PYD-PKK ilişkisi ve Türkiye’den beklenenler
Onur ÖYMEN
15 Şubat 2016
Suriye sınırımınız güneyindeki bazı bölgeleri ele geçirmeye çalışırken Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından topçu ateşine tututan PYD o bölgedeki gerginliklerin ve çatışmaların odak noktalarından biri olmuştur. IŞİD’le mücadeledeki rolü nedeniyle ABD tarafından desteklenen, Rusya tarafından da himaye edilen PYD, onlardan aldığı güçle Türkiye’ye karşı hasmane bir tutum içine girmiştir.
Cenevre’de ve Münih’te son günlerde yapılan görüşmelerde Suriye’de bir ateşkes umudunun ortaya çıktığı bir dönemde başta Suudi Arabistan olmak üzere bazı ülkelerin bir kara savaşından söz etmeleri, Türk yetkililerin de zaman zaman çelişkili ifadelerle de olsa,
bazı koşullarda böyle bir operasyona katılabileceğimiz izlenimi vermeleri, bazı Rus yetkililerinin Soğuk Savaşın yeniden başladığı, hatta 3. Dünya Savaşı çıkmasının olası olduğu yolundaki açıklamaları kaygı vericidir. Bu ortamda, özellikle Rus uçaklarının
Halep ve dolayını bombalamaları yeni göç dalgaları yaratmış ve Türkiye üzerindeki riskleri büsbütün taşınamaz duruma getirmiştir.
Şimdi bütün ilgili tarafların gerginliği daha çok tırmandırmaktan vaz geçmeleri ve
çabalarını barışçı çözümler doğrultusuna yönlendirmeleri gerekmektedir.
Burada PYD’ye de görev düşmektedir. Bu örgütün, oradaki koşullardan yararlanarak yayılmacı politikalarını sürdürmesi barış çabalarını zedeleyecek ve yeni riskler yaratacaktır.
Türkiye’nin, biraz gecikerek de olsa PYD ile PKK’nın ilişikerine ve işbirliğine değinmesi
ve bu iki örgütün de terörist niteliğini vurgulaması Amerika’nın tepkisine yol açmıştır.
Oysa bazı Amerikan kaynakları da bu ilişkilere değinmektedir.
Örneğin The Washington Institute for Near East Policy isimli düşünce kuruluşunun
9 Ekim 2015’te Barak Barfi imzasıyla yayınladığı “Kürtler Suriye’de IŞİD’a Karşı en iyi Müttefikimiz” başlıklı bir yazıda 2003’te kurulan ve şimdi Suriye’nin Kuzeyini
denetim altında bulunduran PYD’nin PKK’nın içinden çıkan bir örgüt olduğu vurgulanmaktadır. 45,000 savaşçıya sahip olduğu bildirilen PYD’nin Amerikan uçaklarının verdiği hava desteği sayesinde IŞİD’ın elindeki topraklardan 15,000 mil karelik kısmını
işgal ettiği kaydedilmektedir.
Aynı yazıda 1980’li yıllarda Suriye’nin 7-10.000 Kürdü Türkiye’ye baskı yapmak üzere ülkemize gönderdiğine, bunların yaklaşlık 1,500’ünün Türkiye’deki çatışmalarda öldüğüne, 200 ila 2,000 PKK’lının da son çatışmaların başlangıcında Suriye’ye geçtiğine değinilmektedir.
Öte yandan Amerika’nın eski Ankara Büyükelçisi Eric Edelman’ın 27 Ağustos 2015’te New York Times’a yazdığı makalede, Türkiye’nin politikalarını eleştirdikten sonra, Türkiye’nin Irak’taki PKK ile Suriye’deki PYD arasındaki lojistik ve iletişim kanallarına zarar vererek IŞİD’a karşı en etkili kara kuvvetini oluşturan Kürtleri zayıflattığı ileri sürülmekte ve PYD’nin 2014’te PKK’nın lojistik desteği ve desteği sayesinde Kobani’nin kurtarılmasını başardığı kaydedilmektedir.
9 Şubat’ta (AS: 2016) Moskova’da açılan PKK bürosunda Öcalan’ın resminin baş köşede
yer alması ve duvardaki haritada da Türkiye’nin Güneydoğu’sunun Kürdistan olarak gösterilmesi, bu örgütün bağlantıları ve niyetleri hakkında açık bir gösterge oluşturmaktadır.
Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International), son raporunda, PYD’nin işgal ettiği köylere gönderdiği uzmanların saptamalarına dayanak bu örgütün o köylerdeki evlerin %93’ünü yıktığına ve böylece orada oturanların geri dönmelerini olanaksız duruma getirdiğini bildirmekte ve bunun bir savaş suçu olduğuna işaret etmektedir.
Durum böyleyken ABD sözcülerinin biz PKK’yı terör örgütü sayıyoruz ama PYD’yi saymıyoruz yolundaki demeçleri ciddi bir çelişki oluşturmakta ve bir ABD yetkilisinin Kobani’yi ziyaret ederek kendisine verilen plaketi alması da aramızdaki ittifak ilişkileriyle bağdaştırılması zor bir durum yaratmaktadır.
Türkiye’nin, bütün bu gelişmeleri dikkate alarak, bir yandan barış girişimlerini desteklemesi, bir yandan da uluslararası toplumun bölgedeki bütün terör örgütleriyle, ayırım yapmaksızın mücadele etmesini savunan güçlü ve etkili bir diplomasi sergilemesi gerekmektedir.
Bunun için şimdiye dek izlenen Suriye politikamızın gözden geçirilmesi ve PKK’nın
Irak’ın Kuzeyinden tasfiye edilmesi için Irak Hükümeti ve Barzani’nin harekete geçmesini sağlayacak etkili girişimlerde bulunulması öncelikli hedeflerimiz olmalıdır.
Dostlar,
Birikimli ve deneyimli diplomat, E. Büyükelçi, Dışişleri eski Müsteşarı Sayın Onur Öymen’in yazısı ufuk açıcı. Kuşku yok, Ortadoğu politikaları başta olmak üzere dış siyaset
çok bilinmeyenli bir denklemdir ve 1. sınıf satranç ustalığı ile yürütülmesi gerekmektedir.
Değil 1-2 adım sonrasını, belki 8-10 adım sonrası olası hamleleri kestirebilmek ve
öngörü seçenekleri üretmek gerekir. Batı’da bu amaçlarla son derece gelişmiş bilgisayarlar
(donanım) ve yazılım (programlar) aracılığıyla benzeşim (simülasyon) uygulamaları yapıldığı bilinmektedir. İnsan beyninin sınırlarını zorlayan sorunların çözümünde bu donanım ve yazılımın kullanılması doğaldır. Acak Türk Dışişlerinin yetkin kadrolarını ‘monşerler’ olarak niteleyen ve kendince aşağılayan (!) Bay RTE, söz konusu olanak ve uygulamalardan, geçelim kullanmayı, ne ölüde haberlidir acaba?
Ne var ki ABD – AB – İsrail uydusu dış politikanın bedeli AKP – RTE değil ülkemiz ve halkımız ödüyor.. Bakmayın RTE’nin efelenmelerine; iç kamuoyuna dönük algı yönetimidir!
Bunca şehit – gazi ve çok ağır maddi bedel, hatalı – serüvenci – ego tatminine dönük referandum yatırımı, olası erken seçim için az eğitimli ve gelişmeleri irdeleyemeyen milyonlarca yurttaşın beynini yıkamaya dönüktür. Bu hazin tabloyu Türkiye hak etmediği gibi, AKP – RTE‘nn de hangi gerekçe ile olursa olsun asla böylesi bir hakkı olamaz..
Bunları algılamak ve yanlışta ısrar etmemek gerekir. Söz konusu olan 80 milyonluk bir ülkedir ve en küçük hatayı kaldırmaz. Vatan toprağı ve ulus, rastlantısal politikalarla yönetilemez..
Söz konusu Vatan olunca, AKP – RET dahil, her şey teferruattır.. hiç unutulmasın..
Sevgi ve saygı ile.
15 Şubat 2016, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com