Etiket arşivi: ücret maliyetine dayalı enflasyonist baskı

‘Şimdi artık her şey değişik’

‘Şimdi artık her şey değişik’

Erinç Yeldan
Cumhuriyet
, 15.6.18

2017 itibarıyla Amerika’da enflasyondan arındırılmış reel ücretler 1973’e görece yalnızca %10 artmış durumda ve 1973 sonrasında Amerika’da reel ücretlerin yıllık artış hızı %0.2’nin altında gerçekleşti. Ücretlerdeki durgunluk çoğunlukla esnekleştirilmiş ve enformalleştirilmiş (AS: kayıt dışı kılınmış) işgücü piyasalarının doğal bir sonucu olarak gözleniyor. Ücretlerdeki baskılanma aynı zamanda da ücret maliyetine dayalı enflasyonist baskıların hafifletilmesinde etkili. Bunun sonucunda da küresel ölçekte enflasyonun düşük düzeyde gerçekleştiğini görüyoruz. 
Emek gelirlerindeki gerilemenin sistemin dengelerini etkilememesi ve ekonomik faaliyetlerin sürdürülebilmesi için devreye sokulan mekanizma ise borçlanma olanağı oldu. Finansal faaliyetlerin serbestleştirilmesi yoluyla ortaya dökülen borçlanma enstrümanları emekçi sınıflara daralan gelirlerinin çok üstünde tüketim talebi yaratma olanağı vermekteydi. Böylece pompalanan finansal küreselleşme olanakları dünyamızı bir spekülasyon çöplüğüne çevirdi. Bu süreçte dünyamızda toplam özel sektör borcunun küresel gelire oranı 1950’lerde % 50 düzeyindeyken, 2007’ye gelindiğinde %170’i aşmış idi. Yani, küresel ekonomi, dünya mal ve hizmet üretim gelirlerinin neredeyse iki katı fazlasına ulaşan ve öncelikle özel sektör kaynaklı bir borç sarmalı ile çalışmakta. 
Borca dayalı ekonomik büyüme Türkiye benzeri ülkeler için de kısa dönemde büyük fırsatlar yaratıyor. Yükselen piyasa ekonomileri diye adlandırılan azgelişmiş ülkeler grubu spekülatif işlemlerin cazibesiyle (AS: çekimiyle) sıcak para akımlarının öznesi haline dönüştürülerek saman alevi gibi parlayıp sönen büyüme-durgunluk sarmallarına mahkûm kılınıyor. Özünde borçlanmaya, dolayısıyla yabancı ülkelerde üretilen katma değerin ithalatına dayalı olduğu için yurtiçinde istihdam ve gelir yaratma kapasitesi sınırlı olan bu tür spekülatif-büyüme dalgaları, kalıcı ve düzenli istihdam yaratmıyor; gelir dağılımındaki çarpıklıkların derinleşmesi bir yandan da sosyal patlamaların, göç dalgalarının ve sağ popülist ırkçı söylemlerin zeminini oluşturuyor.
***
“Şimdi artık her şey değişik…” söyleminin geçersizliği 2009 krizinin en önemli dersleri arasındaydı. Bu savı ileri sürenlere göre, “enflasyon hedeflemesini” amaçlayan para politikaları sayesinde artık enflasyon tehlikesi geride kalmış, esnek/ dalgalı döviz rejimleri aracılığıyla döviz kurları dengeye kavuşmuştu. Sermaye hareketlerinin sınırsız ve denetimsiz akışkanlığı ise büyüme ve refahı gezegenimizin dört bir bucağına taşımaktaydı. Artık istikrarsızlık ve piyasa dalgalanmaları geride kalmış, küresel ekonomi “büyük uyum” (great moderation) çağına girmişti. 
2009 krizi bütün bu saptamaların geçersizliğine net ve kesin bir yanıt oluşturdu. Fiyat istikrarının genel anlamda makr-oekonomik istikrarı sağlamaya yeterli olmadığı; finans sisteminin kısa-dönemci ve aşırı dalgalı unsurlarının reel ekonominin uzun dönemli dengeli ve rasyonel büyüme koşullarını tahrip ettiği ve gelir dağılımında ciddi bozulmalara neden olduğu gerçekleri ortaya döküldü. 
Ne var ki, 2018 ile birlikte başta ABD olmak üzere, kapitalizmin hegemonik merkezlerinde beklenen büyüme ivmelenmesi, düşük enflasyon, düşük faiz ve gerileyen işsizlik oranları ile birleşince “şimdi artık her şey değişik” savları yeniden anımsanır oldu. 
Oysa sorunun özü aynıdır. Yer çekimi kurallarını hiçe sayan, aşırı borçlanmaya dayalı bu spekülatif finansallaşma süreci, küresel ekonomideki istikrarsızlığın ve krizlerin ana nedenidir. Bu koşullarda 21. yüzyıl kapitalizmi birikim rejimini artık reel ekonomi üzerinden değil, finansal sistemin yarattığı spekülatif rantlar ve azgelişmiş dünyanın sunduğu ucuz emek cennetlerindeki hiper-sömürü olanakları sayesinde sürdürebilmektedir. Bu koşullar ilerideki yeni kriz dalgalarının da yapı taşlarını oluşturmaktadır. Nitekim, Arjantin, Türkiye ve İtalya’nın içine sürüklenmekte olduğu kriz süreci de küresel ekonomide yepyeni bir çalkantının öncülleri olarak değerlendirilmektedir. 
Bu koşullar altında dünya kapitalizminin “nihai borçlanıcısı” ve governörü IMF’nin elindeki reçeteler ne kadar etkin olabilir? Bu soru başlı başına bir yazı konusu; bunu da gelecek haftaki yazımda ele almayı düşünüyorum. Tüm okurlarımın bayramını şimdiden kutlarım.