Etiket arşivi: KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık

OĞUZ OYAN : CEHALETİN İKTİDAR OLMASI

CEHALETİN İKTİDAR OLMASI

      portresi_CHP'li

Prof. Dr. OĞUZ OYAN
SOL PORTAL 19 Nisan 2016


“Eyleme geçmiş cehalet kadar ürkütücü birşey yoktur..” diyordu Bertold Brecht.

Bu bize Kahramanmaraş’ı, Çorum’u, Sivas’ı tarif eder. Ama bunlarla sınırlı değildir; Türkiye’de cehaletin şahlandığı ve içerden-dışardan kolayca manipüle (AS: manuple) edildiği örnekler çoktur ve Osmanlı’yı da katarsanız saymakla bitmez.

Peki bundan daha ürkütücü olan nedir? Cehaletin iktidar olmasıdır!

Emrine tüm yürütme güçlerini almasıdır. Kurumları ele geçirmesidir. Devlet şiddetini uygulama araçlarını kendine bağlayarak teslim almasıdır. (Buradaki önemli aşama, polis gibi kolluk güçlerinden ziyade, silahlı kuvvetlerdir).

Yürütmenin Yasamayı da tümden emrine almasını daha öte bir aşama olarak görmüyoruz; tek bir sağ partinin hükümet kurabildiği hibrit demokrasilerde zaten başka türlüsünü beklemek mümkün değildir. (Ömer Çelik de son olarak bunu vurgulamış görünüyor).

Bunun bir  kademe daha kötüsü, Yürütmenin Yargıyı da ele geçirmesi böylece kuvvetler birliğini tamamlamasıdır.  Türkiye somutunda, “oğlan bizim, kız bizim” aşamasıdır. Şimdi mesele, izleyen aşamada, fiiliyatı hukuk kalıbına dökmektir.

Peki izleyen aşama yani daha kötüsü nedir? Açık faşizme geçiştir ama aradaki farklar artık çok incelmiştir. Bu aşamada artık bağımsız medyanın da tam olarak canına okunmuştur. Şimdi iktidarın  zorladığı temel yöneliş budur. Mümkünse birinci adama ısmarlama elbise gibi oturacak bir başkanlık sistemini de içeren ama esas olarak Anayasanın ilk dört maddesini ve laikliği düzenleyen 24. maddesini yeniden kodlayacak bir yeni Anayasa bunun en önemli kilometre taşlarından olacaktır. Yani iktidar, fiilen kadük kıldığı laiklik ilkesi ve uygulamasını, hukuken de geçersiz kılmalıdır ki, teokratik otokrasi inşasının önünde engel kalmasın; hatta bu inşanın hukuksal zeminini oluştursun.

***
Şimdi bu aşamaların devr-i AKP’de nasıl ve hangi iç ve dış desteklerle  bir bir aşıldığının toplu bir dökümüne burada girişilecek değil. Ancak Cumhuriyet rejimiyle her daim açık bir hesaplaşma içinde olan iki siyasi hareketin ortak belirleyiciliklerinin göz ardı edilemez olduğunu vurgulamak da kaçınılmaz. Hem siyasal İslamcı hareket hem de Kürt hareketi, Cumhuriyetin aydınlanmacı temellerde bir ulus-devlet inşasına (bazı hedeflerine -örneğin eğitim devrimi- tam varamasa da), kendilerine karşı olduğu (İslamcılar) veya kendilerini dışladığı (Kürtler) için hep karşı oldular.

Halen AKP’yi eleştirenler safına geçenlerin büyük bölümü, 2007’ye (hatta bazıları açısından 2010’a/2011’e kadar) AKP’nin iyi şeyler yaptığını, demokratik haklar alanını genişlettiğini, ülkeyi askeri vesayetten kurtardığı vs. söyleyip dururlar. AKP’ye büyük bir kredi açmış olan iç ve dış liberaller (dışarıdakiler hükümetler ve AB kurumları düzeyindedir), AKP’nin bugünkü otoriter eğilimlerindeki sorumluluklarını yoksaymak için de kendilerini bu yoruma mecbur hissederler.

AKP ile en uzun yolu yürümüş olan Kürt ulusalcı hareketinin tüm siyasi ve askeri kanatları ise, ancak 2015 Martından veya Haziranından sonra bu partiye (veya daha çok RTE’ye) mesafe koymuş görünmektedir. Üstelik,  politika seçeneklerini tükettikleri için, yeniden masaya oturmaya hazır oldukları mesajlarını da ihmal etmeden.

Milliyetçiliği her zaman “solculuğuna” baskın olmuş olan Kürt hareketi, bir çözüm olacaksa, bunun “Kemalist” Cumhuriyet karşıtı ideolojik yakınlıklarını çok güçlü gördükleri AKP ile olacağına her zaman inanmış ve buna yatırım yapmıştır. 2002-2015 Haziranı arasındaki bütün seçim süreçlerine çatışmasız ortamlarda girilmesini ve böylece AKP’nin seçim başarılarına açık destek verilmesi bunun bir yüzüdür. 2013 Gezi direnişlerinin başlangıçta ‘çözüm sürecine karşı olan ulusalcıların komplosu’ şeklinde yaftalanması ve açıkça iktidardan yana saf tutulması da buna dahildir.

Diğer yüzü, müzakere-müsamaha ilişkileridir. Müzakere ilişkilerinin vardığı noktalarının bir bölümünü (en son Dolmabahçe mutabakatı) biliyoruz; el altından verilen vaatlerin tam dökümü ise meçhul.  Ama bunların bir bölümünün de uygulamaya “müsamaha ilişkileri” üzerinden yansıdığını, bölgedeki alan hakimiyetinin çeşitli başlıklarda PKK’ya bırakıldığını biliyoruz. Kürt hareketinin temsilcileri, bu fiili durumlardan ziyadesiyle memnundu ve ‘çözüm tartışmaları olacaksa bunun TBMM çatısı altında ortak mutabakatla ve kayda geçirilerek yapılması gereğini’ ileri süren CHP’ye de kuşkuyla bakıyordu (ancak şimdilerde başka çare kalmadığından aynı yöntemi savunmaya başladılar).

7 Haziran 2015 seçim sonuçları ortaya çıkınca, bunu, RTE’nin Türk milliyetçiliği zırhını ve silahlarını kuşanarak “müsamaha” alanlarını geri almaya girişmesi izledi. Bunun bazı silahlı çatışmalara zemin hazırlayacağı öngörülebilirdi. Ancak HDP’nin siyasette kendi önüne geçmesinden rahatsız olduğunu pek de gizlemeyen askeri kanat, buna öngörülenden çok daha sert tepkiler verdi, hendek-suikast eylemleriyle AKP’nin 1 Kasım zaferine bu defa tersinden katkı yaptı.

***
Şimdi biraz daha yakına gelelim. PKK, yan örgütü TAK aracılığıyla 17 Şubat ve 13 Mart 2016’da Ankara’da iki kanlı bombalı eylem yaptıktan ve sivilleri de hedef almaya başladıktan sonra, KCK eşbaşkanı Cemil Bayık‘ın İngiliz Times gazetesine 13 Mart’tan hemen önce verdiği bir demeç yerli medyaya düştü. Bu demeçte Bayık, “Erdoğan ve AKP’yi devirmek istiyoruz. Erdoğan ve AKP devrilmedikçe, Türkiye asla demokratik bir ülke olamaz” buyuruyordu.

Sadece bir sene önce AKP-PKK görüşmeleri sürerken, Erdoğan ve AKP’yi devirmek Türkiye’de CHP dahil sadece soldaki hareketlerin ana hedefiydi. PKK-HDP’nin asla böyle bir hedefi yoktu. Her şey daha netti.

Kanlı şiddet eylemlerini tırmandıran ve sivil Kürt siyasetini tıkayan PKK, şimdi de Bayık’ın AKP karşıtı “demokrasi” açıklamalarıyla, Türkiye’de muhalefetin (özellikle de PKK ile benzer hedefleri savunur duruma düşmek ve bu nedenle iktidarca suçlanmaktan çekinen ürkek muhalefetin) dinci faşizme karşı ortak ses yükseltmesinin nesnel siyasal koşullarını tahrip etmeye girişmiş gözüküyor (muhtemelen de dünyada kendisini daha meşru kılmak için istediği de budur).

Demek ki Türkiye’de muhalefet, AKP’ye karşı mücadelesinde onun eski müzakere ortağı PKK’yı da hedefe almak durumundadır.

***
Peki bu durum, “dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı çıkarsak PKK yanlısı gösteriliriz, iktidarın istismarına açık duruma geliriz, o nedenle Anayasa’ya aykırı olsa bile destek verelim” türünden bir gerekçeye haklılık kazandırır mı? Özellikle de, dokunulmazlıkların kalkmasının öncelikle HDP’lileri tehdit edeceği ve HDP’siz bir Meclisin de CHP’nin “tek çözüm yeri Meclistir” savını boşluğa düşüreceği bilinirken!

DOĞU PERİNÇEK : “Kürt Koridoru’nun muhafızları”


“Kürt Koridoru’nun muhafızları”


portresi_bayrakli

 

DOĞU PERİNÇEK

AYDINLIK, 4.10.14

Bütün yurttaşlarımızın Kurban Bayramı’nı kardeşlik, barış, özgürlük dilekleriyle kutluyoruz.

Sıfır olasılık

En önemli soru: Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sınırı geçtikten sonra Suriye Ordusu ile çatışma veya Şam’a yürüme olasılığı var mıdır?

Yanıt: Sıfır olasılık!

Genelkurmay, hükümete verdiği raporda “Suriye’nin hassasiyetlerine özen gösterilmeli” uyarısında bulunuyor. Org. Necdet Özel de bu duyarlılığı yineledi.
Sınır ötesinde harekât yapacak olanların tutumu budur.

Graham Fuller ve Henry Barkey gibi ABD kurmayları, “savaşı yitirdik” diye gerçeği teslim ettiler. Beşar Esat’ı devirme siyaseti gerçekçi değildi ve yenildiler.
Şimdi “Esat’ın terörü temizlemesine ses çıkarmayalım” siyasetine yöneliyorlar.

Peki bu koşullarda TSK tamponunu Suriye’ye karşı saldırı olarak yorumlayanların yaptığı iş nedir?

“Kürt Koridoru” adı verilen İkinci İsrail Koridoru’na muhafızlık yapıyorlar,
bir.İkincisi, ama daha önemlisi: PKK’nın imdadına koşuyorlar.

TAMPONDAKİ SAFLAŞMA

Türk Ordusunun Tampon bölge kurmasına kim karşı?

– ABD emperyalizmi,
– İsrail,
– PKK, KCK, HDP ve yeni müttefikleri CHP.

Saflaşma apaçık ortada değil mi?

Genelkurmay Sözcüsü, “Tampon bölgenin Kürt koridorunu dağıtacağını” belirtiyor.

Abdullah Öcalan, TSK’nın hedefinde kendilerinin bulunduğunu belirtiyor ve
AKP’yi “sonra darbe olur” diye uyarıyor.

KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık, “Tampon bölge kurulursa savaş başlar.” diyor
(Aydınlık, 3 Ekim 2014).

Amerikancı yazarlar da Tezkere’nin PKK’yı hedef aldığını açıkça yazıyorlar
(Örneğin Cengiz Çandar, Radikal, 2 Ekim 2014).

Suriye’nin kendi topraklarında Türk Ordusunun askerî harekâtta bulunmasına karşı açıklaması olağandır, bir ilke tutumudur. Ancak Suriye yetkilileri, sınırdaki terörün temizlenmesine olumlu bakıyorlar.

Bölücü ve sözde İslamcı teröre karşı mücadele, bölge ülkelerini birleştirecektir. Süreç bu yöndedir.

TÜRK ORDUSUNA KURŞUN SIKACAKLARA MORAL VERENLER

PYD’nin silahlı güçlerini ABD’nin Özel Kuvvetleri olan Delta Force eğitiyor
(Aydınlık, 1 Ekim 2014). Niçin?

– Türk Silahlı Kuvvetleri’ne kurşun sıkacaklar.

Tampon bölge karşıtları da, Türk Ordusuna kurşun sıkacaklara moral veriyorlar.

Bir kısım örgütler, Ankara’da PKK/PYD ile dayanışma yürüyüşü yapıyorlar.
Kendilerini gizlemek için emperyalizm karşıtı ve Suriye dostu sloganlar bulmuşlar.

Peki bunlar değil miydi düne dek “Katil Esat” diyenler ve ABD’nin Suriye’yi yıkma harekâtını destekleyenler. Yine aynı cephedeler!

DÜZ OVADA SAVAŞAMAYANLAR

PKK’nın morali perişan. “Rojava”daki liderleri, Finlandiya’ya değil, Danimarka’ya kaçmış! Selahattin Demirtaş’ın da moralinin bozuk olduğunu dostları yazıyor
(Ruşen Çakır, Vatan, 28 Eylül 2014). HDP yöneticileri, Washington’da ve Ankara’da yalvarma eylemlerine geçtiler.

PKK bütün iddiasını yitirdi. Kandil’dekiler, “Düz ovada savaşamayacaklarını”
ilan ettiler. O zaman sormazlar mı,

  • “Siz Kürt devletini Kaf Dağı’nın tepesinde mi kuracaktınız?”

Düz ovada savaşamayanlar, halkın güvenliğini sağlayamayanlar devlet kurabilir mi, özerklik yürütebilir mi?

PKK’nın koruyamadığı Kürtler, T.C.’ye sığınıp Türk askerine sarılıyor.

Hani T.C. düşmandı, Türk Ordusu düşmandı!

Kürdün can güvenliğini Türk Silahlı Kuvvetleri sağlıyor.

Yalnız Ayn el- Arap’taki Kürtler değil, Güneydoğu Kürtleri de bunu görüyor.
Halk, artık farkındadır: Güvenliği PKK sağlayamaz, Türk Ordusu sağlar.

BU VATAN KİMİN VATANI ?

Bölücü teröre kol kanat gerenler şu soruyu kendisine sormalı:

– Bu vatan benim vatanım değil mi?
– Bölücü terörün temizlenmesi beni ilgilendirmiyor mu?

Bu sorular özellikle CHP’nin önündedir, ama PKK kuyrukçusu sözde Solcuların
ve onların cephesinde yer alan başkalarının da önündedir.

TSK’NIN AYAĞINA DOLAŞMAK KİMİN GÖREVİ ?

Bugün bir vatan savaşının eşiğindeyiz.

Türk Silahlı Kuvvetleri, valilere verilen operasyon yetkisini geri istedi
(Aydınlık, 3 Ekim 2014). Demek ki, harekâtın iç cephesi var.

Bu haber, vatanını sevenleri uyarmaya yetmiyor mu?
CHP’nin aklını başına getirmeye yetmiyor mu?

Bölge ülkeleri ve Türkiye’nin vatanseverleri sürece katkıda bulunmak durumundadırlar. Bu katkı, bölücü teröre karşı mücadelenin karşısına dikilerek yapılmaz.
CHP ve PKK kuyrukçuları bunu yapıyor.

Türkiye’nin bütünlüğünü ve barışı sağlamak istiyorsak, bölücü teröre karşı
vatan mücadelesine katkıda bulunacağız. Mücadelenin tutarlı olarak yürütülmesine yönelik yapıcı eleştiriler getireceğiz. Ama hakem ve yargıç konumundan değil,
savaş mevziisinden.

BİR ÜLKEDE İKİ SİLAHLI GÜÇ OLUR MU

Türk Ordusu, Türkiye vatanı içinde kime karşı harekât yürütecek, Suriye’ye karşı mı?

Bir ülkede iki silahlı güç olmaz.

  • PKK’nın silahlı örgütleri önünde sonunda dağıtılacaktır.

Türkiye’de vatanın bütünlüğü görevi bütün görevlerin önündedir.
Bağımsız ve Demokratik Türkiye için mücadelede öncelik,
şimdi bu görevin başarısında düğümleniyor.

CHP dahil PKK’nın dostları, AKP’ye karşı mücadele etmiyorlar, Türkiye’ye karşı mücadele ediyorlar ve AKP’ye “vatanseverlik rolünü” ikram ederek, AKP’ye karşı mücadeleye de zarar veriyorlar.

‘KOMÜNİST HİLMİ’NİN ÇOCUKLARI

Bugün Kürt Koridorunun muhafızlığına soyunmak,
ABD cephesinde mevzilenmek anlamına geliyor.

İstiklâl Savaşı’nda düşman ordusuna destek olmak hangi anlama geliyorsa,
Kürt Koridoruna kalkan olmak da aynı anlama geliyor.

Mustafa Kemal Paşa savaşırken, O’nu beğenmeyen ukalâlar vardı.
Hatta bunların bir kesimi İstanbul’da “Komünistcilik” oynuyorlardı. Adları İştirakçi Hilmi, yani “Komünist Hilmi” idi, ama yaptıkları iş İngiliz işbirlikçiliği idi.

Şefik Hüsnü ve Hikmet Kıvılcımlı gibi gerçek devrimciler ise
Mustafa Kemal Paşa’yla birlikteydi ve Parti Pehlivanlar cephelerde savaşıyorlardı.

(Son Güncelleme: Cumartesi, 04 Ekim 2014 10:39)