Konuk tarihçi yazar : Güzide Filiz Tuzcu
TÜRK MİLLETİNİ KURTULUŞA GÖTÜRECEK OLAN
İKİ TEMEL REHBER:
1. KURAN’IN TANITTIĞI İSLÂM;
2. BÜYÜK ATATÜRK’ÜN DÜŞÜNCE VE HEDEFLERİ
Merhaba Hocam;
Sizin de gayet iyi bildiğiniz gibi 21. yüzyıl Türkiye’sinde milyonlarca insan halâ “din kisvesiyle” korkunç boyutlarda kandırılmaktadır… Oysa ki Büyük Atatürk’ün de ifadesiyle “Türk Milletini birleştirici en sağlam iki harcın biri TÜRÇE DİLİ ve diğeri de İSLÂM DİNİDİR…”
O halde Müslüman Türklerin besleneceği iki temel kaynak vardır: Birincisi “TÜRKÇE KURAN‘dır“; İkincisi de Türk Milletini “zilletten, esaretten, hatta mutlak bir yok oluş tehlikesinden” kurtaran, onlara T.C. Devletini kurup, armağan ve emanet eden Büyük Atatürk‘ün bizleri en ileri medeniyet seviyesine taşıyacak olan “SON DERECE DEĞERLİ DÜŞÜNCELERİ, İLKELERİ, HEDEFLERİ VE MİLLİ POLİTİKALARIDIR”.
Büyük Atatürk’ün en büyük hedeflerinden biri de “Türk Milletinin hayatında yüzyıllardır son derece büyük bir öneme sahip olan İslâm Dininin” Kuran’ın tanıttığı şekilde – yani doğru anlaşılması ve Türk Milletinin dinen bilinçlenmesi, böylece dini siyaset ve çıkarlarına alet edenler tarafından bir daha kandırılmamalarıydı.
Bakın Cumhurbaşkanı Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ikinci devre – ikinci toplantı yılını açış konuşmasında ne demiştir: “İslâm Dinini, asırlardan beri alışılageldiği şekilde bir siyaset vasıtası mevkiinden uzaklaştırmak ve yüceltmek gereğini görüyoruz. Allah’a olan mukaddes inancımızı ve vicdani değerlerimizi, karanlık ve kararsız olan, her türlü menfaat ve ihtirasların görünüşü olan siyaset sahnesinden ve bütün kısımlarından, bir an evvel ve kesin şekilde kurtarmak gerekir: Bu kurtarış, dünyevi ve uhrevi mutluluğun emrettiği bir zorunluluktur. Ancak bu surette İslam Dininin yüksekliği ortaya çıkacaktır.”
[Kaynak: Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Cerideleri (ZC) Devre II, Cilt 7, s. 3 – 6; Prof. Dr. Utkan Kocatürk, Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Atatürk Araştırma Merkezi, , Ankara, 1999, s. 349.]
Bakın dünyaca ünlü bilim adamı Albert Einstein “din” için ne demiştir;
“En başından itibaren kiliseler ve ruhban sınıf, her zaman bilime karşı olmuşlardır ve bilimle uğraşan, hayatını bilime adayan kimselere karşı savaş açmışlardır… (Bilime ve Bilimi Teşvik Eden Kuran’ın sunduğu Işığa karşı savaş açanlar, Osmanlı devrine de damgalarını vurmuşlardı; şöyle ki; genel olarak ulema ve onların başkanı statüsünde olan bazı şeyhülislâmlar da “bilimsel ve dinsel aydınlanma ve bilinçlenmeye” karşı savaşlar açmışlardı… Böylece pek çok gerçek din âlimi, bilim insanı ve toplum lideri kahramanlar bu uğurda maalesef canlarından olmuştur… Çarpıcı bir örnek vermek isteriz; Kanuni Sultan Süleyman’ın şeyhülislâmı Ebussuud efendi, Büyük Türk Din Âlimi – Büyük Türk Ozanı ve Türk Toplum Lideri, hatta bugün bile dünyanın gayet iyi tanıyıp, takdir ettiği Sevgili Yunus Emre’nin şiirlerinin okunmasını yasaklamış, hatta “bunları okuyanların dinden çıkacağına” dair fetva vermişti. Anadolu Karamanoğlu Türk Devleti mensubu – Güçlü Bir Toplum Lideri Olan Yunus Emre‘nin gerçek kişiliği – mükemmel İslâm anlayışı, cesareti – devrimciliği – mücadelesi ve akıbeti Türklerden bugün bile gizlenmektedir!) Bu bağlamda korkuyu empoze eden dini inançtan kurtularak, maneviyat kazandıracak olan bir dini inanca geçiş, bir milletin hayat tekamülü yolunda atabileceği en büyük ve en önemli adımdır; hatta bu adım, bir millet için bir dönüm noktasını teşkil eder. İnsanları korkutarak ve cezalandırarak baskı altına alan, sürekli öteki dünya ile ilgili vurgulamalar yapan kilisenin tanıttığı din ile kozmik din birbirinden farklıdır. Ben şahsen “kozmik din duygusunun”, bilimsel araştırmalarda, en güçlü ve en soylu teşvik aracı olduğuna samimiyetle inanırım. Toplumda tekamülün – yükselmenin sağlanması için, “aklını işleten, özgürce düşünebilen, muhakeme kabiliyeti olan, bağımsız yaratıcı bireylere” ihtiyaç vardır. (İşte Büyük Atatürk de T.C. ‘de böyle bilinçli bireyler yetiştirmeyi hedeflemiştir ve bunu söylevlerinde defalarca dile getirmiştir..) bu tür bireyler, toprağı besleyen, üretimi ve verimliliği mümkün kılan, “hava, su ve güneş” gibi, bir toplumu – bir milleti besleyecektir. Toplumdaki tüm olumsuzluklar, manevi ve soysal hastalıklar da din öğretileriyle – peygamberlerin maneviyatıyla deva bulacaktır… O halde diyebiliriz ki dinsiz ilim topal, ilimsiz din ise kördür “
[Kaynak: Albert Einstein, The World As I See İt, Princeton University Press, Princeton – New Jersey, 2007, s. 3 – 127.])
Büyük Atatürk’ün “hayat kurtarıcı – kutsal, kutlu ve bilimsel bu hedefi“, Ondan sonra yerine getirilmiş midir? Maalesef ki hayır… Bilâkis 1938 sonrası Türk Milleti, “din kisvesiyle” kademe kademe yeniden aldatılmaya ve karanlık mecralara çekilmeye başlanmıştır…
Onun izinden kararlılıkla gitmek azminde olan bizler, bu “kutlu hedefler” için karınca – kararınca da olsa çalışmaya devam ediyoruz…
Bu bağlamda hocam, aşağıda yer alan yazımı , lütfedip sitenizde paylaşırsanız sevinirim. 27.06.2017
*****
İSLÂM’IN ÖZETİ
Peygamber Hz. Muhammed’e Kuran tebliğ edileli yaklaşık 1400 yıl olmuştur; Kuran’ın tebliğ etmiş olduğu “Gerçek İslâm’ı” tanımak ve Yüce Allah’ın emirlerini kaynağından öğrenmek isteyen her Müslüman Türk’ün bilmesi gereken belli başlı dinsel esaslar vardır. (Lütfen dikkat edelim, dini siyaset ve çıkarlarına alet edenler, “Kuran’ın ana dilde okunması ve anlaşılmasından” hat safhada rahatsızlık duymakta, hatta kızgınlıklar içinde feryat etmektedirler… O halde Kuran Âyetlerini öğrenmek ve öğretmek, böylece dini, hapsedildiği karanlıklardan kurtararak, milletimizi aydınlatmasını sağlamak, tüm biz vatanseverlerin boynunun borcudur diye düşünüyoruz…)
YÜCE ALLAH’IN KURAN’DA BELİRTMİŞ OLDUĞU TEMEL ŞARTLARI,
EMİR VE UYARILARI;
- Yüce Allah bir Müslüman’da, ya da herhangi bir kulunda, her şeyden önce “GÜZEL AHLÂKA” en üst seviyede önem vermektedir. Güzel Ahlâkın ise ilk ve olmazsa olmaz şartı da “DOĞRULUKTUR“. Yani bir Müslüman, her yerde ve her şart altında, yani karşısında kral da olsa – padişah da olsa – devlet başkanı da olsa “mutlaka ama mutlaka doğru sözlü olmak” zorundadır. Bir başka deyişle bir Müslüman “CESUR” olmalıdır; yalnız Allah’tan korkmalıdır ve her zaman önceliği Allah emirlerini yerine getirmeye vermelidir ve Yüce Allah’tan başka hiç kimseye, ama hiç kimseye minnet edip, boyun eğmemelidir.
- Yalana – entrikaya asla tenezzül etmeden, sağlam – dosdoğru bir karakter sahibi olmanın ve her zaman – her yerde doğru sözlü olmanın Yüce Allah katında ne denli büyük bir önem taşıdığı Türkiye’de yeterince biliniyor mu acaba? Maalesef ki hayır! Karanlık tablo apaçık ortadır!
- Oysaki Yüce Allah “doğruluktan asla şaşmayan – dürüst karakterli insanları“, şehitlerle aynı mertebeye koyduğunu açıkça ifade etmiştir: Hadid Sûresi – Âyet 19: “Çok doğru olanlar ve şehitler, onların mükafatları ve nurları vardır.” Görüldüğü üzere “çok doğru olanlar, yani, her şart altında, her mekan ve zamanda, her zaman doğru konuşanlar“, şehitlerle bir tutulmuştur. O halde bir Müslüman, namazdan, oruçtan, hacdan önce, mutlaka ve mutlaka “doğru sözlü olmalıdır”, hiçbir şekilde, asla ve asla yalan söylememelidir.
- Kuran’a göre bir Müslüman’ın sadece kendisinin doğru sözlü olması da yeterli değildir; şöyle ki bir Müslüman “kendi halinde, etliye – sütlüye karışmadan“, neme lazım diyerek, kıyıda köşede kalıp, sessizce de oturamaz. Müslüman’ın sorumlulukları vardır; önce kendisine ve ailesine, sonra mahallesi ve şehrine, sonra vatanına – ülkesine ve geniş ölçekte de tüm mazlum dünya insanlarına ve canlılarına karşı sorumlulukları vardır.
- O halde bir Müslüman’dan beklenen nedir? Bir Müslüman “adam sende… bana ne – neme lazım – bana dokunmayan yılan bin yaşasın – ben kendi çıkarıma – işime bakarım” DİYEMEZ. Kuran’a göre bir Müslüman, her zaman, her yerde ve her şartta “doğru konuşanın, haklı olanın, mağdur edilenin,” yanında yer almalıdır ve onları vargücüyle desteklemelidir.
- Bir Müslüman mutlaka ama mutlaka “güvenilir” olmalıdır; zaten bir toplumda her zaman doğru konuşmasıyla tanınan bir insan, aynı zamanda “güvenilir” de bir insandır. (Böyle güvenilir kişilere “ona güvenebilirsin, onun sözü senettir” derler) Böyle biri verdiği sözü de mutlaka yerine getirecektir; ki Yüce Allah “en sevmediğim şey, söz verilip de, bunun yerine getirilmemesidir“ diye açıkça belirtmiştir:
- Saf Sûresi – Âyet 2 & 3: “Ey inananlar, niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemek, Allah katında en sevilmeyen şeydir.” Maide Sûresi – Âyet 1: “Ey inananlar, verdiğiniz sözleri yerine getirin” Maide Sûresi Âyet 89: (özetle)”Allah, bilerek yaptığınız yeminlerden ötürü sizi sorumlu tutar” A’raf Sûresi – Âyet 102: “İnsanların çoklarını yoldan çıkmış bulduk, ama çoklarında sözünde durma diye bir şey bulamadık.”
- Hatırlatmak isteriz ki, Hz. Muhammed toplumunda “en güvenilir kişi” diye tanınmaktaydı… Hatta Ona düşmanları bile güven duymaktaydı ve mallarını dahi Ona emanet edip, seyahate gitmekteydiler…
- Kuran’a göre bir Müslüman her yerde ve her çağda “yalancının – iki yüzlünün – haksızın – zalimin – zorbanın – hainin- ırz düşmanının” karşısında yer almalıdır ve ona karşı “ İslâm Adına ve Allah Rızası İçin” cesurca savaşmalıdır… Tıpkı ülkemiz işgal edildiğinde, köylerimiz yakıldığında, camilerimizin bazılarının kurşunlanıp, yıkıldığında, bazılarının domuz ahırlarına çevrildiğinde, mazlum vatandaşlarımız her türlü saldırı ve tecavüzlere uğradığında, hatta katliamlara maruz kaldıklarında, onların imdadına yetişen ve düşmanlara karşı cesurca savaşan Mustafa Kemal Paşa ve Onun önderliğindeki Milli Güçlerimiz, Türk analarımız, ninelerimiz, dedelerimiz ve çocuklarımız gibi…
- Yüce Allah “Allah tanımaz, saldırgan zalim ve zorbalara“, bunlar “Benim düşmanlarımdır” demiştir ve “bunlara karşı Müslümanların birlik olup, savaşmalarını” emretmiştir. Mustafa Kemal Paşa ve Milli Güçler, Yüce Allah’ın bu emrini lâyığıyla yerine getirmişler ve hak ettikleri zaferi ve şerefi de almışlardır.
- Oysaki daha kısa bir süre önce Kudüs’te ünlü Cami – Mescidi Aksa’yı postallarıyla basan, içerde namaz kılan Müslümanlara saldırarak, onları tartaklayan, Kutsal Kitabımız Kuranları yırtıp, yerlere fırlatan ve çiğneyen Yahudi askerlerine gereken cevabı, bol bol ahkam kesen bazı Müslümanlar vermiş midir? MAALESEF! Nerde kaldı “Allah Adını, İslâm’ı ve Kuran’ı” yüceltmek? NERDEEEEEEEEEEE???
- Oysaki Kuran’da Yüce Allah şöyle emir vermiştir: Furkan Sûresi – Âyet 52: “Kafirlere (yani Allah – Kuran tanımazlara) boyun eğme ve bu Kuran ile onlara karşı büyük cihat et.” Nisa Sûresi – Âyet 101: “Muhakkak ki kafirler, sizin açık düşmanınızdır.” Mülk Sûresi – Âyet 9: “Ey peygamber, kafirlerle (Allah ve Kuran tanımazlarla) ve iki yüzlülerle uğraş, onlara karşı katı ve sert davran.” (peygamberi çok sevdiğini, onun izinde olduklarını iddia edenlere önemle duyurulur…) Saf Sûresi – Âyet 4: “Allah, kendi yolunda kenetlenmiş binalar gibi saf bağlayarak, çarpışanları sever.” Âl-i İmran Sûresi – Âyet 73: “Sizin dininize uyandan başkasına güvenmeyin.” Ahkaf Sûresi – Âyet 21: “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin.”
Evet bundan böyle her birimiz bir Müslüman’da “olmazsa olmaz özellikleri arayalım ve sadece onları Müslüman” kabul edelim: Bir Müslüman her zaman ve her yerde doğru konuşur, doğru konuşanların yanında yer alır ve haklı olanı destekler. Bir Müslüman asla yalan konuşmaz. Yalanın “beyazı -pembesi – siyahı – yeşili” olmaz! Yalan, yalandır ve bütün kötülüklerin başıdır. Onun için bir Müslüman “yalancı, entrikacı, iki yüzlü, hak ve hukuk tanımaz insanların” karşısında yer almalıdır ve onlarla mücadele etmelidir; etmelidir ki toplumda doğru sözlü – güvenilir – adaletli insanlar ve bilimin ışığında yürümek isteyenler hüküm sürebilsenler.
Sonuç olarak; bir Müslüman, yaşadığı toplumda “doğruluğu, güvenirliliği, iyiliği, güzelliği, adaleti ve merhameti” temsil ederek, her canlının hayatını kolaylaştırmalı ve tüm hayatını – tüm söylev ve eylemlerini ibadete dönüştürmelidir.
- İbadet sadece namaz, oruç haç vs… değildir!
- Müslümanlığın kılık -kıyafetle – türbanla, cüppeyle, saçla – sakalla ilgisi ve alâkası yoktur!
- Şekli ibadetlerden önce “güzel ahlâk” sahibi olmak esastır; öyle ki o güzel ahlâkla tüm hayatın her anının – her söz ve eylemin bir ibadete dönüştürülmesi esastır.
Yukarıda özetle anlatmaya çalıştığımız kriterlerde (AS: ölçütlerde) “Gerçek Müslüman” sayısı dünyada ve ülkemizde, maalesef oldukça azdır! O halde Müslümanlığı vatanımızda doğru tanıtmaya inatla ve kararlılıkla devam etmeliyiz… 1938’den bugüne din konusunda meydanı çoooook boş bıraktık!
G. Filiz Tuzcu
===================================
Dostlar,
Değerli Tarihçi – araştırmacı yazar Sayın Güzide Filiz Tuzcu’nun önemli makalesini aynen paylaştık. (Sitemizin kurallarına göre imzalı yazıların içeriği yazarına aittir.)
Kendisine önemli bilgileri derlediği ve bizimle paylaştığı için teşekkür borçluyuz.
Türkiye, AKP iktidarıyla ne yazık ki tarihinin en zor – karanlık dönemlerinden birini yaşıyor. Din ve dince kutsal sayılan ne denli kurum, yapı, işleyiş, değer varsa acımasızca siyasete alet ediliyor. Bu eylemler hem dince hem de yasalarca yasak ve ahlak dışı..
Merhum Prof. Yaşar Nuri Öztürk başta olmak üzere aydın din bilginlerimiz
– halkı iktidarın ve aleti Diyanet’in hurafelerinden ve sömürüsünden korumak için
çok çaba harcadılar ama yeterli olmadı. Bu bakımdan, din sömürüsü yapan kişiler, Büyük ATATÜRK‘in nitelemesi ile İĞRENÇ kişilerdir ve bunları engellemek zorunludur.
Sayın Güzide Filiz Tuzcu, aydın ve inançlı bir Cumhuriyet kadını olarak, çok çok sağolsun, durumdan zorunlu olarak görev çıkarıyor.. Çabaları ve ürünleri için şükran borçluyuz.
Sevgi ve saygı ile. 27 Haziran 2017, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com
Güzide Hanımefendi,
Mustafa Kemal’e ve O büyük adamın kısa sürede başardıklarına olan hayranlığınızı gayet doğal ve mantıklı buluyorum. Mustafa Kemal, aldatılmış, sömürülmüş, Arap kültür emperyalizmi altında kendi Tarihinden, kendi Dilinden ve kendi Kültüründen koparılmış Anadolu insanını Orta çağın prangasından kısa sürede kurtarmak isteyen bir Devrimcidir. Elbette Kurtuluş savaşının ve ardından gelen Çağdaş toplumsal Reformların başarıyla gerçekleştirilmesi için hassas Din konusunu kurcalamayarak, zamana bırakmış; Kuranı Türkçeleştirerek insanların gerçekte neye “amin” dediklerini anlamalarına yol açmıştır…
Hilafetin ilgasından sonraki kritik dönemin palyatif kurumu “Diyanet İşleri Başkanlığı”nı da, ömrü vefa etseydi kaldıracaktı. Laik bir Ülkede böyle bir Kurumun olmaması gerektiğini en iyi O biliyordu.
Arapların 700 lü yıllarda, Arabistan’dan 3 bin km. ötelerde işledikleri kitlesel katliamlarla İslamı Din olarak kabul etmek zorunda bırakılmış Türkler için “Kuranın Rehberliğine sıkı sıkıya sarılmak gerektiği” yönündeki yargınızı ise, (özür dileyerek belirtmek durumundayım) bir o denli insaf ve mantık dışı buluyorum…
Önce şunu tespit edelim;
Kuran çağımızın sorunlarını yanıtlayabilecek bir kitap değildir, bir Bilim kitabı hiç değildir… 14 asır önceki bedevi Arap toplumunun kültür normları çerçevesindeki bir Din kitabıdır, o kadar.
Bunun dışında, Kuranın evrensel olmadığını, yerel olduğunu, Arapların dışındaki kavimler için olmadığını, (dolayısıyla Türkler için de olmadığını) bizzat Kuran kendisi söylüyor (bkz. Yusuf-2 ve İbrahim-4) Zaten Kuranda belirtilen hayvan, bitki, yiyecek, giyecek eşyasının tümü Arap toplumunun o zaman tanıdığı Dünyanın bir parçasıdır; bunun dışında aktarılan hikayeler, belki biliyorsunuzdur, taa Sümerlerden İbranilere (Tevrata) onlardan da Arapların Kureyş kabilesine (Kurana) aktarılmış masallardan başka bir şey değildir…
Ayrıca Kuranda ;
* Bütün insanlar eşittir; Erkekler ve Kadınlar eşittir!
* Kölelik yasaktır!
* Öldürmek yasaktır !
………
şeklinde (olası bir Kozmik yaratıcıdan beklenecek ? ) etik ifadelerin bulunmayışına da dikkatinizi çekmek isterim.
Mustafa Kemal,
“Hayatta en gerçek yol gösterici (müspet) bilimdir ” dedi…
Başka, ikinci bir rehber aramaya gerek yok…
Sevgi ve saygılarımla.. æ
____________________
Yusuf-2: Biz Kuranı, anlayasınız diye, Arapça indirdik…
إِنَّا أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَّعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
…İnnâ enzelnâhu kur’ânen arabiyyen le allekum ta’kılûn…
İbrahim-4: Biz her Peygamberi kendi Kavminin Dilinde gönderdik…
وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ
…mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî liyubeyyine lehum…