Etiket arşivi: Kopenhag siyasi kriterleri

Av. HÜSNÜ ÖNDÜL : Adalet Nedir?

Adalet Nedir?

Av. HÜSNÜ ÖNDÜL

En azından 2 bin 500 yıldır filozofların cevap bulmaya çalıştığı bir soruyu soruyoruz:
Adalet nedir?

(AS : Bizim katkımız 2 yerde metin içinde ve yazının sonundadır..)

Bir uzun yürüyüşün ardından sorulan soru: Adalet nedir? Adalet kavramı üzerine çok şey söylenmiştir. Türkiye’de güncelliği, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Ankara’dan başlattığı ve 25. günde İstanbul Maltepe’de son bulan yaklaşık 450 kilometrelik uzun yürüyüşüdür. Ben de bu vesile ile 5 yıl önce yazdığım ve o tarihte Evrensel’de yayımlanmış olan “Adalet” başlıklı yazımı tekrar yayımlamıştım.

Hans Kelsen’in 1953 yılında yazdığı makalenin başlığı soru şeklindedir: “Adalet nedir?”
Kelsen, şöyle der:

  • “Başka hiçbir soru, bu kadar tutkulu bir şekilde tartışılmamış; başka hiçbir soru böylesine çok kan ve gözyaşı dökülmesine sebep olmamış ve başka hiçbir soru Eflatun’dan Kant’a en ünlü düşünürlerin yoğun ilgisine konu olmamıştır. Ancak başka hiçbir soru bugün, diğer zamanlarda olmadığı kadar da cevapsız kalmamıştır. Öyle görünüyor ki bu soru, kaderine boyun eğmiş bilgeliğin uygulandığı ve insanın kesin bir yanıt bulamayacağı, fakat ancak onu geliştirebileceği sorulardan biridir.”

Eflatun’dan (Platon, M.Ö.427- 347) söz ediyoruz. Demek ki, en azından 2500 yıldır filozofların cevap bulmaya çalıştığı bir soruyu soruyoruz: Adalet nedir? Soru önemli. Sözlüklerde tarif edilmeye ve soruya cevap verilmeye çalışılıyor. Genel olarak şöyle deniyor:

  • Adalet sözcüğü ile birlikte, hak, hukuk; hakkı, hukuku gözetme, buna uyma, hakkı, hukuku yerine getirme ve benzeri anlatımlarda da bulunuluyor.
  • Türk Dil Kurumu sözlüğünde “Yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması” gibi bir açıklama da var. (AS: çooook kısır bir tanım..)

CHP’nin “adalet nedir?” sorusuna verdiği bir cevap var. Günümüz koşullarında ve Türkiye’de “adalet nedir?” sorusunun cevabı, özetlersek, bu 10 maddedeki taleplerdir:

1. Fetullah Gülen Terör Örgütünün siyasi ayağı ortaya çıkarılmalı ve gerçek darbecilerden hesap sorulmalıdır.
2. OHAL derhal kaldırılmalı ve hukuk düzeni evrensel ilkelere uygun olarak yeniden tesis edilmelidir.
3. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı sağlanmalıdır. Adil yargılanma hakkı eksiksiz bir şekilde uygulanmalıdır. “Kolektif suç” gibi insan haklarına aykırı uygulamalardan vazgeçilmelidir.
4. Bugün, OHAL uygulamalarıyla mağdurların yargıya erişim ve sosyal güvenlik hakları ellerinden alınmıştır. OHAL mağdurları adeta “sivil ölüme” terkedilmiştir. Mağdurların yargıya erişim ve sosyal güvenlik haklarını kısıtlayan tüm uygulamalara hukuk devletinin gereği olarak son verilmelidir.
5. Akademisyenler ve diğer kamu görevlileri görevlerine iade edilmelidir. Anayasa Mahkemesinin içtihatları dikkate alınarak, tutuklu milletvekilleri derhal serbest bırakılmalıdır.
6. 150’nin üzerinde gazetecinin hapiste olduğu bir ülkede demokrasiden söz edilemez.
Sadece mesleklerini yaptıkları için tutuklanan gazeteciler derhal serbest bırakılmalı,
medya üzerindeki tüm baskılara son verilmelidir.
Düşünceyi ifade özgürlüğünün önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır.
7. OHAL koşullarında, serbest tartışmanın yapılamadığı bir ortamda ve üstelik “devletin bütün imkânları seferber edilerek” gerçekleştirilen Anayasa değişikliği gayrimeşrudur. Toplumun ihtiyaçlarını karşılamayı amaçlayan anayasa yerine, bir kişinin beklentilerine yanıt veren bir Anayasa değişikliği Yüksek Seçim Kurulu’nun yasadışı kararıyla yürürlüğe konulmuştur. Bu bir “mühürsüz seçimdir.” Türkiye gayrimeşru bir anayasa ile yönetilemez, yönetilmemelidir.
8. Demokratik parlamenter sistem üzerindeki her türlü vesayet kaldırılmalıdır. Din ve vicdan özgürlüğünün güvencesi olan, insan haklarına dayalı demokratik – laik – sosyal – hukuk devleti güçlendirilmeli, liyakat esası kamuda göreve başlama ve yükselmede esas alınmalıdır. Eğitimde laiklik ilkesinin aşındırılmasına son verilmeli ve toplumsal adaletsizliği yeniden üreten eğitim politikaları değiştirilmelidir.
9. Sadece hukuk alanında değil, toplumsal yaşamın bütün alanlarında yaygın bir adaletsiz düzen devam etmektedir. İşsizlik, yoksulluk, insanca yaşam ücretinden yoksunluk, örgütsüzlük, ayrımcılık, yaygın şiddet, terör gibi çok geniş bir yelpazede yaşanan toplumsal adaletsizliklerin giderilmesi için ortak irade geliştirilmelidir. Toplumsal barışımızı bozan tüm antidemokratik uygulamalara eşit yurttaşlık* temelinde son verilmelidir. Toplumsal adaletsizliğin en vahim görünümlerden biri olan kadınlara karşı ayrımcılığın önüne geçilmeli, kadınların özgürlük alanları korunmalı, kadın hakları toplumsal hayatın her alanında uygulanmalıdır.
Not :  Bu maddede “eşit yurttaşlık” değil “Yurttaşların eşitliği” olmalı. “Eşit yurttaşlık”,
bir ülkede toplulukların (halklar, milliyetler, cemaatler) birbirine eşitliği temelinde kurulan sistemdir. Farklı etnisite ve inanç topluluklarının hukuksal-siyasal olarak tanınması; farklı toplulukların birbiri karşısında konumlandırılması demektir. Bu etnikçi anlayış, bir tür
yeni-feodalizm icadıdır. Oysa CHP Programı, Devletin yurttaşların etnik köken, inanç, cinsiyet, vb. topluluk özellikleri karşısında kör kalmasını, bunlardan bağımsız olarak her yurttaşın
birey olarak eşitliğini yükseltir. Dolayısıyla “eşit yurttaş” değil, “yurttaşların eşitliği”
ilkesi asıldır
. (A.S.)
10. Son zamanlarda uygulanan saldırgan dış politika ülkemizin içindeki adaletsizlikleri de kökleştiren bir kısır döngü yaratmıştır. Adalet sadece iç politikaya ve toplumsal yaşama değil uluslararası ilişkilere de hâkim olmalıdır. Türkiye coğrafyasındaki tüm halklara,* tüm kimliklere kardeşçe, adilane yaklaşan, barışçıl ve uluslararası hukuka saygılı bir dış politikaya dönüş yapmalıdır. Türkiye yüzünü insan haklarına, hukuk devletine, adalete önem veren milletler ailesine çevirmelidir. Not : “tüm halklara” değil “tüm ulusumuza” olmalıdır.. (A.S.)

Hukuka ve Anayasaya saygı, adaleti sağlamanın ilk koşuludur. Hukuk güvenliğinin olmadığı ve adaletin gerçekleşmediği bir toplumda, kamu düzeni ve toplumsal barış sağlanamaz. Adaletsiz toplum ise, insan haysiyetinin zedelendiği bir toplumdur. Bu “Adalet Çağrısı”; adaletin, insan haysiyetine saygının ve toplumsal barışın temeli olduğu inancıyla hazırlanmıştır.” Görüldüğü gibi “Adalet “yürüyüşü, CHP perspektifinden, yalnızca yargısal işlemlerle sınırlı bir yürüyüş değildir. Çok geniş olduğu anlaşılmaktadır ki biz de bu yaklaşımı doğru bulmaktayız.

Peki bu talebi, Avrupa Birliği perspektifinden nasıl değerlendirebiliriz? Biliyorsunuz, AB müktesebatında, Katılım Ortaklığı müzakerelerinde 35 fasıl var ve bu fasıllardan 23. fasıl yargı ve temel haklar faslı, 24. fasıl da adalet, özgürlük ve güvenlik faslıdır. İnsan hakları savunucuları olarak çok uzun zamandır, hem Türkiye yetkililerine bu fasılların gereklerini yapmalarını hem de AB yetkililerine bu fasıllar üzerindeki ambargolarını kaldırmalarını öneriyoruz. Çünkü Türkiye’de insan hakları ihlallerine baktığımızda öne çıkan ve ağır insan hakları ihlalleri olarak nitelenebilecek konular bu fasıllar dahilinde olan konular.
– İfade özgürlüğü,
– inanç özgürlüğü,
– kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı,
– toplanma özgürlüğü,
– yaşam hakkı ve
– işkence yasağı gibi…

Ve bu AB’nin Kopenhag Siyasi Kriterleri bağlamındaki hukukun üstünlüğü ve demokrasi, azınlık hakları ve insan haklarına saygı kriterleriyle (AS : ölçütleri) doğrudan ilişkili konular. Üstelik Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı da (Lizbon, 2000) 2009’dan itibaren uyulması zorunlu belgelerden. AB Divanı da çeşitli kararlarında hem AİHS ve hem de AB Temel haklar Şartı’nın bağlayıcılığına vurgu yapmaktadır. Fakat Türk hükümetinden yapılan açıklamalar şaşırtıcı. Hükümet dört yıl önce örneğin 23. fasılla ilgili bütün hazırlıkları yapmış olmasına karşın, düzenlemeleri hayata geçirmemekte ve sürekli olarak AB’nin fasılları açmasını istemektedir. Burada, hükümetin haklar ve özgürlüklere araçsal bakış açısını ve insan haklarını içselleştiremeyişini görmekteyiz. Haklara ve özgürlüklere insan merkezli, insanın hakları ve onurunun korunması merkezli bakılmadığını gözlemlemekteyiz.

Meseleye, devletin dış politikasında duyduğu ihtiyaçlar ve bu ihtiyaçların gerektirdikleriyle sınırlı yaklaşıyorlar. İnsan hakları konularına böyle yaklaşılamaz. Yurttaşın hak ve özgürlüğü pazarlık konusu yapılamaz. Hükümetin yapması gereken, insan hakları standartlarını yükseltmektir. 23 ve 24. fasılların açılmasıyla ilgili bir taraftan AB ile görüşmek ama onlar açmasalar bile bu fasıllardaki insan hakları standartlarını yakalamak, mevzuatı ona göre düzenlemek ve uygulamaktır. Çünkü bu fasıllarda yer alan konular doğrudan adalet kavramıyla ve elbette teknik olarak hukukun üstünlüğü ilkesiyle alakalıdır. CHP’nin 10 maddelik açıklamasında sosyal adalet kavramına da, çalışma hakkına da, sosyal güvenlik hakkına da yer verilmiştir. Sosyal demokrat bir partiden elbette sosyal adaleti savunması beklenir. Çok değerli. Kuçuradi’nin işaret ettiği ve benim de ondan ilham alarak pek çok kez yazmaya, söylemeye çalıştığım gibi, sosyal adalet bir ilkedir. Gelir dağılımı adaletsizliği de bir durumdur. O nedenle adaletsiz durumları, ilkeye (sosyal adalet ilkesine) uyumlu hale getirmeliyiz. Ne yapmalıyız, neyi talep etmeliyiz? Sosyal sınıf ve tabakalar arasındaki gelir dağılımını adaletli hale getirmeliyiz. Getirilmesini talep etmeliyiz; bunun için mücadele etmeliyiz.

Yalnızca bununla da sınırlı değil. Kentler, bölgeler arasındaki gelir dağılımını da sosyal adalet ilkesinin gereği olarak adaletli hale getirmeliyiz; bunu talep etmeliyiz, bunun için mücadele etmeliyiz. Adalet kavramına başka bir açıdan da yaklaşmak mümkün. Bu da ceza adaleti ve onarıcı adalet kavramlarıyla ilgili bir konudur. İnsan hakları perspektifinden bakacak olursak, şöyle bir durum var ortada: Demokrasiye geçiş süreçlerini yaşayan 40’tan fazla ülkede, çatışma dönemlerinde ağır insan hakları ihlallerinin failleri büyük oranda devlet görevlileri oluyor. Bu oran neredeyse % 90’lar oranında faillerin devlet görevlileri olduğunu gösteriyor. Fakat onlar da “biz darbeleri devleti korumak için yaptık, komünistlere karşı vatan savunması yaptık ya da bölücülere karşı savaştık” diyorlar.

Güney Afrika hariç, bütün bu çatışma süreçlerini yaşayan ülkelerde ceza adaleti yürürlüğe girdi ve failler yargılandı. Bazen de Arjantin örneğinde olduğu gibi, darbe sona erince yargılamalar başladı; bir süre sonra “son nokta (punto Final)” ve “itaat zorunluluğu yasaları” çıkarıldı ve failler büyük ölçüde affedildiler. Fakat yaklaşık 10 yıl sonra mücadeleler sonunda bu tür “af yasaları” geçersiz sayıldı ve ağır insan hakları ihlallerinin failleri yargılandılar. Cezasızlığa karşı verilen mücadelenin sonunda oldu bu. Fakat bazen de ceza adaleti ile birlikte onarıcı adalet usulüne de bakmak lazım. Bu tür adalet anlayışında tazminatlar (mağdurlar açısından bir haktır), özürler, itiraflar, pişmanlıklar gündeme geliyor ve bir yargılama sonucu olmuyor. Geçiş dönemi adaletinin unsurları çok. Anıtlar, hafıza merkezleri, müzeler ve elbette onarıcı adalet açısından hakikat komisyonlarının rolü. Burada mağdur, fail yüz yüze gelir. Adalet için özür, çok çok önemli

OHAL ve adalet

Bir yıl geçti, darbe teşebbüsün ardından.Ve OHAL süreci yaşandı memlekette. Yaşanmakta. Adalet Bakanlığı bazı verileri açıkladı.Silahlı kuvvetlerden, polisten, yargıdan ve diğer kamu görevlilerinden kaç kişiyle ilgili adli işlem yapıldığı, kaç kişinin tutuklandığı konularında. Yargının da neredeyse % 40’ı “FETÖ’CÜ” olarak niteleniyor, tutuklanan hakim, savcı sayısına baktığımızda. Öte yandan, herhangi bir yargı kararı olmaksızın, mülkiyet hakkı bakımından ihlal gördüğümüz, el konulan bankalar, basın yayın kuruluşları (radyolar, gazeteler, matbaalar, televizyonlar), üniversiteler, yurtlar, diğer eğitim ve öğretim kurumları var. 25 KHK ile sırf barış istedikleri için, fikir beyanında bulunan barış akademisyenlerinin ihraç edilmesi var. Bu  konuda ILO, taa 1989’da İHD 1402’likler Komisyonumuzun raporu doğrultusunda “111 Sayılı İş ve Meslekte Aayrımcılık Sözleşmesi”ne aykırılık teşhisinde bulunulmuştu.*

2005 yılında 55 bin olan mahpus sayısı Şubat 2007’de 209 bine çıkmış.Yazan çizen gazeteciler ki sayısı 170’lere ulaşmış, hapiste. İnsanlar işlerine geri dönebilmek için açlık grevinde. Ölümüne bir direniş sergiliyorlar. Hükümet seyrediyor. Altı aydır faaliyete geçmesi beklenen bir komisyonu işaret ediyor. Şaka değil AİHM de işaret ediyor. Bize de bütün bu hukuksuzluklara, adaletsizliklere, darbelere, baskılara itiraz etmek düşüyor. Benim işin aciliyeti nedeniyle kendi adalet anlayışıma da uygun.

  • Nuriye ve Semih yaşasın. İşe iade edilsin. Serbest kalsınlar talebim, dileğim var.

Benim Büyükada’da gözaltında bulunan insanlığın yüzakı insan hakları savunucusu arkadaşlarımın derhal serbest bırakılması talebim var. Acun Karadağ , Esra Özakça ve sevgili kardeşim Veli Saçılık üzerindeki prangaların kaldırılması talebim var. Bunlar acildir. Düşünceleri nedeniyle hapiste olan gazeteci, yazar, milletvekili, belediye başkanlarının tahliyesine dair talebim var. Kendi adalet anlayışım gereği, insan hakları, aş, iş,özgürlük ve demokrasi ve elbette barış talebim var. İnsan hakları hukukuna uyma ve bunun gereklerinin yerine getirilmesidir benim adalet anlayışıyım. Kürt kentlerinin* yakılmasına, yıkılmasına karşıyım. İtirazım var. Savaşa karşıyım. OHAL’e karşıyım.
* AS : Böyle bir kavram yok.. Sözde Özerklik ilan edilen yerlerde Devletin meşru işlemi var.

Bugün yeryüzünde kabul edilen 183 (medeni, siyasi, kültürel, ekonomik, sosyal, dayanışma ve halkların hakları) hak ve özgürlük var. İnsan onurunun korunması için bu listedeki hakların ve özgürlüklerin herkes için, hemen şimdi, tanınmasını, uygulanmasını ve korunmasını istiyorum. Budur benim adalet talebimin içeriği…

Ülkeyi yönetenler duysun isterim… (HÖ/NV)

* Entelektüelin Dramı, 12 Eylülün Cadı Kazanı, Özen Haldun, İmge Kitabevi, Ankara, 2002

Av . Hüsnü Öndül : Hukukçu; İnsan Hakları Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı ve Çağdaş Hukukçular Derneği kurucu ve yöneticilerinden. İHD genel başkanlarından. İnsan hakları alanında çok sayıda  rapor hazırladı, projelerde yer aldı. Kimiz (şiir) ve İnsan Hakları Yazıları kitaplarını yazdı, Evrensel gazetesinde haftada bir yorum yazıyor.
=====================================
Dostlar,

Türkiye’nin gerçek gündeminin işgaline izin vermemeliyiz..
En temel gündemimizin başında belki de ADALET geliyor.
15 Haziran 2017 günü Ankara’dan başlatılan Büyük Adalet Yürüyüşü – Mitingi‘nin gündeme taşıdığı “10 temel istem” mutlaka ülkemizin gerçek gündemi olarak kalmalı ve gereklerinin yerine getirilmesi için siyasal iktidar sürekli olarak baskılanmalıdır.

Ne yazık ki 9 Temmuz 2017 ile 15 Temmuz darbe girişiminin 1. yılı arasında çoook kısa,
salt 6 gün süre var! Bu altın fırsatı AKP = RTE son birkaç gündür tepe tepe kullanıyor.. Kılıçdaroğlu’nun görkemli ve Guiness Rekorlarına giren yürüyüş ve mitingi öylesine ürküttü ki, kamuoyundaki etkilenmenin nötralleştirilmesi zorunlu oldu AKP = RTE için. Bunca yüklenme, abartı, tantana, traji-komik ritüeller ve dincilik soslu şehit – gazi sömürüsü bundan.. Panik büyük!

Öte yandan 29 Ekim, 19 Mayıs, 30 Ağustos, 23 Nisan, 10 Kasım gibi ulusal tarihimizin dönüm noktası günlerinde yurt dışına kaçan, hastalanan, Bakanını ya da valiyi… yollayan anlayış; şimdi adeta kendi seçenek (alternatif) tarihini yaratmak istiyor.. 15 Temmuz şehitleri anıtlarının, törenlerinin.. kutsanmasının ardalanında (bilinçaltında) bir de bu açık – örtük motifler var…

Çoook dikkatle, ısrarla ve kararlılıkla “HAK – HUKUK – ADALET” istemimizi sürdürmeliyiz. CHP tüm toplumsal muhalefeti örmenin akılcı kurumsal çabalarını kesintisiz sürdürmeli.

Son olarak Sn. Av. Hüsnü Öndül’ün önemli ADALET konulu makalesinde katılmadığımız önemli 2-3 noktayı yerinde belirttik. Bu da bizim düşünce ve ifade özgürlüğümüz..

Sevgi ve saygı ile. 15 Temmuz 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

TÜSİAD’dan Gezi desteği


TÜSİAD’dan Gezi desteği

  • TÜSİAD YİK Başkanı Erkut Yücaoğlu, Gezi Parkı eylemleriyle ilgili olarak “Türkiye’de artık bu tabloların yaşanmaması lazım, bu tablolara bir son vermemiz lazım.” diyerek hükümeti eleştirdi.

TUSIAD


TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz
, TÜSİAD’ın Yüksek İstişare Konseyi toplantısında konuşma yaptı.

Yılmaz, finans piyasalarının yükselen piyasalara fon sağlayabilmelerinin ardında iki balon olduğunu söyledi.

 

“Bunlardan birincisi 2008 krizine kadar gelişmiş ülkelerde oluşan finansal balonuydu. İkincisi ise 2008 sonrasında merkez bankalarının aşırı gevşek para politikalarıyla ortaya çıkan finansal balon” diyen Yılmaz, “Her ikisinin de sürdürülemeyeceği pek açıktı. Nitekim FED‘den Haziran ayından başlayarak gelen işaretler bu ikinci dönemin bittiğine işaret ediyor.” şeklinde konuştu. Yılmaz sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bundan sonra küresel finansman kaynaklarının daha kısıtlı, daha doğru ifade etmek gerekirse, daha gerçekçi olacağı bir düzende yaşayacağız. Büyüklüğü ve
dışa açıklığıyla Türkiye, bu küresel geçiş dönemlerinden önemli ölçüde etkileniyor. Gelişmekte olan ülkelerin tarihi potansiyel büyümelerinden bahsetmek mümkün olmayacak. Çin dahil bu ülkeler, büyümeleri aşağı revize etmek durumunda kalacak.”

Orta vadede büyümenin üç formülü

Bu yıl %4’ün altında büyüme olacağını söyleyen Yılmaz, Orta ve uzun vadede %6 büyüme gerektiğini belirterek büyümenin üç formülünü verdi:

“Bunlar arasındaki en önemli politika alanı 10. Kalkınma Planı‘nda da öngörüldüğü gibi iç tasarruf oranlarının artırılması ve daha da önemlisi nasıl artırılacağı konusudur. Büyüme oranlarının sürekli olarak yarattığı cari işlemler açığı probleminin, tek kalıcı çözümü, iç tasarruf oranlarının artırılabilmesidir. Mevcut düşük iç tasarruf oranımız dikkate alındığında, bu konu Türkiye ekonomisinin en önemli meselelerinden biri olmaya devam edecektir.

Bize göre en az 3 puan artırılması gereken iç tasarruf oranı için, öncelikli reform alanları;
kayıt dışı ile mücadele,
– sosyal güvenlik modelinin güçlendirilmesi,
– sigorta sisteminin geliştirilmesi ve
– sermaye piyasası araçlarına erişimin kolaylaştırılmasıdır.

İkinci kritik reform alanı ise, çözüm sürecinin başarıya ulaşmasıdır.
Siyaset, kendisinden bekleneni yerine getirdiği sürece, iş dünyası üzerine düşeni yapacak, ülke kalkınması hızlanacak ve bölgede refah artacaktır. Bu yıl içinde, Cizre’de sunmuş olduğumuz, TÜSİAD çalışmasının da gösterdiği gibi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinin kalkınması, ekonomimize sağlayacağı katkıyla, potansiyel büyüme oranımızı 1 puan kadar artıracaktır.

Orta uzun vadeli büyümeyi, %6 seviyelerine getirecek olan 3. alan ise, arz yönlü bir dizi yapısal reformdur. Arz yönlü reform alanı aslında hepinizin aşina olduğu ve sürekli dile getirdiği bir alan: enerji sektörü reformlarından, gelir vergisi kanununa; fikri mülkiyet düzenlemelerinden, esnek işgücü uygulamalarına kadar, yaklaşık 50 maddeyi hemen sizlerle paylaşmak mümkün.”

‘Merkez Bankası’nı izleyeceğiz’

Merkez Bankası’nın politikalarına değinen Yılmaz, “Bizim Merkez Bankası’nın büyüme ve enflasyon arasında denge politikası yürüttüğünü görüyoruz. Faiz aracı kullanılmadı, kur yukarı gitti. Merkez Bankası çeşitli politika araçları kullanıyor. Bizim açımızdan bu politika aracı enflasyon hedefine ulaşıldığında yerinde olacak. Dünyadaki balon etkisi geçince enflasyon hedefinde sapma olacak. Merkez Bankası’nın politikalarını izleyeceğiz” şeklinde konuştu.

‘Demokratikleşme paketi üç amaca hizmet etmeli’

Çözüm süreci konusunda konuşan Yılmaz, “Yaklaşık 10 aydır şiddetin terörün durması toplumda memnuniyetle karşılanıyor. Bu sürecin kalıcı olması şu an gündemde olan demokratikleşme paketine bağlıdır. Paket üç amaca hizmet etmelidir” diyerek bu üç amacı şöyle sıraladı:

“Bir, Şiddet ve terörden arındırılmış olan ortamı ve toplumsal huzuru kalıcı hale getirecek siyasi adımların atılması.

İki, Türkiye’de temel hak ve özgürlükler konusunda geriye gidildiğine dair son dönemlerde gözlenen ve yaygınlaşan izlenimlerin ortadan kaldırılması ve güven ortamının arttırılması.

Üç, AB süreci ve çözüm sürecinin gereklerine uygun bireyi esas alan özgürlükçü bir Anayasa hazırlama çalışmalarına ivme kazandırılması.”

‘Türkiye ağır yükten kurtulmalı’

“Demokratikleşme paketinden bahsederken, unutulmasına izin vermek istemediğimiz bir büyük acıya, bir büyük soruna da değinmek istiyorum” diyen Yılmaz, “Türkiye’nin bazıları kırk yılını aşmış, uzun bir faili meçhul veya aydınlatılmamış siyasi suikastler ve kıyımlar listesi var. Yıllardır gerçekler ortada yok. Hrant Dink’in ailesinin umutsuzluk haykırışlarına duyarsız kalmak mümkün değil. Türkiye’nin demokratikleşme paketini, yeni anayasayı, Kürt sorununun çözümünü konuştuğu bir dönemde, karanlıkta kalan bu acı olayları aydınlığa kavuşturarak, bu ağır yükten de kurtulması gerektiğini, bir kez daha belirtmek isteriz.” şeklinde konuştu.

‘Toplumu ayrıştıran söylemlerden uzak durulmalı’

Yılmaz şöyle devam etti:

“Türkiye’nin 2000’li yılların başından bu yana sistemini özgürleştirmek, sivilleştirmek, demokratikleştirmek yönünde ciddi adımlar attığını hepimiz kabul ediyoruz. Bu dönemin kazanımları Türkiye’nin örnek bir ülke olarak görülmesini sağladı. Bu kazanımlarımızı güçlendirmeye ihtiyacımız var. Bu kazanımlardan geriye gitmek hepimiz için haksızlık olacaktır. Toplumu yoran, ayrışma ve kutuplaşma kaygıları yaratan sert söylem ve gerginliklerden kaçınmalı, Cumhuriyetimizin 100’üncü yıl hedeflerine kenetlenerek uzlaşma ve özveri içinde çalışabilmeliyiz.”

‘Batı karşıtı söylem gücümüzü azaltıyor’

Son günlerde artan Batı karşıtı söyleme de değinen Yılmaz,

“Bu huzursuzluk yaratıyor. Birçok ülkenin Türkiye’ye düşman olduğu söylemi Türkiye’nin uluslararası alanda gücünü azaltıyor.” dedi. “Batı’nın bir başka önemli özelliği ise, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü ve tüm inançlara saygılı laik yönetim anlayışını benimsemiş olmasıdır” diyen Yılmaz, “Özünde, “Türkiye – AB Katılım Ortaklığı” belgesi uyarınca, uymayı taahhüt ettiğimiz, Kopenhag siyasi kriterlerinin içeriği de bundan ibarettir. Bunlardan uzaklaşmak Türkiye açısından bir çıkmaz yola girmek demektir” şeklinde konuştu.

‘AB süreci hedefe yerleştirilmeli’

Yılmaz, AB üyelik sürecinin yeniden hedefe yerleştirilmesi gerektiğini söyledi ve
22, 23 ve 24’üncü müzakere başlıklarının açılmasının önemine dikkat çekti.

‘Suriye’de askeri müdahale olmadan çözüm gerekli’

TÜSİAD Başkanı, hükümetin Suriye politikasının etkili olmadığını belirterek, “Umudumuz, askeri müdahale olmaksızın kalıcı çözümün sağlanması” diye konuştu.

Yücaoğlu: Şiddet potansiyeli olan ülke algısı yarattık

TÜSİAD YİK Başkanı Erkut Yücaoğlu da yaptığı konuşmada şunları söyledi:

“OVP’nin revize edilmesi gerekiyor. Cari açığın en büyük neden enerji.
Başka bazı ülkelerde de enerji açığı var. Onlar da net ithalatçı. Ancak onlar katma değerli ürünler yaratıp döviz rezervlerini artırıyorlar. Enerji açığı var deyip kabul etmemek lazım. Başka ürünlerle bu açığı kapamalıyız. Bunun için de yapısal reformlar ve sanayi stratejisi hayata geçmelidir.”

Gezi Parkı olaylarına da değinen Yücaoğlu, artarak devam eden tepkinin yarattığı gerilimin, şiddete eğilimli bazı gruplar tarafından kullanılıp çevreye zarar verildiğini anlattı. Yücaoğlu, “Bu üzücü olayların yaşanması can kayıplarına ve çok sayıda yaralanmaya neden oldu.

  • Kim olduğunu tam bilemediğimiz 7-8 sopalı adamın bir genci ölümüne sebep olacak şiddetle dövmesinin, kameralarla saptanan resimleri kamuoyunun aklından çıkmıyor. Kimdir bu adamlar?

Evet, suçlu olarak yakalananlar var, elbet cezalarını çekecekler ama Türkiye’de artık bu tabloların yaşanmaması lazım, bu tablolara bir son vermemiz lazım” dedi. Protestonun ifade özgürlüğü sınırları içinde başladığını dile getiren Yücaoğlu, “Eğer hoşgörü ve diyalog içinde ele alınabilseydi, Türkiye gülümseyen ve barışçı eylemlerin yaratıcılığını seven bir yüzünü dünyaya göstermiş olacaktı. Bunun yerine ifade özgürlüğü baskı altında ve şiddet potansiyeli olan bir ülke algısı yarattık.” değerlendirmesini yaptı. (Cumhuriyet portal, 20.9.2013)