Anayasa tartışması devam ediyor. Sevgili Aydemir Güler’in geçen Cumartesi yazısına “Türkiye, ben kendimi bildim bileli Anayasa tartışır.” tümcesiyle başlaması abartı değil. Ancak kendisinin de vurguladığı gibi bu tartışmanın gerçekçi olanı ve olmayanı var.
Anayasal gelişme ve gerileme tezlerinin yansımalarıyla ya da daha gerçekçi deyişle toplumsal ilişkilerin yansıma biçimleriyle süregelen bir anayasa geçmişimiz var. Sokaklarda “İslam Anayasası” broşürü dağıtılan, İslam anayasasına geçilemeyen ama geçilmiş gibi yaşanılan bir ülkedeyiz.
- Anayasanın özü, bireysel ve toplumsal olarak insan olmalı.
Özünde ilerlemeci, aydınlanmacı, eşitleştirilmiş insanlığın insanı olan anayasa gelişmenin yansıması; karanlığın, gericiliğin ve sömürünün insanı olan anayasa gerilemenin yansıması.
Anayasal gerileme tezlerinin özelliği “yapı”yı, “ilişkiler”i, “eşitsizliği”, “hakları” gizleyip biçimle uğraşmaları. Biçim ağırlığı organlarıyla, görev ve yetkileriyle devlete verildiğinde, akan suları durdurduklarını sanıyorlar.
Erdoğan’ın 12 Eylül günü Ulucanlar Eski Cezaevinde düzenlenen “Yeni Anayasa Sempozyumu”nda yaptığı açıklamalar, “yeni, sivil, demokratik, özgürlükçü, kuşatıcı” sözcükleriyle “ideal anayasa metni” çağrıları “düzen aynı kalacak ama anayasa yenilenecek” demekten öte bir şey söylemiyor, söyleyemez de… AKP ve ortakları iktidarının “demokratik, özgürlükçü ve kuşatıcı” derken kimleri, hangi ideoloji ve siyaseti kapsadığı, kavramları nasıl yanılsama içine soktuğu 2002’den bu yana her yönden kanıtlandı.
Sermaye sınıfının ve ortağı gericilerin özgürlüğü, onların siyasetlerinin demokratlığı dışında ne yaşadı Türkiye? İlericilerin, aydınların, sanatçıların, gazetecilerin, çocukların, kadınların ve bütünüyle emekçi halkın hak ve özgürlüklerinin engellenmesi ve sömürülmesi, doğanın talanı dışında ne yaşadı Türkiye?
Her seçimde emekçi halkın genel oy hakkının sömürücüler ve siyasetçileri tarafından çalınmasının dışında ne yaşadı Türkiye?
- Zamlar ve pahalılık, yağma ve soygun, doğa ve kadın katliamı, işçi cinayetleri,
sınırsız sömürü dışında ne yaşadı Türkiye?
1921 Anayasasından 1982 Anayasası ve değişikliklerine dek ne tartışmalar ve değişiklikler yapıldı ne hükümet değişiklikleri uygulamaya sokuldu… “Meclis hükümeti”nden “parlamenter rejim”e geçen Türkiye oradan da “başkanlı rejim”e geçti. “Dini İslam”dan “laik hukuk”a geçen devlet, Anayasaya karşın dinsele teslim edildi. Arada anayasal gelişme tezleri de yaşama sokulduysa da, anayasaların ekonomi politiği olan sömürü değişmedi, derinleşti.
Bugün hep vurguladığımız gibi, “anayasalı anayasasızlaştırma” dönemindeyiz ve Erdoğan’ın “yeni, ideal anayasası”nın özü bu… Yanılsamalarla, dinsellikle oyalayarak ve uyuşturarak kolay yönetim, kolay sömürü. Bu düzene engel olmayan hukuka evet, olana hayır.
Zaten kapalı olması gereken ama her alanda yaygınlaşarak büyüyen
tarikat ve cemaatler kaldırılmadan yeni anayasa yapılamaz.
Laiklik siyasette, devlette, hukukta, her alanda ödünsüz ve eksiksiz uygulanmadan yeni anayasa yapılamaz.
Özelleştirmeler yasaklanmadan, özelleştirilen, kamusal hizmetleri yürüten, toplumsal üretim araçlarını elinde tutan özel mülk ve işletmeler devletin elinde kamucu yapılmadan yeni anayasa yapılamaz.
Kapitalizme ve emperyalizme, onların NATO, IMF, DB gibi örgütlerine bağımlılıktan kurtulmadan yeni anayasa yapılamaz.
Evet bunlar iktidar konusu ve sorunu.
Sömürücü düzenin adları farklı, özleri aynı siyasal partilerinin anayasalarının, içinde ara sıra gerçekçi gelişme tezleri taşısa da, sömürücü düzenin ilişkilerini yansıttığı unutulmamalı. O gerçekçi tezlerin anayasanın metni içine –1924 Anayasasındaki laiklik ve toprak reformu, 1961 Anayasasındaki hak ve özgürlükler, 1982 Anayasasındaki katı hak ve özgürlük sınırlamalarının esnetilmesi gibi- yerleştirilmiş olmasının sömürü ilişkilerine dokunmadıkça yaşatıldığı, dokunduğu an askıya alındığı ya da değiştirildiği unutulmamalı.
Siyasal iktidarların hukuksal belgeleri ve örgütlenmeleri sermaye iktidarından ve toplumsal yapılanmadan ayrı olmaz.
Ve evet iktidar konusu ve sorununu çözecek olan da sınıfsız ve sömürüsüz toplumun halk iktidarı.
Türkiye’yi kapitalist/emperyalist ilişkilerin içine çekerek demokratlaştırdığını iddia edenler, ılımlı İslamın içine çekerek uyumlulaştıranlar iktidarda ve düzen içi siyaset de aynı düzenin kuyruğunda. Erdoğan’ın “yeni anayasayı gelin birlikte yapalım” çağrısı liberalizm bulamaçlı düzene.
Bu çağrıda ve olası uzlaşmada “anayasanın kurucu unsuru ne olacak” sorusunun yanıtı yok.
Anayasanın kurucu unsuru dinsellik mi olacak laiklik mi, piyasa mı olacak emek mi?
Erdoğan’ın “MHP ve AKP dışında yeni bir anayasa metni hazırlayan teşekkül çıkmadı” demesi, TBB’den DİSK’e, TÜSİAD’den kimi derneklere ve düzen içi siyasal partilere dek yapılan çalışmaları görmezlikten gelmesinden öte “ne yapılacaksa biz yaparız”ı işaret ediyor. Erdoğan hep yaptığı gibi meydan okuyor. “Yurtsever Hukukçular”dan Avukat Mert Doğan’ın anımsattığı gibi Erdoğan’ın yeni anayasa açıklaması 2010 Anayasa değişiklikleri öncesi açıklamalarıyla koşut. Aynı nakarat.
Kargadan başka kuş tanımam örneği düzen içinde yapılan anayasa çalışmaları tanınmazken “Toplumcu Anayasa” çalışmalarının yanına bile yaklaşılmıyor. Cumhuriyet ve Sosyalizm için örgütlenme ve savaşım güçlendikçe Toplumcu Anayasanın yaşama geçeceği düzen yakınlaşacak, düzenin yanılsama balonları sönecek.