Dostlar,
Dünyada ve Türkiye’de yaygın kuraklık denmese bile yer yer kuraklık ve ciddi su sorunu – kıtlığı sürmekte..
Bizim Çevre – Orman ve Su İşleri Bakanımız da bu konularda uzman bir Profesör ve Dünya saptamalarının tersine bodoslama giderek “su sorunumuz yok!” demeyi sürdürüyor..
Sn. Prof. Dr. Ali Ercan ve biz ise gerekçeli olarak duyarlığımızı sürdürüyor ve
bu “sorumsuz” davranışa karşı çıkıyoruz.
Bu yazımızda bir de Su Politikaları Uzmanı Dursun Yıldız‘ın irdelemesi var..
AKP iktidarı bu bağlamda da ülkemize ciddi ve dönüşümsüz zararlar veriyor..
Sevgi ve saygıyla.
20.8.2014, Tekirdağ
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
==============================================
Su… Su… Su…
Değerli arkadaşlar,
Hiçbir zaman sorun olmayacağı sanılan Su, insanlık için gittikçe büyüyen bir sorun olmayı sürdürüyor. En önemli yaşam kaynağımız olan suyun, bir yandan nüfus artışı (AS: hızlı ve tümüyle gereksiz) öbür yandan iklim değişikliği makasında,
küresel Güvenlik ve Barış bakımından en stratejik madde oluşuna şaşmamak gerekir.
Yakın gelecek “su savaşları”na sahne olacak bir gelecektir; öyle ki, yalnızca Devletler arasında değil, Kentler arasında bile.. Gerçi Gezegenimizde çok büyük miktarda (~1,4 milyar km3) su bulunuyor ama içilecek tatlı su bunun %2,5 kadarıdır ve bu su da ağırlıklı olarak Kutuplarda buzullar durumundadır.
Erişilebilir, kullanılabilir tatlı su miktarı yılda yaklaşık 14 trilyon m3‘tür; yani Dünyamızda kişi başına ortalama 2 bin m3 su var.. Eldeki su kaynakları da homojen (AS: türdeş birörnek) dağılmış durumda değil. Kimi ülkelerde bol miktarda
su bulunurken, kimisinde su kıtlığı çekiliyor..
- Dünya’da yaklaşık 1 milyar insan yeterli temiz içme suyuna ulaşamıyor.
Genelde 1000 m3/kişi.yıl altında suyu olan ülkeler su yoksulu ülkeler sınıfına
giriyor; ki biz de tam bu sınırdayız.
Bizim Fırat ve Dicle gibi sınır aşan iki büyük nehir dolayısıyla Uluslararası sorunlarımız var. Zaten Orta doğuda petrol kadar, belki petrolden de önemli, stratejik madde Su’dur ve “Su” denince akla Mezopotamya’yı sınırlayan Fırat-Dicle gelir. Türkiye Fırat suyundan saniyede 500 m3 su bırakmayı taahhüt etmiş durumda, yani Fırat’ı Suriye ile yarı yarıya paylaşmış durumdayız. İklim değişikliğinin getireceği susuz, kurak dönemlere karşı -işi Allah’a havale etmeden- sıra dışı akılcı önlemler ve çözümler gerekiyor.
Sevgilerimle. æ
Prof. Dr. D. Ali ERCAN
Not : Su Politikaları uzmanı Sayın Dursun Yıldız’a bilgilendirici makalesini
paylaştığı için teşekkürlerimle…æ
================================
Yürürlüğe giren 1997 BM Sözleşmesi Ne Getirir?
Dursun YILDIZ
Su Politikaları Uzmanı
BM’nin 1997 Uluslararası Su Yolları Sözleşmesi
BM‘nin Uluslararası Su Yollarının Ulaşım Dışı Amaçlarla kullanımı sözleşmesi 1997 Mayıs ayının sonunda 185 üyeli Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yapılan oylama sonucunda 103 lehte, 3 red, 27 çekimser oyla kabul edilmişti. 1997 Sözleşmesi’nin yürürlüğe girebilmesi için 35 ülke tarafından onaylanması gerekmekteydi. Bu onaydan sonra sözleşme bu ülkelerin kendi iç hukukları açısından bağlayıcı hale gelmiş olacaktı. İşte bu 35 ülkenin sözleşmeyi onaması birkaç ay önce tamamlandı ve Sözleşme 17 Ağustos 2014 itibariyle uluslararası geçerlilik kazandı.
Türkiye bu sözleşmeye Çin ile birlikte red oyu vermiştir ve bu kararın kendisini bağlamayacağını ve imzaya açıldığı zaman da bu sözleşmeyi imzalamayacağını ve onaylamayacağını beyan etmişti.
17 Ağustos 2014′de uluslararası geçerlilik kazanmış olan bu sözleşme Dünya’da 190‘ı aşkın ülkeden salt 35′i tarafından onaylanmıştır. Bu ülkeler arasında Amerika Kıt’asından hiçbir ülke yoktur. 1997 BM Sözleşmesinin ortaya çıkması için 1970 yılında başlayan çalışmalar, ancak 1997 yılında sonuç vermiştir.
Sözleşmenin 1997 yılında BM tarafından kabulünden sonra 35 ülke tarafından onaylanması ise 17 yıl almıştır. Bu konuda ülkelerin bir taslak oluşturması ve bunun uygulanacağına ikna olması için geçen süre 44 yıldır. Bu sözleşme 20 yüzyılın uluslararası ilişkiler düşünce sistematiği ile yapılmış ancak 21. Yüzyılın yeni jeopolitiği ve dünya düzeni içinde yürürlüğe girebilmiştir. Bu nedenle sözleşmenin bu yüzyılın yeni düzenini kapsaması, çok geniş bir uluslararası kabul görmesi ve uygulama alanı bulması kolay olmayacaktır. Ancak bu durum sözleşmenin yürürlük kazanması gerçeğini ortadan kaldırmaz.
Uluslararası sözleşmelerin bunları imzalamayan ve onaylamayan ülkeler bakımından hukuken geçerli olmadığı biliniyor. Onaylanmayan sözleşme bağlayıcı değildir. Ancak çok sayıda ülke tarafından onaylanan deniz hukuku sözleşmesi gibi taraf sayısı fazla olan uluslararası anlaşmaların moral bir ağırlığının bulunduğu yadsınamaz.
Ayrıca ülkeler uluslararası alandaki saygınlıklarını korumak için uluslararası sözleşmelerin genel ilkelerine aykırı davranmak istemeyebilirler. Tüm Uluslararası Sözleşmeler karşılıklı ödünler verilerek sonuçlandırılır. Sözleşmelerin bazı kurallarına karşı olan ülkelerin kimi taleplerini de başka kuralların tatmin eylemekte bulunduğu da bir gerçektir. Önemli olan o sözleşmelerin ülke için yararlı olacak kurallarından azami ölçüde yararlanmasını bilmektir.
Türkiye’nin 1997 BM Sözleşmesi’ne Karşı Çıkış Nedenleri
Sözleşmenin müzakereleri sırasında diğer bazı noktaların yanı sıra Türkiye’nin “önemli zarar vermemek” maddesine ilişkin itirazları olmuştur.
Türkiye, kıyıdaş ülkelerin, suyu hakça ve makul olarak kullandıkları takdirde, zaten öbür kıyıdaş devletlere zarar vermemek ilkesinin de yerine geleceği görüşünü önererek, bu maddeye itiraz etmiştir. Bunun yanı sıra bu terimlerin bir tanımı yapılmadığı için neyin “önemli zarar olduğu” ne kadar zararın “Kayda değer zarar” olduğunu saptamak olanağı yoktur. Buna ilave olarak zarar gördüğünü düşünen taraf her zararın önemli zarar olduğunu ileri sürecek ve bu konuda uzlaşma olanaksız olacaktır.
Türkiye’nin Sözleşme’nin “Planlanan Önlemler” başlığı taşıyan bölümüne de ciddi itirazları olmuştur. Sözleşmenin bu bölümünde, – yukarı kıyıdaş devletin aşağı kıyıdaş ülkenin onayını almadan su kaynaklarını geliştirmek faaliyetine girişememesi- durumu ele alınıp düzenlenmiştir.
Türkiye, bu düzenlemeye aşağı kıyıdaş devlete haber vermek zorunluluğuna bağlı olarak devletler arasında uzlaşma için uzun bir süre gerekeceğini ileri sürerek itiraz etmiştir. Türkiye sözleşmeye esas olarak objektif kriterler taşımadığı, eksik, yetersiz ve muğlak olduğu gerekçeleriyle red oyu vermiştir.
Sözleşmenin yürürlüğe girmesi sadece sözleşmeyi onaylayan ülkeleri hukuken bağlayacak olup Türkiye, sözleşmeye ilişkin yükümlüklerden muaftır. Suriye sözleşmeye rezervli onay vermiş olup Irak bu sözleşmeye taraf olmuştur.
Bu Sözleşmenin Teamül Oluşturma İhtimali Uluslararası hukukun asli kaynakları arasında yer alan teamül, oluşumu açısından antlaşmalardan farklıdır. Antlaşmalar, devletlerin açık irade beyanı olarak kabul edilirken, evrensel bir teamülün oluşumu için genel bir uygulama yeterli kabul edilmektedir. Ayrıca bir uluslararası sözleşmenin teamül oluşturma ihtimali de vardır. Diğer bir deyişle sözleşmenin yürürlüğe girmesinden sonraki yıllarda sözleşme hükümlerinin teamül haline gelebilir. Ancak
bu sözleşme hükümlerinin teamül haline gelme olasılığı çok yüksek değildir.
Uluslararası sistem BM sözleşmesinin yürürlüğe girmesi için 2010 yılından sonra ağırlık koymaya başladı. Yeni enerji ve su jeopolitiği “sınır aşan sular” konusunda bir “Çerçeve Sözleşmeye” duyulan ihtiyacı arttırdı. Bu durum 2010 yılından sonra 1997 Sözleşmesini imzalayan ülke sayısında hızlı bir artışa neden oldu. Sözleşme, BM’de kabulünden sonraki 12 yıl içinde 18 ülke tarafından onaylanmıştır. Ancak bu sayıya son beş yılda 17 ülke daha eklenmiş ve sözleşme yürürlük kazanmıştır.
21. Yüzyıldaki yeni hidro-jeopolitik paradigma, bir yandan bu sözleşme ile yukarı kıyıdaş ülkeleri daha makul olmaya yöneltirken diğer taraftan Nil üzerinde 80 yıllık Mısır’ın dokunulmazlığını kaldırmış ve Etiyopya‘nın Nil üzerindeki Rönesans Barajı yükselmesini sağlamıştır.
1997 sözleşmesi, Dünyadaki 263 sınır aşan su havzası için en uygun su kullanım ayarını verebilecek bir sözleşme değildir. Ancak uluslararası hukukta bu konudaki büyük boşluğun da bir şekilde doldurulması gerekiyordu. Çünkü halen 263 Sınır aşan nehir havzasının 157 sinde (%60) hiçbir işbirliği çerçeve anlaşması yoktur. Anlaşma bulunan havzalarda ise daha çok ikili anlaşmalar yapılmıştır.
Bu durum iklim değişimi riski ile birleşmiş ve tehdit algısını arttırmıştır.
Bu nedenle sınır aşan su havzalarında iklim değişimi bölgesel krizler yaratmadan , üzerinde konuşulacak bir hukuksal çerçeveye duyulan ihtiyaç artmıştır. Su Çerçeve sözleşmesinin yürürlük kazanması hızlandırılarak olası bölgesel güvenlik risklerinin önlenmesi çalışmalarına altyapı hazırlanmış oldu.
1997 sözleşmesinin yürürlüğe girmesi, sınır aşan su havzalarında su kullanımı sorunlarının hızla çözülmesinden daha çok konunun yeniden uluslararası gündeme taşınmasına yönelik bir ortam oluşturacaktır.
BM sözleşmesi Türkiye gibi sözleşmeye taraf olmayan ülkeleri bağlamamaktadır. Ancak iklim değişiminin etkileri krizlere neden olurken sözleşmeye taraf olup olmamak ayırımı yapmayacaktır. Bu durum aslında sözleşmeye taraf olmasa bile, bölgelerinde istikrarsızlık istemeyen ülkeleri su yönetimi konusunda bölgesel işbirliği için bir araya getirecektir.
Önümüzdeki dönemde iklim değişiminin etkilerinin daha da artması, 1997 BM sözleşmesinin kurallarından daha etkili bir şekilde ülkeleri su işbirliğine zorlayacaktır.
Yeni paradigmaların şekillendireceği 21. yüzyılda, BM’nin 1997 sözleşmesi sınır aşan sular konusundaki sorunlara “kapsam ve kavram” olarak dar gelecektir. İnsanlık, iklim değişimi ve enerji-gıda-su-çevre ilişkisindeki artış sonucunda krizlerin birbirini tetikleyeceği ve hızla küreselleşeceği bir geleceğe hazırlık yapmak zorundadır. Bu nedenle sözleşmeyi onaylamayan vepaylaşılan su havzalarında yer alan 110 ülkenin bu konuda işbirliğini reddetme lüksü olmayacaktır. Hatta bu ülkeler gelişmeler karşısında konuya bu sözleşme kapsamından çok daha geniş bir açıdan bakma zorunluluğu duyacaktır.
Bu nedenle bu sözleşme, BM’nin 1997 sözleşmesi, sözleşme maddelerinin belirsizliğine sıkışmadan ve sözleşmeye taraf olup olmama kısır çekişmesine düşmeden değerlendirilmelidir. Bundan dolayı ülkelerin su işbirliği için bir farkındalık yaratmak aracı olarak ele alınmalı ve bölgesel su işbirliğini geliştirecek çok taraflı anlaşmaların altyapısı için çaba gösterilmelidir.
Bütün uluslar aklını başına alsınlar.
Doğallıkla salt akılları olanlar, öbürleri zaten sürünecek.
Teknolojik olarak çok ilerlemiş ülkeler neden nüfus artışına engel olmuyor hatta nüfusu azaltma yoluna gitmiyorlar hala hayret ediyorum.
Yok emeği sömürmek için diyorlarsa ona gerek kaldığını sanmıyorum.
Çünkü pislik insan kalabalığının uygar insanlara verdiği fiziksel ve psikolojik zarar, bunların dünyada yaşamasından çok daha fazla. Bilgisayarlara hesap ettirelim,
yeryüzünde kaç kişi uygarca yaşar diye, bir milyar mı iki milyar mı???
Gerisi ben de dahil imha edilmesi gereklidir. Yoksa ilerde Doğa bunu acımasızca yapacaktır.
Güner bey,
Gelişmil ülkeler ciddi nüfus planlaması yaptılar, yapıyorlar..
AB ülkelerinde ortalama doğal nüfus artış hızı yılda %0,4..
Türkiye’de ise bunun 3-3,5 katı!
Aklı olan – olmayan millet ayrımını onaylamam. Hiçbir millete “aptal” ya da “akılsız” denmemesi gerektiğini düşünürüm.
Sevgi ve saygıyla.
23.8.2014, Tekirdağ
Dr. Ahmet SALTIK
http://www.ahmetsaltik.net