyuşu ve çok sayıda kalkınmakta olan ülkenin Amerikan gücüne olan saygısındaki azalma ABD’nin rekabet gücünü tehdit etmekte ve düşüşünü hızlandırmaktadır. RAND’a göre, tarihi örnekler, düşüşteki büyük güçlerin nadiren yeniden yükselişe geçtiğini göstermektedir.

İmalat kapasitesindeki göreceli düşüş, küresel güç mücadelesinde, ABD’nin en güçlü rakibi Çin ile ilişkisinde, en önemli sorunu oluşturmaktadır. Dünyada hâlâ en büyük gayrisafi hasılayı gerçekleştiren ABD’nin 2023 yılında dış ticaret açığı 773 milyar dolardır. Aynı yıl, Çin’in dış ticaret fazlası ise 823 milyar dolar; ABD’nin Çin ile ticaretindeki açık ise 280 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir.

ABD’NİN ASIL SORUNU

Bu çelişkinin nedeni, ABD gayrisafi hasılasında en büyük payı imalat değil, hizmet sektörünün almasıdır. 2023 yılı değerlerine göre ABD imalat sektörünün gayrisafi hasıla içindeki payı, 2.8 trilyon dolar ile sadece yüzde ondur. Aynı yıl Çin’de ise imalat sektörü 5.59 trilyon dolar ile toplam gayrisafi hasılanın yüzde 31.7’sini oluşturmuştur. Bir başka ifade ile Çin’in imalat sektörünün kapasitesi, ABD’nin imalat sektörünün kapasitesinin yaklaşık iki katıdır.

Örnek olarak ifade etmek gerekirse, çelik ve elektrikli araç (EV) üretiminde Çin’in, açık ara ABD’nin önünde olduğu söylenebilir. 2023 yılında, Çin’in çelik üretimi 1.019 milyon ton; ABD’nin çelik üretimi ise sadece 80.7 milyon ton olarak gerçekleşmiştir. Aynı yıl Çin’de 9.3 milyon elektrikli araç (EV) üretilmiş ve dünyada, çoğu Batı markalı elektrikli araçların satışının yüzde altmış beşini Çin gerçekleştirmiştir.

ABD, Çin’in imalat sektöründeki bu üstünlüğüne, Trump’ın başkanlık döneminden bu yana Çin’den ithal edilen ürünlere yüksek gümrük vergisi uygulayarak karşı koymaktadır. Biden yönetimi, 14 Mayıs 2024’te, Çin’den ithal edilecek çelik ve alüminyum ürünlerine yüzde 25, yarı iletken ürünlere yüzde 50, elektrikli araçlara yüzde 100, elektrikli araç bataryalarına yüzde 25, güneş pillerine yüzde 50, tıbbi ürünlere yüzde 50 gümrük vergisi uygulayacağını açıklamıştır.

DÜZEN ÇÖKÜYOR

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD önderliğinde kurulan kurallara dayalı dünya düzeni olarak da tanımlanan dünya düzeni, ekonomide ve uluslararası ilişkilerde liberalizmi esas alan dünya düzeni olarak tanımlanmıştır. Açık pazarlar, serbest ticaret, malların ve sermayenin serbest dolaşımı, gümrük vergilerinin kaldırılması bu düzenin karakterini oluşturmuştur. ABD, Çin mallarına yüksek gümrük vergileri uygulayarak liberal dünya düzeninin kurallarını çiğnemekte ve korumaya çalıştığı bu düzeni kendi elleri ile tarihin mezarlığına gömmektedir.

Bu şartlarda, Çin’in yükselişini frenlemek ve küresel liderliği sürdürebilmek için ABD’nin önünde iki seçenek olduğu ifade edilebilir:

Birincisi, imalat sektörünü yeniden güçlendirerek Çin ile rekabet edebilecek kapasiteye çıkarmak. Bu seçeneğin, birçok nedenle başarı ihtimalinin düşük olduğu söylenebilir.

İkincisi, Asya-Pasifik’te Çin’e karşı Ukrayna savaş modelini Tayvan ile uygulamak ve başta Japonya ve Filipinler olmak üzere bölgedeki müttefikleri bu savaşta kullanmak. Savaşmadan hasmın direncini kırmayı amaçlayan stratejik kültürü nedeni ile Çin’in bu oyuna gelmesi uzak bir olasılıktır.

İKTİDAR ADAYININ POLİTİK TUTUMU

Son sözüm iktidar adayı CHP ile ilgilidir. CHP, “Türkiye Atlantik blokunun üyesidir; bu nedenle de her şartta Atlantik bloku ile birlikte hareket edecektir.” diyerek bu anlayışa göre dış politika mı uygulayacaktır; yoksa dünyadaki bu değişimi ve kurulmakta olan yeni düzeni dikkate alarak, daha esnek dış politika vizyonu mu geliştirecektir. Bu sorunun yanıtı Türkiye’nin yazgısını etkileyebilecektir.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 22 Mayıs 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

Haftanın tüm iğneleri; hiçbir suçu olmayan, yaşlı ve hastalıklarla boğuşan generalleri kin – intikam duygusu ile 1000 gün cezaevinde tutanlara…

 

NEPOTİZM

RTE, muhalefeti nepotizmle (akraba-eş dost ayırımcılığı) mücadeleye çağırdı.

Milletin aklıyla alayı sürdürüyor.

Nepotizmin önde geleni kimdir?…
(AS: Mülakat ile acımasız kıyım neden sürüyor?? Seçim öncesi söz verip tutmadın!??)

TASARRUF

Köprü, tünel ve otoyollara zam bindirildi.

Somali’ye 5 bin metrekarelik arsa hibe edildi. Üzerine büyükelçilik binası yapılıp hediye edilecek.

Vatandaş ödesin; yandaşlar/çeteler, rüşvetçiler cebe indirsin; tasarruf masalları anlatılsın…

AUDİ

DİB Audi 8 kiralık makam aracını, tasarruf önlemleri kapsamında iade ettiğini açıkladı.

Şuna tepkilerden / korkudan desek!…

KAPATILSIN

Muharrem İnce’nin 21 bin kişiyle yaptığı ankette “%77 “Diyanet kapatılsın” çıkmış.

Aklın yolu…

ÇAY

Rize’de çay üreticileri, verilen düşük taban fiyatına tepki gösterdi.

Sandıkta reislerine rekor desteği sürdürsünler, düzelir…

ATAMA

RTE, Yargıtay Başsavcılığı’na en çok oy alan aday yerine, Anayasa Mahkeme kararını tanımayan ve AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunan Muhsin Şentürk’ü atadı.

Saray yargısı…

APARAT

Kılıçdaroğlu, Kobani kararlarından sonra Özel’e “dikta rejimleriyle el sıkışılmaz ve sistemin aparatı olunmaz!” dedi.

“Ekmek için Ekmeleddin” dayatmasında kim, neyin aparatı idi?…

ZARAR

Cumhurbaşkanı yardımcısı Cevdet Yılmaz, “kamuda çift maaş” tepkileriyle ilgili olarak,
ikinci maaşın verilmemesi durumunda kamunun zarara uğrayacağını iddia etti!!??

Akla zarar…

HAYIR

Savunma Sanayi Başkanlığı’na bağlı tüm şirketleri “Hayra Davet Vakfı”na yakınlığı ile bilinen bir firma denetliyormuş

Hayırlısı!..

ASKER

Suriye’de ve Adana’da görevli iki tuğgeneralin makam aracının, insan kaçakçılığında kullanıldığı açıklandı.

TSK’nın içini tarikatlarla pisleten siyasal iradenin başarısıdır…

OĞUL

MEB, CHP’yi akraba kayırmacılığı ile suçlayan RTE’nın oğlu Bilal’in vakfına okulların kapılarını açtı.

Mehterandan beter, hep geriye…

MÜDÜR

RTE’nin hınk deyicisi Bahçeli, “Ben cezaevi müdürü olmuş olsaydım aftan yararlananların listesine bakar, ‘Çetin Doğan sen orada yoksun’ der, geri içeri alırdım” dedi.

Müdür olabilir miydi?..

Filistinlilerin trajedisi

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
20 Mayıs 2024, Cumhuriyet

İkinci Dünya Savaşı’nda Naziler tarafından soykırıma uğrayan milyonlarca Musevi’nin trajedisi, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Müslüman Filistinlilerin trajedisine dönüştü.

Avrupa’da soykırıma uğrayan Museviler bir devlet kurmak istediler ve Britanya’nın da desteğiyle, ağırlıklı olarak Müslüman ve Arap olan Filistinlilerin yaşadıkları toprakları seçtiler ve bu topraklarda İsrail’i kurdular.

Oysa bu topraklarda Musevi nüfus binlerce yıldır bir azınlık idi. Antikçağda bu topraklarda Müslümanlardan önce Musevilerin yaşamış olması olgusundan yola çıkılarak, antikçağ referansıyla, İsrail devletinin kurulması sağlandı.

Bugün devletler antikçağ referansları ve temelleri üzerine kurulacak olursa yeryüzündeki bütün sınırların altüst edilip yeniden çizilmesi gerekirdi. Bu ölçütün günümüzün uluslararası hukuku açısından saçma ve tümüyle insanlık dışı olduğu açıktır.

Günümüzün uluslararası hukuku açısından, antikçağ referanslarıyla birlikte, “kutsal topraklar” ve vaat edilmiş topraklar gibi dinsel söylemlerin de, devlet kurma ve sınır çizme ölçütleri içinde yer alamayacağı açıktır.

Ancak İkinci Dünya Savaşı’nın olağanüstü koşulları ve Musevi soykırımının insanlık tarihinin en büyük soykırımı olması nedeniyle, Birleşmiş Milletlerin ve dünya devletlerinin çoğunluğunun onayı ile İsrail devleti kuruldu.

Sonuçta bugün İsrail’de, o dönemin koşullarıyla ve kararlarıyla ilgisi olmayan ve İsrail’de doğmuş ve büyümüş olan milyonlarca Musevi İsrailli yaşamaktadır. İsrail’deki Musevilerin büyük çoğunluğu, Avrupa’da ve ABD’de doğanlardan değil, İsrail’de doğanlardan oluşmaktadır. Ayrıca İsrail vatandaşlarının yaklaşık yüzde yirmisi Müslüman Araplardan oluşmaktadır.

Bu gerçekler dikkate alındığında, köktendinci terör örgütü Hamas’ın ve köktendinci İran’daki yönetimin yapmaya çalıştığı gibi, İsrail devletinin ortadan kaldırılması hedeflenerek, İsrail ile Filistin arasında bir barışın sağlanamayacağı açıktır.
***
Öte yanda, İsrail’in, Birleşmiş Milletlerce onaylanmış yasal sınırlarının dışına taşarak, Batı Şeria’yı, Doğu Kudüs’ü, Gazze’yi ve Golan tepelerini işgal etmiş olması da, İsrail ile Filistin arasındaki olası bir barışı olanaksız kılmaktadır.

Hamas’ın 7 Ekim 2023’te bini aşkın İsrailli sivili öldürmüş olmasının ardından, Benjamin Netanyahu’nun önderliğindeki İsrail hükümetinin, 35 bin sivil Filistinliyi öldürmüş olması da, barış umutlarını tümden ortadan kaldırmıştır.

Netanyahu hükümeti, kimilerince soykırım olarak yorumlanan bu insanlık dışı katliamlarla,
bir yandan Hamas’ın, bir yandan da Musevileri katleden Adolf Hitler’in ve Nazilerin düzeyine inmiştir.

İsrail’de Netanyahu hükümetini protesto eden on binlerce insan sokaklara dökülmüş olsa da, bu kesimin, çoğunluğu temsil ettiği söylenemez. Ayrıca bu protesto gösterilerinin, Hamas’ın elindeki rehinelerin serbest bırakılmasına odaklanması, katledilen 35 bin Filistinlinin arka planda kalması, İsrail halkının çoğunluğunun, ırkçı ve ayrımcı tutumu terk edemediğinin göstergesidir.
***
Bütün bunlar olup biterken, ABD’nin dört bir yanındaki üniversite öğrencileri, Gazze’deki katliamları kampüslerde (yerleşkelerinde) protesto ettiler. Protestocular salt Filistinlilerden, Araplardan ve Müslümanlardan ibaret de değildi (oluşmuyordu). Müslümanlar, Hıristiyanlar, Museviler, ateistler, agnostikler, deistler, adalet için bir araya geldiler.

ABD hükümeti ve üniversite yönetimleri ise kampüse (yerleşkeye) polis sokarak bu gösterilere karşı baskı ve şiddet uyguladılar; öğrencileri ve öğretim üyelerini göz altına aldılar; öğrencileri disipline sevk ettiler (verdiler).

Kendisi de Musevi olan, ailesi Nazi döneminde soykırımda katledilmiş olan Vermont Senatörü ve eski Devlet Başkanı adayı Bernie Sanders ise bu eylemlere destek verdi; öğrencilere baskı uygulayan hükümeti eleştirdi.

Demokrat Parti içinde ABD Devlet Başkanlığı adaylığı için yapılan önseçimlerde oyların yaklaşık yüzde 40’ını alan ve özellikle gençlerin arasında geniş bir tabanı olan Bernie Sanders’ın bu eleştirileri de çok önemlidir.

Böylece, Filistinlilerin yaşadıkları trajedinin, bazıları için ABD seçimlerinde de büyük bir trajediye yol açacağı, neredeyse kesinlik kazandı.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

19 Mayıs..

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

Mustafa Kemal’in kurtuluş savaşını başlatmak için Samsun’a çıkışının 105. yıldönümünü kutluyoruz.

Mustafa Kemal İstanbul’da 

Mirliva Mustafa Kemal Suriye’de 7. Ordu komutanı iken, 30 Ekim 1918’de bir teslim anlaşması niteliğindeki Mondros Ateşkes Andlaşması’ndan sonra, 31 Ekim’de Suriye – Filistin cephesindeki Yıldırım Orduları Grup Komutanlığını Mareşal Liman Von Sanders’ten teslim almıştır. İlk işi Mondros Ateşkesini (Mütareke) incelemek ve sakıncalarını hükümete bildirmek olmuştur. Anlaşmanın uygulanması konusunda işbirlikçi Padişah hükümeti ile görüş ayrılığı üzerine, görevinden çekilerek İtilaf donanmasının Mondros’tan yararlanarak kente girdiği gün (13 kasım 1918) İstanbul’a dönmüştür.

Mustafa Kemal, İstanbul’a geldiği “13 Kasım 1918’den, Samsun için yola çıktığı 16 Mayıs 1919″a dek İstanbul’da kaldığı altı ay içinde:

  • Kurtuluş Savaşının düşünsel hazırlıklarını (dürtüm muhakemesini) yaparak
    savaşa düşünsel düzeyde hazırlanmış,
  • Birlikte çalışacağı komutanlar ile savaşın komuta yapısını oluşturmuş ve
  • Anadolu’ya geçiş yollarını araştırmıştır.

Samsun’a çıkış

Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçmek için beklediği fırsat, 12 Nisan 1919’da İtilaf Devletlerinin Osmanlı hükümetine verdiği bir Nota ile çıkmıştır. Bu Notada Karadeniz bölgesinde Türklerin Rum köylerine saldırdıkları, güvenlik sağlanmazsa Mondros’a göre Karadeniz bölgesinin de
işgal edileceği bildirilmiştir.

Notayı alan Padişah ve hükümeti Karadeniz bölgesindeki olayları incelemek ve güvenliği sağlamak amacıyla bölgeye Mustafa Kemal’in gönderilmesine karar vermiştir. Mustafa Kemal öncelikle yazılı bir görev ve yetki belgesi istemiş ve bu belgeye kendi istediği yetkileri koydurmuştur. Daha sonra 19 kişilik karargahını oluşturmuş, veda ziyaretlerini yapmış,
16 Mayıs’ta Bandırma vapuru ile İstanbul’dan ayrılmıştır.

Padişah’a yaptığı ziyarette Vahdettin’in kendisine “Paşa, memleketi sen kurtarabilirsindediği Atatürk’ün anılarında anlatılmıştır. Atatürk karşıtları bu ifadeyi, ”Padişah Mustafa Kemal’i vatanı kurtartması için Anadolu’ya gönderdi” biçiminde yorumlamaktadır. Bu yanlıştır. Padişah için kurtarılması gereken vatan kendi tahtı, sarayı ve İstanbul’dur. Karadeniz bölgesindeki karışıklık   ileri sürülerek burası da işgal edilirse, İstanbul daha da tehlikeye girecektir. ”Vatanı kurtarabilirsin” derken bunu söylemek istemiştir. Mustafa Kemal’in kurtarmak istediği vatan ise Misakı Milli sınırlarıdır.

Padişah Vahdettin Mustafa Kemal’i vatanı kurtarması için Samsun’a göndermiş olsaydı, kendisini geri çağırmaz, görevden almaz, idam kararını onaylamazdı. 

  • Padişah’ın Samsun’a giden Mustafa Kemal’e altın verdiği de yalandır.

Çünkü bu konuda belge yoktur. Büyük savaşa girerken Almanya’dan alınan borcun karşılığında, Osmanlı hazinesi Berlin’e taşınmıştır.

Hazırlıkların bitmesinden sonra Mustafa Kemal, İzmir’in Yunan ordusunca işgalinden bir gün sonra, 16 Mayıs’ta karargahı ile birlikte Bandırma vapuru ile Samsun’a hareket etmiştir. Bandırma vapuru Kızkulesi açıklarında İngilizler tarafından aranırken, Biz silah ve cephane değil; ülkü, inanç dolu kafa götürüyoruz..” demiştir.

Bandırma, 41 yaşında Karadeniz için uygun olmayan küçük bir gemidir. Yola çıkarken uğurlamaya gelen Rauf Orbay, Mustafa Kemal’e bir İngiliz zırhlısının Bandırma’yı batırmak için izleyeceğini bildirince, büyük devrimci “İstanbul’da kalıp tutuklanmaktansa Karadeniz’de boğulmayı yeğlerim.” demiştir. Tehlikeli yolculuk, 19 Mayıs 1919 sabahı güvenle Samsun’da sona ermiştir.

Genel Durum

Mustafa Kemal Samsun’a çıktığında İstanbul, Doğu Anadolu, Adana, Antep, Urfa, Maraş, Antalya, Konya işgal altındadır. Demiryolları işgalcilerin denetimindedir. Samsun’da İngiliz askerleri bulunmaktadır. Her yerde Mondros Ateşkes Andlaşması’nın uygulanmasını denetleyen yabancı resmi görevliler ve casuslar vardır.

Mustafa Kemal’in İstanbul’dan hareketinden bir gün önce, 15 Mayıs ‘ta Yunan ordusu İzmir’e çıkmış, Ege bölgesindeki işgal alanını genişletmektedir.

Ordu terhis edilmiş, silahları toplanmaktadır.

Ulus, büyük savaştan çok ağır yıpranmış olarak çıkmıştır, ekonomi olağanüstü zayıftır.

  • Padişah ve hükümeti kendi tahtını korunak için düşmanla işbirliği yapmaktadır.

Bu olağanüstü güç koşullara karşın Samsun’a çıkarken Mustafa Kemal’in hedefi,
ulusal egemenliğe dayalı tam bağımsız yeni bir devlet kurmaktır.

Samsun’a Çıktıktan Sonra 

Örgütçü Mustafa Kemal, önce yanında getirdiği Refet Bele’yi Samsun mutasarrıfı olarak atamış ve buyruğundaki kolordu komutanları Ali Fuat Cebesoy ve Kazım Karabekir ile bağlantı kurmuştur. Komutanlara ülkenin son durumunu anlatmış, “Millet ve memlekete borçlu olduğumuz en son vicdan vazifesini yakından, beraber çalışarak en iyi şekilde yerine getirme”  kararlılığını bildirmiştir.

Mustafa Kemal Samsun’a çıktıktan üç gün sonra İstanbul’a gönderdiği telgrafta, bölgede Türklerin Rum köylerine saldırmadığını, tersine Rumların Türk köylerine saldırdığını,
Türklerin kendilerini koruduğunu bildirmiştir.

Samsun’daki İngiliz birliği ve casusları, Mustafa Kemal’in Rahat çalışmasını zorlaştırmaktadır.
28 Mayıs’ta Samsun’dan ayrılır, ilk durağı Havza’da ulusla doğrudan ilişki kurar ve 29 Mayıs’ta işgallerin yoğun protesto edilmesini isteyen Havza Bildirisini yayınlar.

Sonraki durak olan Amasya’da, 22 Haziran’da “ulusun bağımsızlığını yine ulusun azim ve kararlılığı kurtaracaktır” diyen Amasya Bildirisi / Genelgesi ile padişah hükümetine açıkça meydan okur.

Samsun’dan başlayan yolun sonu, başlangıçta hedeflendiği gibi ulusal egemenliğe dayalı
tam bağımsız cumhuriyetin kurulması
dır.

Değerlendirme ve Sonuç

Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı 19 Mayıs 1919, ulusal bağımsızlık savaşının başlangıcıdır.

Büyük devrimci, Samsun’a çıkmadan önce savaşın düşünsel ve örgütsel hazırlıklarını tamamlamıştır.

Samsun’a çıkar çıkmaz Padişahın verdiği görevi değil, kendi deyişiyle “ulusa ve ülkeye borçlu olduğu en son vicdan göreviniyapmaya başlamıştır.

Mustafa Kemal Samsun’dan sonra planlı ve örgütlü biçimde hem işgalci düşmana karşı verdiği askeri hem de Padişaha karşı verdiği siyasal savaşımın sonunda başlangıçtaki hedefi olan
ulusal egemenliğe dayalı tam bağımsız Cumhuriyet hedefini gerçekleştirmiştir.

Büyüyen Ulusal Savaşım

Karar veren ve yöneten : 1 kişi,
Amasya Bildirisini yayınlayan : 6 kişi,
Samsun’a çıkan : 19 kişi,
Sivas Kongresi: 41 kişi,
Kuvayı Milliye Kongreleri: 1396 kişi,
Büyük Taarruz’a katılan: 200 000 kişi,
Savaşı kazanan: 12 milyon kişi.

19 Mayıs, 1980’den beri Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı olarak kutlanmaktadır. Oysa Atatürk’ü anma, 19 Mayıs’la sınırlandırılmayacak ölçüde büyük bir görevdir.

Bayramınız kutlu olsun!!! (19 Mayıs 2024)

17 Mayıs 2013 İzmit ADD Konferansımız : 94 Yıl Sonra 19 Mayıs 1919

Dostlar

11 yıl önce İzmit’te, “19 Mayıs kutlaması….” için verdiğimiz konferansı yeniden bilgiye sunmak istiyoruz. Konumuz “Yeni Anayasa Tuzağı” idi. 4 yıl sonra 2017’de bu tuzağa düştük ve hileli bir oylama ile, YSK’nin 2,5 milyon dolayında mühürsüz zarf / oy’u tam hukuksuzlukla geçerli sayması sonucu, TEK ADAM DESPOTİZMİNE savrulduk..

Yetmemiş olmalı…

7 yıl sonra 2024’te “bir daha anayasa değişikliği”! Bu kez “kuşatıcı” olacakmış.
Mutlak sultanlık..

Mutlaka “hayır” denmeli ve tüm demokratik direniş yollarıyla engellenmeli..

  • Atatürk‘ü ve yol arkadaşlarını salt 19 Mayıs’larda değil;
    kurup bize bıraktıkları tam bağımsız, egemen, devrimci ve laik Türkiye Cumhuriyeti’nin
    her gününde saygı, minnetle ve bağlılıkla anıyor,
  • tüm gençlerimizin bizlere bırakılan bu kutsal emanete sahip çıkmalarını diliyoruz.. Bayramımız kutlu olsun!

    Sevgi ve saygı ile. 19 Mayıs 2024, Ankara

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
    Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
    Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
    www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
    facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
    https://www.instagram.com/ahmet_saltik

==============================================

Dostlar,

17 Mayıs 2013 Cuma günü akşam ADD İzmit Şubemizin çağrılısı olarak
görsel bir konferans sunduk..

Toplantı yemekliydi, dayanışma amaçlıydı ve hedef 19 Mayıs 1919’un 94. yılında
bir araya toplanarak Atatürk’ü anmak – Gençlik ve Spor Bayramımızı kutlamaktı.

Izmit_konf._YENI_ANAYASA_TUZAGI

Dostumuz Şube Başkanı Sayın Ahmet Kavaz ve ark. epey çaba harcamışlardı.
Fuar içindeki Şehir Lokantasında birlikteydik. Kocaeli ve şubelerinde önceki yıllarda
çok sayıda aydınlanma etkinliğimiz olmuştu. Önceki İl Başkanlarından gerçek
ve yılmaz bir Atatürk sevdalısı Sayın Mustafa Güner de oradaydılar.

Yüce Atatürk‘ümüzü anarken, güncel ağırlıklı tema da YENİ ANAYASA TUZAĞI idi..

90 yansıdan oluşan kapsamlı bir sunum hazırlamıştık.
Bizim sunumumuz sırasında, ATATÜRK’ün SOFRASI hürmetiyle katılımcılar,
ricamızı kırmayarak yemeklerine ara verdiler. Lokanta da servise ara verdi.
Yaklaşık 75 dakika konuyu yansılarla görsel olarak paylaştık.

2013 yılı içinde 7’inci; ADD Edirne Şubesi Başkanı seçildiğimiz
1996’dan bu yana da da 1446’ıncı konferansımızı veriyorduk.

ADD GYK Üyesi ve Marmara Bölgesi Temsilcisi (bizim 2000 – 2006 arasında 3 dönem ardışık olarak seçimle geldiğimiz görev) meslektaşımız Dr. Zühal Özen de salondaydı. (Bizden önce “orta boy” bir konferans da kendileri verdiler!..)

Sunumuzun yansılarını izlemek, indirmek, arşivlemek ve de özellikle paylaşmak için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

19_Mayis_94._Yil,_Izmit_17.5.13

Bu etkinliğe emek veren tüm arkadaşlara ve bizi görevlendirerek onurlandıran
ADD İzmit Şubemize, özellikle sayın başkan Ahmet Kavaz’a ve Sayın Mustafa Güner dostumuza teşekkür edeiz.

Sevgi ve saygı ile.
20.5.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

105 yıl önce toplumsal direnişe ve devrime aralanan Anadolu’nun Samsun kapısı…

Doç. Dr. İhsan Tayhani
Cumhuriyet-Devrim Tarihi Uzmanı
Güre – Edremit

Cumhuriyet, 19 Mayıs 2024

“Hele bir Anadolu’ya geçeyim, görürsünüz!”
Gazi Mustafa Kemal, 15 Mayıs 1919 / Beyoğlu-İstanbul

İngiltere’nin, 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes Andlaşması’nın 7’nci maddesi uyarınca İskenderun Körfezi’ne yerleşmeye başladığını gören ve Damat Ferit Hükümeti’nin de bu girişimi onayladığını sezen Mustafa Kemal Paşa, 6 Kasım 1918’de Adana’dan İstanbul Hükümeti’ne çektiği bir telgraf ile kumandasındaki 7’nci orduya işgale direnme buruğu verdiğini bildirince, İstanbul’a geri çağrılır. Bu buyruğa uymak durumunda kalan Mustafa Kemal, üç günlük
tren yolculuğundan sonra, 13 Kasım 1918’de İstanbul’dadır.

Girişte alıntılanan sözleri, bir biçimde Anadolu’ya geçerek ulusal direnişi örgütlemek için İstanbul’da geçirdiği oldukça gerilimli altı aylık, çok yönlü bir arayış sürecinin sonunda söylemiştir. Tarih 15 Mayıs 1919, günlerden perşembedir. “9’uncu Ordu Müfettişliği” görevi yetki belgesi, Sarı Paşa‘nın cebindedir ve Ruşen Eşref (Ünaydın) ile Beyoğlu’nda, Fransız Sefareti’nin (elçiliği) karşısındadırlar. Her yer silahları süngülü Fransız askerleri ile doludur. Ruşen Eşref,
o anlarda Mustafa Kemal’in gergin ve sapsarı bir yüzle onlara bakarak, ‘Hele bir Anadolu’ya geçeyim, görürsünüz!’ dediğini yazar. Aynı gün, İzmir de Yunan işgaline uğramıştır ve
Mustafa Kemal Paşa, bir gün sonra (16 Mayıs) Samsun’a doğru yola çıkacaktır.

O tarihte 38 yaşını sürmekte olan bu eşsiz yurtseverin, işgal altında bulunan Osmanlı ülkesinin yaklaşık üçte ikisinde askeri ve sivil orunlara (makam) buyruk verebilecek müfettişlik yetkisini nasıl elde ettiğini anlamak için, Alev Coşkun’un, “İstanbul’da 6 Ay” adlı yapıtının mutlaka okunması gerekir. O İstanbul ki; bu süreçte, tıpkı Fatih Sultan Mehmet’in fethinden önceki Bizans gibi, surların arkasına hapsedilmiş gibidir! Gazi Mustafa Kemal’in, böylesi bir düşkünlük içindeki imparatorluktan çıkaracağı cumhuriyete uzanan çileli ama onurlu yolu açacak kapının anahtarını, bir “İhtilâl Komitesi” oluşturmaktan tutun da Osmanlı Hükümeti’nde “Harbiye Nazırlığı” nı üstlenmeye dek pek çok somut denemeden sonra elde ettiği de unutulmamalıdır.

Mustafa Kemal Paşa’ya 13 Kasım 1918’de, Kartal adlı tekne ile Boğaz’a demirli işgalci zırhlıların arasından geçerken; ‘geldikleri gibi giderler!’; daha sonra 15 Mayıs 1919’da Beyoğlu’nda ‘hele bir Anadolu’ya geçeyim, görürsünüz!’ dedirten, O’nun özgüvene dayalı güçlü önderliğidir. Nitekim işgalci emperyalistler, yaklaşık üç buçuk yıllık kanlı bir boğuşmadan sonra çekip gitmek zorunda kalmış ve göreceklerini görmüşlerdir!

Arkasından bir dizi devrimle gelen “Laik-demokratik-devrimci Atatürk Cumhuriyeti” gibi
büyük bir rejim dönüşümü ve çağdaş birey, çağdaş toplum ile çağdaş devletin yaratılması!

19 Mayıs’lara yüklenecek anlam budur.

Erişilen başarının gizi de Kuvva-yı Milliye” ruhunda (bilincinde!) ve Müdafaa-i Hukuk” direnişinde saklıdır. Bu kavramlar, kökten dinci bir İslami devlet kurma uğraşı içinde olan “Hamas gibi bir terör örgütü ile asla özdeşleştirilemez! Ayrıca döneminde Kuvvacıları karalayıp sövenler de Şeyhülislam Mustafa Sabriler, Sait Mollalar, Ali Kemaller yani Bağımsızlık karşıtı Halife-Sultancılar ve şeriatçı yobazlardır.

Bu nedenle, Ulusal Mücadele tarihimizde özgün anlam derinliği ve işlevi olan bu kavramlar dile getirilirken, ağızlar birkaç kez çalkalanmalıdır.

105 yıl önce 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak bastığında, Mustafa Kemal Paşa’nın zihninde
din devleti değil, laik bir cumhuriyet vardır.

Aksi yöndeki örtülü-örtüsüz sinsi ve planlı çarpıtmalara geçit verilemez, verilmemelidir ve
19 Mayıslar bu tarihsel – yurtsever tam bağımsızlıkçı özgürlük bilinciyle kutlanmalıdır, kutlanacaktır!..

Mustafa Aydınlı şiiri : ÜÇ ŞEY BANA DERT OLDU

Şiir köşesi

Mustafa AYDINLI

Eğitimci – Yazar
Halk Ozanı

ÜÇ ŞEY BANA DERT OLDU

Şu ülkede üç şey bana dert oldu
Bir haksızlık bir adalet bir hukuk
Yüreğime oturuşu sert oldu
Bir haksızlık bir adalet bir hukuk
                   ***
Biri kazancıma geldi oturdu
Biri çaldı çırptı aldı götürdü
Üçü birden memleketi batırdı
Bir haksızlık bir adalet bir hukuk
                    ***
Birisi elinde satır sallıyor
Biri çete, biri hırsız kolluyor
Biri ses edeni hapse yolluyor
Bir haksızlık bir adalet bir hukuk
                   ***
Biri kalemini vermiş kiraya
Biri yaranmada kaçak saraya
Her üçü de merhem olmaz yaraya
Bir haksızlık bir adalet bir hukuk
                   ***
Birisi der hem paşayım hem beyim
Birisi der ben devletim, her şeyim
Ellerinde köle miyim, ben neyim?
Bir haksızlık bir adalet bir hukuk
                   ***
Aydınlı bunların garazı bize
Yaşam zindan oldu can üze üze
Bir derdim var ise çıkardı yüze
Bir haksızlık bir adalet bir hukuk