Anayasa ve laiklik
Cumhuriyet, 22 Şubat 2021
Her şeyden önce “1921 Anayasası”, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin anayasası değildir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti 1921 yılında henüz kurulmamıştı. Kurulmayan bir cumhuriyetin ve devletin anayasası olmaz. “1921 Anayasası” olarak adlandırılan ilkeler, Kurtuluş Savaşı yıllarında, savaş sürecindeki yönetim işlerini düzenlemek amacıyla geliştirilmiştir. Bu ilkeler cumhuriyetin temel kuruluş ilkeleri değildir. “1921 Anayasası’nda” egemenliğin halka devredilmesi ifade edilmiştir, ancak halkın nasıl egemen olacağı somut ve ayrıntılı olarak ortaya konulmamıştır.
- Sözde “yeni ve sivil” bir anayasa önerirken “1921 Anayasası”nı dayanak noktası yapmak, demokratik, laik hukuk devletinin yıkılması çağrısından başka bir şey değildir!
***
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, 1921 yılından sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onayıyla, birçok devrim ve anayasa değişikliği gerçekleştirmiştir. Cumhuriyetin temel kuruluş ilkeleri, söz konusu devrimlerle ve anayasa değişiklikleriyle, 1921 yılından sonra biçimlenmiştir. Öğretim Birliği yasasıyla medreselerin kapatılması, tüm vatandaşların laik ve bilimsel eğitim sisteminden yararlanmalarının sağlanması; halifeliğin ve saltanatın kaldırılması; Medeni Yasa ile kadın ve erkek arasında eşitliğin sağlanması; üniversite reformuyla yeni üniversitelerin ve fakültelerin kurulması; kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması; “devletin dini İslamdır” ifadesinin anayasadan çıkarılması ve laiklik ilkesinin bir anayasa maddesi haline gelmesi, 1921 yılından sonraki gelişmelerdir.
AKP’nin “1921 Anayasası”na sarılmasının nedeni budur. Çünkü AKP, 1921 yılından sonra cumhuriyetin elde ettiği kazanımları ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin, AKP’nin laiklik karşıtı odakların merkezi haline geldiğine dair kararı, tarih ve olgular tarafından doğrulanmıştır.
***
Laik bir ülkede, devletin dini olmaz, vatandaşların, kendi özgür iradeleriyle yapacakları seçime göre dini olur veya dini olmaz. Vatandaş, hangi dini veya mezhebi seçeceğine veya dindar mı dinsiz mi olacağına kendisi karar verir. Devlet vatandaşa, belli bir dini ve söz konusu dinle ilgili belli bir mezhepsel yorumu dayatamaz.
Bunun dayatıldığı bir ülke bölünmeye ve parçalanmaya mahkûmdur. Bir ülkenin birliği ve bütünlüğü, dini, mezhebi, dünya görüşü, etnik kimliği ne olursa olsun, tüm vatandaşların demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti etrafında birleşmeleriyle olanaklıdır. Dinci, mezhepçi, etnik kimlikçi bir bakış açısından, sadece çatışma, parçalanma, bölünme çıkar.
- Laiklik karşıtlığı aynı zamanda bir ulusal güvenlik sorunudur ve emperyalizme hizmet eder.
Atatürk bu nedenle de 1928’de “devletin dini İslamdır” ifadesini anayasadan çıkarmıştır ve 1937’de laiklik ilkesini anayasa maddesi haline getirmiştir.
Laiklik bir uzlaşma modelidir.
- Laiklik, bir yandan, dinin, siyasete, devlet işlerine, hukuka, eğitime müdahale etmemesini sağlar,
- bir yandan da vatandaşların dini inanç ve ibadet özgürlüklerini ve farklı dünya görüşlerini güvence altına alır.
Laiklik demokrasinin önkoşullarından birisidir.
- Laikliğin olmadığı yerde demokrasi değil, teokrasi olur.
Demokrasi halk egemenliğine dayalı bir düzendir. Teokrasi, “Tanrı”nın, “Allah”ın ve dinin egemenliğine dayalı bir düzendir. Halk, asgari müşterek bir kavramdır, somut bir gerçeklik ve olgudur. “Tanrı” ve “Allah” ise tartışma konusu olan soyut, kişisel, öznel, göreli, metafizik bir kavramdır.
“Anayasanın ilk dört maddesini tartışmayız, kalanını tartışırız” söylemi de ilk dört maddenin içini boşaltmak amacını taşıyan bir tuzaktır. Anayasanın “kalan” kısmında, ilk dört maddenin açılımı olan birçok madde bulunmaktadır.
Gaflet, dalalet ve hıyanet içinde olanlara halk gereken dersi mutlaka verecektir!