Namus ve Cesaret…

Av. Ertuğrul Latif KAZANCI
Eski ADD Genel Başkanı

Ertugrul_Kazanci_portresi

Namus ve Cesaret…

  • 25 Aralık 1973 günü aramızdan ayrılan İsmet İnönü,
    Atatürk’e saldıramayanların ilk hedefidir. Onların yükselttikleri Cumhuriyet
    ve devrim değerleri, kimilerince yıkılmak istenilen amaçlardır.
    Atatürk’ün deyişiyle: “Her büyük işin ehli ve faili” İnönü,
    Ulusun ters dönmüş alınyazısını yenmiş” komutan,
    Mudanya ve Lozan” yapıcısı diplomat,
    yetkin ve demokrat bir devlet adamıdır.

Toplumsal bellek, bazı özdeyişlerin tazeliğini koruduğuna tanıktır.
Örneğin İsmet İnönü;

  • Namus erbabı, en az namussuzlar kadar cesaretli olmadıkça
    o ülke sömürge olur.” der.

Sömürü, biri dışa bağlı, bir diğeri ise içten içe olmak kaydıyla iki türlüdür.
Emperyalizmin “mazlum” uluslar üzerindeki yüzyıllara dayalı saldırısını Anadolu’da yenilgiye uğratan irade, dış sömürüyü yok eden güçtür.

1936’daki iş yasasıyla emeği değerlendiren, “Kamu İktisadi Teşekkülleri” eliyle çalışma, üretim ve ucuz tüketim sağlayan adımlar, iç sömürü karşıtlıklarıdır.
1940 yılında “Köy Enstitüleri” kuran, “vurguncu, tefeci ve teneffüs ettiğimiz havadan bile haksız kazanç peşindeki batakçı tüccarı” silmek için 1942’de “Varlık” vergisi çıkaran, 1945 yılında “çiftçiyi topraklandırma” yasası ardında
yer alan tavırlar, yine iç sömürüye karşı çıkışlardır.

Cumhuriyet ve devrimin halktan yana tüm safhalarında birbirlerine güç vererek tamamlayan iki öğe daima Atatürk ve İnönü’dür. Örneğin, 28 Eylül 1930 tarihli “Cumhuriyet” gazetesinde, başbakanlık görevinden istifa eden İnönü’ye ilişkin bir haber şöyledir:

“İsmet İnönü, devlet yönetiminin başkalarınca üstlenilmesine fırsat vermek için başbakanlığı yeniden ve Atatürk’ün ısrarına karşın kabul etmemekte direnmiş,
ısrardan sonra kabul etmiştir. İnönü’nün başbakanlığı kabul etmeme direnişini açıklayan Atatürk, ‘İktidar mevkiinin başka bir deneyime dayanıklılığı olmadığını’ belirterek
‘Eğer İnönü, hükümet kurmaktan kesin şekilde kaçınsaydı, başbakanlığı bizzat üstlenmekten başka çare kalmazdı. Ya ben, ya o’ demiştir”.

Değer ölçütü…

Namus erbabı, eğer namussuzlar kadar cesaret sahibi olmasalardı;
“Kurtuluş” Savaşı’nda İstanbul hükümetinin idam fermanından korkarak zafer için
çaba göstermezlerdi.

Namus erbabı, eğer namussuzlar kadar cesaret taşımasalardı,
bu ülke boş ve asılsız kör geleneklerin tutsaklığına teslim olacaktı.

Namus erbabı, eğer namussuzlar kadar cesaretli davranmasalardı,
“aymazlık, sapkınlık ve hıyanet” içindeki karanlıklar “galebe” çalacaklardı.

Namus, sadece bireysel söz ve davranışlarla sınırlı değildir.
Namusun onurlu sınırsızlığı, ülke ve ulusa yönelen bağlılıktır.
Mandacılığı yadsıyan, emperyalist ülkelere peş keş edilmiş siyasetleri silkeleyen
ve tıpkı şanlı Anadolu İhtilali gibi dirençlerle yoğurulmuş kalkışmalardır.

Halk kitlelerini yanıltarak toplumsal değer yargılarını saptırmak ve böylece politikada kulaç atmak, namusluca iş değildir. İnönü’nün ölçütü şudur:

“Politika ciddi bir iştir. Çünkü devlet yönetme sanatıdır. Politikacı da devlet yönetme sanatına talip olan kişidir. Onun için özü ve sözü doğru olmalıdır.”

İnönü, “doğruluk” kıstasıyla politika ve politikacıyı namus kavramı içine çekmektedir.

İnönü’nün: “Varsın bütün ret ve inkârlar devri üzerimde yaşansın” yaklaşımını göze alarak teşvik ettiği demokrasiyi, devrim değerlerini yok etme pahasına
çoğunluk diktalarına döndürenleri, tarih yargılayacaktır.

Sonuç

“İnönü Savaşları” kahramanı, “Mudanya Ateşkesi” ve “Lozan” antlaşmalarının yapıcısı, Cumhuriyetin kurucularından İnönü’yü
sevgiyle anıyoruz. İsmet İnönü, bu ülke ve halkın şükran duyması gereken
en saygın kişilerindendir.

O, kendisini düzeysizce hedefleyenlere de hep tek yanıtla yetinmiştir:

“Haydi canım sen de!..”
(Cumhuriyet, 25.12.12)

============================================

Dostlar,

Değerli dostumuz, ADD’de dava arkadaşımız (kendileri Genel Başkan iken biz de Genel Başkan Yardımcısı ve zaman zaman da Genel Başkan Vekili idik)
Av. Ertuğrul Latif Kazancı‘nın yazısı tek sözcükle “mükemmel” bir derleme..

Hoşgörüsüyle ve hoşgörünüzle bir minik ama önemsediğimiz katkı yapalım :

1936 tarihli İş Yasası Türkiye’nin ilk iş yasası değil.

ILO (International Labor Organization – Uluslararası Çalışma Örgütü)
1919 kuruluşlu, Milletler Cemiyeti‘nden de eski bir uluslararası uzmanlık kuruluşudur (1920). Atatürk’ün Türkiye’si 1932’de (18 Temmuz) “özel çağrı” ile bu kuruma üye olur. ILO’ya üyelik ise 9 gün daha öncedir (9 Temmuz 1932). ILO’nun da katkılarıyla ülkemiz, büyük Atatürk döneminde, emeğe saygısının ürünü olarak İŞYASASI çıkarır.

Ancak, 1. TBMM’nin 151 sayılı ve 1921 tarihli yasasının adı “AMELE BİRLİĞİ” dir. O saygın 1. TBMM, ülkemiz daha sıcak savaş içinde iken, işgal altında iken, özellikle Zonguldak kömür madenlerindeki işçilerimiz için, Osmanlı’nın beceremediği eylemi (kadük olan 1865 tarihli Dilaver Paşa Nizamnamesi!) olağanüstü ağır koşullar altında başarmıştır. Günümüzde, Ankara Hoşdere Caddesindeki “Zonguldak Amele Birliği” binası, bu bağlamda nostaljik ve narin bir tarihsel yapı olarak dünden bugüne bize – tarihe çok değerli bir emekçi armağanıdır.

(Daha sonra 1971’de 1475 sayılı İş Kanunu ve 2003’te 4857 sayılı İş Kanunu’nu yaptık. 30 Haziran 2012’de İş Güvenliği Yasası çıkardık.. Ancak Türkiye iş sağlığı ve güvenliği bağlamında dünyanın en olumsuz ülkelerinden olmayı sürdürüyor
ne acı ki..)

Büyük Atatürk’ün kadim dostu ve can yoldaşı İsmet İnönü‘ye sonsuz şükranla..

Sevgi ve saygı ile.
25.12.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Namus ve Cesaret…” hakkında bir yorum

  1. Rıza GÜNER

    UYGAR BİR ÜLKEDE İNSANLAR, KENDİ CESARETLERİNE YA DA KORKAKLARINA GÖRE DEĞİL, DEVLETİN SİSTEMİNE GÜVENEREK YAŞARLAR.

    Balzac’a göre; “Cumhuriyet Sisteminde, devletin gerçek bir sahibi yoktu; İyi ile Kötü’nün şansı da eşitti… Yani, İyi’nin hiç şansı yoktu!..”

    Bu nedenle, Batı’da 1870’ten sonra Cumhuriyet Sistemi Balzac’ın eleştirileri doğrultusunda düzeltilmiş; hem devletin sahipsizliğine son verilmiş, hem İyi’nin Kötü karşısındaki şansı, Kötü’nün karşı duramayacağı sevide yükseltilmişti.

    Türkiye’de ise sistemin, bu iki büyük temel hatası düzeltilmediği gibi, “NAMUSLULARIN NAMUSSUZLAR KADAR CESUR OLMASI,” hayal edilmiş; cesur olmakla aptal olmak birbirine karıştırılmıştır.

    Ne gençlerin, “GENÇLİĞE HİTABEYİ” okuyup, sözde kendilerine “EMANET CUMHURİYETİ KORUMALARI,” mümkündür… Ne namusluların, GÜVENİLMESİ MÜMKÜN BİR CUMHURİYET SİSTEMİ OLMADAN” namussuzlara üstünlük sağlaması…

    Türkiye’nin Cumhuriyet Sistemi, kendi kendisini korumaktan acizdir!.. Namuslulara da; hapishaneye ve mezara girmekten başka bir şans vermemektedir. Kurulduğu günden bugüne yalnızca Sünni Din Adamlarına hizmet etmiştir… “Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde doğan herkes eşittir!” demek, her zaman ufkunun dışında kalmaktadır.

    Bu nedenle, kimse; “BU SALAK HALK NİYE AK PARTİ’YE OY VERİYOR?..” demesin…

    Yaşar Kemal, Cumhuriyet Dönemini kast ederek, “TÜRKİYE’DE AYDINLARIN VE YÖNETİCİLERİN YÜZDE DOKSAN DOKUZU APTALDIR!” demişti. Cumhuriyet sisteminin iki temel hatası düzeltilmeden, UYGARLIĞA DOĞRU GERÇEK BİR GELİŞME OLMAYACAĞI İÇİN, HALK OYUNU DEĞİŞTİRMEYECEKTİR.

    Kendi kendini koruyamayan, SOYUT GENÇLİĞE EMANET BİR CUMHURİYET; uygarlıktan da, insanlıktan da, Laiklikten de, bilimden de çok uzaktır. Namuslu insanlar tarafından korunması da mümkün değildir, korumaya gerek de yoktur.

    Yunus’un deyimiyle, “yetmiş iki millet dahi/ elin yüzün yumaz değil…” Her ülkenin kötülükleri kadar iyilikleri de vardır… Kaldı ki; devletin yıkılmaması, bölünmemesi, parçalanmaması için, devlet tarafından yüz binlerce insanın öldürüldüğü çok az ülke vardır. Mesele, o çok az ülkeden biri olmamaktı… O çok az ülkeden biri olduktan sonra, cesur olmak neye yarar?

    Cevapla

Rıza GÜNER için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir