Etiket arşivi: Kürt sorununun çözümü

Sonbahar Korkuları


Sonbahar Korkuları

Yakup_Kepenek_PORTRESI

 

Prof. Dr. Yakup KEPENEK

 

Sonbahar doğanın eskiyen yüzünü gösterdiği mevsimdir. Doğada eski tutunamıyor, gidiyor. Eskiyen yüzün altındaysa birkaç ay sonrasında gelecek olan yenileşmenin
umut dolu tohumları
 saklıdır.

Toplumsal yaşam bu kadar tekdüze ya da doğrusal değildir. Eskinin yerini yenisinin almasının sağlanması hiç de kolay olmuyor. Bir bakıma eski kalıcılaşıyor,
kabuk bağlıyor
 ve kalıcılaştıkça da korku salıyor.

Türkiye bu sonbahara, bir tarafta Gezi olaylarıyla başlayan ve giderek toplumsallaşan, aydınlık, özgürlük ve eşitlik istekleriyle; öbür yandan o istekleri gençlerin ölümüne ve yaralanmasına yol açacak biçimde her ne pahasına olursa olsun baskı altında tutmayı
iş edinen AKP hükümetinin karşı koyuşuyla giriyor.

AKP, bu sonbaharda, gerçek yüzünün halkın güçlü tepkileriyle görülmekte olmasının korkusunu yaşıyor.

Hükümet, insanların bir araya gelmelerinden korkuyor; bu nedenle de en temel insan haklarından olan toplantı ve gösteri hakkını yok sayıyor. Her toplantı ve gösteri girişimi, polis şiddetiyle korkulu ve ölümcül bir çatışma ortamına dönüşüyor.
Bu uygulamalarıyla hükümet, gerçekte, özgürlüğün güneşinden korkuyor.

Kürt sorununun çözümüne yönelik olarak hükümetten beklenen demokrasi paketinin açıklanması sürekli erteleniyor. Üstelik yeni anayasayı da biçimlendirecek gerekli kapsamda olması umulan bu belgenin içeriği kamuoyundan saklanıyor. Çoktandır unutulan demokrasinin açıklık rejimi olduğu gerçeği bir tarafa bırakılıyor, hükümet demokratikaçıklıktan korkuyor.

Çocukların ve gençlerin beceri ve yeteneklerini özgür bir ortamda geliştirmelerini sağlayacak olan laikliği unutturmaya çalışan AKP, böylelikle toplumun geleceğini karartıyor.

Korkusuz ortamlarda üniversitelerin açılış törenleri eskiyen yılın yanlışlarının altının çizilmesi ve geleceğin umut ışıklarının ilk görüntüleri olarak çok değerli katkılar yapabilecek özellikler taşır. Kimi rektörler tarafından açıklandığı gibi, bu sonbaharda hükümetin yarattığı gerginlik ortamında olay olur korkusuyla, üniversiteler açılış töreni yapamıyor; AKP, bilimin ışığından korkuyor.

Yukarıda sıralananlar hükümetin korkuları.
Ya halkın korkuları?

Bu sonbaharda da savaş korkusu ağırlığını koruyor. AKP hükümetinin tarihsel dış politika yanlışları, özellikle de Suriye açmazı; sınır boylarında ve Hatay’da yaşananlar; kimi yerlerde yaşanan toplumsal gerginlikler, halkın savaş korkusunu yoğunlaştırıyor. Bereket hükümetin savaş çığırtkanlığı yaparak içine düştüğü büyük Suriye batağını Rusya’nın olumlu diplomasi becerisi şimdilik düzeltecek gibi görünüyor.

Ekonomide yaşanan kırılganlık yarın ne olacak korkusunu gündeme getiriyor.
Bir türlü bitmeyen ve geçen pazartesi günü açıklanan istatistiklerden görüleceği gibi yeniden yükselişe geçen işsizlik korkusu; TL’nin dolar karşısında değer kaybı sonucu uğranılacak yoksullaşma korkusu; ağırlaşan faiz yükü nedeniyle
borçların ödenememesi korkusu sonbahara damgasını vuruyor.

Yurtsever halkın korkusu bunlarla sınırlı kalmıyor; durmayan HES yapımıyla derelerin kuruması; her tarafta ormanların yağmalanması ve kıyıların talanı da
ayrıca korku kaynakları oluyor.

Korku faşizmin anasıdır. Bu ülkenin özgürlükçü, eşitlikçi, ilerici, laik ve aydınlık insanları o doğuma izin vermeyecek beceriyi kesinlikle gösterecektir.
Korkudan beslenenler kaybedecek, sonbaharın savrulan yapraklarının köklerinde bıraktıkları özgürlük çekirdekleri ilkbaharda yaprağa ve çiçeğe dönüşecektir.
(Cumhuriyet, 23.9.13)

TÜSİAD’dan Gezi desteği


TÜSİAD’dan Gezi desteği

  • TÜSİAD YİK Başkanı Erkut Yücaoğlu, Gezi Parkı eylemleriyle ilgili olarak “Türkiye’de artık bu tabloların yaşanmaması lazım, bu tablolara bir son vermemiz lazım.” diyerek hükümeti eleştirdi.

TUSIAD


TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz
, TÜSİAD’ın Yüksek İstişare Konseyi toplantısında konuşma yaptı.

Yılmaz, finans piyasalarının yükselen piyasalara fon sağlayabilmelerinin ardında iki balon olduğunu söyledi.

 

“Bunlardan birincisi 2008 krizine kadar gelişmiş ülkelerde oluşan finansal balonuydu. İkincisi ise 2008 sonrasında merkez bankalarının aşırı gevşek para politikalarıyla ortaya çıkan finansal balon” diyen Yılmaz, “Her ikisinin de sürdürülemeyeceği pek açıktı. Nitekim FED‘den Haziran ayından başlayarak gelen işaretler bu ikinci dönemin bittiğine işaret ediyor.” şeklinde konuştu. Yılmaz sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bundan sonra küresel finansman kaynaklarının daha kısıtlı, daha doğru ifade etmek gerekirse, daha gerçekçi olacağı bir düzende yaşayacağız. Büyüklüğü ve
dışa açıklığıyla Türkiye, bu küresel geçiş dönemlerinden önemli ölçüde etkileniyor. Gelişmekte olan ülkelerin tarihi potansiyel büyümelerinden bahsetmek mümkün olmayacak. Çin dahil bu ülkeler, büyümeleri aşağı revize etmek durumunda kalacak.”

Orta vadede büyümenin üç formülü

Bu yıl %4’ün altında büyüme olacağını söyleyen Yılmaz, Orta ve uzun vadede %6 büyüme gerektiğini belirterek büyümenin üç formülünü verdi:

“Bunlar arasındaki en önemli politika alanı 10. Kalkınma Planı‘nda da öngörüldüğü gibi iç tasarruf oranlarının artırılması ve daha da önemlisi nasıl artırılacağı konusudur. Büyüme oranlarının sürekli olarak yarattığı cari işlemler açığı probleminin, tek kalıcı çözümü, iç tasarruf oranlarının artırılabilmesidir. Mevcut düşük iç tasarruf oranımız dikkate alındığında, bu konu Türkiye ekonomisinin en önemli meselelerinden biri olmaya devam edecektir.

Bize göre en az 3 puan artırılması gereken iç tasarruf oranı için, öncelikli reform alanları;
kayıt dışı ile mücadele,
– sosyal güvenlik modelinin güçlendirilmesi,
– sigorta sisteminin geliştirilmesi ve
– sermaye piyasası araçlarına erişimin kolaylaştırılmasıdır.

İkinci kritik reform alanı ise, çözüm sürecinin başarıya ulaşmasıdır.
Siyaset, kendisinden bekleneni yerine getirdiği sürece, iş dünyası üzerine düşeni yapacak, ülke kalkınması hızlanacak ve bölgede refah artacaktır. Bu yıl içinde, Cizre’de sunmuş olduğumuz, TÜSİAD çalışmasının da gösterdiği gibi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinin kalkınması, ekonomimize sağlayacağı katkıyla, potansiyel büyüme oranımızı 1 puan kadar artıracaktır.

Orta uzun vadeli büyümeyi, %6 seviyelerine getirecek olan 3. alan ise, arz yönlü bir dizi yapısal reformdur. Arz yönlü reform alanı aslında hepinizin aşina olduğu ve sürekli dile getirdiği bir alan: enerji sektörü reformlarından, gelir vergisi kanununa; fikri mülkiyet düzenlemelerinden, esnek işgücü uygulamalarına kadar, yaklaşık 50 maddeyi hemen sizlerle paylaşmak mümkün.”

‘Merkez Bankası’nı izleyeceğiz’

Merkez Bankası’nın politikalarına değinen Yılmaz, “Bizim Merkez Bankası’nın büyüme ve enflasyon arasında denge politikası yürüttüğünü görüyoruz. Faiz aracı kullanılmadı, kur yukarı gitti. Merkez Bankası çeşitli politika araçları kullanıyor. Bizim açımızdan bu politika aracı enflasyon hedefine ulaşıldığında yerinde olacak. Dünyadaki balon etkisi geçince enflasyon hedefinde sapma olacak. Merkez Bankası’nın politikalarını izleyeceğiz” şeklinde konuştu.

‘Demokratikleşme paketi üç amaca hizmet etmeli’

Çözüm süreci konusunda konuşan Yılmaz, “Yaklaşık 10 aydır şiddetin terörün durması toplumda memnuniyetle karşılanıyor. Bu sürecin kalıcı olması şu an gündemde olan demokratikleşme paketine bağlıdır. Paket üç amaca hizmet etmelidir” diyerek bu üç amacı şöyle sıraladı:

“Bir, Şiddet ve terörden arındırılmış olan ortamı ve toplumsal huzuru kalıcı hale getirecek siyasi adımların atılması.

İki, Türkiye’de temel hak ve özgürlükler konusunda geriye gidildiğine dair son dönemlerde gözlenen ve yaygınlaşan izlenimlerin ortadan kaldırılması ve güven ortamının arttırılması.

Üç, AB süreci ve çözüm sürecinin gereklerine uygun bireyi esas alan özgürlükçü bir Anayasa hazırlama çalışmalarına ivme kazandırılması.”

‘Türkiye ağır yükten kurtulmalı’

“Demokratikleşme paketinden bahsederken, unutulmasına izin vermek istemediğimiz bir büyük acıya, bir büyük soruna da değinmek istiyorum” diyen Yılmaz, “Türkiye’nin bazıları kırk yılını aşmış, uzun bir faili meçhul veya aydınlatılmamış siyasi suikastler ve kıyımlar listesi var. Yıllardır gerçekler ortada yok. Hrant Dink’in ailesinin umutsuzluk haykırışlarına duyarsız kalmak mümkün değil. Türkiye’nin demokratikleşme paketini, yeni anayasayı, Kürt sorununun çözümünü konuştuğu bir dönemde, karanlıkta kalan bu acı olayları aydınlığa kavuşturarak, bu ağır yükten de kurtulması gerektiğini, bir kez daha belirtmek isteriz.” şeklinde konuştu.

‘Toplumu ayrıştıran söylemlerden uzak durulmalı’

Yılmaz şöyle devam etti:

“Türkiye’nin 2000’li yılların başından bu yana sistemini özgürleştirmek, sivilleştirmek, demokratikleştirmek yönünde ciddi adımlar attığını hepimiz kabul ediyoruz. Bu dönemin kazanımları Türkiye’nin örnek bir ülke olarak görülmesini sağladı. Bu kazanımlarımızı güçlendirmeye ihtiyacımız var. Bu kazanımlardan geriye gitmek hepimiz için haksızlık olacaktır. Toplumu yoran, ayrışma ve kutuplaşma kaygıları yaratan sert söylem ve gerginliklerden kaçınmalı, Cumhuriyetimizin 100’üncü yıl hedeflerine kenetlenerek uzlaşma ve özveri içinde çalışabilmeliyiz.”

‘Batı karşıtı söylem gücümüzü azaltıyor’

Son günlerde artan Batı karşıtı söyleme de değinen Yılmaz,

“Bu huzursuzluk yaratıyor. Birçok ülkenin Türkiye’ye düşman olduğu söylemi Türkiye’nin uluslararası alanda gücünü azaltıyor.” dedi. “Batı’nın bir başka önemli özelliği ise, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü ve tüm inançlara saygılı laik yönetim anlayışını benimsemiş olmasıdır” diyen Yılmaz, “Özünde, “Türkiye – AB Katılım Ortaklığı” belgesi uyarınca, uymayı taahhüt ettiğimiz, Kopenhag siyasi kriterlerinin içeriği de bundan ibarettir. Bunlardan uzaklaşmak Türkiye açısından bir çıkmaz yola girmek demektir” şeklinde konuştu.

‘AB süreci hedefe yerleştirilmeli’

Yılmaz, AB üyelik sürecinin yeniden hedefe yerleştirilmesi gerektiğini söyledi ve
22, 23 ve 24’üncü müzakere başlıklarının açılmasının önemine dikkat çekti.

‘Suriye’de askeri müdahale olmadan çözüm gerekli’

TÜSİAD Başkanı, hükümetin Suriye politikasının etkili olmadığını belirterek, “Umudumuz, askeri müdahale olmaksızın kalıcı çözümün sağlanması” diye konuştu.

Yücaoğlu: Şiddet potansiyeli olan ülke algısı yarattık

TÜSİAD YİK Başkanı Erkut Yücaoğlu da yaptığı konuşmada şunları söyledi:

“OVP’nin revize edilmesi gerekiyor. Cari açığın en büyük neden enerji.
Başka bazı ülkelerde de enerji açığı var. Onlar da net ithalatçı. Ancak onlar katma değerli ürünler yaratıp döviz rezervlerini artırıyorlar. Enerji açığı var deyip kabul etmemek lazım. Başka ürünlerle bu açığı kapamalıyız. Bunun için de yapısal reformlar ve sanayi stratejisi hayata geçmelidir.”

Gezi Parkı olaylarına da değinen Yücaoğlu, artarak devam eden tepkinin yarattığı gerilimin, şiddete eğilimli bazı gruplar tarafından kullanılıp çevreye zarar verildiğini anlattı. Yücaoğlu, “Bu üzücü olayların yaşanması can kayıplarına ve çok sayıda yaralanmaya neden oldu.

  • Kim olduğunu tam bilemediğimiz 7-8 sopalı adamın bir genci ölümüne sebep olacak şiddetle dövmesinin, kameralarla saptanan resimleri kamuoyunun aklından çıkmıyor. Kimdir bu adamlar?

Evet, suçlu olarak yakalananlar var, elbet cezalarını çekecekler ama Türkiye’de artık bu tabloların yaşanmaması lazım, bu tablolara bir son vermemiz lazım” dedi. Protestonun ifade özgürlüğü sınırları içinde başladığını dile getiren Yücaoğlu, “Eğer hoşgörü ve diyalog içinde ele alınabilseydi, Türkiye gülümseyen ve barışçı eylemlerin yaratıcılığını seven bir yüzünü dünyaya göstermiş olacaktı. Bunun yerine ifade özgürlüğü baskı altında ve şiddet potansiyeli olan bir ülke algısı yarattık.” değerlendirmesini yaptı. (Cumhuriyet portal, 20.9.2013)

Kürt sorununun çözümü

Cumhuriyet Pazar, Dergi 05.08.2012

Prof. Dr. SELÇUK EREZ
www.selcukerez.com

Kürt sorununun çözümü

Prof. Dr. Selçuk Erez..
Size, sizin tümcenizle teşekkür ederim :
Betz hücrerlerinize sağlık..
Sevgi ve saygı ile.
5.8.12, Ankara
Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Türkiye’nin en önemli sorunu nedir? Kürt sorunudur! Sorun giderme konusundaki beceriksizliklerin giderek kopuşmaya götürdüğünü izlemekteyiz.

N. Düzel’in, Taraf’ta yayımlanan söyleşisinde, BDP Eşbaşkanı Demirtaş,

“Kürtler ayrılmak istiyor mu?” sorusunu, “Bizim ayrı devletimiz olsun, bağımsız Kürdistan olsun diyenlerin sayısı giderek artıyor.” diyerek yanıtlamıştı.

Türkler, PKK’lileri destekledikleri için Kürtlere olumsuz davranmaktadırlar:
Geçen yıl, Mihalıççık’ta Güneydoğu’dan gelen tarım işçileriyle ilçe halkı arasında çıkan kavga, Şanlıurfa’da, doğum yaparken Türkçe bilmediği için ebeler tarafından dövüldüğünü ileri süren kadının başına gelenler, bu gerçeği yansıtmaktadır.
Bu tür davranışlar ayrılmaya katkı sağlar.

Kürt tarafında? Biber gazıyla dağıtılan her toplantıdan, Uludere gibi hatalardan sonra “Bu Türkler bizi rahat yaşatmazlar, iyisi mi ayrılalım!” inancı yaygınlaşmaktadır. Ayrılmadan kişisel çıkar uman Kürtler de vardır.

Bu konuda kafa yormak, ayrılmanın mı yoksa bir arada kalmanın mı her iki taraf için daha doğru olduğunu irdelemek gerekir.

Burada iki çok önemli gerçek unutulmaktadır:

1. Türkiye’de, 1950’den bu yana demokrasiye varmak için sürdürülen çabalara rağmen
bu konuda ne kadar geride olunduğu ortadadır. Bunca birikime rağmen Türkiye Cumhuriyeti’nin hâlâ ulaşamadığı gerçek demokrasiye, bizden ayrılacak ve ananeleri, kültürü, birikimi, Türkiye’nin genelinden çok daha elverişsiz bir Kürdistan’ın
bizden de pek, pek uzun bir süre sonra kavuşabileceğini öngörebiliriz:

Türkiye’den “Bize baskı yapıyorlar.” gerekçesiyle ayrılma yolunu tutmuş
Kürt vatandaşlarımız, ayrıldıkları takdirde baskının âlâsını bu sefer “Kürt yöneticilerinden” görmeye başlayacaklardır. Bu baskı, büyük bir olasılıkla onların torunlarının torunlarını bile olumsuz bir şekilde etkilemeyi sürdürecektir.

2. Antidemokratik tutumlar, yalnızca Kürt vatandaşlarımızın yaşadıkları bölgelerde değil tüm Türkiye’de yürürlüktedir. Bölgeden bölgeye değişen sadece “gerekçeler” dir.

Bugün Türklerin de, Kürtlerin de istedikleri tıpatıp aynıdır:
Demokratik bir ortamda, insan gibi yaşamak istemektedirler!

Öyleyse,

Biz bir arada yaşamayı sürdürebilirsek, Türkler de Kürtler de insan gibi yaşamalarına elveren demokratik düzene daha çabuk kavuşabileceklerdir.

Son yıllarda çoğalmış olan Kürt aktivistler, Türk aktivistlerle elele çalışarak
bu süreci hızlandırabilirler. Bu ülkü ve eylem birliği, ülkenin her yerinde olduğu gibi Kürt vatandaşlarımızın yaşadıkları bölgede de insanca yaşamanın koşullarının
-bilmem kaç kuşak sonra değil- çok daha yakında sağlanmasını sağlar.

Türkler de, Kürtler de konuya, bir de bu açıdan bakmalılar!