Etiket arşivi: İdlib operasyonu

Efendileri de bir anlasa…

Efendileri de bir anlasa…

Ali Sirmen
Cumhuriyet, 07.09.2018
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

“Allah cümleyi, komşusundaki yangına körükle koşarken kendine daha fazla zarar verdiğini bile göremeyecek kadar aymazların sultasına düşmekten korusun!” demek, insanları bu akıbete duçar olmaktan kurtaramıyor. 
Rusların ve rejim kuvvetlerinin İdlib’deki son atakları, altı yılı aşan Suriye Savaşı’nın sonunun belirtilerini gözler önüne seriyor. 
Uzun vadede Suriye Savaşı’ndan en fazla zarar gören kim oldu, sorusunun yanıtı artık açıktır: Türkiye. 
Resmi rakamlarla 3 milyonun üstünde Suriyeli göçmenin bulunduğu Türkiye’deki Suriyeli sayısının İdlib’den yeni bir göç başlaması durumunda, bir o kadar daha artması, ülkemizin demografik yapısını daha da allak bullak edecektir. 
Bu durum ise ABD’nin Fırat’ın doğusundaki sınırlarımızda PYD-YPG hâkimiyetinde bir bölge yaratmasıyla doğan istikrarsızlığı yeni boyutlara taşıyacaktır. 
Bu durumda, bir zamanlar Ahmet Davutoğlu’nun gidiciliğini ilan ettiği Beşar Esad’ın güçlenerek çıkmakta olduğu Suriye iç savaşından uzun vadede en büyük zararı Türkiye’nin göreceği aşikârdır. 
Birçok kişi komşudaki yangına körükle koşmanın Türkiye’nin yararına değil, tam tersine zararına olduğunu baştan gördü, yetkilileri uyardı, ama etkili olamadı.
***

  • Türkiye, istikrarsızlığını sürekli kışkırttığı Suriye’de işlerin bu noktaya varmasının sorumlularından biridir. 

“Ne yani! Türkiye’nin yanlış politikası olmasaydı Suriye iç savaşı patlak vermeyecek miydi?” sorusunun pek anlamı yok. Evet Türkiye tek başına bu savaşı ne başlatabilecek ne de sona erdirebilecek güçte bir ülkedir. Ama Türkiye’nin işlerin bu noktaya ulaşmasında etkili olduğu da yadsınamaz. 
Ankara’nın şimdi içinde bulunduğu bu çıkmaza saplanmasının nedeni, Suriye konusunda olduğu kadar, genelde tüm Ortadoğu boyutunda da Cumhuriyetin başından beri sürdüregeldiği sağlıklı politikayı bir yana bırakmış olmasıdır. 
Tarihi gerçeklerle bağdaşmayan düşsel bir Osmanlıcılık hayalciliği peşinde olan ve stratejik ahmaklığı stratejik derinlik sananların etkisiyle AKP, bölgeye mezhepler ve tarikatlar gözlükleriyle bakmayan, Ortadoğu bataklığının mezhepsel ve etnik çekişmeleri karşısında tarafsızlığını ve soğukkanlılığını yitirmeyen, bölgesel istikrarın kendi istikrarı ile atbaşı gittiğini gören Cumhuriyetin sağlıklı geleneksel dış politikasını bir yana bırakmıştır. 
Bölgeye Yurtta barış, dünyada barış” ilkesiyle yaklaşan ve komşularıyla iyi ilişkileri sürdürürken, onların iç çatışmalarına bulaşmamaya özen gösteren bu politika, kişilikleri aynı zamanda Ortadoğu’nun kan ve ateş ortamında olgunlaşmış, ustaların tarihten aldıkları derslerin ışığında oluşturulmuştu. 
Şimdi, bu politikanın terk edilmiş olmasının ne büyük felaketlere yol açtığını yaşayarak görüyoruz, korkarım aklımızı başımıza almaz isek, daha da korkunç boyutlara ulaştığını da göreceğiz.
***

Yapılan yanlışlar üzerinde daha fazla durmanın anlamı yok. Şimdi gelecekte ne yapılması gerektiğine bakmalıyız. Türkiye, Rusya ve İran ile birlikte, Suriye’de savaşı sona erdirmeyi amaçlayan Astana üçlüsünün bir üyesi olarak bugün Tahran zirvesine katılacak. 
Bu zirvede Ankara, Esad’ın, Suriye’de iç savaşı sona erdirip, ülkenin bütünlüğünü sağlama yolundaki girişimlerine karşı durmayacağını, artık Esad ile anlaşmanın kendi istikrarı açısından en akıllı yöntem olduğunu anladığını belli eder bir tavır içine girerse, uğradığı zararların daha da büyümemesini sağlama yolunda ilk adımı atmış olur. 
Esad takıntısı bizi bugüne getirdi. 
Şimdi artık bu takıntıdan kurtularak, yeniden “Yurtta barış, dünyada barış” politikasının iyi komşuluk ilişkileri dönemine dönmenin zamanı gelmiştir. 
Birçok kişinin uzun süredir görüp söylediği bu gerçeği “Çok isabet buyurdunuz, evet efendim, haklısınız efendim”ciler bile artık anlamış görünüyorlar. 
Şimdi efendilerinin de anlamasında sıra!
=======================================
Dostlar,

Konu çok önemlidir.. Ne  yazık ki, ABD maşası politikalarla, hatta ABD adına vekalet savaşı ile çoğunluğu Müslüman  komşusunda Şam’da, üstelik Emevi camisinde namaza kalkışanlar, evdeki bulgurdan da olma noktasına savruldu. 2011 Mart’ında başlayan sıcak çatışmalar 7 yılını devirdi ve Türkiye günümüzdeki hazin tablonun içinde.. Sözde Suriye’de İhvan – Müslüman Kardeşler çizgisinde bir rejim kurulacak, Alevi Esad rejimi devrilecekti.. Mısır’da İhvan’ın darbe ile yönetimden uzaklaştırılmasına AKP = Erdoğan demokrasi adına (!) vargücüyle tepki koymuş ancak, uluslararası dengelerde cılız kalmış bağırıp çağırmaları doğallıkla. İç kamuoyuna dönük gaz alma boyutunu aşamamıştı..

AKP = Erdoğan yönetiminde orta boy ve emperyalizme göbeğinden bağlı, pek çok zaafiyetleri olan bir yarı bağımlı ülkenin (Türkiye’nin!), küresel satrancın oynandığı Ortadoğu coğrafyasında başkalarına –hele Suriye, Mısır gibi kadim ve stratejik ülkelere– rejim biçecek boyu – posu olamayacağını görmeye engel ne vardı da takıldık?! Davutoğlu’nun ‘Stratejik Derinlik’ i mi pusulayı bozdu?!

Erdoğan’ın içine sindiremediği hatta çıldırdığı ‘yenilgi – engellenmişlik psikolojisi’, ülkemize son derece pahalıya maloldu. Üstelik ödenecek fatura bitmiş değil henüz ne yazık ki..

Em. General Sn. Naim Babüroğlu‘nun önceki (06.09.2018) gün sitemizde yer verdiğimiz kapsamlı yazısı, İdlib’de düğümlenen Suriye sorunsalının (problematiğinin) yetkin bir irdelemesini içeriyordu.

İdlib operasyonu, aktörler, hedefler ve ötesi…

Bir kez daha okunmasında yarar var.. Dünkü (07.09.2018) 3’lü Tahran toplantında Erdoğan’ın İdlib’e askeri müdahale yapılmaması yönündeki kısık sesli – ürkek – sinik… itirazları Putin tarafından kararlılıkla geri çevrilmiştir.

Son olarak İdlib’de yuvalanan onbinlece şeriatçı – cihatçı terör örgütleri militanlarının dolaylı bile olsa korunmaları anlamına gelebilecek bir politikayı savunmak ve sürdürmek artık Türkiye için olanak dışıdır, hayal ötesidir. Hele hele İdlib’e yapılacak İran – Rusya destekli askeri temizlik operasyonuna kaşı çıkmayı, Türkiye’ye yeni göç dalgası yaratır gerekçesi ile saklamaya kalkışmak akıllara sezadır.. Kurarsın tampon bölgeni ve İdlib’de son temizliği yapar, Suriye’de iç savaşı ve bölünmeyi sona erdirir, ülkendeki 3,5 milyon Suriye’liyi geri yollar… sen de rahat edersin.. Başka yolu kalmadı.. Bu tabloda Erdoğan’ın artık mutlaka ikna edilmesi gerek..

  • Asla unutulmasın : Suriye bölünürse sıra İran’da, ardından da Erdoğan’ın ne hazin çelişkidir ki eşbaşkanı olduğu BOP kapsamında Türkiye’dedir!

16 yıl kör inatla diretip – dayatılan AKP = Erdoğan dinci politikalarının tümü iflas etmiştir ve öyle ya da böyle geri dönülmektedir. Yer yer ürkek, yer yer takiyye kılıflı.. Ne diyelim, buna da şükür mü? Zararın neresinden dönülse kârdır mı diyelim? Yanlıştan dönmek erdemdir mi diyelim? Hangisi, hangisi görülmemiş bir narsisistik kişliği olan Reis’i keser??

Sevgi ve saygı ile. 08 Eylül 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

İdlib operasyonu, aktörler, hedefler ve ötesi…

Dostlar;

İdlib karmaşasını dürüst ve yetkin bir kalemden anlamak için biraz uzunca aşağıdaki yazıyı sabırla okumak gerekiyor.. Yazar Sn. E. Tuğg. Naim Babüroğlu’na teşekkür borçluyuz.

Sevgi ve saygı ile. 06 Eylül 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com
============================================

İdlib operasyonu, aktörler, hedefler ve ötesi…


E. Tuğg. Naim Babüroğlu

naimbaburoglu@gmail.com

SON HALKA İDLİB

İdlib, Suriye’nin kuzeybatısında Hatay’a 130 kilometre sınırı olan, Suriye rejimi muhaliflerinin ve Birleşmiş Milletler’in (BM) terörist olarak kabul ettiği grupların toplandığı bir kent. Suriye’nin Halep, Hama, Humus, Kuneytra ile Şam civarında Dera, Guta gibi kentlerinde bulunan radikal cihatçılar İdlib’e gönderilmişti. BM’ye göre İdlib ve civarında 3,9, İdlib içinde 2,4 milyon insan yaşıyor. 2,4 milyonun yarısı Suriye’nin başka yerlerinden gelen göçmenlerden oluşuyor.

İDLİB’TE BULUNAN SİLAHLI GRUPLAR

  • Dünyada kendini cihatçı olarak tanımlayan ne kadar örgüt varsa, hemen hepsi Suriye’de İdlib’te bayrak gösterisi yapıyor.

İdlib, 24 Temmuz 2017’den itibaren El Kaide’nin Suriye uzantısı El Nusra’dan kopan Heyet Tahrir-el Şam (HTŞ) adlı örgüt tarafından kontrol edilmeye başlandı. HTŞ, İdlib’te en güçlü örgüt. İdlib merkezi dahil olmak üzere, İdlib’in yaklaşık % 60’ını kontrol ediyor. HTŞ’nin gücü yaklaşık 15 bin. HTŞ, El Nusra ve El Kaide gibi, BM, ABD ve Rusya’nın “terör örgütleri listesinde” yer alıyor. Türkiye, HTŞ’yi 31 Ağustos 2018 tarihinde terör örgütleri listesine aldı. (www.hurriyet.com, Uğur Ergan’ın haberi, 1 Eylül 2018)

Diğer önemli bir terör örgütü, Huraşiddin olarak biliniyor. HTŞ’nin kuruluşunu ve El-Kaide’den ayrılışını doğru bulmayan, El-Kaide’ye bağlılığını sürdüren birçok grup HTŞ’den ayrıldı. Huraşiddin, El-Kaide’ye olan bağlılığını devam ettiren, El-Kaide’nin Suriye’deki yeni yapılanmasıdır. Huraşiddin’in HTŞ’den daha az gücü bulunuyor.

Çin de İdlib’le ilgili. Çin’in ülkeye dönmelerini istemediği, Uygur’luların oluşturduğu ¨Türkistan İslam Partisi¨ elemanları da radikal cihatçı gruplardan biri. Dört bin silahlı militanı var. Çeçen ve Dağıstan’lı radikal silahlı gruplar da İdlib’te yuvalananlar arasında. Rusya, bu unsurları ülkelerine dönmeden yok etme kararlığında.

Ayrıca, gücü az olmakla beraber, tüm dünyanın terör örgütü olarak kabul ettiği IŞİD İdlib’te.

Hiçbir ülke Suriye’de, İdlib’te bulunan teröristlerin kendi topraklarına dönmelerini istemiyor. 

Astana Süreci’nde, Türkiye, Rusya ve İran tarafından terör örgütü olarak kabul edilen yukarıdaki grupların içinde 600 kadar Avrupalı terörist var. Yani Suriyeli olmayan, radikal cihatçı sayısı 10 bin civarında.

Cephe Tahrir Suriye (Suriye Özgürlük Cephesi), HTŞ’nin saldırılarına karşı, Ahrar’uş Şam ve Nureddin Zengi Hareketi tarafından kuruldu. Diğer bir örgüt, İdlib’te 11 muhalif grubu içine alan, 28 Mayıs 2018’de kurulan ve Türkiye’nin desteklediği ¨Ulusal Özgürlük Cephesi¨ (UÖC). 1 Ağustos 2018’de, Suriye Özgürlük Cephesi ile Ulusal Özgürlük Cephesi güçlerini birleştirdiler. İki grup, yaklaşık 40 bin kişilik bir kuvvete sahip.

ÜLKELER NE İSTİYOR?

Rusya

1- Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanmasından yana,
2- Suriye’de yer alan deniz ve hava üssünün güvenliğini sağlamak için İdlib’in teröristlerden arındırılması gerektiğini inanıyor,
3- İdlib’te Suriye ordusuyla işbirliği yapabilecek silahlı muhaliflerle, teröristlerin ayrılması çabasında. El Nusra, El Kaide, HTŞ türevi terör gruplarının elimine edilmesi için görüşmeleri sürdürüyor,
4- Radikal gruplara karşı öncelik nokta operasyonu, mümkün olmadığı takdirde kış mevsimi gelmeden teröristleri etkisiz duruma getirecek operasyonda Suriye’yi havadan destekleyecek,
5- Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönmesini istiyor,
6- Suriye’nin yeniden inşasında etkin rolü üstlenmekte ısrarlı.

Rusya, bu amaçlarını gerçekleştirme sürecinde;

1- PYD/PKK’ya özerk yapı için Esad’ı ikna ediyor,
2- Türkiye’yi, AB’yi ve mümkün olduğu takdirde ABD’yi Esad’la masaya oturmaya zorluyor,
3- Fakat bu süreçte Türkiye’yle kopukluk ya da ilişkileri bozmak istemiyor.

İran

1- Suriye’de varlığını sürdürmek istiyor,
2- İran – Lübnan Hizbullah’ı arasındaki koridoru kurmayı hedefliyor,
3- Suriye’den sonra sıranın kendisinde olduğunu ve yok olan Suriye’nin İran’ın parçalanışını hızlandıracağını düşünüyor.

Çin

Çin Halk Cumhuriyeti, İdlib’te bulunan ¨Türkistan İslam Partisi¨ savaşçılarının, Çin’e dönerek özgürlük hareketi başlatmalarından endişeli. Bu nedenle, sayıları dört bini bulan İdlib’teki bu unsurları yok etmek için Suriye’ye operasyonda destek vereceğini açıkladı.

Suriye

1- Ülkesinin toprak bütünlüğünü korumayı ve egemenliğini tekrar kurmayı hedefliyor,
2- İdlib’te toplanan muhalif unsurları yok etmek istiyor,
3- İdlib’ten geçen, muhaliflerin kontrolündeki Lazkiye-Halep ve Halep-Şam yolunun kontrolünü ele geçirerek stratejik üstünlük sağlama çabasında,
4- Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönmelerinden yana,
5- İdlib’in ele geçirilmesinin ardından, ABD’nin/PYD/PKK terör örgütünün işgalindeki Fırat’ın doğusuna el atmak ve ardından Türkiye’nin kontrolündeki Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı bölgesini tekrar kendi egemenliği alanına almayı amaçlıyor.

ABD, İsrail, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve destekçileri

1- İsrail’in güvenliği açısından, Suriye’nin Libya gibi parçalanmasını tercih ediyor. Bu nedenle, İdlib’e yapılması öngörülen operasyona karşı çıkıyor, teröristlerin hakimiyetinin sürmesinden yana,
2- İran’ın Suriye’deki varlığını sıfıra indirmeği amaçlıyor,
3- Rusya, İran ve Suriye’nin iç savaşı bitirerek bir zafer kazanmalarını istemiyor,
4- Suriye’nin kuzeyinde Fırat’ın doğusunu da kapsayacak şekilde önce ¨
uçuşa yasak bölge¨, ardından ¨güvenlik bölgesi¨ kurmayı hedefliyor.

Türkiye

1- 12 gözlem noktasında birlikleri var. İdlib-Türkiye sınırı yaklaşık 130 kilometre. Yeni bir sığınmacı ve göç akını konusunda endişeli,
2- İdlib’te operasyon yerine siyasi çözümden yana, bunun için ikna yoluyla terörist unsurların muhalif gruplara katılmalarını sağlama çabasında,
3- İkna edilemeyen radikal cihatçı gruplara karşı, geniş çaplı operasyon yerine nokta operasyonunu tercih ediyor,
4- Suriye’de PYD/PKK Bölücü Terör Örgütü oluşumunu istemiyor.

Tatbikat alanı

Başta ABD, Rusya olmak üzere, Suriye ülkeler için bir savaş laboratuvarına dönüşmüş durumda. ABD ve Rusya yeni silah sistemlerini, geliştirmekte olduğu askeri donatımlarını Suriye coğrafyasında, gerçek ortamda ve gerçek cephane ile deneme olanağı buluyorlar. Ekolojik ve çevre gibi nedenlerle kendi ülkelerinde deneyemedikleri silah sistemlerini, hiçbir maliyete katlanmadan Suriye’nin sunduğu topraklarda deneme fırsatına sahipler. Şehir/sokak savaşı taktik ve tekniklerinin geliştirilmesi, asimetrik savaş deneyimi, askerlerinin gerçek savaş ortamında eğitimi bu ülkeler için, Suriye coğrafyası bulunmaz bir fırsat sunmakta. Suriye, bu ülkeler için bir gerçek mermilerin kullanıldığı, gerçek düşmanın konuşlandığı maliyetsiz bir tatbikat alanına dönüşmüş durumda. İç savaşlar yüzünden ABD’nin silah ticareti %50’yi buldu, Rusya’nın bu pastadan payı ise %20’ye çıktı. Savaşın perde gerisindeki gerçek yüzü bu aslında… Ülkede, milyarlarca dolara mal olacak tatbikat alanı oluşturulacağına, askeri unsurların dönüşümlü olarak Suriye’de gerçek savaş alanında eğitilmesi orduların arayıp da bulamadığı bir fırsat.

Silah sitemlerinin denenmesi ve alıcılara pazarlanması için olmazsa olmaz iki koşul gerekli. Birincisi, ülkede iç savaş/çatışma ortamının var olması. İkincisi, iç savaşı yaşayan ülkede, daima rejime karşı silahlı bir iç muhalefetin varlığı. İç muhalefet, iç savaşın tetiklenmesi ve şiddetin derecesinin düzenlenmesi için vazgeçilmez bir dinamik.

PAKİSTAN ÖRNEĞİ

1979’da Sovyetlerin Afganistan’ı işgalinin ardından, Pakistan üç milyona yakın Afgan sığınmacıyı kabul etti. Pakistan medreseleri, kutsal cihada adam bulma işine girişti ve sığınmacılar, mücahit yetiştirme kaynağına dönüştü. ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA), Pakistan üzerinden mücahitleri Sovyet işgaline karşı yetiştirdi. Radikal eylemcileri, Pakistan ordusu ve İstihbarat Teşkilatı (ISI) eğitti. Sonunda Pakistan, sınırı geçen binlerce radikal cihatçının yuvalandığı ülke durumuna geldi. Silah ve para kaynağı; ABD, Suudi Arabistan ve bazı Arap ülkeleriydi. El Kaide ve Taliban Afgan sınırında, Pakistan’ın Peşaver bölgesine yerleşti ve dünyanın başına bela oldu.

El Kaide ile IŞİD çizgisi arasında hareket edebilen silahlı radikal unsurlar temizlenmediği sürece, Hatay sınırı İdlib, Türkiye için şiddeti gittikçe artan bir tehdit konumuna gelebilir. ABD ve destekçilerinin, Suriye’de yeni bir Peşaver oluşturma özleminde oldukları bilinmeli. Bu açıdan

  • Türkiye, İdlib’te ve Suriye kuzeyinde radikal unsurların yuvalanmalarına fırsat verecek her türlü girişime karşı çıkmalı. İdlib’e olası bir operasyonu, bu tarihi gerçek doğrultusunda dikkate almalı.

TÜRKİYE İKİ KÜRESEL GÜÇ ARASINDA

En kötü senaryo, ABD ile Rusya arasında sıkışmış bir Türkiye. Özellikle Suriye/Ortadoğu politikasında, Türkiye’nin ABD veya Rusya’yı zorunlu olarak tercih etmesi durumu, arzu edilmeyen bir hareket tarzı. ABD-Rusya arasında sıkışmışlık, eldeki kartları zayıflatır, inisiyatifin karşı tarafa geçmesine neden olur. Türkiye ne Rusya’ya ne de ABD’ye mecbur kalmalıdır. Bir ülkeye mecbur kalınması, ABD yönünden ¨S-400 alırsan¨; Rusya açısından ¨S-400 almazsan¨ türü kartların masaya konulması anlamında. Bu yönüyle, tarih solmayan bir ayna

ABD Suriye’de kalıcı. Fırat’ın doğusunda, Suriye coğrafyasının % 30’unu PYD/PKK’ya işgal ettirdi. Bu alanda, 70-80 BİN PYD/PKK’lı teröristin varlığından söz ediliyor. ABD’nin hedefi, İdlib dinamiklerinden yararlanarak Suriye’nin kuzeyi ve Fırat’ın doğusunda bir ¨Uçuşa Yasak Bölge¨ ve ardından ¨Güvenlik Bölgesi¨ oluşturma. Bu durum, Türkiye için var olan tehditleri iki kata çıkarır ve gerçekten bir BEKA sorunuyla yüz yüze bırakır.

Türkiye, kendisi için BEKA sorunu olan Fırat’ın doğusundaki PYD/PKK oluşumuna karşı, gelecekte ABD’ye rağmen bir operasyonla yüzleşebilir. Böyle bir senaryoda, Rusya, İran ve Suriye rejimiyle işbirliği yapma zorunluluğu ortaya çıkar. Bir yanda, İdlib’le Rusya’yla uzlaşma zorunluluğu öte yanda, Menbiç’te ABD’yle işbirliği yapma ihtiyacı… Türkiye için oldukça çetin bir süreç… Bu açıdan, İdlib’te öngörülen çözümlerde Rusya’yı dışlama seçeneğinin masada yer alması pek mümkün görülmüyor…

Ve en kritik soru: İdlib Esad’ın eline geçerse, dünyanın başına bela olan silahlı El Kaide türevi unsurları nereye gidecek? İdlib kuzeyinde, Türkiye’nin kontrolündeki bölgelere mi? Yoksa Suriye dışında, Libya, Yemen gibi başka ülkelere mi?

  • Türkiye, İdlib operasyonu ya da çözümünde Rusya’yla birlikte hareket etmeli.

Sığınmacıları sınırının ötesinde, Suriye’de geçici barındırma merkezlerinde kabul etmeli. Özetle, bugün çözüm olarak görülen, yarın bir problem olarak karşımıza çıkmamalı…

Kitapta, stratejinin hükmü:

¨Savaşın başında yaptığınız hata, savaşın sonuna kadar peşinizi bırakmaz.¨

Altın kural: ¨Hedef stratejinin anahtarıdır, mantıklı ve tutarlı olmayan bir hedefe hiçbir strateji ile ulaşılamaz.

Türkiye en affedilmez hatasını o gün yaptı!

Türkiye en affedilmez hatasını o gün yaptı!

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, “Uluslararası Hukuk Penceresinden Ortadoğu ve Türkiye” konulu programda konuştu.

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, “Uluslararası Hukuk Penceresinden Ortadoğu ve Türkiye konulu programda konuştu. Feyzioğlu, “Türkiye, dış politikada en affedilmez ve geri dönüşü artık imkânsız gibi görünen hatasını, bölgeyi yeniden şekillendirmek isteyen bazı küresel güçlerle birlikte Suriye’nin iç işlerine karışarak yapmıştır” dedi. Feyzioğlu, açılış konuşmasında şunları söyledi:
Türkiye’nin, Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren, dış politikasına yön veren temel ilke, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesi olmuştur. Bu ilke ve Türkiye’nin dış politikasının temelleri masa başında yazılmamıştır. Osmanlı Devleti’nin son 100 yılını yakından bilen, yaşayan, Afrika’dan Balkanlar’a, oradan Yemen’e ve Kafkaslar’a kadar İmparatorluğun her köşesinde savaşan, muazzam tecrübeler edinen, dersler çıkaran Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları tarafından yazılmıştır. Bu temel ilke; Türkiye Cumhuriyeti’nin laik bir hukuk devleti olması sayesinde hayata geçirilmiş ve Türkiye’yi yaklaşık 90 yıl, Ortadoğu’nun içinden çıkılmaz karışıklıklarından ve mezhep çatışmalarından korumuştur.

Üzülerek ifade etmek gerekirse, son 10 yılda bilgiden ve tecrübeden yoksun bir yaklaşımla “Yurtta Barış Dünyada Barış” ilkesi aşındırılmıştır. Laiklik ilkesinin altının boşaltılmasıyla, mezhepçi yaklaşımlar iç ve dış politikada öne çıkmıştır. İç politikada hâkim olan hamaset, dış politikaya da sirayet etmiştir. Dış politika söylemleri, içeride oy toplamak, “taban sıkılamak” amaçlı kullanılır olmuştur. Liyakatin yerini yöneticilere koşulsuz sadakat tercihi almıştır. Bilimsel bilgi ve tecrübeleriyle Türkiye için ortak aklı yaratan bilgili, tecrübeli, milli duruş sahibi, vatansever kişiler dışlanmıştır.

  • Türkiye, dış politikada en affedilmez ve geri dönüşü artık imkânsız gibi görünen hatasını, bölgeyi yeniden şekillendirmek isteyen bazı küresel güçlerle birlikte
  • Suriye’nin iç işlerine karışarak yapmıştır.

Suriye’deki merkezi hükümetin sarsılmasıyla birlikte Suriye Devleti’nin toprak bütünlüğü de fiilen parçalanmıştır. Saddam sonrası Irak’ta ve daha sonra Suriye’de oluşan otorite boşluklarında, IŞİD ve PYD, devletimsi yapılar oluşturmaya girişmiştir. IŞİD’le savaştığı iddiasıyla, Türkiye’deki bölücü örgütün Suriye kolu PYD, neredeyse tüm küresel güçlerin desteğini almıştır.

  • Ortadoğu’daki devletlerin parçalanarak haritanın yeniden çizilmesi demek olan Büyük Ortadoğu Projesi, Türk Milleti’ne yeni Osmanlıcılık şeklinde paketlenerek pazarlanmıştır. Süreç böylece ilerlemiştir.

MARİFET, TÜRKİYE’NİN BU BÖLGEDE ÜST AKIL OLMASINI SAĞLAMAKTIR

İçinde bulunduğumuz günlerde; Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi, bağımsızlık ilan etmek amaçlı referandum yapma noktasına kadar gelmiştir. Bu bölgede şu ana kadar en iyi ilişki içinde bulunduğumuz, belki de tek iyi ilişki içinde olduğumuz ve yoğun bir ticari ilişki sürdürdüğümüz Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin attığı bu adım zaten içinde çok zor çıkılır hale gelmiş sorunların çözümünü daha da zorlaştırmıştır.

Bilindiği üzere, bölgedeki milli devletler çeşitli bahanelerle küresel güçler tarafından yıkılmış veya zayıflatılmıştır. Bunun sonucu olarak ırkçı ve/veya mezhepçi yapılar devlet kurmak için etnik temizliklere başlamıştır. Irak’ın Kuzeyinde uluslararası hukuka ve Irak Anayasası’na aykırı bir şekilde kurulmak istenen devletin de etnik kimlikli bir devlet olması planlanmaktadır. Bu, başta Türkmenler olmak üzere, bölgedeki diğer toplulukların yaşam haklarını kuşkusuz tehlikeye atmaktadır. Öte yandan, ölçüsüz ve akılcı olmayan adımlar atılması hem yeni düşmanlıklar yaratacak hem kendi vatandaşlarımız arasında da huzursuzluğa sebebiyet verebilecektir. Yani soruna tek yönlü, tek boyutlu yaklaşma lüksümüz bulunmamaktadır. Gün, hamaset çığlıkları atma günü değildir.

Sürekli üst akılları suçlamanın kimseye faydası yoktur. Marifet, Türkiye’nin bu bölgede üst akıl olmasını sağlamaktır. Bunun için ise;

  • Çoğulcu katılımcı demokrasiye,
  • laik devlet düzeninin içselleştirilmesine,
  • hukukun üstünlüğünün sağlanmasına,
  • gelecek yüzyılı planlayan milli eğitim ve milli kalkınma stratejisine ve
  • güçlü, caydırıcı bir milli orduya ihtiyaç vardır. 

    Şunu unutmayalım :

    – Saddam’ın Irak’ı diktatörlük olduğu için yıkılmıştır.
    – Esad’ın Suriye’si diktatörlük suçlamalarıyla parçalanmıştır.
    – Kaddafi’nin Libya’sı aynı gerekçeyle paramparça edilmiştir.

Çünkü; diktatörlüklerde iktidar içeriden ne kadar güçlü görünürse görünsün, devletin taşıyıcı sütunları, içten içe çürümeye, her an kırılacak şekilde gevrekleşmeye başlar.

  • Türkiye’nin üzerine de, Sevr Antlaşmasını hortlatmayı amaçlayan senaryolar kuşkusuz yazılmaktadır. Bunların bugüne kadar başarısız olmasının sebebi, saydığımız ülkelerden farklı olarak Türkiye’de eksik de olsa, sorunlu da olsa, demokrasinin varlığı ve laik rejimdir.

Öyleyse çıkış yolumuz;

  • demokrasiyi askıya almak, demokratik kurumları, hukukun üstünlüğünü ve laikliği yıpratmak değil, tam aksine güçlendirmektir.
  • 80 milyon vatandaşımızı, bu şekilde şefkatle kucaklamaktır.
  • Bu, partiler üstü milli bir meseledir.
  • Türk Milleti’nin bunu yapacak sağduyusu ve birikimi vardır.
  • Kuşkusuz, yol göstericimiz daima Atatürk ilkeleridir.

“Uluslararası Hukuk Penceresinden Ortadoğu ve Türkiye” konulu programın tümü buradan izlenebilir (29.09.2017): https://www.youtube.com/watch?v=OZ0-3QHoj70&feature=youtu.be
Odatv.com
==========================================
Dostlar,

Bir yandan Afyon’da AKP toplantısı sürerken, bir yandan da İdlib’e dönük askeri operasyon adım adım başlatılırken; yukarıdaki yazıyı 1 hafta sonra bir kez de biz paylaşmak istedik..

Öte yandan, parti toplantısı sürerken ciddi ve riskli bir dış operasyonun başlatılmasının zamanlama bakımından örtüş(türül)mesi de bize “ilginç” geldi.. Psikolojik üstünlük sağlamak, delegelerin algılarını yönlendirmek, “bakın biz ciddi Ülke sorunlarıyla uğraşıyoruz… bizi yormayın..” türünden iletiler parti içinde muhataplarına yollanmış olmaktadır belki de..

Sayın Feyzioğlu’nun çok isabetli irdelemesi de bir işe yaramadı mı acaba?
Dileriz yanılıyoruzdur.. Geriye başka ne kalıyor siyasal iktidarı ikna için?
Erdoğan Afyon toplantısında “milletle inatlaşma – kavga asla olmaz” bağlamında sözler söylüyor. Belediye başkanlarının görevden alınmalarını da her nasıl başarıyorsa “milletin isteği” olarak sunuyor. Öte yandan MÜFTÜLERE NİKAH YETKİSİ dayatması ise TBMM’de komisyonda kabul ediliyor.. Toplumun, OHAL altında sergileyebildiği ölçüde tüm direncine karşın!

Benzer biçimde eğitimde tam bir altüst oluş doğuran ağır – katı – ölçüsüz -akıl ve bilim dışı – insan haklarına aykırı – taraf olduğumuz uluslararası sözleşme – andlaşmalara ve anayasaya, yasalara aykırı – ülkemizin çıkarlarına ve çağın gereklerine ters – zorla İHO/IHL’ye yönlendirme – sınav sistemini alt üst etme – yandaş dinci/gerici vakıflara eğitimi teslim etme – sözde din eğitimini anaokullarına dek sokma…..

  • İNSANLIK SUÇU işlenerek EĞİTİMİN DİNCİLEŞTİRİLMESİ – DİNDAR/KİNDAR NESİL YETİŞTİRME dayatması sürdürülüyor.. Akıl alır gibi değil.. Toplumun tüm isyanına karşın…

Bu derin ikilem nasıl açıklanabilir??
Hangi Erdoğan’ı dikkate almak gerekiyor??
Biz bir kez daha AKP = RTE’yi sağduyuya çağırarak, bu insanlık suçunu işlemeyi durdurmaları çağrısı yapıyoruz..

Sevgi ve saygı ile. 07 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com