Etiket arşivi: Millî İstihbarat Teşkilatı

Zeki Sarıhan : “BU OKULU BİZ DAHA İYİ YÖNETİRİZ!”


“BU OKULU BİZ DAHA İYİ YÖNETİRİZ!”

portresi

 

Zeki Sarıhan

 

 

 

1968 yazında ülkede gençlik ayağa kalkarken eğitim enstitüleri öğrenci temsilcileri toplanarak ortak sorunlarımızı saptadık, İsteklerimizi Bakanlığa ve okullarımızın yöneticilerine de ilettik. Bütün ülkede olduğu gibi öğrencilerin huzursuz olduğunu
fark eden  Öğretmenler Kurulu, birkaç öğretmeni öğrencileri dinleyerek huzursuzluğun kaynaklarını öğrenmek istedi.

Bölüm Başkanımız İbrahim Olgun’un başında bulunduğu birkaç öğretmenle
Türkçe bölümünde yaptığımız toplantıda İdarenin öğrenci derneğine yaptığı baskılardan ve okuldaki düzensizlikten söz ettikten sonra dedim ki:

—     Bu okulu biz öğrenciler daha iyi yönetiriz!

Bu söz onlara göre oldukça cüretliydi. Koskoca bir enstitüyü biz öğrenciler mi yönetecektik? Acaba yanlış mı duymuşlardı. Sözü bana bir kez daha tekrar ettirdiler. Not aldılar.

Çok ileri bir öneri gibi görünse de düşüncemde içtenlikli idim. Okulda 18-30 yaş arası 1.500 öğrenciydik. İçimizde liseden bir yıl önce mezun olup gelenler olduğu gibi en az üç yıl öğretmenlik yaptıktan sonra gelenlerimiz de vardı. Akademik kadroyu belirlemekten değil, okulu yönetmekten söz ediyordum. Okulu biz öğrenciler yönetseydik, Bakanlık gibi okula partizan atamalar yapılamazdı. Eğitim Şefi
Millî İstihbarat Teşkilatı’na bilgi taşımaz, öğrenciler arasında ayırım yapılmaz,
Öğrenci Derneği ile okul idaresi arasında zıtlaşma yaşanmazdı.

Bizi dinleyen öğretmenlerimiz, dile getirdiğimiz istekleri okul idaresine, öğretmenler kuruluna ve Bakanlığa iletmiş olmalıydılar. Fakat Okulun yönetim işlerinde bir değişiklik olmadı. Biz de 1968 güzünde okullar açılınca boykota gittik. Gazi Eğitim’de bu boykot 17 gün sürdü ve çok zorlu geçti. Sonunda Bakanlık isteklerimizi kabul etmek zorunda kaldı. Okulda öğretmenlerden oluşan bir komisyon, Enstitüler için yeni bir yönetmelik hazırlamaya başladı. Bunun esası, Eğitim Enstitülerinin artık Bakanlık tarafından yönetilen değil kendi kendini yöneten, yani özerk kurumlar olacakları idi.

DEMOKRASİ MÜCADELE İLE KAZANILIR

Bunu sağlamak için ileri sürdüğümüz isteklerimizden biri okul müdürünün öğretmenler kurulu tarafından seçilmesi, öbürü ise her bölümden seçilmiş birer öğrenci temsilcisinin oy haklarıyla birlikte bu kurula katılmasıydı. Dolayısı ile “Biz bu okulu daha iyi yönetiriz” sözüm kısmen ve dolaylı olarak gerçekleşmiş sayılırdı. Enstitünün yönetiminde Bakanlığı aradan çıkarıyor, onu öğretmenler ve öğrenciler olarak yönetmeye başlıyorduk. Gençlik kitleleri, mücadele ederek okullara demokrasiyi getiriyordu.

Nitekim daha yönetmelik çıkmadan Türkçe, Matematik, Fen, Sosyal Bilgiler, Eğitim, Müzik, Resim, İngilizce, Fransızca, Almanca, Beden Eğitimi bölümleri olmak üzere
11 bölüm temsilcilerimizi seçtik. Öğretmenler Kuruluna oy haklarımızla katıldık ve okul müdürünün seçiminde de oy kullandık.  Uygulama 12 Mart 1971 darbesine dek sürdü. O tarihte darbeciler bütün ülkede olduğu gibi Enstitü’de de demokrasinin kırıntısını bırakmadılar. Hatta seçimle gelmiş son müdür Naciye Öncül’ü de gözaltına alarak devrimci öğrencilerle birlikte yargıladılar. Demokrasi açısından Okulu bir harabeye döndürdüler.

Devrimcilerle karşıdevrimciler arasındaki en önemli farklardan biri, halk kitlelerinin
kendi kendilerini yönetip yönetemeyeceği konusundaki görüş ayrılığıdır.
Devrimciler kitlelere güvenirler ve onların yönetimde inisiyatiflerinin
sürekli artmasını isterler. Çünkü ortak akla güvenirler. Asıl demokrasi budur ve demokrasiyi çiçeklendirecek olan yığınlardır.

Karşıdevrimciler ise kitlelerin yönetimde söz sahibi olmasına şiddetle karşıdırlar.
Bunu önlemek için ya doğrudan doğruya halkı şiddet araçlarıyla bastırır, bütün dizginleri kendi ellerinde bulundurmak isterler, ya da kendi güdümlerinde yaptıkları sözüm ona serbest seçimlerle birçok mekanizmayı devreye sokarak halkı yönetimden uzak tutarlar. Türkiye’ye parlamento için üye seçimine başlandığında (1876) yalnız mülk sahibi erkekler oy kullanabiliyordu. Kadınlar seçme hakkına ancak 1930’da kavuşabildiler,
tek dereceli seçime geçmek için ise 1946’yı beklemek gerekmiştir. Bütün bunlar
halkı yönetimde söz sahibi olmaktan uzak tutmak içindir. Onların uyguladıkları yöntemlerden biri de sus payı olarak kitlelerin önüne attıkları kimi ekonomik olanaklardır. Tarih boyunca İktidar mücadelesi bastırılmış halk da bir süre için bu kadarına razı olmak zorunda kalır. Ama bir süreliğine… Onun doğal eğilimi, kendi kendini yönetecek bir düzene kavuşmaktır.

Günümüzde ise “Demokratik yaşamın vazgeçilmez ögeleri” olan siyasal partilerimizde doğru dürüst önseçimler bile gerçekleşemiyor ve parlamentoya milletvekili sokabilmek için bir partinin en az %110 oy alması gerekiyor.

Türkiye’de demokratik öğretmen hareketi 1975’ten sonra yıllarca “Yöneticilerini öğretmenler seçmelidir” istemini yükseltti? 1978’de Millî Eğitim Bakanlığında
demokrat bir kadronun yönetiminde bu isteğin gerçekleşmesine ramak kalmıştı. Öğretmenler Kurulunun seçtiği kişiyi Bakanlık müdür olarak atamaya başlamıştı.
Şimdi böyle şeylerin esamisi bile okunmuyor!

GERÇEK DEMOKRASİNİN ANAHTARI

12 Eylül 1980 Askeri darbesinden bir ay önce özgün bir halk katılımı örneği olan Fatsa’daki yerel yönetimin dağıtılması, Belediye Başkanı Fikri Sönmez’in tutuklanması, belediyeyi doğrudan halk katılımıyla yönetmenin Ankara’daki muktedirler için nasıl bir korku yarattığının da işaretiydi. 12 Eylül 1980 askerî darbesinden sonra çıkarılan bir yönetmelikte liselerde sınıf başkanlarının seçimle değil, atamayla belirlenmesi, ceberudun liseli gençlikten bile ne denli korktuğunun ifadesidir.

Ülkedeki bütün okul ve eğitim müdürlerini öğretmenlerin seçtiğini, hatta buna liselerde öğrenci temsilcilerinin de katıldığını düşünün. Okullarımızda gerçek bir demokrasi bayramı yaşanmaz mı?

Bütün ülke böyledir. Fabrikalar, çiftlikler, okullar… Bütün kurumlar o birimde çalışanlar tarafından yönetiliyor! Bu, o zamana dek yalnızca yönetilen kitleleri nasıl harekete geçirir, onların bilinçlerinde ne büyük sıçramalar yapar ve onların sorumluluk alma duygusunu nasıl pekiştirir, bir düşünülsün.

Yerel yönetimlerin yetkilerini artırmak ve o yerin yönetimiyle ilgili kararları
oranın insanlarına bırakmak… (AS: çekincelerimiz var…) Gerçek demokrasi budur. Halk kendi kendini yönetecek mekanizmalara (AS: düzeneklere) sahip olursa,
orada ya gerici ya bölücülerin duruma egemen olacağını zannedenler var.
Aksine… Kendi kendini yöneten halk kitleleri böyle şeylere geçit vermez. Sorunlarımızın temelinde zaten halkın yönetimden uzak tutulması yok mu?
(16 Ekim 2014)

===================================

Evet dostlar,

Sayın Zeki Sarıhan yaşamının en üretken yıllarını yaşıyor belki de.
Her hafta 2-3 makale yazıyor, okuyor bol bol.. (Bize kendisinin söyledikleri..)

“Yerel yönetimlerin yetkilerini artırmak ve o yerin yönetimiyle ilgili kararları
oranın insanlarına bırakmak… 
(AS: çekincelerimiz var…) Gerçek demokrasi budur.”

Tümcesi yukarıdaki makalede yer alıyor. Özeksel (merkezi) ve yerel yönetimlerin
yetki ve sorumluluklarını çok iyi dengelemek gerekir. Hem ülke bütünlüğünü ve
makro planlama hedeflerini gerçekleştirerek verimli kaynak kullanmak hem de
yerel gereksinimleri belirleme ve karşılamada yöre insanlarına söz ve karar hakkı tanımak..

Ölçüyü kaçırmadan..

Hele hele belli etnisitelerin ülkenin belli yörelerinde yoğunlaştığı ve ayrılıkçı teraneler dillendirdiği ülkelerde.. Ötesi, demokrasi adına tehikeli ütopik ve romantik serüvenlere sürüklenmek olabilir..

Sevgi ve saygı ile.
17.10.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net