Ertuğrul GEZENOĞLU
24 Temmuz bize başlangıçta 3 önemli olayı anımsatıyor;
1. Lozan Antlaşması
2. Sendikal hakların kabulü
3. Basından sansürün kaldırılması
Ama bugün 3 önemli konunun da sıkıntılarının olduğunu tespit etmekteyiz.
Basın sansürünün kaldırılması bugün sözde kalmıştır. Basın bugün hiçbir sivil iktidar döneminde olmadığı kadar baskı altındadır. Bu baskıya direnen yazılı ve görsel
basın da verilen para cezaları ile çökertilmek istenmektedir.
Sendikal haklara gelince, özellikle 1980 sonrası gerek askeri dönemde, gerekse
Özal döneminde adeta yangından mal kaçırırcasına yapılan özelleştirmelerle taşeronlaşma başlamış, son dönemlerde ayyuka çıkan özelleştirme ve taşeronlaşma ile sendikal haklar artık adeta son dönemlerini yaşar hale gelmiştir. Zamanında özelleştirmelere yeterince demokratik tepkiyi göstermeyen sözüm ona sendikalar bugün o günlerin cezasını çekmektedirler.
Lozan Antlaşması hep ülkenin tapu senedi olarak görülmektedir.
Gerçekten emperyalizme hiç unutamayacağı bir şamar indiren
M. Kemal ATATÜRK ve O’nu hiç terk etmeyen
İsmet İNÖNÜ,
Ulusal Kurtuluş Savaşı zaferini Lozan ile emperyalistlere kabul ettirerek taçlandırmışlardır.
Fakat bugün Lozan’ı destekleyen Kabotaj ve Montrö Antlaşmalarının delinme aşamasına geldiğini görüyoruz. Lozan’ın delinmesi konusunda başka bir tehlike de Suriye ile olan geldiğimiz noktadır. Çünkü bu ülke ile çıkacak olan bir savaş,
Lozan’ı delecektir.
Karadeniz’e yabancı savaş gemilerinin giriş ve çıkışı ile Montrö Antlaşması’nın ihlali halinde Lozan’ın delinmesi riski vardır. ABD bunu zaman zaman zorlamaktadır.
Bunu önleyen deniz subaylarımız bugün bedel ödemektedirler.
Kabotaj ise Türkiye Cumhuriyeti’nin kara, hava ve denizde ulusal altyapı-yatırım ve ulaşım hakkı demektir. Ama son zamanlardaki otoyolların, limanların, havaalanlarının özelleştirmeleri ve bunların özellikle yabancılara verilmesi aslında kabotaj yasasının amacını yok etmektedir.
Ayrıca bölgesel özerklik talebi ve devamında ülkeden kopmalara neden olabilecek gelişmelere imkan veren İkiz Sözleşmelerin 2003’te Meclis’te onaylanması,
bir anlamda Lozan’ı tartışmalı hale getirebilecektir.
Tahkim Yasası ve Anayasanın 90. md. si de Lozan’da elde ettiğimiz ulusumuzun
kendi yasalarıyla yönetilmesi hakkının kullanılmasında önemli engeldir.
Bizim Anayasamızda olmasa da, uluslararası sözleşmenin geçerli olması,
yabancı yatırımcıyla olan anlaşmazlıkların uluslararası mahkemelerde çözümlenmesi, yasal ve mali yönden adeta birer kapitülasyon olarak değerlendirilebilir.
Yabancıya toprak satışı, maden yasası, petrol yasası gibi yasaların
Ulusal Kurtuluş Savaşı zaferi sonrası Lozan’da elde ettiğimiz ulusal varlıklarımızın
bırakın özelleştirilmesini; yabancıya ülkenin toprağının ve kaynaklarının hükümranlığının devredilmesi kaygısını taşımamıza neden olmaktadır.
Tarımda ve tohumda olan sıkıntılar, HES’ler ekolojik dengeleri bozmaktadır.
Tohumda dışa bağımlılığın ne akla hizmet olduğunu anlamak mümkün değildir.
- Vakıflar Yasası’na göre de Lozan’da elde edilen birçok hakkımız tartışmalı hale gelmektedir.
Sonunda
Heybeliada Ruhban Okulu‘nun açılması ve
İstanbul’da Ekümenik Patriklik oluşması ihtimali ciddi olarak rahatsızlık yaratmaktadır.
ABD ve NATO’yla yapılan anlaşmalar askeri yönden bağımlı hale getirildiğimiz sıkıntısı yaratmaktadır. Bu düşüncenin önemli oranda gerçeklik payı vardır.
Şimdi tüm bunları dikkate alırsak Lozan’ı ne denli hak ederek ve nasıl kutlayacağız?
Bu durumda Lozan’ı kutlamak mı yoksa yeniden inşa etmek mi gerekiyor ?
Baskı altındaki merkez medyanın bu konuları bizim endişelerimizi taşıyanlarla değil, aksine endişelerimizi artıranlarla, kamuoyu yaratacak kişilerle konuşup tartışması nedeniyle ulusalcılık adeta öcü gibi gösterilmektedir.
- Oysa ulusalcılık ırkçılık değildir;
Atatürk milliyetçiliğinin tam bağımsızlık ilkesi ışığında;
halkçı-toplumcu-sosyal-laik-hukuk devletinde yaşama isteğidir.
Bugün ülkemiz ekonomik anlamda dışa bağımlıdır. Ekonomik bağımlılık her alanda (askeri-siyasi-kültür-sanat-medya-tarım-borsa-banka-sigortacılık vb.) bağımlılığı da getirmektedir. Birçok stratejik KİT’lerin yanında özel şirketler de yabancıların eline geçmektedir. (Tekel-Telekom-Petkim-Kipa-Migros vb.)
Eğitim konusu da çok tartışmalı hale gelmiştir. Eğitimde çağdışı düşünceleri
eyleme dönüştürülmek istenirken, sık sık yapılan değişiklikler öğrencileri adeta deneme tahtasına çevirmektedir. Dolayısıyla çağdaş ve verimli bir eğitim verilmediğinden yetiştirilen kuşakların kafası çok karışık olmakta, geleceğe güvenle bakmamaktadırlar.
Çıkış yolu yok mu ?
Yeter, içimizi kararttın! Diyebilirsiniz. Elbette çıkış yolu var. Atatürkçülerin yapılacak seçimlerde iktidara gelmek için halka bıkmadan, usanmadan gerçekleri anlatması,
halkı direnen medyaya yönlendirmesi gerekmektedir. İktidara gelince de doğru bir programla bahsettiğimiz tüm bu yasaları iptal ederek
Tam Bağımsız Türkiye için özveri ile gece-gündüz çalışmaktır. Çaresiz değiliz, üstelik şimdi 90’ların gençleri de yanımızda. Yaş ortalamamız epeyce düştü, yani dinozor değiliz artık.
Bayrak gençlere geçince Atatürk’ün Cumhuriyeti’nin emin ellerde olduğunu düşünmek bizlerin çok çok mutlu ve umutlu olmamızı sağlıyor.
Geçen yazımda da bitirişte yazdığımı yazarak bitiriyorum.
Sağolun, varolun gençler.
YAŞASIN ATATÜRK GENÇLİĞİ!
Saygılarımla…