Etiket arşivi: 1971’de 1475 sayılı İş Kanunu ve 2003’te 4857 sayılı İş Kanunu

Sayıştay raporu Soma’da devletin suçlarını ortaya koyuyor: Kazı ihalesi hukuksuz


Sayıştay raporu Soma’da devletin suçlarını ortaya koyuyor:
Kazı ihalesi hukuksuz


AKP’nin halktan gizlediği Sayıştay raporları, TKİ’nin kömür kazı işini
Soma A.Ş.’ye ihale etmesinin hukuksuz olduğunu gösteriyor.
“Hizmet alımı” adı altında ihale edilen kömür çıkarma işinin,
“yapım” işi olduğu belgelendi.
Ölen işçiler, kömür torbalamıyor, kazıyorlardı.

Yıldız Koç – soL

Soma A.Ş.’nin devletin taşeronu olarak işlettiği madendeki katliamın göz göre göre yaşandığı, kamu kurumlarının hazırladığı raporlar incelendikçe daha net ortaya çıkıyor.

soL gazetesinin 16 Mayıs tarihli manşetinde, Eynez yeraltı ocağında Soma A.Ş.’nin hizmet alımı yoluyla kömür üretimi yaptığı ve uygulanan taşeron sistemi nedeniyle,
yasal olarak üst işveren olan devletin de katliamdan doğrudan sorumlu olduğu belirtilmişti.

Sayıştay’ın konuya ilişkin raporları başka gerçekleri de ortaya koyuyor.
Sayıştay denetçileri tarafından 2013 yılında hazırlanan,

  • “Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu Sınırlı Sorumlu Ege Linyitleri İşletmesi Müessesesi 2012 Yılı Raporu”na göre, kömür kazı işi “hizmet işi” değil,
    “yapım işi”.

‘Hizmet’ değil, ‘yapım’

Kamu ihale mevzuatında tanımı yapılan “hizmetlerin”, ihale yoluyla temin edileceğinin mevzuatta yer almasına karşın, Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu’nun (TKİ)
bazı işlerinin “yapım işi” olmasına karşın, “hizmet işi” olarak kabul edilerek ihale edildiğine dikkat çeken Sayıştay raporunda konuya ilişkin şu ifadeler yer alıyor:

Kamu İhale Kanunu’nun 4’üncü maddesinde dekapaj vb. işler “yapım” işi olarak tanımlanmasına karşınn, kömür kazı, yükleme ve taşıma işi TKİ’ce sunular raporlarla Hazine Müsteşarlığı’na hizmet işi olarak bildirilmektedir. Halbuki nitelik olarak,
yapılan işler arasında hiçbir fark bulunmamaktadır. (…) Bu bakımdan, kömür kazı işi de yapım işidir. Bu kapsamda değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.”

Raporda, yeraltı ocağının tümüyle ihalesi yoluyla kömür üretilmesinin de
yapım işleri kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine vurgu yapılıyor.

Devlete uyarı

Sayıştay denetçileri, uygulanan taşeron sisteminin yasaya uygun olup olmadığına da dikkat çekiyor. Ancak bu “dikkat çekme”nin özünü, “işçiler dava açar, işçilere önemli ölçüde tazminat ödemeniz gerekebilir” uyarısı oluşturuyor. 4857 sayılı İş Kanunu’nun alt işverenliğe ilişkin düzenlemeleri içeren 2. maddesine vurgu yapılan raporda,
taşeron sisteminin asıl işte uygulanabilmesi için “işletmenin ve işin gereği ile
teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektirme” koşullarının bir arada arandığını ve
“asıl işverenle alt işverenin müteselsil (AS: zincirleme) sorumluluğunu” anımsatan Sayıştay denetçileri, devlete şu uyarıyı yapıyor:

“Bu husus, Kurum aleyhine ücretlerini ve öbür alacaklarını alamadıkları gerekçesiyle çeşitli davaların açılmasına ya da zincirleme sorumluluk nedeniyle önemli tutarların ödenmesine neden olmaktadır.”

Buna ek olarak raporda, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun, Müessese’ye de şirketle benzer düzeyde sorumluluk yüklediği ve bunun yasal sonuçları olduğu vurgulanıyor.

Kamuda tek bir maden ocağı kaldı!

  • AKP iktidarı, madenler gibi en büyük riske sahip sektörde,
    TKİ’ye bağlı neredeyse 
    tüm yeraltı kömür ocaklarını rödovans ya da hizmet alımı yöntemiyle özel sektöre ihale ederek, katliamlara davetiye çıkardı.
Verili durumda, yalnızca Garp Linyitleri İşletmesi’ne bağlı tek bir yeraltı ocağı doğrudan kamu eliyle işletiliyor. Kütahya’da bulunan yeraltı ocağında çalışan kamu işçileri dışındaki yeraltı linyit ocağı işçileri ise muvazaalı sözleşmelerle taşeronda ya da rödovans sistemine göre özel sektörde çalışıyor. Konuyla ilgili görüşüne başvurduğumuz Genel Maden İşçileri Sendikası Teknik Müdürü ve Maden Mühendisi Nizamettin Tiryaki, işin taşerona verilmesinin yasal olmadığına dikkat çekti:
“Taşerona verilebilmesi için, İş Kanunu’na göre işin, işletmenin gereği ve teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektirme koşulları gerekiyor. Yani devletin kendisinin bu işi yapamaması gerekli. Burada şirket, yapılan işe yeni bir teknoloji mi getirmiş? Hayır. Bilinen biçimiyle sürüdürmüştür. Facia, hükümetin KİT’lerde uyguladığı politikaların bir sonucudur.”

Devlet raporları: Yeter ki maliyet düşsün

Gerek facianın yaşandığı ocağın bağlı olduğu TKİ’nin, gerekse Sayıştay’ın raporları, hükümet için maliyet düşüşünün işçilerin yaşamından çok daha değerli olduğunu gösteriyor. Raporlardan alınan birkaç ibare bile hükümetin işçi yaşamına bakışını özetliyor:

Sayıştay-Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu Sınırlı Sorumlu Ege Linyitleri İşletmesi Müessesesi 2012 Yılı Raporu:

Bürolarda ve hizmet işlerinde çalışan işçilerin ayrılması, sorun yaratmamasına hatta
bu işçilerin yaptıkları işlerin, hizmet alımı yoluyla yaptırılması, işçilik giderlerinde tasarrufa da neden olmasına karşın, ocaklardaki ağır iş makineleri operatörleri ile atölyelerde yetişmeleri ve deneyim kazanmaları yıllara gereksinim gösteren deneyimli ve usta işçilerin ayrılması, bu birimlerde işlerin aksamasına, dolayısıyla üretimde kesintilere neden olmaktadır.

TKİ-2012 yılı faaliyet raporu     :

Raporda övünçle bahsedilen bir başlık, rödovans karşılığı ve hizmet alımı biçiminde üretimin devredilmesi:

  • “Kurumumuzca; yeraltı işletmeciliğiyle yapılan üretimi artırmaya yönelik,
    rödovans karşılığı ve hizmet alımı
    biçiminde yüklenici firmalara yaptırılan
    tüvenan kömür (AS: taş toprakla karışık ham, elenmemiş – yıkanmamış kömür) üretim miktarlarında önemli artışlar olmuştur.”

Namus ve Cesaret…

Av. Ertuğrul Latif KAZANCI
Eski ADD Genel Başkanı

Ertugrul_Kazanci_portresi

Namus ve Cesaret…

  • 25 Aralık 1973 günü aramızdan ayrılan İsmet İnönü,
    Atatürk’e saldıramayanların ilk hedefidir. Onların yükselttikleri Cumhuriyet
    ve devrim değerleri, kimilerince yıkılmak istenilen amaçlardır.
    Atatürk’ün deyişiyle: “Her büyük işin ehli ve faili” İnönü,
    Ulusun ters dönmüş alınyazısını yenmiş” komutan,
    Mudanya ve Lozan” yapıcısı diplomat,
    yetkin ve demokrat bir devlet adamıdır.

Toplumsal bellek, bazı özdeyişlerin tazeliğini koruduğuna tanıktır.
Örneğin İsmet İnönü;

  • Namus erbabı, en az namussuzlar kadar cesaretli olmadıkça
    o ülke sömürge olur.” der.

Sömürü, biri dışa bağlı, bir diğeri ise içten içe olmak kaydıyla iki türlüdür.
Emperyalizmin “mazlum” uluslar üzerindeki yüzyıllara dayalı saldırısını Anadolu’da yenilgiye uğratan irade, dış sömürüyü yok eden güçtür.

1936’daki iş yasasıyla emeği değerlendiren, “Kamu İktisadi Teşekkülleri” eliyle çalışma, üretim ve ucuz tüketim sağlayan adımlar, iç sömürü karşıtlıklarıdır.
1940 yılında “Köy Enstitüleri” kuran, “vurguncu, tefeci ve teneffüs ettiğimiz havadan bile haksız kazanç peşindeki batakçı tüccarı” silmek için 1942’de “Varlık” vergisi çıkaran, 1945 yılında “çiftçiyi topraklandırma” yasası ardında
yer alan tavırlar, yine iç sömürüye karşı çıkışlardır.

Cumhuriyet ve devrimin halktan yana tüm safhalarında birbirlerine güç vererek tamamlayan iki öğe daima Atatürk ve İnönü’dür. Örneğin, 28 Eylül 1930 tarihli “Cumhuriyet” gazetesinde, başbakanlık görevinden istifa eden İnönü’ye ilişkin bir haber şöyledir:

“İsmet İnönü, devlet yönetiminin başkalarınca üstlenilmesine fırsat vermek için başbakanlığı yeniden ve Atatürk’ün ısrarına karşın kabul etmemekte direnmiş,
ısrardan sonra kabul etmiştir. İnönü’nün başbakanlığı kabul etmeme direnişini açıklayan Atatürk, ‘İktidar mevkiinin başka bir deneyime dayanıklılığı olmadığını’ belirterek
‘Eğer İnönü, hükümet kurmaktan kesin şekilde kaçınsaydı, başbakanlığı bizzat üstlenmekten başka çare kalmazdı. Ya ben, ya o’ demiştir”.

Değer ölçütü…

Namus erbabı, eğer namussuzlar kadar cesaret sahibi olmasalardı;
“Kurtuluş” Savaşı’nda İstanbul hükümetinin idam fermanından korkarak zafer için
çaba göstermezlerdi.

Namus erbabı, eğer namussuzlar kadar cesaret taşımasalardı,
bu ülke boş ve asılsız kör geleneklerin tutsaklığına teslim olacaktı.

Namus erbabı, eğer namussuzlar kadar cesaretli davranmasalardı,
“aymazlık, sapkınlık ve hıyanet” içindeki karanlıklar “galebe” çalacaklardı.

Namus, sadece bireysel söz ve davranışlarla sınırlı değildir.
Namusun onurlu sınırsızlığı, ülke ve ulusa yönelen bağlılıktır.
Mandacılığı yadsıyan, emperyalist ülkelere peş keş edilmiş siyasetleri silkeleyen
ve tıpkı şanlı Anadolu İhtilali gibi dirençlerle yoğurulmuş kalkışmalardır.

Halk kitlelerini yanıltarak toplumsal değer yargılarını saptırmak ve böylece politikada kulaç atmak, namusluca iş değildir. İnönü’nün ölçütü şudur:

“Politika ciddi bir iştir. Çünkü devlet yönetme sanatıdır. Politikacı da devlet yönetme sanatına talip olan kişidir. Onun için özü ve sözü doğru olmalıdır.”

İnönü, “doğruluk” kıstasıyla politika ve politikacıyı namus kavramı içine çekmektedir.

İnönü’nün: “Varsın bütün ret ve inkârlar devri üzerimde yaşansın” yaklaşımını göze alarak teşvik ettiği demokrasiyi, devrim değerlerini yok etme pahasına
çoğunluk diktalarına döndürenleri, tarih yargılayacaktır.

Sonuç

“İnönü Savaşları” kahramanı, “Mudanya Ateşkesi” ve “Lozan” antlaşmalarının yapıcısı, Cumhuriyetin kurucularından İnönü’yü
sevgiyle anıyoruz. İsmet İnönü, bu ülke ve halkın şükran duyması gereken
en saygın kişilerindendir.

O, kendisini düzeysizce hedefleyenlere de hep tek yanıtla yetinmiştir:

“Haydi canım sen de!..”
(Cumhuriyet, 25.12.12)

============================================

Dostlar,

Değerli dostumuz, ADD’de dava arkadaşımız (kendileri Genel Başkan iken biz de Genel Başkan Yardımcısı ve zaman zaman da Genel Başkan Vekili idik)
Av. Ertuğrul Latif Kazancı‘nın yazısı tek sözcükle “mükemmel” bir derleme..

Hoşgörüsüyle ve hoşgörünüzle bir minik ama önemsediğimiz katkı yapalım :

1936 tarihli İş Yasası Türkiye’nin ilk iş yasası değil.

ILO (International Labor Organization – Uluslararası Çalışma Örgütü)
1919 kuruluşlu, Milletler Cemiyeti‘nden de eski bir uluslararası uzmanlık kuruluşudur (1920). Atatürk’ün Türkiye’si 1932’de (18 Temmuz) “özel çağrı” ile bu kuruma üye olur. ILO’ya üyelik ise 9 gün daha öncedir (9 Temmuz 1932). ILO’nun da katkılarıyla ülkemiz, büyük Atatürk döneminde, emeğe saygısının ürünü olarak İŞYASASI çıkarır.

Ancak, 1. TBMM’nin 151 sayılı ve 1921 tarihli yasasının adı “AMELE BİRLİĞİ” dir. O saygın 1. TBMM, ülkemiz daha sıcak savaş içinde iken, işgal altında iken, özellikle Zonguldak kömür madenlerindeki işçilerimiz için, Osmanlı’nın beceremediği eylemi (kadük olan 1865 tarihli Dilaver Paşa Nizamnamesi!) olağanüstü ağır koşullar altında başarmıştır. Günümüzde, Ankara Hoşdere Caddesindeki “Zonguldak Amele Birliği” binası, bu bağlamda nostaljik ve narin bir tarihsel yapı olarak dünden bugüne bize – tarihe çok değerli bir emekçi armağanıdır.

(Daha sonra 1971’de 1475 sayılı İş Kanunu ve 2003’te 4857 sayılı İş Kanunu’nu yaptık. 30 Haziran 2012’de İş Güvenliği Yasası çıkardık.. Ancak Türkiye iş sağlığı ve güvenliği bağlamında dünyanın en olumsuz ülkelerinden olmayı sürdürüyor
ne acı ki..)

Büyük Atatürk’ün kadim dostu ve can yoldaşı İsmet İnönü‘ye sonsuz şükranla..

Sevgi ve saygı ile.
25.12.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net