Kategori arşivi: SİZİN İÇİN SEÇTİKLERİMİZ

Bizim yazdıklarımız, oluşturduklarımız dışında değişik kaynaklardan alarak paylaşılmasını uygun bulduğumuz dosyaları içermektedir.

Başbakan RT Erdoğan’ın meslekleri..

“10 parmağında 10 hüner” sözü bile çok yetersiz kalıyor.. Türkiye ne denli şanslı!

Başbakanın meslekleri…

Başbakan en son “Ekonomik kriz psikolojiktir” teşhisini koyması “psikolog”
ya da “psikiyatrist” olmasından çok, kendisini daha önce “ülkenin doktoru”
ilan etmesine bağlandı.

Ancak “doktorluk” kendisinin başbakanlık dışındaki tek ikinci mesleği değil.
Bilinen, bilinmeyen ve kendisinin açıklamalarıyla üstlendiği daha pek çok mesleği var. Şöyle sıralayabiliriz:

İMAM: İmam Hatip lisesi mezunu olduğu için zaten bu ehliyete sahip.
Ayrıca “Ben İstanbul’un imamıyım” demişti.

FUTBOLCU: İETTSPOR’da kadrolu top koşturduğu (santrafor) futbolcu,

YEREL YÖNETİCİ: İstanbul Belediye Başkanlığı yaptığı için,

MUHASEBECİ: Bir fabrikada muhasebe müdürlüğü yaptığı için,

DİSTRİBÜTÖR: Şirket kurup (Başbakanlığı sırasında da) Ülker’in bayiliğini yaptığı için,

İŞÇİ: “Ben işçiyim, işçilikten gelme birisiyim” şeklindeki sözleri itibarıyla,

SAVCI : “Evet savcıyım” (Ergenekon bağlamında) ifadesi nedeniyle,

SUCUKÇU: “Ben Kars’tan Erzurum’a karkas et (gövde eti) getirip, sucuk yapmış adamım. Sen kime anlatıyorsun?” beyanı dolayısıyla,

ÇEVRECİ: Ben çevrecinin daniskasıyım. Asıl çevreci benim.

KAPTAN: Sıkça kendisini kaptana benzettiği için,

ÇOBAN: Çeşitli konuşmalarında muhalefet lideri Deniz Baykal’a, “Sen hayatında
hiç koyun güttün mü? Koyun gütmeden memleketi nasıl idare edeceksin?”
sorusunu yöneltmesinden “koyun gütmeyi” bildiği sonucu çıkartıldığı için,

TÜCCAR: “Ben ticaret adamıyım, iyi pazarlık yaparım” demeci nedeniyle

Doktorluk da eklendiğinde tam tamına 13 meslek ediyor.

Başbakanlığı kattığınızda 14…

“Medya terbiyeciliği” ise henüz sınıflandırmaya girmiş değil..

Savaşa giden çocuk ve bisikleti..

Savaşların acı anılarından yalnızca 1 tanesi..

ATATÜRK : YURTTA BARIŞ- DÜNYADA BARIŞ!

“Ulusun yaşamı tehlikeye girmedikçe savaş bir cinayettir.”
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

İnsan beyni bir salgı bezi değildir

ÖZDEMİR İNCE

İnsan beyni bir salgı bezi değildir

AYDINLIK, 21 Ağustos 2012

İnsan vücudunda iki türlü salgı bezi bulunur: İç salgı bezleri ve dış salgı bezleri:
İç salgı bezleri salgılarını, vücudun başka bölgelerindeki hedef hücrelere ulaştırabilmek için kana veya lenfe veren bezlerin tümüdür: Hipofiz, tiroit, paratiroit, epifiz ve böbreküstü bezleri, iç salgı bezlerine örnektir.

Dış salgı bezleri salgılarını özel bir kanal aracılığıyla ya da doğrudan vücut dışına veren bezlerdir: Tükürük bezleri, derideki ter bezleri dış salgı bezlerine örnektir.

Ve insan beyni

İnsan beyni, kraniyal sinirler ve omurilik sayesinde merkezî sinir sistemini
kontrol eder, çevresel sinir sistemini yönetir ve hemen hemen insanın tüm işlevlerini düzenler. Kalp atışı, soluk alma ve sindirim gibi istemsiz eylemler, özerk sinir sistemi yoluyla farkına varmadan beyin tarafından yönetilir. Düşünce, mantık ve soyutlama gibi daha karmaşık zihinsel eylemler ise bilinçli olarak beyin tarafından yönetilir.

Bu yazının iddiası, insan beyninin düşünce, mantık ve soyutlama gibi daha karmaşık
zihinsel eylemleri salgılayan bir salgı bezi olmadığıdır. Ki yukarıda okuduğunuz tanım, insan beyninin bir salgı bezi olmadığını söylüyor.

Edebiyat yazılarımda ve yazınsal denemelerimde, okuma, öğrenme ve deneyimlerin kazançlarından yararlanmayı reddeden edebiyat yazarlarını eleştirirken “İnsan beyni bir salgı bezi değildir, insan beyni bir aküye benzer, boşaldıkça doldurmanız gerekir. Tıpkı otomobil aküsü gibi.” diye yazdım. Medya dünyasında durum, yazın dünyasından bin beter!

Gazeteci-yazar dediğin

1980’lerde gazeteciler, gazetede yazdıkları yazıları kitap halinde yayınlamaya başlayınca, ortaya bir “gazeteci-yazar” tipi çıktı. O zaman, bütün dünyada sadece “fiction” yazanlar yani şairler, romancılar ve öykü yazarları için yazar adı ve sıfatı kullanıldığını yazdım. (“Söz ve Yazı” ve “Yazmasam Olmazdı” adlı kitaplarımda yayınlanan “Kuyudaki Taş” adlı yazımı okuyabilirsiniz.)

Yazar ile gazete yazıcısı arasındaki fark son derece önemlidir. Yazar geleceği görür,
“şimdi”nin verilerini yorumlayarak geleceğin tasvirini yapar. Gazete yazıcısı, daha önce de yazdığım gibi, sadece olmuş olanı tasvir eder. Bu nedenle kimi gazete yazıcıları, yazınsal yazarları hiç sevmezler. Hatta nefret ederler. Çünkü gerçek yazarların “yorum” yazdığı yerlerde tavus kuşu gibi dolaşamazlar.

Bir örnek vereceğim: Bir gazetenin aynı zamanda genel yayın yönetmeni olan bir yazıcı, AKP’nin imam-hatip okullarını Avrupa’daki kilise okullarına benzetmeye çalıştığını yazdı. Yazdığı yanlıştı. Okuru yanıltıyor ve AKP’nin işlediği cinayeti mazur gösterecek yanlış bir örnek veriyordu. Kendisine, hem gazete e-postası ile
hem özel e-postam ile şu mesajı gönderdim:

“Bugünkü yazınızda “Avrupa’daki kilise okulları gibi… Cami okulları!…” cümleniz beni çok şaşırttı. Avrupa’da ne imam-hatip okulları benzeri okullar vardır ne de kilise okulları.

Bütün okulların müfredatı laiktir…

Din öğretilmez.

Fransa’daki Katolik okulları, binaların ve kurumların mülkiyetiyle ilgilidir.

Size bu konudaki yazılarımı okumanızı tavsiye etmiyorum. Gazetenin genel yayın yönetmenisiniz, bir talimat verin, Avrupa’daki temsilci ve muhabirleriniz bir araştırma yapsınlar.”

Genel yayın yönetmeni yazıcı mesajıma cevap vermeye tenezzül bile etmedi!

Evet, insan beyni bilgi salgılamaz

Kulaktan dolma bilgi ile gazetecilik ve yazıcılık yapılamaz.

Avrupa’da imam-hatip benzeri okul yoktur.

Bu konuda onlarca yazı yazdım. Yazılar, kese kağıdı olmadı, hepsi kitaplarımda
yer alıyor. Okursunuz! Beni okumak istemiyorsunuz! Canınız sağ olsun. Ama o zaman Türkiye’nin en önemli sorunu konusunda Avrupa’da ve dünyada araştırma yaptırırsınız; gerçek ne ise öğrenirsiniz. Ama ben gene de bir iyilikte bulunmak üzere ilgilenenlere bir yazımı okumalarını tavsiye edeceğim:

Yazının adı:

“Pathemata mathemata! Evet, acı deneyimler öğreticidir.”

Yayınlandığı yer ve yıl: Varlık Dergisi, Mayıs 1994. Yer aldığı kitaplar: “Tarih Bağışlamaz” ve “Yazmasam Olmazdı.” Şimdi artık İslamcıların bile kullanmaktan çekinmediği “imam-doktor, “imam-mühendis”, “imam-öğretmen”, “imam-yargıç”, “imam-kaymakam”, “imam-emniyet müdürü”, “imam-vali” deyimleri ilk kez adını verdiğim bu yazıda, 1994 yılında kullanılmıştır. Bundan 18 yıl önce, bir “imam-başbakan”ımız, “imam-bakanlar”ımız olacağını öngörememişim.

Bu kadar kusur kadızâdede de olur!

Peki, “imam-vali” deyimini nasıl keşfettim? Başta Fransa’nın, Almanya’nın, Holanda’nın eğitim sistemlerini inceledim, Türkiye’deki temsilciliklerine sordum.

Avrupa’da artık imam-hatip benzeri okullar yok.

Laik liseyi bitiren ve din adamı olmak isteyen kişi teoloji (ilahiyat) fakültesine gidiyor.

Yani önce laik lise öğreniminden geçiyor.

AKP laik Cumhuriyete karşı suç işliyor!

AKP Türkiye’de bunun tam tersini yapıyor:

Orta öğretimi din adamı yetiştiren okullara dönüştürüyor,
sonra meslek seçme olanağı tanıyor.

Bu düpedüz anayasal suçtur!

========================================
Teşekkürler seçkin, yurtsever aydın Özdemir İnce..

Ahmet Saltık, 23.8.12, www.ahmetsaltik.net

EFENDİ OLABİLMEK

Cumhuriyetimizin ağabeyi, 90’lık bilge Dr. Müh. Ali Nejat Ölçen’in ibretlerle dolu, tarihe tanıklık eden müthiş bir yazısı daha…
Mutlaka okunmalı ve paylaşılmalı..
Cumhuriyetimizin ağabeyi, 90’lık bilge Dr. Müh. Ali Nejat Ölçen!
En az 10 yıl daha mutlaka yaşamanız ve üretmeniz dileğiyle..
Cumhuriyetimizin 100. yılına sizinle girmek büyük mutluluk olacak..
Sevgi ve saygı ile. 23.8.12, Tekirdağ
Dr. Ahmet Saltık, www.ahmetsaltik.net

EFENDİ OLABİLMEK

Dr. Ali Nejat Ölçen

Tokat’da Behzat deresinin sol kıyısında kerpiç duvarlarla çevrili bahçe içindeki mahalle mektebinde bir odaya girdiğimde yere serili hasırın üzerine tünemiş ve “elif, be, cim” de¬meye başlamıştım. Ellerimizi dizlerimize vuruyor sarıklı hocanın karşısında bu sözcükleri mırıldanıyorduk. Kaykılmamız ya da bağdaş kurup oturmamız günahtı, dizlerimizin üzerine tavuklar gibi tünemiştik.. Beyaz sarıklı hocanın elinde up uzun ve ucunda leblebi kadar küçük bir nesnenin başımıza değmesiyle arı sokmuş gibi irkilirdik. Dizlerimiz yara olmuştu. Analarımı evde tütün basar bezle bağlardı dizlerimizi.

Bir gün kahve renkli çul giysili bir adam içeri girdi, karşımızda bağdaş kurmuş hoca efen¬dinin suratına bakmadan “evlerinize” diyerek bizleri dışarı çıkardı. Dizüstü hazır üzerine tünemekten kurtulmuştuk. Birkaç ay sonra sokakta davul çalarak bir adamın mektebe, mektebe diye bağırdığını işittik. Behzat deresinin sol kıyısındaki mektebin o küçük oda¬sında hasır yoktu kahverengindeki küçük sıralar konmuştıu. Üzerilerine çıkıp tünedik. İçeriye mini etekli bir hanım girdi ve

-Bu ne hal diye seslendi

Sıraların içine nasıl oturacağımızı öğrendik. Duvara kocaman bir kara tahta konmuştu hocanım elindeki kireç parçasıyla kocaman bir şey yazdı bu ve a’dır dedi. Sonra yazdığının b olduğunu öğrendik. b’den sonra a’gelince ba’ oluyordu. Bir gün yan yana iki ba yazdı biz de baba’mızın nasıl yazılacağını öğrendik. Bir gün içimizden bir öğrenci,

-Hocanım, ş’i yaz diye bağırdı.

Hocanım ş’yi yazmayı bilmiyordu. Çocuk

-Yılan yap diye seslendi. Götüne çengel as.

Ş‘harfini öğrenmiştik. Üç ay sonra üstünde adlarımız yazılı kağıt parçaları dağıttılar. Adına Karne deniyordu. ”Ali Nejat efendi” olduğumu o zaman öğrendim.
Karnemde böyle yazılıydı. Madem ki okuyor, Mustafa Kemal’in öğrencisiydik,
o halde efendi olmamız gerekiyordu.. 1928 günü kendimin 7 yaşında efendi olduğumu öğrenmiştim. Bizler yüksekokulda bile efendi idik. Öğretmenlerimizin tümü bizlere çocuk demediler çünkü efendiydik ..

Yüksekokul yıllarında bile, öğretmen derse girdiğinde hep birden ayağa kalkardık ve “oturunuz efendiler” sesiyle yerlerimize otururduk.

Zaman bana “efendi olabilmenin” güçlüğünü yaşatmakta gecikmedi. İlk kez, Başkent‘te Kocatepe camiinin karşısında Belediyesinin Kültür Merkezi adlı binanın kaldırımındaki gerili zincire takılarak düştüm ve bir süre içindeki otların kuruduğu büyük beton saksı bozuntusunun altında sıkışan kolumu kurtaramadığım için öylece yüzükoyun yatılı kaldım. Kimse yardım etmiyor onların kara pabuçlarını görüyordum. Sızarak yere serilmiş bir ay¬yaş olduğumu sanmaktaydılar. Neden sonra kurtulabildim. Valiliğie durumu bildiren ve yaya kaldırımına geçmeyi önleyen böylesi zincirlerden Ankara’yı kurtarmak gerektiğini bildiren yazıma gelen yanıtta “Sadece “Ali Nejat Ölçen” sözcükleri vardı. Adımın başında ne “bay” ve ne de “sy” sözcükleri eklenmiş değildi. Valilik makamı İlkokul karnemdeki “efendi” sözcüğünden beni yoksun bırakmışlardı.

Türkiye’mizde şimdiki bireyler efendi olmaktan uzaklaşmaya mı başladılar?
Ne kendilerine ne de kendilerine bu gümleri kazandıran eşine az rastlanır devlet adamlarımıza saygıları var.. Dünyanın hiçbir ülkesinde bizdeki kadar kendi tarihini karalayan, kendi insanlarını küçümseyen, böylesi bir kuşak başka ülkelerde de var mı, bilemiyorum. Tarih elbette sorgulanabilir ne var ki tarihi sorgulamanın da yöntemi vardır belli düzeyde bilgi birikimine ve de tarih bilincine sahip olmak gerekir. Sokaktaki adam tarihi sorgulayamaz. Sorgulamaya yeltenirse Türkiye’mizin Kurtuluş Savaşı sonrası yakın tarihi karşı devrimin ağına düşürülmüş olur. Tarihin pozitif bilim dalı olduğu bilincinden çok uzaklarda kalan kişilerin tarihi sorgulamaya kalkışmaları o tarihi karalama sonucunu doğurur. Bu gün ülkemizde yapılan budur.

Bilgisayar kullanarak internet aracılığıyla ilişkiler kurmayı öğrenen seçkinlerin büyük bölümünün kullandıkları sözcükleri burada yinelemekten utanç duyuyorum. Kültürün bu denli yozlaştırıldığı, değer yargılarının bu denli çöplüğe atıldığı
başka bir ülke var mıdır bilemiyorum.?

Tarihsel olayları kendi zamanının koşulları içinde yorumlamak gereğinden uzakta kalan kişilerin, Cumhuriyetimizi kuran saygın devlet ve siyaset adamlarını eleştirinin ötesinde, suçlamayı aşarak tahkir etmeyi art niyet ya da ahlak sorunu olarak yorumlamak gerekir. Onlar efendi olabilselerdi konuyu böylesi basite indirgemez, nankörlüğün sınırları içine çekemezlerdi.

Mustafa Kemal Atatürk’ün Anne’sinin büstündeki burnuna kafası türbanlı hanım kızların parmaklarını sokacak kadar ilkelleştiğine hangi ülkede tanık olabilirsiniz?
İslam’ın sanal simgesine bağlı görünen başı kapalı kızlar hangi okulda ne tür eğitimden geçerek bu denli alçalabilmektedirler? Hangi ülkede bugüne kadar bir başbakan “yüreğinizdeki kine sahip çıkınız!” diyebilmiştir? Dünyada barış cihanda barış özdeyiminin kültürüne hangi devlet adamı bu denli pervasızca karşı çıkabilmiştir? İç barışa en çok gereksinim duyulan bir dönemde bu sözün tarihsel sorumluluğunu taşıyabilir mi bu kişi?. Ülkemizde emperyalizmin öngördüğü iç savaş çıktığında önerdiği kinin ona doğru yönelmeyeceğini kim bilebilir?

Sabancı Üniversitesinde öğretim üyesi olan Prof. Cemil Koçak adındaki kişinin
Mustafa Kemal Atatürk için:

-Yarbay Mustafa 5-10 kişiyi bile yönetemezdi, diyebiliyorsa

O’nun annesinin büstündeki burnuna kafası çaput sarılı kızların parmağı girecektir elbet. TBMM’ 5-10 kişiyi yönetemeyen yarbayı başkomutan olarak seçer miydi.
Ve O, TBMM’nin yetkilerini üstlenirsem bu görevi kabul edebilirim der miydi.
Böylesi ahlak erozyonu ülkemizi manda yönetimine bir gün ederse ederse,
bunun vebalini kim nasıl ödeyecek?

Anafartalar’da Mustafa kemal karşısında yenilgiye uğrayarak donanmasıyla ülkesine geri dönen Churchill, eğer bir Türk komutanı olsaydı, herhalde aşağılanır ve de taşlanırdı. Hayır demeyiniz, İnönü taşlanmadı mı, her savaştan zafer ile çıktığı halde. CHP genel başkanı olarak Menderes demokrasisinde.

Yunanistan ordusunun Başkomutanı General Trikopis esir düşmüştü. İnönü O’nu
Mustafa Kemal’e tanıtır. General Trikopis’e şunları söyler Mustafa Kemal:

-Üzülmeyin generalim, der. Siz görevinizi sonuna kadar yaptınız.
Askerlikte yenilmek de vardır. Size karşı saygı besliyoruz. Yakında her şey düzelecektir, konuğumuzsunuz buyurun istirahat ediniz..

General Trikopis, kendisiyle 1952 yılında Atina’da söyleşi yapan Hıfzı Topuz’a
şunları söyleyecektir:

Atatürk’ün bu ince ve nazik davranışı karşısında rahatlamıştım.
Bu büyük Komutan’a hayranlık duymaya başladım.

General Trikopis’in Mustafa Kemal’e duyduğu hayranlığı acaba
Prof. Cemil Koçak ve benzerleri duyabiliyorlar mı?

Şimdi soracaksınız, Yunan Ordusunun Başkomutanı ülkesinde suçlanmadı ve
küçümsendi mi? Hayır, O’na duyulan saygıda azalma söz konusu olmadı.
İstanbul Belediye Başkanı Ord. Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay ile Atina’ya Hıfzı Topuz birlikte giderler. Onların onuruna Atina Büyükelçimiz Ruşen Eşref Ünaydın’ın verdiği kokteyle kimi bakanlarla birlikte emekli general Trikopis de katılmıştı.(Bakınız: Hıfzı Topuz, Eski Dostlar, s. 83-85, 6. baskı, 2006, İstanbul)

Eğer Trikopis bir Türk generali olsaydı, ülkemizde kim bilir ne denli küçümsenir, suçlanır aşağılanırdı!

Birbirimizle didişmemiz, yakın tarihimizden koparak hasım kamplara bölünmemiz,
değer yargılarımız çökertilerek ordusuz devlet, devletsiz ordu sürecine sürüklenmemiz aslında manda yönetimine ülke kapılarını açmak değil midir?
Bugün yürürlükte olan BOP’un amacıdır bu.

Başbakan R.T. Erdoğan yüreğindeki kini unutarak bir an önce

BOP eşbaşkanlığından istifa ettiğini açıklamalıdır.

İhanet çemberinden kendisini kurtarmanın tek yoludur bu..

Bir ülke kendisiyle didişmeye başlar ve temel sorunlara sırtını dönerse asıl suçlamaya yeltendikleri manda yönetimine kendileri davetiye çıkarmış olurlar.
Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı sürerken Başkomutan olarak TBMM’nin
6 Mart 1922 günlü gizli celsesinde şu konuşmayı yapmaya gereksinim duymuştu.
Bugünün siyaset ve devlet adamları O’nun bu konuşmasındaki öğretiyi özümsemelidirler eğer bu ülkeyi misakı milli sınırları içinde ulusu ve devletiyle birlikte
korumayı amaç almışlarsa:

-Cepheler cümlenizce malumdur ki ikiye ayrılır, demişti. Dahili cephe, zahiri cephe. Dahili cephe aslolan cephe, bütün memleketin aynı fikir ve kanatta yek vücut olarak tesis etmiş oldukları cephedir. Zahiri cephe doğrudan doğruya ordumuzun düşman karşısında göstermiş olduğu cepheden ibarettir. Bu zahiri cephe ordu cephesi’nin tezelzül etmesi tebeddül etmesi, mağlup olması çözülmesi hiçbir vakit bir milleti ve bir memleketi mahvedemez. Bunun hiçbir ehemmiyeti yoktur. Asıl haizi ehemmiyet ve asıl memleketi temelinden yıkan ve halkını esir eden dahili cephenin sukutudur.
İşte bu hakikate bizden ziyade vakıf olan İngiliz, asıl bu cepheyi iki üç seneden asırlardan beri bu cepheyi yıkmak için sarfı mesai etmektedir. (Kahrolsun sesleri)

(Başkomutan Gazi Mustafa Kemal’in bu konuşması ve devamı için bkz. Ali Nejat Ölçen, Türkiye Sorunları kitap dizisi, sayı 66, 2006: www.olcen.net)

Menderes’in Başbakan olduğu Demokrat Parti iktidarında ülkenin “vatan cephesi” olarak ikiye bölündüğünü göreceksiniz. Ayrıca o kendi Meclis Grubunda odunu koysam milletvekili seçilir diyecektir. Kendi partisinden seçilen milletvekillerine “isterseniz şeriatı da getirirsiniz” diyendir O.

O’nun bir benzerinin R.T. Erdoğan olduğunu düşünebilirsiniz.

Menderes kibar görünümlü despot, R.T. Erdoğan ise Menderes’in kaba ve hırçın olanıdır. İlki Bayındırlık Bakanını “Kemal” diye çağırıyor :”Arabaları çevir Üsküdar’a gideceğim.” diyor. Kemal Zeytinoğlu bu buyruğu bir odacı sadakatiyle yerine getiriyor, İkincisi de (R.T. Erdoğan) “Hangi bakanı kapının önüne bırakayım?” diyor ve hiçbir bakandan “senin uşağın değiliz..” yanıtı çıkmıyor. Emir kulu olduklarını başka nasıl kanıtlayacaklar.

Dahili Cephenin Süleyman Demirel’in 1. ve 2. Cephe hükümetlerinde nasıl tahrip edildiğini de göreceksiniz.. O’nun iktidarlarında adalet bakanı olan MSP’li
İsmail Müftüoğlu’nun (1976) vatan sever ile vatan sevmeyenlerin mücadelesidir bu..”, dediğini anımsamanız gerekir..

Kurtuluş Savaşı ve sonrasında Mustafa Kemal’e İsmet İnönü kadar yardımcı olan bir
2. ada rastlayamazsınız. TBMM’nin gizli celseleri bunun sayısız örneklerini içermektedir.

Bu iki büyük insan arasında düşünüsel düzeyde rezonans vardı. 24 Nisan 1920 günlü gizli celsede İsmet Paşa’nın konuşması aradaki düşünbirliğinin en canlı kanıtıdır. Bakınız 36 yaşındaki bu genç komutan ne söylüyor; O’nu karalamaya yeltenenler işitsin istiyorum:

-Bir milletin bir kısım arazisini işgal etmek kafi değildir. Onun iradesine galebe etmek ve o milleti teslime icbar eylemek gerekir. Yunan Ordusu bütün ortaya döküldükten sonra bizim irademize galebe etmek şöyle dursun o henüz bizim irademizin başladığı noktada bulunuyor. (Bakınız, Türkiye Sorunları kitap dizisi, sayı 82, 2011, TBMM’in gizli celselerinde İsmet İnönü)

Şimdi düşünmek gerekir; İsmet Paşa’nın koşul gördüğü ulusal iradeye galebe etmek bugün 92 yıl önceki kadar zor mu? Bütünlük birliktelik ve direnç gücü kaldı mı
ulusal iradede?

Ulusal iradeyi pekiştirecek siyasal iktidar mevcut mu? Birbiriyle didişen, birbiriyle anlaşmazlık konuları keşfetmeye kendisini alıştırmış böylesi laf ebesi seçkinler yığınıyla ulusal irade nasıl belirecek?

Bu seçkinlerin neyin kavgasını yaptıklarını acaba kendileri de biliyor mu?
Bakanlar Kurulu kararını yırtarak atan bir parti başkanı hangi ulusal iradeden yanadır.

Belli ki BOP’un iradesini ülkemizde temsil ediyor.

BOP ulusal irademize galebe etmekte güçlükle karşılaşır mı?

Onun eşbaşkanı ülkemizde başbakan iken ulusal irade nasıl direnecek?

Bu temel yaşamsal sorunları görmezden gelerek birbiriyle didişen kişilerin çokluğu umut kırıcıdır ve İnternet ekranları onların ilkel, saçma ve de çirkin sataşmalarıyla doludur.

Bir ülke için bundan daha vahim durum söz konusu olabilir mi?

Bu dalaşmaya son vermeleri için önce efendi olmaları gerekir.
Ancak ondan sonra yurtsever olabilirler.
Efendi olabilmek yurtsever olmaktan daha güç değilse.

Efendi olmayı önemseyenlere sesleniyorum :

Ülkemizin paraya, ekmeğe, gereksinimden önce vicdan özgürlüğüne gereksinimi var.

Vicdanınızda haklı olduğunuzu kanıtlamadığınız bir düşünceyi karara,
o kararı eyleme, o eylemi sözcüklere dönüştürmeyiniz.

Anadolu kültürümüzün bir özdeyişini anımsatmak istiyorum.

Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır.

Saygılarımla. 22.8.2012

Dr. Ali Nejat ÖLÇEN

Eminağaoğlu’ndan Çağrı

Eminağaoğlu’ndan Çağrı

YARSAV ve YARGI-SEN Kurucu Genel Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu..
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı Yardımcısı iken Çankırı Yargıçlığına indirildi..
Bedel ödemek bu işte..
AKP’nin HSYK’sı bu işte..
“Yetmez ama evet” diyen aydın müsvettlerinin boynu altında kalsın..
desek ayıp mı olur?
Sayın Ömer Faruk Eminağaoğlu’nu yiğit savaşımı ve asla ödün vermeyen tutarlı çizgisi için gönülden kutluyor ve saygı ile selamlıyorum.
Yetkin hukukçu birikimi ile de son derece net, kaçınılamaz bir öneride bulunuyor.
AKP hukukçuları ile Eminağaoğlu’nun birikimi arasındaki katsayı milyon belki de!
Sevgi ve saygı ile. 23.8.12, Tekirdağ
Dr. Ahmet Saltık, www.ahmetsaltik.net

YARSAV Kurucu Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, tutuklu milletvekilleri için
Adalet Bakanı ve Yargıtay Başsavcısını göreve çağırdı…

Eminağaoğlu, Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in tutuklu milletvekilleri için
Yargıtay’a başvurmak zorunda olduğunu söyledi…

12 Haziran 2011 milletvekili seçimlerinin üzerinden 14 ay geçti ancak
milli iradeyle seçilen 8 milletvekili hala tutuklu…

Muhalefetin her fırsatta gündeme getirdiği konuyla ilgili bir açıklama da
YARSAV ve YARGI-SEN Kurucu Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu’ndan geldi…

Tutuklu yargılanırken 2007’de bağımsız milletvekili seçilen Sebahat Tuncel’in durumunu örnek gösteren Eminağaoğlu,
yasaların herkese ve her yerde eşit uygulanmak zorunda olduğuna dikkati çekti…

Adalet Bakanı Sadullah Ergin ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Hasan Erbil’i
göreve çağıran Eminağaoğlu,

“Bugün tutuklu milletvekilleri için Adalet Bakanı,
‘Yargıtay’a başvurmuyorum’ diyemez.

Eşit uygulamanın sağlanabilmesi için, yasa yararına bozma yoluna başvurmak kaçınılmazdır.” dedi..

Eminağaoğlu’na göre Bakan Ergin’in de Başsavcı Erbil’in de koşullar oluşmadı
diyerek, geçmiş örneği görmezden gelmesi ve Yargıtay’ı devre dışı bırakması
mümkün değil…

Eminağaoğlu, “Bu konuda kararı verecek olan sadece ve sadece Yargıtay’dır.
İçtenlikli iseler, bu adımı da atmak zorundadırlar.” görüşünü dile getirdi.

22 Ağustos 2012, KANAL B

2.2 milyon kişi icra kâbusu yaşıyor!

Cumhuriyet 22.08.2012
CHP’li Sinan Aygün:

Ankara Ticaret Odası eski başkanı, CHP Ankara Milletvekili Sinan Aygün

2.2 milyon kişi icra kâbusu yaşıyor

CHP Ankara Milletvekili Sinan Aygün, bu yılın ilk altı ayında 580 bin kişinin kredi kartı ve tüketici kredisi borcunu ödeyemediği için kara listeye alındığını ve 2.2 milyon kişinin icra kâbusu gördüğünü bildirdi. Aygün, “Yeni bir kart fırtınası geliyor” uyarısında bulundu. Aygün yaptığı açıklamada, şu bilgileri verdi:

• Ekonominin büyüme hızının yavaşlamasıyla batık kredi kartı ve tüketici kredisi borçları da arttı. Kredi kartı borcunu ödeyemediği için kara listeye alınanların sayısı bu yıl haziranda 82 bin kişiyi geçerek aylık bazda rekor kırdı.

• Resmi rakamlara göre 1 milyon 350 bin kişi kredi kartı, 842 bin kişi tüketici kredisi borcunu ödeyemediği için icra kâbusu görüyor. Her sabah icra kâbusuyla uyananların sayısı 2 milyon 200 bin kişi. Aileleriyle birlikte düşündüğümüzde sorun yaklaşık 9 milyon kişiyi ilgilendiriyor.

Türkiye’nin asıl sorunu EKONOMİ… Ve bıçak sırtında, ipler tümüyle Batı sermayesinin elinde.. 2001’de olduğu gibi bir gece İMKB – Bankalardan birkaç milyar doları götürmeleri ülkemiz için yıkım (felaket) olabilir. Öte yandan halk da yoksullukla terbiye edilerek demokrasicilik oynanmakta.. Yazık..
23.8.12, www.ahmetsaltik.net; Dr. Ahmet Saltık

Tufan Türenç isyan etti : Bu Hükümet çekip gitsin !

Tufan Türenç isyan etti :
Bu Hükümet çekip gitsin
Hürriyet Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Tufan Türenç,
son günlerde yoğunlaşan şehit cenazelerine Twitter’dan isyan etti.

Tufan Türenç’e, yaklaşık olarak son 1 yıldır yazı yazdırılmıyor..
HÜRRİYET’in yazı işleri müdürlüğü kızak kadrosunda..
AKP basını tar-u mar etti.. İleri demokrasi bu herhalde..
Çok yazık.. Dr. Ahmet Saltık, www.ahmetsaltik.net, 23.8.12

Tufan Türenç, Twitter’dan yaptığı açıklamada;

“Bu Hükümet ya durdursun ya da çekip gitsin!” dedi.

Tufan Türenç şu twitleri geçti :

*Yeter artık! Bu hükumet ya durdursun ya da çekip gitsin.
İstifa denen onurlu bir müessese vardır.

*İnsanlar, Mehmetçikler ölüyor. Başbakan seyrediyor. Dünyada bunun bir örneği yok.
Meclis’e bile gelemiyor..

*Cumhurbaşkanı da bu günaha ortak oluyor. Sen devletin başısın.
Neden liderleri, kabineyi toplamıyor?

*Cumhurbaşkanı neyi bekliyor merak ediyorum. Ülke yangın yerine dönmüş. Yazık, yazık.

*Bu milleti anlayamıyorum. Ülke çocukları patır patır öldürülüyor, Hükümet öyle bakıyor.
Halk da susuyor.

*Dilerim ülkemiz bir felakete sürüklenmez. Gelişmeler kötü. Bu terörü durdurmamız lazım.

İşte bu nedenle yıkamazsınız…

İşte bu nedenle yıkamazsınız…

Çetin Ünsalan
cetinunsalan@yahoo.com
www.ulusalkanal.com.tr
22.8.12

Türkiye çok can sıkıcı bir süreçten geçiyor. Her gün verilen şehitler, patlayan bombalar, siyasilerin kendi aralarındaki kısır ve basiretsiz tartışmaları; birilerinin bu ülke üzerinden yaptığı hesaplar konusunda adım adım ilerleyen halleri, bu milletin her evladının canını yakıyor.

Öylesine bir kısır döngüye girildi ki, iktidarıyla muhalefetiyle ortaya konulan performans, herkesin ‘eyvah’ noktasına götürüyor. Bazıları buna siyaset dese bile, böylesi siyasi bir anlayışın, bir devletin, bir milletin etnik ve dini anlayış bakımından parçalanmasına verilen uğraşın en tepe noktasına çıkıldığı günlerdeyiz.

Bayram günü bile patlayan bombalar, ölen masum siviller ve Türkiye’yi Suriye’ye sokmak adına yapılan kamuoyu hazırlıkları, daha zor günlerin habercisi gibi adeta… Fakat tüm bunların içinde öyle olaylar yaşanıyor ki, ‘Burası Anadolu ve mutlaka yine oyunu bozacaktır’ dedirtiyor insana…

Fillerin tepişip, çimlerin ezilmediğini kanıtlarcasına cereyan eden olay bayramın üçüncü günü Şırnak’ta yaşandı. Muhtemelen BDP’ye oy verdiği anlaşılan ve Uludere’de hayatını kaybedenlerin olduğu Gülyazı Köyü’ne taziyeye giden BDP’li vekilleri karşılamak için yola koyulan köylülerden bahsediyorum.

Bu köylülerin karşılamaya gittiği milletvekillerini koruyacak olan kim? Hepimizin askerleri, bizim Mehmetçiklerimiz… Yolda giderken beklenmedik bir olay oluyor ve askerleri taşıyan korucu Mehdi Tosun’un kullandığı minibüs kaza yapıp, devriliyor.

İşte ne oluyorsa ondan sonra oluyor… BDP’li milletvekillerini karşılamaya giden köylüler, konvoyu durdurup, askerleri kurtarmaya, devrilen araçtan tek tek çıkartarak, kendi araçlarıyla Gülyazı Sağlık Ocağı’na götürmeye başlıyorlar. Oradan da hastaneye sevk ediliyorlar.

Uludereliler, devrilen minibüsteki askerlerimizi ağıtlar yakarak çıkardılar..
Kazanın ardından, 28 Aralık 2011’de savaş uçakları tarafından yanlışlıkla vurulan köylülerin yakınları yaralıları kurtarmak için seferber oldu.
’BENİ BİR TEYZENİN YANINA GÖTÜRÜN…’
Geçtiğimiz yıl savaş uçakları tarafından yanlışlıkla vurulan 34 köylünün yakınları Mehmetçik’i kurtarmak için büyük çaba gösterdi. Yaralıları sivil araçlarla hastaneye ulaştıran köylüler, bazılarının da son isteklerini yerine getirdi. Bu sırada yürek dağlayan hadiseler yaşandı. Bir asker, yanına gelenlere, ’Geçen yıl annemi kaybettim, ona kavuşacağım. Beni bir teyzenin yanına götürün.’ dedi. Bunun üzerine süt sağmaya giden ve ’Berivan’ diye anılan Emine Ürek’ten yardım istendi. Asker, Uludere’deki bombalama sırasında oğlunu kaybeden Ürek’in dizine başını koyduktan sonra hayatını kaybetti. Herkes gözyaşlarına boğuldu. Evli olduğu öğrenilen bir diğer askerin ise sürekli telefonu çalıyordu. Yaralıyı hastaneye götüren köylüler, ’annem’ ve ’babam’ adıyla kayıtlı numaraya bir türlü cevap veremedi. ’Komutanım’ adıyla kayıtlı numara aradığında ise telefonu açtılar ve askeri Uludere’ye yetiştirdiklerini söylediler. Ancak yaralı Mehmetçik tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı.
Fotoğraf altı notları: Dr. Ahmet Saltık, arşivi, www.ahmetsaltik.net, 23.8.12

Orada ortaya çıkan görüntü, siyasetçilerin ayrışma politikalarına inat, iktidarın içi boş açılımlarındaki etnisiteyi tek tek sayan ve ayrıştıran söylemlerinin aksine bir anlam ortaya koyuyor. Kazada 9 asker ve 1 korucu şehit oldu. Fakat bu ülkenin tek bir millet olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.

Günlük kısır tartışmaların ötesine geçen, dar zamanda kenetlenen görüntü çok önemliydi. Yine sıcak tartışmaların gölgesinde Van’daki deprem sonrasında da benzer bir manzara yaşandığı, oraya tüm ülkeden yardım yağdığını hatırlayınız.

Küresel sermaye bu ülke üzerinde hesaplar yapıyor olabilir, başka devletler ucu parçalanmaya gidecek senaryoları hayata geçirmeye uğraşıyor olabilir, bu amaca ulaşmak için siyasetçiler yaratıp, elde ettikleri güçle yasaları kendilerine uydurup, bir milletin çıkarlarının tersine işlem gördürebilirler.

Ama her şey bir yana, bayramın üçüncü günü Uludere’den çıkan fotoğraf,
acısı ciğerimizi yaksa da, farkında olmadan tüm dünyaya haykırıyordu:

“Burası Anadolu, bizi yıkamazsınız, bu milleti parçalayamazsınız.”

Erdoğan’a Yanıtı TCDD arşivleri veriyor

Cumhuriyet 22.08.2012

Erdğan’a Yanıtı TCDD arşivleri veriyor

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın demirağları sahiplenmesine ilişkin yaptığı açıklamanın ardından Cumhuriyet döneminde yapılan demir yolları uzunluğu ile AKP iktidarı döneminde yapılanlar karşılaştırıldığında, açıklamaların gerçeği yansıtmadığı anlaşıldı.

Erdoğan, Kadıköy-Kartal metro hattının açılışında yaptığı konuşmada 10. Yıl Marşı’nı anımsatarak, “Neyi ördün? Hiçbir şey örmüş falan değilsin. Ortada duranlar belliydi. Demirağlarla Türkiye’yi şimdi biz örüyoruz” demişti. Cumhuriyetin ilk 10 yılında hiçbir şeyin yapılmadığı sonucunun ortaya çıktığı açıklamanın ardından TCDD verilerine göre Cumhuriyetin ilk 17 yılı ve AKP iktidarı döneminde yapılan demir yolları karşılaştırıldı. Sayısal sonuçlar Başbakan’ın demirağları sahiplenmesini yalanladı.

TCDD verilerine göre Osmanlı devleti 4559 km ray döşedi. Bu rakama Cumhuriyetin ilanından sonraki 17 yılda 4078 km demiryolu daha eklendi.

AKP iktidarının 10 yıl boyunca döşediği raylar ise
1085 km olduğu belirlendi.

Hızlı tren hattının ise 888 km olduğu ortaya çıktı.

İşte TCDD verilerine göre Atatürk döneminde yapılan demiryollarının bir kısmı:

• Devlet Demir Yolları 1924’te faaliyete geçirildi.

• Eskişehir Cer Atölyeleri’nde demiryolu malzemesi üretecek birimler 1925’te hizmete girdi.

• Ankara-Kayseri, Samsun-Havza-Amasya demiryolları 1927’de yapıldı.

• Anadolu Demiryolları Şirketi ile Haydarpaşa-Eskişehir-Konya ve Yenice-Mersin demiryolları yabancılardan 1928’te satın alındı. Amasya-Zile-Kütahya-Tavşanlı demiryolları açıldı.

• Mersin-Adana, Anadolu-Bağdat, Mersin Tarsus demiryolları, Haydarpaşa Limanı yabancılardan 1929’da alındı. Kütahya-Emirler, Fevzipaşa-Gölbaşı demiryolları açıldı. Fatih-Edirnekapı tramvay hattı hizmete girdi.

• Ankara-Sivas ve Kayseri-Şarkışla demiryolu 1930’da açıldı. Bursa-Mudanya demiryolu yabancılardan satın alındı.

• Gölbaşı-Malatya, Samsun-Sivas demiryolları 1931’de açıldı.

• Kütahya-Balıkesir, Ulukışla-Niğde demiryolu 1932’de açıldı.

• Samsun-Çarşamba, Bandırma-Menemen-Manisa demiryolu yabancılardan 1933’te satın alındı. Adana-Fevzipaşa, Ulukışla-Kayseri demiryolu açıldı.

• Basmane (İzmir)-Afyon demiryolu yabancılardan 1934’te satın alındı. Demiryolu Elazığ’a dek ulaştı.

• Aydın Demiryolları yabancılardan 1935’te satın alındı. Fevzipaşa-Ergani-Diyarbakır, Afyon-Isparta demiryolları işletmeye açıldı.

===================================================
Not : Cumhuriyet’in 10. Yılı İle Yarışan Psikoloji / Öner Tanık
başlığıyla ADD web sitesinde 22.8.12 günü yayımlanan yazıya da bakılması önerilir.
http://www.add.org.tr/index.php/yaz-lar/379-cumhuriyet-in-10-y-l-ile-yar-san-psikoloji-oener-tan-k

Dr. Ahmet Saltık, www.ahmetsaltik.net, 23.8.12

Yine Terör

E. Korg. Erdoğan Karakuş
www.add.org.tr, 22.8.12

Yine Terör

Bugün Büyük Türk Milleti, Türk Ulusu uğursuz bir saldırıyla karşı karşıya.

Şimdi bu saldırılardan kurtulmanın tek yolu var.

O da ulusun en azından büyük çoğunluğunun, kimin doğru, kimin yanlış söylediğini
artık kavraması. Eskisi gibi uzun zaman da yok.

Biz doğruları söylüyor ve diyoruz ki:

– Sakın Büyük Ortadoğu Projesinin peşinden gitme.
– Sakın birilerine uyup zaten zayıflamış ordunu daha fazla zayıflatma.
– Sakın yargını daha fazla zayıflatıp adaletsizliğin esas kaynağı olma.
– Sakın Avrupa Birliği yasalarına uyum uydurmalarıyla yapılan yasalarla,
terörle mücadelede güvenlik güçlerinin elini kolunu bağlama.
– Sakın terörle müzakereye müsaade etme. Mücadele et.
Güvenlik güçlerine destek ol. Terörü bitir.
– Sakın “Analar ağlamasın, Açılım”uydurmalarına kanma. Ödün verdikçe ödün
isteyeceklerini unutma. “Ver kurtul”un kurtulmak olmadığını bil ve
ona göre mücadele et.

Üç gün önce büyük bir kitle “Açılım” uydurmasına inandı. Söz dinlemedi.
“Ver kurtul”cuların yanında yer aldı. Şimdi analar daha çok ağlıyor.
Analar ağlamasın istiyorsak, şimdi terörle mücadele zamanıdır. Ancak o zaman
on yıl önceki gibi terörsüz bir Türkiye yaratabiliriz.

– Sakın “Yurtta barış dünyada barış” sözlerini unutma. “Komşularla sıfır sorun”
uydurmalarına kanma. Yönetimdekilerin Türkiye’yi, üç gün önce dost olduğumuz
ülkelerle savaş noktasına getirmesine müsaade etme.

Gaziantep’teki melun terör olayının ana nedeni :

Bugün Türk Silahlı Kuvvetlerinin dış güçlerin de girişimiyle zayıflatılmış olmasıdır.

Büyük Ortadoğucular hala içte ve dışta yandaş ve yardakçılarıyla çalışmalarını sürdürmektedir.

Onlarla mücadele et.

Yoksa zayıflamış bir silahlı kuvvetlerle milletin-ulusun yaşaması söz konusu olamaz.
================================

Teşekkürler Erdoğan Karakuş paşam;

Umarız milletimiz gerekli dersi çıkarır..
Bu yalın söylem, öğüt-uyarı işe yarar dilerim.

Sevgi ve saygı ile. 22.8.12, Tekirdağ

Dr. Ahmet Saltık, www.ahmetsaltik.net