Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

BU GÜN 27 MAYIS

Suay Karaman

Bu gün, 27 Mayıs 1960 Devrimi’nin 64. yıldönümünü kutluyoruz.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin aşağıdan yukarıya doğru gerçekleştirdiği, Atatürk devrimlerine sahip çıkmak, siyasal iktidarın hukuk dışı tutum ve davranışları sonucunda yok edilen demokrasiyi korumak için giriştiği 27 Mayıs 1960 hareketini öncelikle bir ihtilal olarak tanımlamak gerekir. 

Askeri harekâtların ve ihtilallerin toplumu çağdaşlaşmaya götüren olumlu getirileri varsa devrim, toplumu karanlığa sokan olumsuz götürüleri varsa darbe olarak adlandırılması gerekir. Çünkü devrim ya da darbe oldukları ancak bu yolla belirlenir.

  • 27 Mayıs 1960 İhtilali, tartışmasız bir devrimdir.

İhtilal, toplum yapısında biriken çelişkilerin bir gün patlayışı sonucunda ortaya çıkan ve bir kesimin yönetime el koymasıyla, devletin siyasal ve toplumsal yapısında oluşan birden (ani) ve şiddetli değişikliklerdir.

Devrim ise özünde toplumsal gelişmenin önünü açan bir güç taşır ve bir toplumdaki siyasal ve ekonomik kazanımların toplumun geniş kesimleri yararına hızla değişmesidir.

İhtilal sonucunda oluşan devrim, topluma aydınlık ve özgürlük sunarken, darbeler topluma zulüm, baskı ve işkence yapar. 

27 Mayıs 1960 İhtilali;
27 Ekim 1957’de yapılan ve yolsuzluk bulaştırılan genel seçimle başa gelen
sivil iktidarın, demokrasi dışı tutum ve davranışlarına, hukukun yok edilmesine ve diktatörlüğe giden yönetimine karşı bir tepki sonucu gerçekleştirilmiştir.

Tarihi bilmeyenler, gerçek kaynakları okumayanlar 27 Mayıs 1960 için ‘demokrasiye darbe” demektedir. 12 Nisan 1960 günü yapılan Demokrat Parti Meclis Grubu toplantısında “Muhalefet ve basının yıkıcı faaliyetlerini inceleme amacıyla bir Tahkikat Encümeni (Soruşturma Kurulu) kurulduğu” açıklandı. Meclis’te muhalefetin itirazlarına karşın 15 Demokrat Partili vekilden oluşan bu Kurul, savcıların, askeri ve sivil yargıçların tüm yetkilerine sahip olacaktı. Gazete toplatabilecek, basımevleriyle birlikte kapatabilecekti. Her türlü evrak, belge ve eşyaya
el koyabilecekti. Kurul kararlarına karşı gelenler bir yıldan üç yıla dek hapisle cezalandırılacaktı. Kurul kararlarına itiraz olanaklı değildi.

Bu uygulamalardan sonra giderek sertleşen DP iktidarı, özünde ‘demokrasiye darbe’yi kendisi yapmıştı. 27 Mayıs 1960 öncesinde ülkemizde demokrasiden söz etmek olası değildi. 

Demokrat Parti, ülkemizde sivil darbe yapmıştır. Sivil darbe, hukuk dışı yasalar çıkartarak,
tüm devlet kurumlarını ele geçirmek için sistemli biçimde kadrolaşmak ve kendilerine karşı olanları bir biçimde yargılayıp, susturmaktır.

1957 seçimlerindeki yolsuzluklar, sivil darbenin öncüsü olmuştur.

Ülkemizde bugün benzer biçimde 16 Nisan 2017 halk oylamasıyla, mühürsüz oylar geçerli sayılarak, rejimi değiştiren sivil darbe ortamı yaratılmıştır ve halen sürmektedir.
Hukuk ayaklar altına alınmıştır, anayasa çiğnenmektedir.
 

27 Mayıs Devrimi’nin topluma kazandırdığı en büyük yapıt olan 1961 Anayasası ile laik devlet yapısına sosyal devlet ve hukuk devleti kavramları girmiştir. Bu çağdaş anayasa ile ülkemizde
ilk kez Anayasa Mahkemesi kurularak, yasaların anayasaya uygunluğu denetlenerek, anayasa çiğnemleri (ihlalleri) yapılmasının önüne geçilmiştir. Cumhuriyet Senatosu kurularak, çift meclis ile yasama yetkisi daha demokratik ve nitelikli duruma getirilmiştir. Devlet Planlama Teşkilatı-DPT, Yüksek Öğrenim ve Kredi Yurtlar Kurumu, Devlet Personel Dairesi, Milli Güvenlik Kurulu-MGK, Türk Standartları Enstitüsü-TSE, Basın İlan Kurumu, Ordu Yardımlaşma Kurumu-OYAK gibi kurulan yeni kurumlar, amaçları doğrultusunda verimli çalışmalarıyla toplumsal düzenlemelere önemli katkılarda bulunmuştur.

1961 Anayasası’yla bağımsız yargı ve yargıç güvencesini sağlayacak kurumlar oluşturulmuş, grev ve toplu sözleşme hakkı kurumlaştırılmış, üniversiteye ve TRT’ye özerklik sağlanmıştır. Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Yasası, Basın-Fikir İşçileri Yasası, İlköğretim ve Eğitim Yasası, Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası, Gelir Vergisi Yasası gibi yeni düzenlemeler yapılmıştır. Bütün bu yapılanların sonucunda toplumun kültürel, sosyal ve ekonomik gelişmesinin önü açılmış; demokratik yaşam sosyal ve hukuk devleti ilkeleriyle bütünleştirilmiştir. 

Bugün kafaları karışık görünen kimi aydınlar, 27 Mayıs 1960 ile 12 Mart 1971 muhtırasını ve 12 Eylül 1980 darbesini aynı kefeye koyarak, arkalarında ABD’nin olduğunu düşünmektedir.

Zamanın başbakanı Adnan Menderes’in Haziran 1960’ta Sovyetler Birliği’ne gezi yapacağı için, 27 Mayıs 1960 İhtilali’nin yapıldığını söyleyenler vardır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tabandan tavana doğru gerçekleştirdiği 27 Mayıs 1960, üç-beş ayda yapılabilecek bir organizasyon değildir, 1957 seçimlerinden sonra hazırlıklar başlamıştır. Bunun yanında 27 Mayıs 1960 sabahı radyoda okunan ihtilal bildirisinde “NATO’ya bağlıyız, CENTO’ya bağlıyız” sözleri vardır. Bundan dolayı da kafaları karışık kimi aydınlar, 27 Mayıs’ın ABD desteğiyle yapıldığını söylemektedir. Eğer bu söz olmasaydı, 24 saat içinde tüm dünya devletleri yeni yönetimi tanımazdı. 

27 Mayısçılar, Tabii Senatör olarak görev aldıkları Cumhuriyet Senatosu’nda yaptıkları konuşmalarda sürekli ABD emperyalizmini yerden yere vurmuşlardır. Tabii Senatör Haydar Tunçkanat’ın yazdığı “Albay Dickson Raporu”, “İkili Anlaşmaların İçyüzü”, “Amerika, Emperyalizm ve CIA” adlı kitaplarla ABD’nin kirli emellerini ortaya koyanların arkasında ABD olduğunu söylemek akıl ile bağdaşmaz.

ABD’nin yaptırdığı 12 Eylül 1980 darbesinin ürünü 1982 Anayasası ile 1961 Anayasası arasındaki farkı görünce, ABD’nin 27 Mayıs’tan haberinin olmadığı ortaya çıkmaktadır. Çünkü yapılan anayasa ve getirilen yeni kurumlar bunun kanıtıdır. Ancak ABD’nin gerek 27 Mayıs’tan sonra, gerekse sivil yönetime geçince sisteme girmek için çabaları olmuş ve başarıya da ulaşmıştır. 

Günümüzde birçok siyasal parti yöneticilerinin ABD’den yönetildiğini bilmelerine karşın
ses çıkarmayanlar, şimdi 27 Mayıs 1960 için ABD desteği vardır demektedirler. Okumayan, araştırmayan, kolaycı toplumların getirildiği durumdur bu. Eskiden 27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramlarını büyük coşkuyla kutlayanların, yazılar, kitaplar yazanların bir kesiminin
12 Eylül 1980 darbesinden sonra askerlere bakışı değişmiş ve 27 Mayıs 1960 için ABD yaftası yapıştırmaya başlamışlardır.

  • 3 Kasım 2002’de iktidara gelen AKP, “askeri vesayete son” söylemiyle,
    özellikle 27 Mayıs’a darbe diyerek, kendi sivil darbelerini meşrulaştırmıştır.
     

Darbe ya da darbe ortamlarının yaşanmaması, hukuk devleti ve demokrasinin hiçbir biçimde kesintiye uğramaması için, ülkeyi yöneten iktidarların hukuk devleti ilkelerine bağlı kalarak, gerçek demokrasiyi etkin duruma getirmeleri gerekir. Hukuk devleti ve demokrasiyi ortadan kaldıran askeri darbelerin ve yaşadığımız sivil darbe sürecinin, haklı ve meşru gösterilebilecek bir yanı yoktur. Gerçek demokrasiyi yok eden darbelerin her türlüsüne, etkin olarak her zaman ve her koşulda karşı konulmalıdır. 

Bugün ülkemizde uygulanan tek adam rejimi, sivil darbedir

Yasama, yürütme ve yargıda cumhurbaşkanının sözünden dışarı çıkılamamaktadır.
22 Mayıs’ta anayasal dayanaktan yoksun biçimde, Seferberlik ve Savaş Hali Yönetmeliği de
tek adamın yetkisine bırakılarak, üstü kapalı sıkıyönetim uygulamasının önü açılmıştır. Ülkemizdeki bu sivil darbeye karşı bir şey söyleyemeyenlerin, 27 Mayıs 1960 Devrimi’nin arkasında ABD var demesi ilginçtir. ABD’nin kimlerin arkasında olduğunu anlayamayanlar için söylenecek söz yoktur.

Tarih geriye doğru yürümez; 27 Mayıs 1960 Devrimi, tarihteki onurlu yerini korumaktadır.

Azim ve Karar, 27 Mayıs 2024

27 MAYIS: KEŞKE DERS ALINABİLSEYDİ…

Dr.Noyan Umruk - ABC Haber
Dr. Noyan UMRUK
E. Tuğg. 
27 Mayıs
64 yıl önce 68 kuşağının önünü açan gün…
3 Nisan 1963 tarihinden 1982 Anayasasının yürürlüğe girmesine dek
20 yıla yakın bir süre resmi olarak “Anayasa ve Hürriyet Bayramı
olarak kutlanan gün… Yakın tarihimizin önemli bir köşe başı…Sosyal
bilimlerde altın bir kural var: Her olgu kendi “zaman”, “zemin”, “mekan”
boyutları içinde ele almalı, değerlendirmeli…
Aksi takdirde, şaşkın ördek örneği, suya tersinden girmek yanlışına düşmek olanaklı…
Gelin, o günlere ve de günümüze uzanan sürece bir bakalım:
Toplumların tarihlerinde, devlet işlerinin iyi gitmediğini düşünen basiret sahibi, ciddi fikir
adamları ve düşünürlerin iktidarları uyarmalarına ilişkin ilginç örnekler vardır. Örneğin Koçi
Bey’in, muhatabı Sultan IV. Murad’a sunduğu ünlü “Koçi Bey Risalesi“! Bu eserin, Osmanlı’nın
16. yy’da gerileme nedenlerini öylesine bir vukufla (yetkinlikle) ele aldığı söylenir ki;
Hammer O’nu, Roma’nın yıkılış nedenlerini açıklayan Montesquieu’nün “Décadence” eserine 
(yapıtına) denk sayar ve yazarı Koçi Bey’i de “Türk Montesquieu’sü” diye niteler.
Ayrıca Sultan IV. Murad’ın, Devlet düzenini bir ölçüde yeniden oluşturmasında bu Risalenin de
önemli payı olduğu söylenir. (Ömer Faruk Akün, “Koçi Bey” mad.; TDV. Ansiklopedisi, Cilt: 26, s.145)
1958 devalüasyonunu zorunlu kılan ekonomik kriz, bu krizin halkta özellikle gençlikte yarattığı
derin huzursuzluk, ABD ile ilişkilerin gerginleşmesi, Sovyetler Birliği’nden ekonomik destek
arayışları yaşanırken, 27 Mayıs öncesi dönemin en ciddi anayasa ihlali (çiğnemi), bu vahim 
(ürkünç) gidişatın (gidişin) üzerine tuz biber ekti…
Aydınlara, basına uygulanan ağır ve ciddi baskılar bir yana, Mecliste belirli sayıda iktidar
partisine (Demokrat Parti) mensup milletvekiline yargı yetkisi verilerek siyasal iktidara,
beğenmediği muhalif milletvekillerinin “defterini dürme” olanağı sağlanmış oldu.

Tahkikat Komisyonları” başlayan ciddi anayasa ihlallerine “hukuk temelli” ciddi uyarı ve
eleştiriler ise, aslında dönemin iktidarını destekleyen ciddi Anayasa hukukçularından rahmetli
Ord. Prof. Ali Fuad Başgil’den gelmişti. Başgil, “hukuk temelli” endişelerinde –maalesef- haklı
çıkmış, uyarılarından bir ay gibi kısa bir zaman sonra, dönemin deyişi ile “27 Mayıs İhtilali” ile
Adnan Menderes önce iktidarını, sonra da çok üzücü bir biçimde hayatını kaybetmiştir (yaşamını
yitirmiştir). O dönemin diğer tespit ve tasvirleri (başkaca saptama ve betimlemeleri) ise şöyleydi:
  • “… yaşları ne olursa olsun Türkiye deyince, akıllarına bizim yetiştiğimiz Atatürk‘ün Türkiye’si gelenler, son yıllarda sudan çıkmış balığa dönmüştük. Bir umutsuzluk, daha kötüsü bir tür utanç çöreklenmişti içimize. Elimden ne gelirdi? Yazmak, konuşmak, tenkit (eleştiri) yasaktı, neredeyse insan gibi yaşamak, bir Atatürk çocuğu gibi düşünmek, davranmak yasaktı…”
    28 Mayıs 1960, “Ne haber” Tunç Yalman – Vatan Gazetesi
  • “Kara cüppeli” diye aşağılanan, saygıdeğer hocalarım, yurdumun çile çekmiş aydınları,
    sayın profesörlerim! En kara günlerde alınlarınızda parlayan ışıklar, tükettiğiniz soluk
    boşa gitmedi…” 28 Mayıs 1960 “Az gittik Uz gittik” Aziz Nesin – Akşam
  • “ Yıllar boyu aklımızın erdiği kadar tarihten örnekler verdik, hukuk ilkeleri sıraladık,
    kinayeli fıkralar anlattık… Anayasayı çiğnediler; hukuk dışı komisyonlar kurdular… Artık yazı yazmıyor, yazı taklidi yapıyordukAtatürk’ün Gençliğe Hitabesini, Nutuk’un tefrikası olarak yayınlamak bile suç sayılır olmuştu. Atatürk’ten bahsedilsin istemiyorlardı.
    O’nun kurduğu Cumhuriyete bir beyefendiler saltanatı olarak çöreklenmek ve memleketi basınsız, üniversitesiz, Meclissiz idare etmek istiyorlardı… Kurucu Meclisin faaliyete geçmesini sevinçle bekliyoruz… Bu hareketin meşruluğu ve büyüklüğü, yıkılanların gayrimeşruluğu ve küçüklüğü ile bir abide gibi ortaya çıkmaktadır…Türkler, âlimleri dalkavuk, üniversitelileri maktul, gazetecileri korkuluk ve bütün aydınları sürüngen duruma getirerek, bir çete gibi davrananların rezaletlerini dünya önünde reddetmişlerdir.” Çetin Altan; “Bugün canım yazı yazmak istiyor.”, Milliyet Gaz., ’28.05.1960
  • “Örfî idareye (Sıkıyönetim) bir gece yarısı ifade vermek üzere götürüldüğümüz zaman,
    bizi kucaklayıp bağırlarına basan subaylarımız, “On beş gün daha dişinizi sıkın” demişlerdi. Gazete kapatıldığı gün de yinelemişlerdi: “On beş gün daha sabredin.” Sabrettik,
    şimdi sevinçten ağlıyoruz.”  30 Mayıs 1960, Abdi ipekçi – Milliyet

Gerçekte iktidar yanlısı olan Tercüman gazetesi ve köşe yazarı Kadircan Kaflı ise o günleri bakınız nasıl anlatıyor:

Bir şunu diyen bir yazı '-Teretman Tereüman sevinciicindeyiz' görseli olabilir“Koltukları ve keseleri uğruna millet kanı dökmüş
her siyaset zorbasının sonu mutlaka bir faciayla biter…
Gazete sütunlarından uzanan parmaklar, onlara: “Dikkat edin, sonunuzu iyi görmüyoruz” diyorlardı. Onlar ise bu parmakları kırmakla akıbetlerinden kurtulacaklarını sandılar.
Kur’an’da Allah’a, peygambere ve idare edenlere itaat olunması buyrulmuştur. Lâkin adaletten ayrılmamaları koşuluyla… Adaletten ayrılırlarsa onlara itaat etmemeyi emreder. Bu  nedenle Türk Ordusu’nun 27 Mayıs’ta zalimlere vurduğu kansız darbe, her şeyden önce Allah’ın buyruğuna uygundur, Allah’ın emriyle olmuştur.” 2 Haziran 1960, “Merhaba” Kadircan Kaflı – Tercüman

27 Mayıs’ın topluma armağanı ise döneminde dünyanın en demokratik,
ileri anayasalarından biri olan 1961 Anayasası idi.

1961 Anayasası;
– temel hak ve özgürlükler yanında,
– ekonomik ve sosyal hakları da güvence altına alarak,
– Güçler ayrılığını ve
– adil bir seçim sistemini (ulusal artık – milli bakiye) getirerek,
– ekonomik kalkınmada planlama anlayışını temel alarak
düzeni” değiştirdi!
Böylece;
*Emekçiler sosyal devlet, sendikal hareket ve toplu sözleşme düzeni,
*Toplum, “Tahkikat Komisyonları” yerine bağımsız yargı,
*Seçmen daha adil ve tutarlı bir seçim sistemi
*Halk temel insan hak ve özgürlükleri
*Ekonomik yaşam, sürdürülebilir, sağlıklı bir kalkınma, görece adil bir bölüşümü öngören planlama anlayışı ile kucaklaştı.

Kısaca, bir Kemalist devrim sürecinin devamı olarak “burjuva devrimi deneyimi yaşandığını söylemek, siyaset bilim söylemine uygun düşer…

Keşke 27 Mayıs hareketi (Devrimi!) 1961 anayasasıyla taçlandırdığı zirveye, acılı (trajik) magazine dönüşen Yassıada Mahkemeleri gibi saçma sapan bir yargı kepazeliği süreci ve toplumda derin yaralar açan idamlar olmadan varsaydı…

 

Ancak uluslararası düzen ve işbirlikçi  sermayenin beklediği herhalde bu anayasal demokratik düzen değildi…

 

27 Mayıs Devrimi ile temelleri atılan demokrasi süreci uzun sürmedi.
1970’lerden başlayarak, “Bu gömleğin topluma bol geldiği”, Sosyal gelişmenin boyutlarının, ekonomik gelişmeyi aştığı” söylemlerinin (Gn. Krm. Bşk. Memduh Tağmaç) eşliğinde budanan 61 Mayıs anayasasının, her fırsatta kanatları yolundu. 1982 Anayasası ile iyice budandı.

Bu anayasa ile budanan yargı bağımsızlığı, 2010 değişikliği ve art arda değişikliklerle kanatları
yolunmuş kuşa, sonunda siyasal iktidarın her an keyfine göre kullanacağı bir araca
dönüştürüldü.
  • Sonunda artık bir anayasa var mı yok mu belli değil…
Parlamenter sistemden başkanlık rejimine karambol bir referandumla geçerken (AS: mühürsüz
2,5 milyon oy-zarf ile!), Cumhuriyetin kurucu iradesi, kurumları ve değerlerinin de hızla
aşındırılması ve de tek bir iradenin aymazlığı ile girilen, reel sanayi üretimi, tarımı rant ve
beton ekonomisine feda eden ağır ekonomik kriz sürecinde ülke, maalesef tüm kurumları ile
çöküşün eşiğinde

Uzun sözün kısası, -Tanrı daha uzun ömürler versin- Muazzez İlmiye Çığ‘ın dediği gibi:

  • “Bizler kazandığımız şeylerin değerini bildik. Çünkü zor elde ettik.
    Siz bunları yitirdiğinizde anlayacaksınız…

Doğrudur… Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur…
Artık, yitirdiklerimizi ne denli anlayabildiğimizi gösterecek zorlu bir sınava girmiş bulunuyoruz kaçınılmaz olarak… Hepimize, halkımıza bu zorlu sınavda başarı dileklerimizle.…

ADD Gn. Bşk. Dr. Bozkurt’un Cumhuriyet ile söyleşisi

ADD Başkanı Bozkurt, ‘Arapça tabela’ söyleminin gerçek sorunu perdelediğini söyledi: Hedef iç çatışma!

  • “Kendini Atatürkçü, Cumhuriyetçi ve Milliyetçi olarak tanımlayan yurttaşlarımız, toplumun ezici çoğunluğu. Türk Ulusu Atatürk ilke ve devrimlerini içselleştirdi. O’nun yolundan sapmanın ne felaketlere yol açtığını da yaşayarak gördü.”
  • “Arapça tabela sorunun görünen yüzü. Asıl sorun; iç çatışma ortamı yaratma ve Türkiye’yi müdahaleye açık hale getirme amaçlı, AKP iktidarının destek verdiği emperyal bir plan doğrultusunda yurdumuza doldurulan milyonlar.”
27.05.2024, Cumhuriyet

ADD Başkanı Bozkurt, 'Arapça tabela' söyleminin gerçek sorunu perdelediğini söyledi: 'Hedef iç çatışma'Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Başkanı Hüsnü Bozkurt Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı.

– AKP öncesi ADD ve AKP sonrası ADD’yi nasıl değerlendirirsiniz?

Atatürkçü Düşünce Derneği 19 Mayıs 1989’da Prof. Dr. Muammer Aksoy ve 49 Cumhuriyet aydını vatansever tarafından kuruldu. Kuruluş nedeni; devletimizin giderek Atatürk ilke ve devrimlerinden, Cumhuriyetin kuruluş ayarlarından, anayasa ile belirlenmiş temel niteliklerinden, hukukun üstünlüğü ve tüm vatandaşların yasalar önünde eşitliği ilkesinden uzaklaşan bir anlayışla yönetilmesinden, eğitimin dinselleştirilmesinden, kadın erkek eşitliğinin ve temel insan haklarının zedelenmesinden, üretim ekonomisinden kopuştan… kısacası ülke yönetiminin gidişinden duyulan endişeydi. Kurucularımız bu vb. ülke sorunlarına çözüm üretmek, siyaset kurumunu uyarmak ve ulusumuzun gelecek umudunu ayakta tutmak için yola çıktılar.

‘ADD ŞEHİTLER VERDİ’

ADD bu 35 yılda çok bedel ödedi. Kurucu Genel Başkanımız Muammer Aksoy’u, kurucumuz Bahriye Üçok’u, kalpaksız kuvvacımız Uğur Mumcu’yu, Genel Başkan Yardımcımız Ahmet Taner Kışlalı’yı, üyemiz Şükrü Demirkürek’i emperyalist uşağı faşist çetelerin kanlı pusularında şehit verdik. Genel Başkanımız Şener Eruygur kumpas davaları ile zindana atıldı. Yöneticilerimiz yargılandı.

  • Ama ADD, 35 yıllık yaşamında baskılara hep direndi, asla yolundan dönmedi. 

– Peki AKP dönemi? 

Siyasal İslamcı AKP’nin hukuk devletini, güçler ayrılığını, toplumsal örgütlülüğü göz ardı eden 22 yıllık baskıcı yönetim döneminde de, tüm demokratik kitle örgütlerinin olduğu gibi derneğimizin çalışmaları da kısıtlanmak istendi. Buna karşın ADD baskıları aşmak, kuruluş neden ve ilkeleri doğrultusunda toplumu ve siyaset kurumunu uyarmak, Büyük Atatürk’ün Gençliğe Hitabe’sinden aldığı görev buyruğunu yerine getirmek, kurucularına yaraşır olmak için var gücüyle çalıştı, çalışıyor, çalışacak. 

– ADD’nin bugün için temel hedefi nedir?

Atatürkçü Düşünce Derneği’ni bugünün Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti olarak görüyoruz. 340 şubemiz, 60 temsilciliğimiz ve on binlerce üyemizle Kemalizm’in namus sesini bir SİS ÇANI gibi yurdumuz semalarına asmak ve Yeniden Atatürk Cumhuriyeti’ne ulaşmak temel hedefimiz.

– Gençlerin ADD’ye ilgisi nasıl?

Gençlerimizin ADD’ye ilgisi kuruluş döneminin hemen ardından yaşanan katliamların (öldürümlerin), baskıların yanında, son dönemin örgütlü toplum karşıtı uygulamaları etkisiyle elbette yıllar içinde arzulanan düzeyde gelişmedi, zaman zaman azaldı. Ancak gerek çalışmalarımızın etkisinin, gerekse 31 Mart 2024 yerel seçim sonuçlarının yarattığı umut ikliminin bu ilgiyi artırdığını memnuniyetle (hoşnutlukla) görüyoruz. Önümüzdeki çalışma döneminde çok daha etkin ve katılımlı bir ADD Gençlik Kollarımız olacağından kuşku duymuyoruz.

– ADD’nin ihtiyaçları (gereksinimleri) ve talepleri (istemleri) nedir? 

ADD’nin en önemli gereksinimi çok çalışmak, daha çok çalışmak, daha da çok çalışmak…
Bu bağlamda, daha geniş toplum kesimlerine ulaşmamız, daha yaygın örgütlenmemiz ve üye sayımızı  artırmamız koşul. ADD; Atatürk’ün akıl ve bilim yolunda ve yasalar çerçevesinde öbür demokratik kitle örgütleriyle de dayanışarak siyaset kurumunu ve devlet yönetimini uyarmayı da sürdürecektir. Talep (istem) değil de, aziz (sevgin) ulusumuzun bize güvenmeyi sürdürmesini, güç ve destek vermesini diliyoruz.

– Atatürkçülerin sizden, sizin Atatürkçülerden beklediğiniz nedir?

Yapılan birçok araştırma, kendini Atatürkçü, Cumhuriyetçi ve Milliyetçi olarak tanımlayan yurttaşlarımızın toplumumuzun %68’i aşan ezici çoğunluğunu oluşturduğunu gösteriyor.

  • Türk Ulusu Atatürk ilke ve devrimlerini içselleştirmiştir!

Çağdaş uygarlık düzeyini aşma” hedefini benimsemiştir. O’nun akıl ve bilim yolundan sapmanın ne felaketlere (yıkımlara) yol açtığını da yaşayarak görmüştür. Bu büyük çoğunluğun bizden, ülkemizin en büyük demokratik kitle örgütü olma sorumluluğu ile çok çalışmamızı, görevimizi lâyıkıyla (gereğince) yapmamızı beklediğinin ayırdındayız ve bu çaba içindeyiz. Bizim kendilerinden beklentimiz ise, yalnızca derneğimize üye olmaları, varlıklarıyla derneğimizi güçlendirmeleri, etkinlik ve eylemlerimizde yanımızda durmalarıdır.

– Türkiye’nin yeni bir anayasaya gereksinimi var mı?

Türkiye’nin tabii ki yeni bir anayasaya gereksinimi yok!

Yürürlükteki anayasanın söylendiği gibi “Darbe Anayasası” olarak tanımlanması da çok yanlış. ANAP iktidarı döneminden AKP-MHP’nin son 2017 şaibeli halkoylamasına dek neredeyse %75’i değiştirilmiş 1982 Anayasası’ndan, -ki bizler “hayır” derken bugün “darbe anayasası” diyenler güle oynaya “evet” oyu vermişlerdi- hâlâ böyle tanımlanması tam bir alalama. Kaldı ki, örneğin İngiltere, 1215’ten beri Kral John tarafından imzalanarak yürürlüğe giren Magna Carta Libertatum (Büyük Özgürlükler Sözleşmesi) adlı birkaç sayfalık anayasa bile denemeyecek bir belge ile yönetiliyor ve dünyanın birçok alt üst oluş yaşadığı yüzyıllar boyunca parlamenter demokratik monarşi rejiminde sorunsuz yaşıyor. Bu sürede hiçbir İngiliz yurttaşı ya da siyasetçisinin yeni bir anayasa istediği de duyulmuyor. Keza ABD’de de 17 Eylül 1787’den günümüze aynı anayasa yürürlükte ve kimse “yeni anayasa” demiyor. Benzer örnekleri çoğaltmak olanaklı. [ AS: Özü koruyarak güncel “ekleme”lerle (ammendments) gidiyorlar..] 

– Türkiye’de sürekli bir anayasa gündemi var…

Bu konuda ülkemizin temel sorunu, 1950’den günümüze Ulusumuzun görev verdiği istisnasız (ayrıksız) bütün sağ parti iktidarlarının yasa ve anayasa tanımazlığıdır. DP’den başlayarak AP, ANAP ve AKP’ye dek bütün sağ tek parti iktidar önderlikleri uygulamalarının yargı denetiminde olmasını, devleti hukukun üstünlüğü ve güçler ayrılığı ilkelerine bağlı olarak yönetmeleri gereğini hiç içlerine sindiremediler.

16 Nisan 2017’de yürürlüğe giren AKP “Tek Adam” yönetimi anlayışının tutumu ise ortada. Sayın Erdoğan’ın “Bu anayasa Yeni Türkiye’yi taşıyamaz” saptaması gerçeği yansıtmıyor kuşkusuz. Çünkü; yaşanan sorun anayasanın Türkiye’yi taşıyabilip taşıyamaması değil, anayasaya uyulmaması, sürekli ihlal edilmesi. Sorun anayasada değil, yönetim anlayışında. Bu nedenle, yürürlükteki anayasayı sürekli çiğneyen bir iktidar anlayışı ile değil “yeni anayasa”, herhangi bir anayasa görüşmesi yapmanın büyük hata olacağı çok açık. 

‘ISRARIN NEDENİ 31 MART YENİLGİSİ’

– AKP’nin bugünkü ısrarının nedeni nedir sizce? 

Israrın nedeninin; AKP önderliğinin ağır 31 Mart yenilgisini ve AKP’nin artık 2. parti olduğu gerçeğini unutturmak, ekonomideki felaketli (yıkıcı) gidişi ve öbür sorunları halkın gündeminden düşürmek istemesi olduğunu düşünüyorum.

– CHP lideri Özel ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görüşmesini eleştirenler oldu,
sizin yorumunuz nedir?

Bir demokratik kitle örgütü genel başkanı olarak bu konuda yorum yapmak istemem, ama şu kadarını söylemeliyim: Bu görüşme, Sayın Erdoğan’ın bugüne dek siyaset yapma biçimine bakıldığında, söylenen herhangi bir olumlu sonucu üretmesi olanaklı olmayan nafile (boşuna) bir görüşme olmuştur.

– Söz edilen “normalleşme ve yumuşama”dan ne anlıyorsunuz?

Görüşmenin ardından yaşananlar da “normalleşme ve yumuşama” beklentilerinin hayal (düş) olduğunu göstermiş olmalıdır.

– Seçim sonrası muhalif (karşıt) kesimin geleceğe bakışında değişiklik oldu mu?

2024 yerel seçim sonuçlarının 22 yıllık Erdoğan iktidarının en ağır yenilgisi olduğu bir gerçek.

Bu sonuçlarla muhalif (karşıt) kesimin, Meclis’te CHP’nin, Meclis dışında toplumsal muhalefetin, geleceğe daha umutlu baktığı da bir başka gerçek. Doğallıkla, seçim sonuçlarını doğru okumak, doğru değerlendirmek, doğru taşımak ve geliştirmek gereği de öyle.

Sayın Özgür Özel’in 31 Mart gecesinden itibaren (başlayarak) izlediğimiz yaklaşımı, söylemleri ve eylem çizgisi; kazanılan çok önemli belediye başkanlıklarını, CHP’nin 1977’den sonra ilk kez bir yerel seçimde 1. parti olmayı başarmasını, yerel seçim dinamiklerinin farklı olduğunun da altını çizerek; doğru okuduğunu, doğru değerlendirdiğini ve genel seçimlere taşınması gereğinin ayrımında olduğunu gösteriyor. Umarım bu yaklaşım toplumsal muhalefeti de katan tutarlı politikalar, ortak eylemler, kararlılık ve cesaretle (yüreklilikle) yürütülür.

‘ERKEN SEÇİM BEKLEMİYORUM’

– Erken seçim bekliyor musunuz, erken seçim olmalı mı? 

Olabilir belki, ama 22 yıldır tanıdığımız Erdoğan’ın bu denli ağır bir yenilginin ardından ve ekonomi bu durumdayken bir erken seçimi isteyeceğini sanmıyorum. Yeterli dış kaynak bulunmadan -ki ne gibi ağır ödünler karşılığı bulunabileceği ayrı konudur- ekonomide nisbî (görece) bir rahatlama sağlanmadan, emeklilerden başlanarak birçok toplum kesimi bir ölçüde tatmin edilmeden herhangi bir seçim göze alınamaz kanısındayım. Bunlar yapılabildiği taktirde de gerek kalmaz zaten. Yani, olağanüstü gelişmeler olmazsa, Sayın Erdoğan sahip olduğu yetkiler, elindeki Meclis çoğunluğu ve kontrol ettiği (denetlediği) sınırsız medya gücü ile iktidarını 2028’e dek sürdürmekte sorun yaşamayacaktır. Dolayısıyla erken seçimi çok zayıf bir olasılık olarak görüyor, hatta beklemiyorum. Ancak belirtmeliyim ki, CHP’nin izleyeceği strateji de çok önemli ve belirleyici olacaktır.

– CHP şu an için erken seçime mesafeli duruyor, ancak erken seçim konusunda ısrarcı olması gerektiğini düşünen bir kesim de var. Sizce strateji ne olmalı?

Erken seçim kararının nasıl alınabileceği belli. Kararı Erdoğan alırsa aday olamayacağı da…
Bu durumda ancak TBMM erken seçim kararı alırsa bir kez daha aday olabilir (Aslında son adaylığı da Anayasa’nın 101 ve 116. maddelerine -yorum gerektirmeyecek açıklıkla- aykırı olduğu halde YSK’nın anayasayı tanımayan ve suç olan kararı ile gerçekleşmişti). Şimdiki durumda TBMM’de CHP’nin karar alabilecek çoğunluğu olmadığına göre, ancak kamuoyunu ikna ederek bir baskı yaratabilir. Ama buna gerek olduğunu sanmıyorum. Çünkü, geniş toplum kesimlerinin yaşadığı ağır ekonomik zorluk devam sürer, eğitimden sağlığa, sığınmacı felaketinden yolsuzluklara hemen her alandaki sıkıntılar sürerse, -ki ne Erdoğan’ın, ne AKP’nin artık bir umut yaratmaları pek olanaklı görünmüyor- o baskı kendiliğinden oluşacaktır. Bence CHP’nin yapması gereken, konuya mesafeli yaklaşımını sürdürmek ve seçmeni ülke sorunlarını yaratanların değil, ancak kendisinin çözebileceğine ikna edecek politikalar üretmek ve uygulamak olmalı.

‘ADD MÜCADELEDE YERİNİ ALACAK’

– Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitim sistemine ilişkin son taslağını incelediniz mi,
ADD’nin bakışı nedir?

Elbette inceledim. “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” gibi “sahibinin sesi” bir adla duyurulan bu sözde eğitim sisteminin, tanıdığımız AKP anlayışına uygun bir  “dindar ve kindar nesil yetiştirme” programı olduğu açık. Gerçekte nasıl profesör ve rektör yapıldığı, hangi amaçla o makama getirildiği bilinen AKP’nin 9. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in müktesebatı (donanımı) anımsandığında başka bir yaklaşım sergilemesi de beklenemezdi. Çocuklarımızın geleceğini ve ülkemizin yarınlarını karartacak bu çağ, akıl ve bilim dışı öğretim programına öğretmen örgütleri ile birlikte Meclis içi ve dışı tüm muhalefet omuz omuza karşı çıkacak, ADD de o mücadelede (savaşımda) yerini alacaktır.

– Arapça tabela sorunu, “Kuran dili” çerçevesinde tartışılıyor,
bu konuyla ilgili ADD’nin tutumu nedir?

“Arapça Tabela” sorununun Kur’an dili çerçevesinde tartışılmasını konuyu saptırdığı için doğru bulmuyorum. “Kutsal dil” diye bir tanım da olamaz

Burada asıl sorun; demografik yapımızı tahrip ederek iç çatışma ortamı yaratma ve Türkiye’yi müdahaleye açık duruma getirme amaçlı, AKP iktidarının da destek verip teşvik ettiği, bir emperyal plan doğrultusunda yurdumuza doldurulan ve “geçici sığınmacı” ya da “düzensiz göçmen” adlandırmalarıyla meşrulaştırılmaya çalışılan milyonlardır. Asıl sorun; 10 yılı aşan süredir Suriye’den, Irak’tan, Afganistan’dan, Sudan’dan, Somali’den… akın akın gelerek kevgire döndürülmüş sınırlarımızdan ellerini kollarını sallayarak geçen bu insanların yarattığı demografik ve ekonomik yıkımdır. “Arapça Tabela” kirliliği bu asıl sorunun küçük bir parçası, görünen yüzüdür yalnızca. Esası (Özü) bırakıp ayrıntılarla uğraşmak, hele konuyu “Kur’an dili” üzerinden tartışmak abes olduğu gibi, gerçek sorunu örttüğü için de tehlikeli bir yaklaşımdır.

– İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin ölümünden sonra ilan edilen milli yas için yorumunuz nedir? 

Bu gereksiz ve anlamsız yas kararı, AKP zihniyeti (anlayışı) ile uyumlu, ama Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine ve dış politika geleneğine taban tabana zıt bir uygulamadır. Hiç doğru bulmadım.
======================================
ADD Başkanı Bozkurt, ‘Arapça tabela’ söyleminin gerçek sorunu perdelediğini söyledi: ‘Hedef iç çatışma’ – Son Dakika Siyaset Haberleri | Cumhuriyet 27.05.2024

Söyleşinin PDF biçimi için tıklayınız : Cumhuriyet ile söyleşi 27.5.24

Gıcır gıcır anayasa

Özdemir İnce
Özdemir İnce
26 Mayıs 2024, Cumhuriyet

 

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan kabine toplantısı sonrası yaptığı açıklamalarda özetle şunları kaydetmiş:

  • “Yamalı bohçaya dönüşen 1982 Anayasası ile ağır aksak bugünlere kadar gelebildik. Cumhuriyetimizin 100. yıldönümünü üzülerek ifade ediyorum darbe anayasası ile karşıladık ve geçirdik. Bunu Türk siyaseti adına bir eksiklik olarak gördüğümü daha önce de dile getirdim. Karşımızda insicamı bozulmuş, bütünlüğü kaybolmuş, ileri demokrasi ve radikal vesayetin izlerini aynı anda taşıyan bir anayasa bulunuyor. Bu hakikati sadece biz değil hukukçular da sık sık
    ifade ediyor. Mevcut anayasanın yeni Türkiye’yi taşıması mümkün değildir.
  • 85 milyon olarak yeni yüzyılda yeni anayasa ülküsünü gerçeğe dönüştürmemiz gerektiğine inanıyorum. Bunu kendimiz için istemiyoruz, Türkiye’nin, milletimizin buna ihtiyacı var.
    Siyaset kurumu sivil anayasa yapabilecek kudrete, toplumsal temsiliyete, olgunluğa sahiptir. Türk demokrasisi yeni ve sivil bir anayasayı ülkemize kazandırarak darbe geleneğiyle hesaplaşmasını tamamlamalıdır. Yeni anayasa sadece siyasetin konusu da değildir. Sivil toplum, akademi, baro, gazetecilerin ve darbelerin mağdur ettiği tüm kesimlerin de süreci sahiplenmesini arzu ediyoruz.”

Bir gazete yazısında bu kadar uzun alıntı yapmak akıllıca bir şey değil ama “benmerkezci” (egoist) bir görüşü silkelemek için bunu yapmak zorundayım:

1982 Anayasası Danışma Meclisi, kendi üyeleri arasından, Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı başkanlığında, 15 üyeden oluşan bir “Anayasa Komisyonu” seçti. Bu komisyon, 23 Kasım 1981 tarihinde çalışmaya başladı ve hazırladığı anayasa taslağını 17 Temmuz 1982 tarihinde Danışma Meclisi’ne sundu. Danışma Meclisi görüşmelerden sonra taslağı 23 Eylül 1982 tarihinde kabul etti. Tasarı 18 Ekim 1982 tarihinde Milli Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilerek halkoyuna sunulmak üzere 20 Ekim 1982 tarihli ve 17844 sayılı Resmi Gazetede yayımlandı. Tasarı 7 Kasım 1982 Pazar günü yapılan halkoylaması sonucu %8.63 oranında “hayır” oyuna karşılık %91.37 oranında “evet” oyu ile kabul edilmiştir. Bu şekilde halk tarafından kabul edilen anayasa, 2709 sayılı yasa olarak 9 Kasım 1982 tarihli ve 17863 mükerrer (yineleyen) sayılı
Resmi Gazetede yayımlanmıştır.

Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Aldıkaçtı başkanlığında kurulan 15 üyelik Anayasa Komisyonu’nda kabzımal, şoför, gümrük komisyoncusu falan yoktu. Tamamı hukuk bilgini idi. Bunu yazmam, Kenan Evren darbesini onayladığım anlamına gelmez.

Hukuk bilginlerinin hazırladığı anayasa, TC vatandaşlarının % 91.37 oyuyla kabul edilmiştir.

  • Halkın kabul ettiği anayasa “sefil” değil, “sivil” anayasadır.

Ayrıca bir ülkeyi demokratik kurallara uygun anlayışla yönetmek için birinci sınıf ANAYASA gerekmez. Bir hükümet ya da bir Başyüce kötü bir anayasaya karşın ülkesinde demokrasinin bütün kurallarını uygulayabilir. AKP genel başkanının ülkeyi despotik bir anlayışla yönetmesinin kaynağı mevcut anayasa mı? Anayasayı ve Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını çöpe atmasının nedeni mevcut anayasa mı?

  • Ben, daha iyi anayasa istemiyorum bu anayasa uygulansın yeter!

Ben, AKP genel başkanına şunu öneriyorum:

“Sivil toplum, akademi, baro, gazetecilerin ve darbelerin mağdur ettiği tüm kesimlerin” temsilcilerinden oluşan bir anayasa yapma kuruluna kendi kafasına uygun bir anayasa yaptırsın… Eşeği yokuşa sürmenin gereği yok!

Zaten CHP de Mevcut anayasayı uygulamayan bir yönetim anlayışıyla anayasa yapmayız, önce sen mevcut anayasayı uygula diyor. CHP haklıdır, mevcut anayasayı uygulamamaktan, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını uygulamamaktan sabıkalı bir iktidarla ortaklaşa bir anayasa yapmak mümkün mü? Bizim köylü Göde Omar da Gök Veli de Deli Hapa da bu tongaya düşmez vallahi!

AKP’nin ve liderinin T.C. Anayasası’nın ilk dört maddesine karşı olduklarını burada yinelemenin gereği yok. Kurnazlık edip “İlk üç madde dokunulmazdırderler ama bu üç maddenin korucuyu zırhı olan dördüncü maddeyi es geçerler.

MADDE-4: Anayasanın 1’inci maddesindeki devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2’nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3’üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.

R.T. Erdoğan’ın tek başına yapacağı, yaptıracağı gıcır gıcır anayasayı hiç merak etmiyorum.

En iyi anayasa cildi gevşemiş, sayfaları sararmış anayasadır.

Seferberlik ve Savaş Durumu Yönetmeliği

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

Seferberlik ve Savaş Durumu (Hali) Yönetmeliği 22 Mayıs’ta  (2024) Cumhurbaşkanlığı’nca yayınlandı (RG s.32553).

Yönetmelik incelendiğinde aşağıda belirtilen hukuka ve demokrasiye aykırıyı düzenlemeler dikkati çekmektedir :

Seferberliğin amacı başta Silahlı Kuvvetler olmak üzere devletin tüm güç unsurlarını (ögelerini) barış durumundan savaş durumuna getirmek olmasına karşın, yapılan düzenleme, aşağıda inceleneceği gibi, üstü kapalı bir sıkıyönetim düzenlemesidir.

Yönetmelikteki tanımlar belirsiz, ucu açık ve yorum gerektirecek biçimde yazılmıştır.
Örneğin buhran dönemi şöyle tanımlanmıştır (Md.4g) :

  • “Milli menfaatleri doğrudan veya  dolaylı olarak tehdit eden veya etmesi muhtemel olan
    veya dış olay veya olayların ayrı ayrı veya birlikte vuku bulduğu ve çatışmaya ve
    savaşa götürebilecek seviyeye gelmeleri ile ortaya çıkan kriz durumu
    .”

Milli menfaatleri dolaylı olarak tehdit etmesi muhtemel iç olaylar” ifadesi belirsiz ve yoruma açıktır. Otoriter bir cumhurbaşkanı tarafından baskı aracı olarak kullanılmaya rahatlıkla elverişledir.

Gerginlik dönemi tanımı ise şöyledir (Md.4m): “Milli menfaatleri içte ve dışta olumsuz etkileyebilecek olayların ülkeyi bir buhran durumuna tırmandırması hali.”

Bu tanımlara dayanarak Cumhurbaşkanı’na seferberlik ilan etme yetkisi verilmiştir.

Yönetmeliğin 24. maddesi şöyledir:

Ayaklanma olması veya cumhuriyete karşı kuvvetli eylemli bir kalkışmanın veya ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten veya dıştan tehlikeye düşüren davranışların ortaya çıkması durumunda cumhurbaşkanı seferberlik ilan edebilir. Seferberlik ilanı aynı gün TBMM’nin onayına sunulur.”

Hukuksal Durum

1982 Anayasasının 122. maddesi, olağanüstü yönetim yöntemleri başlığı altlında
– sıkıyönetim,
– seferberlik ve
– savaş halini
düzenlemekte idi.

Buna göre; Cumhurbaşkanın başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Milli Güvenlik Kurulunun görüşünü aldıktan sonra, süresi altı ayı geçmemek üzere yurdun bir veya birden çok bölgesinde sıkıyönetim ilan edebilir… TBMM sıkıyönetim süresini uzatabilir, kısaltabilir veya sıkıyönetimi kaldırabilir… Sıkıyönetim komutanları Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı olarak görev yaparlar.

2017 anayasa değişikliğinde bu madde kaldırılmıştır. Bu maddeye dayalı 2941 sayılı Seferberlik ve Savaş Hali Yasası anayasal dayanaktan yoksun kalmıştır.

Şimdi de 2941 sayılı bu yasaya dayanarak bir yönetmelik yayınlanmıştır. Dolayısı ile bu yönetmelik anayasal dayanaktan yoksundur

Daha önce bakanlar kurulunda olan seferberlik ilan yetkisinin cumhurbaşkanına bırakılması cumhurbaşkanlığı hükümet sistemimin gereğidir. Yapılan düzenleme ile değişiklik öncesi anayasada belirtilen Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK), TBMM’nin ve Genelkurmay Başkanlığı’nın işlevleri zayıflatılmış tüm yetki Cumhurbaşkanı’na bırakılmıştır. Bu durum cumhurbaşkanlığı hükmet sisteminin sakıncalı sonuçlar doğurabileceğine çarpıcı bir örnektir.

 Değerlendirme:

Yönetmeliğe göre cumhurbaşkanı belirsiz kimi tanımlara dayanarak tek başına seferberlik ilan edebilecektir.

Seferberlik ilanında 2941sayılı Seferberlik ve Savaş Durumu Yasası uygulamaya konulacaktır :

Bu yasanın 12. maddesine göre;
– cumhurbaşkanının atayacağı komutanlar,
– kendi bölgelerinde genel güvenlik, asayiş ve kamu düzeninin sağlanması ve sürdürülmesi
– ve deniz limanları ile sınırların denetimi, yıkıcı etkinliklerin önlenmesi,
– ajanların ve kaçakçıların aranıp bulunması için gerekli önlemlerin saptanması ile
– bu çalışmaların yürütülmesinde ulusal makamlarla işbirliği yapar
– ve gerektiğinde kolluk güçlerini buyruğuna alır

  • Bu düzenleme adı konmamış bir sıkıyönetim rejimidir.

Partisi TBMM’de çoğunlukta olan, “devlet = hükümet” anlayışına sahip otoriter eğilimli bir Cumhurbaşkanı, toplantı ve gösteri yürüyüşü veya ifade özgürlüğü anayasal haklarını kullanan muhalefetin eylemlerini “milli menfaatleri dolaylı olarak tehdit etmesi ihtimali olan davranışlar” olarak yorumlayabilir ve atadığı komutanlar eliyle sıkıyönetim uygulamasına benzer önlemler alabilir.

  • Bu durum demokrasiye açık bir tehdittir.

Yönetmelikteki kimi ifadelerin belirsiz (muğlak), ucu açık ve yoruma bağlı ifadeler olması,
genel bir hukuk ilkesi olan “öngörülebilirlik” ilkesine aykırıdır.

Sonuç

22 Mayıs’ta (2024) Cumhurbaşkanlığınca yayınlanan “Seferberlik ve Savaş Hal Yönetmeliği” anayasal dayanaktan yoksun ve  “öngörülebilirlik” hukuk ilkesine aykırıdır.

Yönetmelikle Cumhurbaşkanı, kendi kendisine tanıdığı ucu açık, yoruma bağlı yetkileri
kötüye kullanarak tek başına seferberlik ilan edebilir ve sıkıyönetim uygulamasına benzer uygulamalarla hak ve özgürlükleri ciddi düzeyde kısıtlayabilir

İdari bir işlem olan bu yönetmeliğine iptali veya açıklığa kavuşturulması için idari yargı yoluna başvurulmalıdır.

DEVLET OTORİTESİ Mİ YOKSA TARİKAT ve CEMAAT İRADESİ Mİ? MİLLİ İRADE KİME AİT?

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Eğer bir ülkedeki:

A- Eğitim sisteminde,
B- Güvenlik güçlerinin kullanılmasında,
C- Adalet ve yargı sisteminde
D- Sağlık sisteminde
…………………………… ve
Z- Tüm devlet kurumlarında,

Devlet otoritesi (yetkesi) giderek dinci tarikat ve cemaatların ya da benzeri örgütlerin iradesi (istenci) ile biçimlenmeye başlarsa, o ülkedeki ulusal istenç (milli irade) ve devletin hükümranlık (egemenlik) gücü zaafa düşmüş (zayıflamış), ulus ya da milli devlet eksen kaymasına uğramış demektir.

Eşler (kadın – erkek) nasıl ki “Eş” olma (karı – koca) hakkını – yetkisini başkasına devredemez ise, devlet de yönetim gücünü ve hakkını asla meşru devlet örgütlenmesi dışında kalan kişi ve kurumlara veremez.

  • Ulusal Egemenlik bölünemez, paylaşılamaz!

Devlet, Ulus adına en üst kurumsal otoritedir (yetkedir).

Çünkü ulusal egemenlik vekâlet kabul etmez!

Toplumu yönetme yetkisi de hiçbir tarikat, cemaat ya da benzeri paralel (koşut) bir yapıya devredilemez.

Ulusal irade (istenç) yalnızca, Anayasanın koyduğu devlet organları eliyle kullanılabilir ve ancak böylesi bir devlet meşru olur. Çünkü Halk / Millet, mutlak egemenlik hakkını, kendi adına anayasal ve meşru biçimde oluşan siyasal iktidara (Yürütme’ye), Yasama ve Yargı’ya geçici olarak vermiştir.

Türkiye FETÖ tehdidi ve tehlikesini bu nedenle yaşamıştı.

Tarihin tekkerrür etmemesi (yinelememesi) için geçmişten ders alınması gerekir.

Çünkü devlet otoritesi (yetkesi); dinler, ideolojiler, dogmalar, partiler, dernekler, tarikatlar, cemaatlar, hizipler, odalar, sendikalar, kişiler, makamlar… üstü bir üst otoritedir (supreme power).

Ancak, söz konusu otoritenin (yetkenin) hak, hukuk, adalet ve iyi niyet kurallarına göre herkese karşı yansız olarak kullanılması gerekir..

  • Demokratik hukuk devleti kurallarına tam bağlı kalarak ve evrensel etik ilkelere
    mutlak saygı ve bağlılık ile..
    (23.05.2024)

Din ne işe yarar?

Özdemir İnceÖzdemir İnce
24 Mayıs 2024, Cumhuriyet

 

Türkiye’nin en iyi gazetesi benim yazdığım Cumhuriyet gazetesidir. Lise öğrenciliğimde Cumhuriyet ve Dünya gazetesini satın alıp okurdum, spor haberleri için Hürriyet gazetesine bakardım. Hürriyet gazetesini ilk kez 7 Ağustos 1948 günü satın almışım, 12 yaşımda. Birinci sayfasında Londra Olimpiyat Oyunları’nda grekoromen stilinde olimpiyat şampiyonu olan Mersinli Ahmet ile Mehmet Oktav’ın fotoğrafları var. Takım halinde ikinci olmuşuz.

Cumhuriyet gazetesi gözdem ve öğretmenimdir ama başka gazetelerin iyi işlerini görmeme engel değildir bu. Örneğin Sözcü gazetesinin birinci sayfasını çok beğenirim. 17 Mayıs 2024 günlü birinci sayfası bana bu yazıyı esinledi.

Manşet: Diyanet her gün yiyor et! Kafiyeli! Din adamlarının yemek listesi bu yazıyı ilham etti. Güney Amerika’nın Katolik rahiplerinin dışında dünyanın geri kalan ülkelerindeki din adamları, kapitalizm ve sömürüden yanadır. Birinci sınıf beş yıldızlı otellerde toplantı yapıp buralarda yatan ve çatal kaşık şakırdatan Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) imamlarının pahalılıktan ve müzmin açlık ile yoksulluktan şikâyetçi olup durumu eleştirdiklerini hiç duydunuz mu? Adamlar sanki bir sömürge ülkesinde kolonyal düzenin temsilcileri…

“DİB ya da kısa adıyla Diyanet, 3 Mart 1924 tarihinde Şeriyye ve Evkaf Vekâleti’nin yerine kurulan, İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle görevli kurumdur. Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle 429 sayılı kanunla Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı’na bağlı bir teşkilat olarak kurulmuştur. 9 Temmuz 2018’de Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı’na bağlanmıştır.

Anayasanın 136. maddesinde, Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.’ hükmü yer almaktadır.”

Mevcut DİB Kuruluş ve Görev Yönetmeliği’nde yukarıdaki ilkeler yer almaktadır. Sözcü gazetesi ayıs ayının yemek listesini yayımlamış. Afiyet şeker, lop lop et olsun. Dünkü (23 Mayıs) menüsü şöyle: Mantar çorbası, fırın köfte, nohut salatası, keşkül. Listede ana yemek olarak ekşili köfte, orman kebabı, Ankara tava, etli nohut, tavuk döner, çiftlik kebabı, soslu misket köfte, etli taze fasulye, tavuk külbastı, hünkâr beğendi, sebze graten, çiftlik köfte, tavuk şinitzel, etli taze fasulye, et döner, fırın köfte, patlıcan musakka, etli kuru fasulye, püreli kebap, piliç Topkapı, kıymalı ıspanak, karışık ızgara. Ayrıca çorba çeşitleri, ara sıcaklar ve dört çeşit son tıkıntı var.
Bu listeyi okusun, halkın bir yeri şişer vallahi!

Diyanet son dört ayda 31.8 milyar lira harcamış! 17 Mayıs 2024 tarihli Sözcü gazetesinde
Deniz Ayhan’ın haberi şöyle:

‘Yiyin efendiler yiyin’

“Milyarlarca liralık bütçesi ve lüks makam araçlarıyla gündemden düşmeyen DİB’nin
üst düzey yöneticileri için hazırlanan öğle yemeği listesi ortaya çıktı. Vatandaşın ucuz et için zifiri karanlıkta kuyruklara girip saatlerce kuyruk beklediği, çocukların ete ulaşamadığı bir ülkede DİB’nin üst düzey yöneticileri için hemen her gün etli yemek çıkıyor. Sebze yemekleri de kıymalı yapılıyor. Diyanet’in 17 Mayıs, yani bugünkü sofrasında ‘mısır çorbası, çiftlik köfte, bulgur pilavı, meyve’ olacak.”

Yemek maliyetlerinin bir kısmı bütçeden karşılanırken DİB Başkanı Ali Erbaş, bir günlük yemek için 67.5 TL ödüyor. DİB başkan yardımcıları, Din İşleri Yüksek Kurulu başkanı, Diyanet Akademisi başkanı, genel müdürler, rehberlik ve teftiş başkanı, strateji geliştirme başkanı da bu mönü için 67.5 TL ödüyor. Diyanet’te çalışan 4/D’li işçiler radyo TV personeli ve KOMAŞ personeli ile başkanlık personeli 100 TL ödüyor. Misafirler için ise yemek 110 TL. Aşçı, bekçi, hizmetli, şoför, yönetmen, 4/B sözleşmeli personel bu yemek için 30 TL, başkanlık müşaviri, baş müfettiş, hukuk müşaviri, avukatlar da 42 TL ödüyor.

Sosyal adalete göre az kazananın az, çok kazananın da az kazanandan fazla ödemesi gerekmez mi? Gerekir ama

  • DİB’de demek ki dinsel adalet uygulanıyor, sosyal adaletin yeri yok.

Not: Bu konuda Diyanet bir açıklama yapmıştır.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Din ne işe yarar?24 Mayıs 2024

Anayasa Mahkemesi ve başsavcı ataması

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 23.05.2024, BİRGÜN

Anayasa Mahkemesi’ne son 6 ayda yapılan baskı ve engellemelere 60 yılda -darbeler dahil- hiç tanık olunmadı. Bu yaşananlar karşısında Anayasa Yargısı kitabıma nokta yerine (;) koyabildim. Ancak ne var ki 16 Mayıs ataması,  tasavvur sınırlarını da zorladı.

İHLAL ÖDÜLLENDİRİLDİ

Anayasa Mahkemesi (AYM) kararını uygulamayan ve üstelik AYM üyelerine karşı suç duyurusunda bulunan Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Başkanı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na atandı.

Bu atama, AYM için kapatılmaktan daha ağır bir yaptırım. AYM üyeleri, tepki olarak görevden çekilmediklerine göre, özeleştiri yaparak karar tercihlerini gözden geçirmeleri beklenir. Nasıl?

Özellikle norm denetiminde Yürütmenin ve Yasamada Cumhur İttifakı çoğunluğunun Anayasa dışı düzenlemelerini görmezlikten gelme eğiliminden vazgeçerek. AYM için ölçü, Anayasa’dır.

ETKİLİLİK TESTİ

AYM, Can Atalay hakkında Anayasa’ya uygun karar verdi.

Anayasa’nın emredici ve yasaklayıcı hükümlerini bilerek ve isteyerek üst üste ihlal eden Yargıtay 3CD Başkanı ise ‘ödüllendirildi’.

Kim ödüllendirdi? Yasama, Yürütme ve Yargı. Nasıl?

Yasama: 3CD’nin AYM kararını tanımayan metnini TBMM’de okudu…

Yargı: Yargıtay, 3CD Başkanı’na seçilmesi ve atanması için yeterli olmasa da oy verdi.

Yürütme: 1. sırada olmayan 3. CD Başkanını atadı.

Anayasal düzeni zedeleyici bu işlemler dizisi hukuksal deyimlerle açıklanamaz; çünkü karşılaştırmalı anayasa yargısına yabancı bir süreç (Bkz. “Baskıcı yönetimle ve direnen yargıçlar”, 8.1.24).

Şimdilik şu kayıtla yetineyim:

  • AYM kararlarını uygulamamak ve uygulatmamak, adil yargılanma hakkı
    ihlalinin (çiğneminin) ötesinde, AYM’nin görev yapmasını engellemektir.

Haliyle, AYM için görevine içkin bir kavram olarak haysiyet (dignitas) sorunu oluşturmakta.

Bu nedenle AYM, Anayasa ve hukuka daha çok sarılmalı. Nasıl?

Etkililik için 6 ölçüt:

-gündem önceliklerini belirlemek,
makul sürede karar vermek,
-yürürlüğün durdurulması (özellikle 9 aylık süre söz konusu ise) kararları vermek,
-gerekçe ve karar eşzamanlılığını gözetmek,
-eksik referans uygulamasını gidermek.
-kararlarda tutarlılık ilkesini gözetmek.

ATAMA ve AND

Bunları yapmak için dayanakları da var AYM’nin:

And : “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını ve temel hak ve özgürlükleri koruyacağıma; görevimi doğruluk, dürüstlük, tarafsızlık ve hakka saygı duygusu içinde, her türlü etki ve kaygıdan uzak olarak Anayasanın dayandığı temel ilkelere uygun hukuk anlayışı içinde, sadece vicdanımın emrine uyarak yerine getireceğime büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim.”

-Anayasa ve karşılaştırmalı anayasa yargısı verileri,
-Kamu yararı,
Toplumun ve ülkenin geleceği.

Tercihlerini Anayasa gereklerinden çok kendilerini atayan Yürütme ve Yasama beklentileri yönünde yapan özellikle yeni üyeler için, atayan makam değil üzerine and içilen metin belirleyici olmalı.

AYM HAYSİYETİ (ONURU)

AYM’den iptali istenen yasaların çoğu, talimat yasalarıdır. Saray veya Bakanlık bürokratlarından gelen metinleri çok sayıda imza ile Teklife çeviren Cumhur İttifakı vekillerinin, Komisyon aşamasından Genel Kurul oylaması sonuna dek başlıca uğraşı, ‘virgülüne bile dokundurtmamak’!

Dahası, torba yasaların çoğu, içerik olarak yasal nitelikten uzak. Öngörülebilirliği ve hukuksal belirliliği olmayan yasa ve hükümlerini ayıklamak, AYM için bir haysiyet göstergesi aynı zamanda.

BAŞVURAN 1. PARTİ

AYM’ye başvuran Parti olarak CHP, 31 Mart (2024) sonrası artık 1. Parti!
AYM’nin denetlediği metinleri oylayanlar ise, 2. (AKP) ve 4. (MHP) Parti vekilleri.
TBMM’ye sayısal olarak henüz yansımayan bu demokratik değişiklik bile, kendilerini atayanlara karşı minnet borcunda hisseden kimi (bağımsız statüye sahip) AYM üyelerinin (bir erdem olarak) tarafsız (yansız) karar verebilmeleri için başlıca itici güç olmalı.

Son söz yerine bir soru                      :

AYM, eğer Anayasa’ya açıkça aykırı olan dezenformasyon maddesini iptal etse idi,
AKP-MHP ikilisi ‘etki ajanı’ düzenlemesi girişiminde bulunabilir miydi?
======================================
Yazarın Son Yazıları

Liberal dünya düzeninin sonunun başlangıcı

Nejat Eslen
EMEKLİ TUĞGENERAL

Soğuk Savaş döneminde ABD’nin ve NATO’nun nükleer stratejisini hazırlayan önemli strateji geliştirme merkezi RAND’ın mayıs ayında yayımladığı, “The Sources of Renewed National Dynamism” (Yenilenen Ulusal Dinamizmin Kaynakları) başlıklı rapora göre, azalan göreceli üretim kapasitesi, yaşlanan nüfusu, kutuplaşan politik sistemi, yozlaşmış bilgi ortamı, Çin’in giderek artan meydan okuyuşu ve çok sayıda kalkınmakta olan ülkenin Amerikan gücüne olan saygısındaki azalma ABD’nin rekabet gücünü tehdit etmekte ve düşüşünü hızlandırmaktadır. RAND’a göre, tarihi örnekler, düşüşteki büyük güçlerin nadiren yeniden yükselişe geçtiğini göstermektedir.

İmalat kapasitesindeki göreceli düşüş, küresel güç mücadelesinde, ABD’nin en güçlü rakibi Çin ile ilişkisinde, en önemli sorunu oluşturmaktadır. Dünyada hâlâ en büyük gayrisafi hasılayı gerçekleştiren ABD’nin 2023 yılında dış ticaret açığı 773 milyar dolardır. Aynı yıl, Çin’in dış ticaret fazlası ise 823 milyar dolar; ABD’nin Çin ile ticaretindeki açık ise 280 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir.

ABD’NİN ASIL SORUNU

Bu çelişkinin nedeni, ABD gayrisafi hasılasında en büyük payı imalat değil, hizmet sektörünün almasıdır. 2023 yılı değerlerine göre ABD imalat sektörünün gayrisafi hasıla içindeki payı, 2.8 trilyon dolar ile sadece yüzde ondur. Aynı yıl Çin’de ise imalat sektörü 5.59 trilyon dolar ile toplam gayrisafi hasılanın yüzde 31.7’sini oluşturmuştur. Bir başka ifade ile Çin’in imalat sektörünün kapasitesi, ABD’nin imalat sektörünün kapasitesinin yaklaşık iki katıdır.

Örnek olarak ifade etmek gerekirse, çelik ve elektrikli araç (EV) üretiminde Çin’in, açık ara ABD’nin önünde olduğu söylenebilir. 2023 yılında, Çin’in çelik üretimi 1.019 milyon ton; ABD’nin çelik üretimi ise sadece 80.7 milyon ton olarak gerçekleşmiştir. Aynı yıl Çin’de 9.3 milyon elektrikli araç (EV) üretilmiş ve dünyada, çoğu Batı markalı elektrikli araçların satışının yüzde altmış beşini Çin gerçekleştirmiştir.

ABD, Çin’in imalat sektöründeki bu üstünlüğüne, Trump’ın başkanlık döneminden bu yana Çin’den ithal edilen ürünlere yüksek gümrük vergisi uygulayarak karşı koymaktadır. Biden yönetimi, 14 Mayıs 2024’te, Çin’den ithal edilecek çelik ve alüminyum ürünlerine yüzde 25, yarı iletken ürünlere yüzde 50, elektrikli araçlara yüzde 100, elektrikli araç bataryalarına yüzde 25, güneş pillerine yüzde 50, tıbbi ürünlere yüzde 50 gümrük vergisi uygulayacağını açıklamıştır.

DÜZEN ÇÖKÜYOR

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD önderliğinde kurulan kurallara dayalı dünya düzeni olarak da tanımlanan dünya düzeni, ekonomide ve uluslararası ilişkilerde liberalizmi esas alan dünya düzeni olarak tanımlanmıştır. Açık pazarlar, serbest ticaret, malların ve sermayenin serbest dolaşımı, gümrük vergilerinin kaldırılması bu düzenin karakterini oluşturmuştur. ABD, Çin mallarına yüksek gümrük vergileri uygulayarak liberal dünya düzeninin kurallarını çiğnemekte ve korumaya çalıştığı bu düzeni kendi elleri ile tarihin mezarlığına gömmektedir.

Bu şartlarda, Çin’in yükselişini frenlemek ve küresel liderliği sürdürebilmek için ABD’nin önünde iki seçenek olduğu ifade edilebilir:

Birincisi, imalat sektörünü yeniden güçlendirerek Çin ile rekabet edebilecek kapasiteye çıkarmak. Bu seçeneğin, birçok nedenle başarı ihtimalinin düşük olduğu söylenebilir.

İkincisi, Asya-Pasifik’te Çin’e karşı Ukrayna savaş modelini Tayvan ile uygulamak ve başta Japonya ve Filipinler olmak üzere bölgedeki müttefikleri bu savaşta kullanmak. Savaşmadan hasmın direncini kırmayı amaçlayan stratejik kültürü nedeni ile Çin’in bu oyuna gelmesi uzak bir olasılıktır.

İKTİDAR ADAYININ POLİTİK TUTUMU

Son sözüm iktidar adayı CHP ile ilgilidir. CHP, “Türkiye Atlantik blokunun üyesidir; bu nedenle de her şartta Atlantik bloku ile birlikte hareket edecektir.” diyerek bu anlayışa göre dış politika mı uygulayacaktır; yoksa dünyadaki bu değişimi ve kurulmakta olan yeni düzeni dikkate alarak, daha esnek dış politika vizyonu mu geliştirecektir. Bu sorunun yanıtı Türkiye’nin yazgısını etkileyebilecektir.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 22 Mayıs 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

Haftanın tüm iğneleri; hiçbir suçu olmayan, yaşlı ve hastalıklarla boğuşan generalleri kin – intikam duygusu ile 1000 gün cezaevinde tutanlara…

 

NEPOTİZM

RTE, muhalefeti nepotizmle (akraba-eş dost ayırımcılığı) mücadeleye çağırdı.

Milletin aklıyla alayı sürdürüyor.

Nepotizmin önde geleni kimdir?…
(AS: Mülakat ile acımasız kıyım neden sürüyor?? Seçim öncesi söz verip tutmadın!??)

TASARRUF

Köprü, tünel ve otoyollara zam bindirildi.

Somali’ye 5 bin metrekarelik arsa hibe edildi. Üzerine büyükelçilik binası yapılıp hediye edilecek.

Vatandaş ödesin; yandaşlar/çeteler, rüşvetçiler cebe indirsin; tasarruf masalları anlatılsın…

AUDİ

DİB Audi 8 kiralık makam aracını, tasarruf önlemleri kapsamında iade ettiğini açıkladı.

Şuna tepkilerden / korkudan desek!…

KAPATILSIN

Muharrem İnce’nin 21 bin kişiyle yaptığı ankette “%77 “Diyanet kapatılsın” çıkmış.

Aklın yolu…

ÇAY

Rize’de çay üreticileri, verilen düşük taban fiyatına tepki gösterdi.

Sandıkta reislerine rekor desteği sürdürsünler, düzelir…

ATAMA

RTE, Yargıtay Başsavcılığı’na en çok oy alan aday yerine, Anayasa Mahkeme kararını tanımayan ve AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunan Muhsin Şentürk’ü atadı.

Saray yargısı…

APARAT

Kılıçdaroğlu, Kobani kararlarından sonra Özel’e “dikta rejimleriyle el sıkışılmaz ve sistemin aparatı olunmaz!” dedi.

“Ekmek için Ekmeleddin” dayatmasında kim, neyin aparatı idi?…

ZARAR

Cumhurbaşkanı yardımcısı Cevdet Yılmaz, “kamuda çift maaş” tepkileriyle ilgili olarak,
ikinci maaşın verilmemesi durumunda kamunun zarara uğrayacağını iddia etti!!??

Akla zarar…

HAYIR

Savunma Sanayi Başkanlığı’na bağlı tüm şirketleri “Hayra Davet Vakfı”na yakınlığı ile bilinen bir firma denetliyormuş

Hayırlısı!..

ASKER

Suriye’de ve Adana’da görevli iki tuğgeneralin makam aracının, insan kaçakçılığında kullanıldığı açıklandı.

TSK’nın içini tarikatlarla pisleten siyasal iradenin başarısıdır…

OĞUL

MEB, CHP’yi akraba kayırmacılığı ile suçlayan RTE’nın oğlu Bilal’in vakfına okulların kapılarını açtı.

Mehterandan beter, hep geriye…

MÜDÜR

RTE’nin hınk deyicisi Bahçeli, “Ben cezaevi müdürü olmuş olsaydım aftan yararlananların listesine bakar, ‘Çetin Doğan sen orada yoksun’ der, geri içeri alırdım” dedi.

Müdür olabilir miydi?..