Dr. Ceyhun Balcı yazdı…
Umumi Hıfzıssıhha Kanununu okuyan var mı? – Son Dakika Özel Haberler Köşe Yazıları (veryansintv.com)
Sonda söyleneceği baştan söylemekte sakınca yok!
Milli Mücadele’yi yapanları, Cumhuriyet’i kanları, canları pahasına kuranları ve devrimleri yaşama geçirenleri saygıyla anma görevi hiç ama hiç göz ardı edilmemeli. Anıları önünde bir kez daha saygıyla eğiliyorum.
Her geçen gün öğrendiğim ve varlığının farkına vardığım gerçekler başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere kurtarıcılara, Cumhuriyetçilere ve Devrimcilere olan hayranlığım ve saygım katlanarak artırıyor.
Tarihimiz kuru kuruya ve bir olaylar zincirinin zamandizinsel (kronolojik) anlatımına indirgendiği için pek çok şeyin farkına varmakta zorlandığımız ve dolayısı ile değerbilirlik duygularımızın her geçen gün köreldiği açıktır.
23 Nisan 1920’de Milli Mücadele’yi yürütsün ve yönetsin, egemenliği gökten yere indirsin diye açılan Büyük Millet Meclisi’nin ilk aldığı kararlardan birinin salgın hastalıkları denetim almaya yönelik olduğu neredeyse bilinmez.
Milli Mücadele’yle birlikte İstanbul’dan Anadolu’ya yoğun bir insan ve silah akımı oluştuğu biraz olsun öğrenilmiştir. Ancak, bu akımın içinde mikropların da bulunduğu bir başka bilinmeyen olarak öğrenilmeyi beklemektedir.
Tıbbiyeli Hikmetler “Ya İstiklâl Ya Ölüm” diye haykırmakla kalmamış, İstanbul’dan zor koşullarda, bin bir güçlükle kaçırdıkları mikroplarla Ankara Cebeci’de aşı üretimine girişmişlerdir. Milli Mücadele’de yer alanlar askerlerimizin ve Anadolu halkının yalnızca tüfek ve çelikle ölüme gitmediğinin fazlasıyla farkındadır. O dönemde Anadolu’da kol gezen sayısız bulaşıcı hastalık da hem savaşın temel öğesi askerlerimizi hem de Anadolu’nun yoksul ve yoksun halkını yaşamdan kopartmaktadır.
- İşte o Tıbbiyeli Hikmetler Cebeci’de kısıtlı olanaklarla ürettikleri aşıları cephede kullanıma göndermezden önce kalite denetimini de kendilerine uygulayarak tamamladılar.
Öncülleri binlerce yıl öncesine dayansa da modern aşının 200 yıllık geçmişi olduğu unutulmamalı. Bu geçmişte biz Türklerin etkisi ve kullanımı da gözden kaçmayacak denli belirgindir.
Cumhuriyet kurulur kurulmaz toplum sağlığı ve koruyucu hekimliği her şeyin önüne koyan kurucu kadronun ilk işlerinden birisi de Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü kurmak oldu. Bundan 10 yıl önce varlığına son verilen bu kurum, günümüzde varlığını sürdürmüş olsaydı Covid-19 aşısı geliştirmede birkaç adım önde olmaz mıydık diye hayıflanmamak elde değil.
Salgının aşı evresinde iki ileri bir geri yapan ülkemizde olan bitene kafa yorarken kimilerinin aşağıladığı, itip kakmaya çalıştığı 1930’lar Türkiye’sinde çıkartılmış bir yasayı üşenmedim okudum. Yazıya başlarken sıraladığım övgü sözlerini yazmamda bu yasanın önemli etkisi olduğunu unutmadan eklemeliyim.
Yasa 1930’da çıkartılmış. 300’ü aşkın maddeden oluşmakta. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişle birlikte yapılan uyum değişiklikleri dışında günümüze gelene dek neredeyse hiç değişmemiş. Bu durumu yasanın geliştirilmemesine bağlamak da olası olmakla birlikte, yasanın bugünün gereksinimlerine karşılık verecek denli kapsamlı ve öngörülü olmasına bağlamak çok daha doğru olur.
Yasa toplum sağlığını korumak, bulaşıcı hastalıklarla baş edebilmek için pek çok düzenlemeyi kapsarken, bildirimi zorunlu hastalıklar, karantina, aşılama, hastalığa neden olan etkenlerin ortadan kaldırılması gibi kavramlara da yer vermiş.
Aşılamanın en önemli koruyucu sağlık aracı olduğu yasanın iliklerine işlemiş dense yeridir. Aşılamanın ücretsiz olması, devletin görevi olduğunun altına çizilmesi ve kurumlara da çalışanlarını aşılatma görevinin verilmesi önde gelen başlıklar olarak dikkatimi çekti.
Okurdan yasanın tümünü okumasını beklemek yerine güncel salgınla bağlantısından yola çıkarak oluşturduğum seçkinin kısa ve kolay okunur olduğunun altını çizmeliyim.
Küresel ölçekte özellikle yoksul ülkelerde aşıya erişimin sorun olmayı sürdürdüğünü biliyoruz. Buna karşılık kişi başına 10 doza varan aşı edinmiş varsıl ülkeler olduğunu da. Türkiye ölçeğinde zaman zaman aşı kısıtı yaşansa da son aylarda böyle bir sorunun olmadığını söyleyebiliriz.
Sağlık Bakanı’nın hemen her gün ya kameralara karşı sözlü olarak ya da sosyal medya iletileriyle halkı aşılanmaya çağırdığını ve bu çağrıyı yaparken kimi zaman yalvar yakar olduğunu bilmeyenimiz olmasa gerektir.
Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nu okuduktan sonra kafamda bir soru belirdi. 1930 tarihli 91 yaşındaki bu yasayı az önce değindiğim gibi sokaktaki vatandaşın okumasını beklemek gerçekçi olmazdı. Ama, Sağlık Bakanı, bürokratları ve başka ilgililer de mi bu yasayı okuma zahmetine katlanmamışlardı?
Deyim yerindeyse bugünün gereksinimlerini de bire bir öngörmüş olduğu hemen her satırına sinmiş olan bu yasa varlığını sürdürürken sayın bakan başta olmak üzere yetkililerin umarsızlık sergileyen söylemleri anlaşılır gibi değildir.
Bir deneyimle sürdüreyim. Geçenlerde hastam olan genç bir hemşirenin ocak ayındaki ilk doz Covid-19 aşısı sonrasında aşılanmadığını fark ettim. Sorguladığımda gerekçesinin geçersiz olduğu açıktı. Zaman yitirmeden aşılanmasını öğütledim. Bir şeyi daha sorgulamak gerektiğini düşündüm. Bu kişi bir üniversite hastanesinin yoğun bakımında çalışmaktaydı. Kurumu böylesi bir eksikliği bu zamana gelmeden fark edip gereğini yapmalıydı. 1930’da yazılan ve yapılan Umumi Hıfzıssıhha Kanunu kurumlara da sorumluluk verip aşılanmayanları pek çok ortamda bulunmaktan yasaklarken günümüzde bu önemli eksikliğin gözden kaçırılmış olması akıl alır gibi gelmedi bana.
Yine geçenlerde haber olmuştu. Bir devlet hastanesinde aynı zamanda yönetici de olan bir hekimin aşılanmadığı ve Covid-19 nedeniyle yaşamını yitirdiğiydi haberin konusu. Hekim, aşı karşıtı ve hastane yöneticisi. Bu üçünün bir araya gelmesine nasıl seyirci kalınabilir? En verimli çağında bir hekimin yaşamdan kopması kabul edilebilir mi?
Bir yanda salgını bitirecek anahtar gereç olan aşı konusunda karşıtlık/kararsızlık sergileyen yurttaş, öbür yanda yasalar açık seçik gereğini yapma görevini vermişken oralı olmayan yöneticiler.
Salgın böyle sorumsuz ve duyarsız davranarak bitirilebilir mi?
Umudumuz virüste. Bugüne dek ortaya koyduğu kendisi açısından yararlı mutasyonlar yerine bir kez olsun insan yararına evrimleşmesinde.
Başta yazdıklarımı yineleyerek bitireyim.
Cumhuriyet’i kuranlara ve onu sağlam temeller üzerinde yükseltenlere bir kez daha şükranlarımı sunarım.
Not: 1930’da çıkartılan Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’ndan yaptığım seçkiye göz atılabilir. Önemli bulduğum alıntılar yapmaya çalıştım. Cumhuriyet kadrolarının değişmez rehberi olan akıl ve bilimin günümüzde o denli önemsenmemiş olması ilk bakışta şaşırtıcı görünse de post modern çılgınlık ve ona ülkemizde (ve elbette tüm dünyada) eşlik eden bilgi kirliliği anımsandığında olağan bir durumdur.
İyi günler Ahmet hocam .. 10 yıl önce kapatılıp işlevsiz hale getirilen bir kurumun aldığı önlemler ne kadar geçerlidir..
Üstelik de hep kanun diyor kanunla bizlere dayatılmıyor genelgelerle yapılıyor aşı karşıtı değilim içeriği belli olmayan ruhsat verilmeyen sıvıya karşıyım.. Güçlüyseniz Refik Saydam Hıfsızsıhha Enstitüsünü açtırınız millet güvensin ..
Vücut bütünlüğümüze kimse bizlerin izni olmadan hiçbir şey yapamaz.. İyi ki Anayasamız var ve bizleri koruyor..
Sayın okuyucumuz,
(Gülhan kadın mı / erkek mi? Ad mı soyad mı ??)
1. “10 yıl önce kapatılıp işlevsiz hale getirilen bir kurumun aldığı önlemler ne kadar geçerlidir..” bu sorunuz anlamsız, çünkü olmayan bir Kurumun ortada kararları da yok ki etkililiği irdelensin.
2. “..aşı karşıtı değilim içeriği belli olmayan ruhsat verilmeyen sıvıya karşıyım..” demektesiniz. Uygulamadaki 12 aşının da içeriği tam olarak belli. Ayrıca bu salgına karşı geliştirilen aşılara, SALGIN koşullarında önce ACİL KULLANIM ONAYI verilir Dünya Sağlık Örgütü ve ulusal bağımsız bilim kurumlarınca (CDC, FDA, EMA, e-CDC vb.) Ardından, Evre 4 sonuçlarına (yaygın uygulama dönemi) ruhsat / lisans verilir. Pfizer&BioNTech sizin sözünü ettiğiniz ruhsatı /lisansı aldı. Moderna da ya aldı ya almak üzere.
3. “Güçlüyseniz Refik Saydam Hıfsızsıhha Enstitüsünü açtırınız millet güvensin ..” iyi bir öneri. AKP iktidarı CUmhuriyet kurumlarına düşman ve küreselci – piyasacı. Bu Kurumu 2011’de kapattı. Bu öneriniz içtenlikli ise muhatabı biz miyiz, iktidar mı? Siz de katılın yeniden açılması çabalarına..
4. “Vücut bütünlüğümüze kimse bizlerin izni olmadan hiçbir şey yapamaz.. İyi ki Anayasamız var ve bizleri koruyor..”
Anayasa md. 17, vücut bütünlüğüne dokunmanın 2 koşulunu yazıyor, mutlak dokunulmazlık yok, açıp okuyun;
a. Tıbbi zorunluluklar, ki salgınlar tartışma dışı, tipik- mutlak tıbbi zorunluluk durumlarıdır.
b. Yasada yazılı durumlar.. Yasal dayanak var, Umumi Hıfz. Yasası 57, 64, 72 ve 94…
Anayasa da elverişli : Md. 2, 5, 12, 13, 17, 56, 90.. yasal boşluk yok.
Tipik örnek : Hapis cezası aldınız, hapse giriyorsunuz, elle üst araması yapılır ilgili yasa gereği.. İzin vermezseniz, zorla, fiziksel güç kullanarak BEDEN BÜTÜNLÜĞÜNÜZE DOKUNUR ve sizi elle bir güzel ararlar..
Aşılanmak insani ve hukuksal sorumluluktur, başkalarının yaşam hakkına zorunlu saygı gereğidir.
Hiçbir hak yaşam hakkından daha önemli değildir. Temel hak ve özgürlükler de sınırlanabilir, AY md. 13..
AİHM’nin de zorunlu aşı ile ilgili 2 kararı var, zorunlu aşıyı insan haklarına uygun bulan.
Yazdığınız için sağolun ama çok az bilgi ile büyük laflar etmemek gerek.
Size bunları yazmak için epey zaman ayırdım. Saat gexe yarısını geçti.. bize de yazık..
Herkese nasıl yanıt yetiştireceğiz..
Emek verin, bilimsel bilgi edinin, kulaktan dolma yüzeysel bilgilerle hele hele iddialı konuşmayın lütfen.
Saygı ile. 20.9.21
Dr. Ahmet Saltık